İtalya'da Polisin Holiganizmi Denetleme İşi

Aşağıda okuyacağınız makale, üç türden soru grubunu gündeme getirdiği için bana önemli göründü. Birinci grup sorular, doğrudan makalenin ele aldığı konuyla ilgili. Türkiye’deki birçok sorunda olduğu gibi holiganizm konusunda da derin bir sosyolojik çalışma açığımız var. Örneğin makalede sözü edilen şu alanlarla ilgili hiçbir bilgiye sahip değiliz: Türkiye’deki holiganlar örgütlü bir özne midir? Eğer öyleyse örgütlülük düzeyi ve yapısı nedir? Türkiye’li holiganların kimliklerini belirleyen, İngiltere’deki gibi sınıfsal aidiyetleri midir; yoksa yazarın iddia ettiği şekliyle İtalya’daki gibi, sınıfsal pozisyonlardan özerk, oldukça ritüelleşmiş bir taraftarlık kültürü müdür? Siyasal grupların holiganlara nüfuz etme becerileri bağlamında Avrupa’nın pek çok ülkesinde görülen faşist gruplar ve holiganizm arasındaki geçişkenlikler ne düzeydedir? Bunlara benzer sorular çoğaltılabilir. Sosyologların ve futbol meraklılarının sorumluluk alanlarına daha fazla tecavüz etmeden -fakat hatırlatarak!- ikinci türden soru grubuna geçiyorum.

Türkiye’deki holigan probleminin doğası bir kez saptandıktan sonra üzerinde düşüneceğimiz konu polisin denetleme stratejileri olacak. Problemin çözümü için “atacaksın üç beş tanesini içeriye bak bir daha yapıyorlar mı”yı önerenlerin bir kez daha düşünmesi gerekiyor. Bu konuda söylenecek çok şey olmakla birlikte şu kadarını söyleyip geçiyorum: Polis, son tahlilde bir kamu gücüdür. Bu nedenle özel ve kamusal alan ayrımları polisin müdahale yetkisi bağlamında çok önemlidir. Kamusal alanların denetimi tümüyle polisin müdahalesine açıkken özel alanlarda yapılacak polis müdahalesinin ciddi direnişle karşılaşacağı açıktır. Bu alanlarda polis çok daha hoşgörülü davranmak zorundadır. Önemli olan şunu kavramaktır: Özel alanların tarifinde nesnel süreçlerden çok öznel süreçler önemlidir. Bir konutun özel alan olduğu konusunda çok tartışma çıkmayabilir. Fakat, örneğin Gazi Mahallesi ya da Harlem gibi “kurtarılmış bir bölgede” mahallenin gençleri kendi sokaklarını “özel alan” olarak görüyorlarsa polisin Beyoğlu sokaklarında yürüttüğü denetleme faaliyetlerini orada da aynı şekilde yürütmesi, önü alınamaz sonuçlar doğuracağından polisin bunu göz önünde bulundurma zorunluluğu vardır. Makalenin dikkat çektiği hususlardan biri de bu: Kale arkaları, holiganların “özel alanı”dır ve diğer tribünlerde yasak olan birçok eylem buralarda görmezden gelinmek zorundadır. Eğer amaç, tedib etmekten çok kamu düzeninin korunmasıysa katlanılması gereken bir maliyettir bu. Holiganizm probleminin çözümü için şiddetli polis müdahalesi önerenlerin, işte bu yüzden bir kez daha düşünmesi gerekiyor.

Makalenin gündeme getirdiği ve benim açımdan önemli olan üçüncü tür sorular daha genel bir düzlemde konuşmaya el veriyor. 1960’lara kadar akademik literatürde kollektif eylemlerin öznesine dair sarsılması çok zor önkabuller vardı. Çok kabaca şöyle: Siyasal süreçleri psikolojize etmenin dayanılmaz hafifliğiyle, her türlü kollektif eyleme giren öznelerin esas olarak irrasyonel, kişiliklerini tam kuramamış, örgütlü toplumdan tümüyle kopuk ve “kalabalık ruhu” içinde eyleyen bireyler olduğu öne sürülürdü. Freud ve çağdaşı Gustave Le Bon kaynaklı bu düşünceler, toplumsal hareketlerin 1960’lardan itibaren kendilerini dayatmasıyla büyük oranda gözden düştü. Büyük oranda diyorum, çünkü bir psikiyatrist ya da bu disiplinden etkilenen bir toplum bilimci, siyasal süreçlere baktığında hâlâ aynı gözlükleri kullanır (Saffet Murat Tura’nın 30 Kasım 1998 tarihli Radikal’de yayımlanan söyleşisi buna tipik bir örnektir). Siyasal hareketlerle ilgili bu önyargılar bilimsel araştırmalar sonucu yıkılmasına yıkıldı; fakat bu kez de aynı bakış açısı “marjinal hareketlere” ilişkin gündemde. Okuyacağınız makale, irrasyonel davranışlara belki de en uygun aday durumundaki holiganizmin, esas olarak oldukça rasyonel ve daha da önemlisi örgütlü hareketler toplamı olduğunu gösterirken, herhangi bir kaynağa -maddi veya örgütsel- sahip olmayan ve tek ortak paydaları “ezilmişlik” olan bireylerin kollektif eyleme girişecek mecalinin de olmayacağını bir kez daha hatırlatıyor. Kollektif eylemlerle ilgilenenlere -belki psikiyatristler hariç- duyurulur.

FERDAN ERGUT


POLİS VE KAMU DÜZENİ

Hem kurumsal açıdan hem de İtalyan polisinin süreç içinde edindiği ve kullandığı pratik bilgi açısından “kamu düzeni” kavramının özel bir anlamı vardır. Burada benim amacım kavramın genel kullanımda aldığı kollektif temsil biçimlerini tartışmak değil, İtalyan polisinin ona yüklediği anlamı araştırmaktır.[2] Bu nedenle “kamu düzeni”ne toplumsal bilimlerde kullanıldığından daha farklı bir anlam verilecektir.

Polis yetkilileriyle yapılan mülakatlardaki bazı tanım örnekleri konuyu açıklığa kavuşturacaktır:[3]

“Problem şu ki, kamu düzeni doğrudan doğruya teknik bir anlama sahip olabileceği gibi daha geniş bir anlama da sahip olabilir. Gösterilerden söz ederken ‘kamu düzeni’ deriz. Digos (emniyet müdürlüğünün -questura- siyasal polis bölümü), esas olarak gösterilerle ilgilenir. Kamu düzeni, stadyum ve kitlesel gösterilerdir.” (Mülakat, Milan, 29 Aralık 1994)

“Burada önemli nüanslar var. Kamu düzeni kavramıyla daima açık alanda verilen bir hizmeti anlıyoruz. Kamu düzeni, gösterilerdir, konserlerdir, stadyumlardır. Bunlar zamanımızın önemli bir bölümünü alırlar. Temel ‘kamu düzeni’ alanları şunlardır: Konserler, gösteriler, stadyumlar, ve insanların siyasal veya sportif faaliyetlere kitlesel halde katıldığı her yer.” (Mülakat, Milan, 18 Ekim 1994)

“Bizim için teknik anlamda kamu düzeni, çok sayıda insanın toplandığı gösterileri denetlemektir. Bilimsel ayrımlar yapmıyorum; benim ayrımlarım pratik. Biz poliste kamu düzeni derken, gösteriler, yürüyüşler ve futbol maçlarını kastederiz.” (Mülakat, 17 Kasım, 1994)

“Bu günlerde kamu düzenini tehdit eden insanları ararsanız spor dünyasında bulursunuz. Çok sayıda insanın birarada bulunduğu ve oynanan oyunun özelliklerinden kaynaklanan problemleriyle, futbol maçlarından söz ediyorum… Fakat görebildiğim kadarıyla, 1970’lerin problemleriyle 1990’ların problemleri arasında, huzursuzlukların biçimine ilişkin bir fark var… O zamanlarda problemler esas olarak ‘muhalefetin’ siyasal protestolarına ilişkindi; oysa şimdi her şeyden önce sporla ilgili.” (Mülakat, Floransa, 10 Kasım 1994)

Her ne kadar, İtalya örneğinin tipik bir durumu olarak belirsizlikler ve gerginlikler, dikkatimizi salt siyasal problemlere kaydırsa da, “ultralar” olgusuna ilişkin şiddet, geçmişte temel kamu düzeni problemlerinden biriydi ve halen de öyledir. Çünkü, kitlesel gösteriler, doğuracakları siyasal yankılar itibariyle büyük müşkülat çıkarsa da, stadyumdaki futbol fanatiklerinin -ya da buradaki adlarıyla “ultraların”- yarattıkları şiddet, her hafta çok sayıda polisi ve yoğun bir polis faaliyetinin gerektirir. İktisadî veya siyasî süreçlerle bir ilgisi olmadığından bu husus gözlemciler tarafından önemsiz sayılmıştır. Oysa, İtalya’daki polis kuvveti bağlamında kamu düzeninden bahsediyorsak, hatırlamalıyız ki şiddetli arbedelerin de yaşandığı ve kitle idaresinin en sık icra edildiği yer, ultraların bulunduğu futbol sahalarıdır. Ayrıca, siyasal gösterilerde çok uzun zamandır yaşanmayan ölüm olayları futbol holiganizminde yaşanıyor. Bu nedenle, futboldaki şiddet olgusu sadece gözlemciler veya sosyologların perspektifinden değil, polisler açısından da esaslı kamu düzeni sorunlarından biridir. Sorunun boyutlarını anlamak için sadece pazarları stadyuma giren ve çıkan taraftarları denetlemekle görevlendirilen polislerin sayılarını düşünmek yeterli olacaktır: 1993-94 şampiyonasında emniyet müdürlüğünün emrine verilen polis (reparto mobile- Polis Harekât Gücü) sayısı, ulus çapında 88.000’den fazlaydı (carabineri[4] ve Guardia di Finanza da -malî polis- eklenirse 150.000’den de fazla).[5] Bir şampiyonluğun, tümüyle devlet tarafından karşılanan toplam maliyeti 8 milyar lireti buluyor. Holigan probleminin ilk gözlendiği İngiltere’de kamu düzenini korumaya ilişkin maliyetler çok daha düşüktür ve harcamaların önemli bir kısmı futbol kulüplerine ödetilir. İtalya’da ise her bir şampiyonluk günü devlete 2 milyar lirete mal oluyor (buna, ulaşım masrafları ve yaralanmalardan kaynaklanan işgünü kayıpları da eklenmelidir).

Polis güçleri, diğer kamu düzeni faaliyetlerinde kullandıkları ölçütler temelinde stadyumda organize olurlar. Her ilde prefetto (vali) kamu düzenini sağlamada birincil sorumluluğa sahipken, questore, en yetkili polis amiri olarak teknik sorumluludur.

Kamu düzenine ilişkin operasyonlarda questore, kendi polis memurlarıyla İçişleri Bakanlığı tarafından emrine verilen reparto mobile, carabinieri ve Guardia di Finanza memurlarını kullanır. Questore’den bir memur, her kamu düzeni operasyonunda polisin hareketlerinden ve müdahalelerinden sorumludur. Kitle gösterilerinde sıklıkla denenen bu kurumsal örgütlenme futbol sahalarının denetlenmesinde de kullanılır.

Aslında stadyum içindeki kamu düzeni görevleri - ve ultra gruplarının takibatı ve önlenmesi faaliyetleri- questore’nin temel görevi olmasa da (çünkü bu yapı daha çok kamu düzenine ilişkin problemlerin siyasal sonuçlarıyla uğraşır) futbol maçları reparto mobile için en titiz faaliyeti ve kitle idaresinin en sık icra edildiği ve riskli olduğu durumu ifade eder.

Kitle gösterilerine kıyasla, futbol maçlarında cop ve göz yaşartıcı gazlar gibi şiddete dayalı müdahalenin araçları daha sıklıkla kullanılır. Yüksek düzeydeki muhtemel ve fiilî şiddete ek olarak, polisin bir yandan seyircileri korurken öte yandan ultraları denetlediği kapalı ve kalabalık bir mekân olan stadyumda güvenliğe dair problemler de vardır.[6]

Kendileriyle mülakat yapılan bazı polisler bu konuda şunları söylüyor:

“Son yılları düşündüğümde, stadyumdaki kamu düzeni vazifelerinin kökten değiştiğini söyleyebilirim. Bir zamanlar hiçbir olay olmadığı için az sayıda polise ihtiyaç vardı. Taraftarlar maçı seyreder, takımlarının performansının tadını çıkarırlar ve evlerine dönerlerdi. Şimdi ise, bir maç var bir de maç sonrası! Çünkü şimdi ultralar var.” (Mülakat, Milan, 10 Kasım 1994)

“En sık şekilde sorun yaratma noktasına gelen olaylar kesinlikle futbol maçlarıdır. Daima bir risk unsuru vardır ve biz elden geldiği kadarıyla problemlerin çıkmasını engellemeye çalışırız.”

“Her üç günde bir stadyumdayız. Pazar günleri iki maçımız olduğunu biliriz, çünkü reparto mobile kendi bölgelerinin tamamında kamu düzenini sağlamakla görevlidir ki bu da Lombardiyanın tamamı demektir; bu nedenle Bergamo, Brescia, Como, Monza’nın kamu düzenini sağlarız… Kamu düzeniyle ilgili faaliyetlerimizin %80’ini stadyum oluşturur: Yani %80 stadyum işi, %20 kitle gösterileri.” (Mülakat, Milan, 19 Ekim 1994)

İtalya’daki futbol holiganizminin denetlenmesini incelerken İtalyan ultralarının örgütlü ve saldırgan çok özel bir seyirci grubu olduğunu bilmek gerekiyor. Diğer Avrupa ülkelerindeki sosyologlarının İtalya örneğini anlamakta çektikleri güçlükler, futbol nedeniyle çıkan olayların özgün bağlamlarına ilişkin yeterli etnografik bilgilerinin olmayışından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, polis ve ultralar arasındaki ilişkiyi incelemeden önce makalenin birinci bölümünde İtalyan holiganlarının ayırıcı özellikleri tanımlanacaktır. İkinci bölümde ise, ultralarla müzakere problemi ve futbol sahalarının denetimiyle ilgili eleştirel bir değerlendirme sunulacaktır.

ULTRALAR

Her ne kadar holiganizm Avrupa’nın genel bir problemiyse de, her ülkede değişik biçimler alır. İtalyan holiganlarına dair çizeceğim resim, Norbert Elias ve Eric Dunning gibi saygın biliminsanlarının futbol ve popüler sporlara dair saptamalarından olukça farklıdır. Bu kişiler için İngiliz holiganizminin toplumsal kökeni, işçi sınıfının alt katmanlarının oluşturduğu küçük çetelerin maço saldırganlığında yatmaktadır.[7] Futbol, belki de bugün, içinden bakarak farklı toplumları gözleyebileceğimiz önemli bir prizmadır. Benim açımdan ise İngiliz ve İtalyan futbol kültürleri arasındaki fark, taraftarlarının sınıfsal dağılımından ziyade, kuvvetli yapıdaki örgütlerin varlığı ya da yokluğunda yatmaktadır. İtalyan futbol kültürü, sadece toplumsal tabakalaşmadan bağımsız ve yerel merkezli olmakla kalmaz aynı zamanda sıkı bir şekilde örgütlüdür.

İtalya’da iki türlü taraftar örgütü var: Resmî taraftar kulüpleri ve ultralar. En başından beri ultra grupları (hatalı olarak İngiliz holiganlarının eşdeğeri olarak görülmüşlerdir) İngiltere’dekinden daha heterojen bir gençlik hareketini yansıtır. Bazı sosyologlara göre, İngiliz holiganizmi had safhadayken tribünlerdeki taraftarlar birbirlerine ortak toplumsal sınıf ve hayat tarzıyla olduğu kadar paylaşılan bir gençlik altkültürüyle de bağlıydılar.[8] İtalya’da ultraların taraftarlık kimlikleri hiçbir zaman belirli bir toplumsal sınıf veya gençlik tarzı tarafından belirlenmemiştir. Curva’daki (kale arkası) İtalyan gençliğini birleştiren unsur, toplumsal tüketim veya sınıfsal aidiyet veya siyasal inanışlar veya müzik zevkleri vs. değil, daima taraftarlık durumunun bizatihi kendisi olmuştur. İşte bu nedenle, İtalyan ultraları örneğinde, stadyum içindeki ritüellerin bilişsel çerçevesinin özerkliğini incelemek temel önemi haizdir.[9]

Holiganizmle mukayesede ayırıcı bir özellik olarak, ultraların takımlarını destekleme biçimleri, görünürlüğe dayanır. Bundan birkaç yıl önce bazı İngiliz holiganlarının bir deplasman maçına polis kendilerini tanımasın diye (trenle ve iyi giyinmiş bir şekilde) kılık değiştirerek gittikleri göz önüne alınırsa, İtalyan ultralar, tam tersine, görünür olmak isterler. Görünürlük meselesi hem sosyolojik bir bakış açısından ve hem de polis açısından çok önemlidir. Ultralar, kalabalık gruplar halinde seyahat ederler ve bir sorun çıkması halinde, siyasal ayaklanmalarda belirgin olan kavga biçimlerine benzer stratejiler uygularlar.

İtalyan “holiganizminin” toplumsal boyutunu anlamak için 1970’lerdeki siyasal protesto hareketleri ve huzursuzlukları göz önünde bulundurmak gerekiyor. Siyasal ayaklanma olayları, carabinieri’nin ve polisin çok daha güçlü teçhizat ve şiddete dayalı bastırma tekniklerini kullanmalarını beraberinde getirmişti. Buna karşılık, stadyumun içinde ve dışında polis denetiminin yoğunlaşması, ultraların askerî tarzda bir örgütlenmeye gitmelerine ve polise karşı bir savaş halinin doğmasına yol açtı. Sonuç olarak, toplumsal bir problem olarak futbol holiganizmi böylesi bir siyasal polislik işinin mirası olarak değerlendirilmelidir. Polisin 1970’lerde normal olarak siyasal aşırılara karşı uyguladığı bazı taktikler şu anda ultralara karşı uygulanmaktadır.

Bu siyasal çatışma, İtalyan stadyumlarının kale arkalarını işgâl eden genç taraftarların örgütlenmelerini de etkilemiştir, fakat sadece biçimsel olarak. Taraftarların taşıdıkları pankartlardaki siyasal simgelerden söz etmiyorum. Bu tarz simgeler ve işaretler, curva’nın bilişsel çerçevesi içinde farklı anlamlar kazanıp özgün anlamlarını kaybederler. (“Çerçeve” kavramını, Erving Goffman’ın tanımladığı şekliyle kullanıyorum; bir çerçeve, ileti ve simgelerin anlamlarını belirleyen yorumsal şemadır.) Önceki yıllarda ultra grupları stadyumlara siyasal aidiyetlerini taşımıyorlardı. Fakat yine de aşırı siyasal gençlik örgütlerinin sıkı yapılanmış örgütsel boyutlarının, aşağıdaki unsurlar bağlamında, bir transferi söz konusudur: Bir directivo’nun varlığı, bir çeşit siyasî büro, ultra gruplarındaki dernek tarzı veya demokratik tarzda karar alma mekanizması, hafta boyunca bazı üyelerin zamanlarının önemli bir bölümünü örgüte tahsis etmesi (toplantılar, pankartların ve koreografinin planlanması, broşürlerin dağıtımı); ve hattâ bayrak sopalarının silah olarak kullanılması. Bütün bunlar siyasal aşırıcılığın bir bölümünü oluşturan unsurlardır. Buraya kadar söylenenler, siyasal ayaklanmaların okullardan ve fabrikalardan stadyumlara taşındığı anlamına gelmez. Yine de İtalyan gençlerinin, siyasal aidiyetlerindeki krize rağmen aşırı sol ve sağ siyasal grupların sunduğu belirli bir örgütsel biçimin kendini yeni bağlamlarda yeniden ürettiğinin altını çizmek gerekiyor.

Aynı şekilde, rakip gruplar arasındaki kavgaların örüntüsü veya ultra grupların polisle girdikleri çatışmalar belirli bir ölçüde sol veya sağ gruplarla ilgili siyasal şiddeti hatırlatır. İtalya’da görülen saldırgan davranışlar arasında, siyasal gruplardan ziyade gençlik çetelerine özgü olan vandalizm, maçoizm, teşhircilik gibi biçimler olduğu doğrudur. Ne var ki, İngiltere deneyiminin tipik unsurları, İtalyan örneğinde, en azından ilk bakışta 1960’lar ve 1970’lerin siyasal hareketlerini anımsatan grup hayatının diğer boyutlarıyla birleşir.

Günümüzde, ultraların önemini ve oyuna yaptıkları etkileri futbol kulüpleri bile inkâr edemez. Futbol kulüpleriyle ultralar arasında kurulan ilişkiler, ister istemez iki taraf arasında müzakereleri beraberinde getirmiştir. Geçmişte İngiliz holiganlarının kulüplerle böylesi bir ilişki içinde olduğu görünmüyor.

İtalya’daki ultra kültürünün genel çerçevesi veya hâkim metaforu savaştır. Esas olarak simgesel veya teatral, fakat bazen de örgütlü genç futbol taraftarları arasında gerçekleşen gerçek ve kanlı bir savaş. İlk ultra gruplarının ortaya çıktığı 1960’lardan bu yana süregiden ve muhtemelen futbolun İtalyan çocukları ve gençleri arasında temel ilgi alanı olarak kaldıkça da süregidecek olan kalıcı veya geçici ittifakların (italyanca gemello “ikiz”den türeyen gemallagi) kurulduğu, sürdürüldüğü veya bozulduğu bir savaş.[10]

SİYASET VE FUTBOL HOLİGANİZMİ

Çeşitli Avrupa ülkelerinde (örneğin 1970’lerde İngiltere’de ve daha sonra Almanya’da) aşırı sağ ile holiganizmin birleştiği görüldü. İtalya’daki ultralar olgusunun özgüllükleri, “siyasal aşırılık” ile futbol holiganizmi arasındaki geçişliliklerin, her ne kadar sadece aşırı sağ kanat ile olan bağlantılar kısmı vurgulanıyorsa da, değişik yönlerde ilerleyebileceğini de gösteriyor. Ultralar kültürünün “sağda” olduğunu ileri sürmek ciddi bir yanlışlık olacaktır. Ultralar kültürünün nüfuz edilmeye veya siyasal sömürüye açık doğası bilinen bir olgudur - fakat bunun yine de erken 1970’lerden bu yana çok sayıda genç ve yaşlıyı içine alan olguyu üreten özel ve özgün bağlamla hiçbir ilgisi yoktur.[11]

Şiddet sahnelerinin yoğunluğunun dışında ona eşlik eden gerçeklik olarak ritüeller ve futbol holiganizminin saldırganlığı çoğu zaman siyaset dışı veya belirli bir açıdan da siyaset üstüdür. Az sayıdaki taraftarların ya da gerçekten politize olmuş militanların ideolojik aidiyetlerinin ötesine ya da “üstüne” çıkan ultralar kültürünün kendi özerkliği, belirgin kuralları, özel ritüelleri ve davranış kalıpları vardır. Bu kültür, birbirlerine tümüyle karşıt ve aşırı siyasal görüşlerin zaman zaman dolaşıma girdiği, fakat birleştirici unsurun esas olarak futbol taraftarlığı -ya da tribünlerdeki ultraların paylaştığı ve her türlü siyasal aidiyet hissinin ötesine geçen belirli bir taraftarlık biçimi- olmaya devam ettiği bir dünya kurar. Nadiren politize olan bütün ultra militanları, bir kulübü destekleyen taraftarların izlediği kuralların repertuvarlarını çok iyi bilir. Belirli değerlere -şiddetin kabulü veya rakip taraftarlarla kavga dahil olmak üzere- sahiptir ve maçlar sırasında tribünlerde gözlenebilen belirli davranış biçimlerini ve kendilerinin ifadeye dönük ritüelleri öğrenir. Sosyolojik terimlerle söylersek, her ultra militanının o anki durum tarafından tanımlanan belirli rol beklentileri vardır.

Ultralar dünyasının bütün bu sayılan özellikleri, gerçek ya da varsayılan her türlü siyasal eğilimi aşar. Hiç şüphesiz futbol holiganizminin büyük çaptaki siyasal sömürüye açıklığı yeni bir olgudur ve bu açıklık tümüyle siyasal da değildir. Ultra örgütlenmeleri bir parçalanma süreci içindedir: 1970’lerde ortaya çıkan ve 1980’lerde kendilerini sıkı yapılanmış örgütler olarak iyice sağlamlaştıran bu örgütlenmeler şu anda derin bir kriz içindedir. Bu krizin emareleri olarak, eski liderliğin yerini alacak kuşakların yokluğu, farklı gruplara bölünme ve parçalanma,[12] var olan liderliği tanımayan “gayrıresmî” şiddete dayalı grupların ortaya çıkması, diğer örgütsel faaliyetlere (koreografi, maçtaki duygusal yoğunluk, stadyum ritüellerinin oyunsu yanları)[13] oranla rakiplerle artan bir şekilde gündeme gelen - daha az ritüel ve daha çok fiili- kavgalar sayılabilir. Ultra örgütlenmelerin daha zayıf ve daha değişken olmaya başlamaları ve tam da bu nedenle daha tehlikeli olmaları söz konusu.

Milan’daki bir Digos memuru şöyle diyor:

“Eğer bu taraftar grupları belirli bir bayrak ya da belirli bir anlamı olan bir etiket altında biraraya gelirlerse ya da bu grubun başında lider olarak tanınan kişiler bulunursa hayatımız daha kolaylaşır diyebiliriz. Öte yandan, son zamanlarda olduğu gibi -an azından eğilim bu yönde- var olan yapılardan ayrılmış gruplar ya da çeteler oluşursa polislik işimiz daha zorlaşır. Çünkü bu gruplar bütün bir sezon boyunca rahatça dolaşabilir ve kendilerini saklayabilirlerken, sizin polis operasyonlarınızda bu süregiden gelişmelerin hepsinin farkında olarak onları denetim altına almanız güçleşir. Olay daha istikrarlı ve daha yapılanmış bir haldeyken işimiz daha kolaydı. İnsanlarla konuşarak ve müdahale edilecek yerde müdahale ederek olayları belirli ihtimaller çerçevesinde sınırlayabilirseniz olaylar olumlu bir doğrultuda evrilir. Yani insanlarla konuşmaya çalışacaksınız, onların durumun hassasiyetini anlamalarına yardımcı olacaksınız ve bunları öyle bir şekilde yapacaksınız ki pazar günlerinin kavga değil, eğlence günleri olduğunu anlasınlar. Fakat kolaylıkla hareket edebilen ve saklanabilen ve bu nedenle saptanması çok zor olan çeşitli gruplar ve çetelerle yüz yüzeyseniz o zaman işiniz çok daha zorlaşır. Bu durum, müzakereler, çatışmalar, soruşturmalar veya müdahaleler gibi her konumda geçerlidir.” (Mülakat, Milan, 5 Aralık 1994)

Vincenzo Spagnolo adlı genç bir Cenova taraftarının bir ultra tarafından 29 Ocak 1995’te bıçaklanarak öldürülmesiyle başlayan şiddete karşı uygulanacak normlar tartışması sırasında SIULP (en önemli polis sendikası) bile, ultra grupları dağıtmanın tehlikeli bir yanlış olacağını; böyle bir stratejinin bu grupların en uçtaki gruplar veya cani sciolti (başıboş köpekler) üzerindeki “içsel” denetimlerinin de dağıtılması anlamına geleceğini söyledi.

Ultralar kültürüne uzun yıllar boyunca esas gücünü veren unsur gayrı-siyasî veya siyaset üstü doğasıydı; ve aynı kültürü günümüzde bu kadar zayıf kılan da örgütlerinin ve onları somutlaştıran gerçekliğin dumura uğramasıdır. Şiddetin düzeyinde bir artış gözleniyor (basit kavgalardan bıçaklara ve buradan da İngiliz holiganlarına benzer ve dolayısıyla daha tehlikeli bir hal alan, anlık [spontan] oluşan küçük grupların holiganizmi).[14] Son zamanlarda futbol fanatizmine içsel olan bu tarz şiddete ek olarak, fakat yine tribün kültürünün bir parçası olan sağcıların iyi tanımlanmış siyasal planlarının doğurduğu şiddet olayları oldu. Bu olaylardan en önemlisi bir vicequestore’nin (emniyet müdür yardımcısı) bıçaklanması ve bir polisin ağır yaralanmasıyla sonuçlanan 13 Kasım 1994 tarihli Brescia-Roma karşılaşması sırasında oldu. Mahkemede anlaşıldığı üzere saldırı, genellikle olduğu gibi diğer holiganlara karşı değil özellikle polise karşı önceden planlanmıştı. Brescia’ya giden gençlerin bazıları düzenli maç seyircileri değil, aşırı sağ grupların üyeleriydi. Benzer bir olay iki hafta sonraki Roma-Lazio maçı sırasında Roma’nın Olimpik Stadyumunun kuzey ucunda meydana geldi. Bu olayda da söz konusu olan ultra holiganlar arasındaki kavga değil, polislere karşı planlı bir saldırıydı.

Goffman’ın terimleriyle söylersek, toplumsal olaylar, “anlık olaylar selinin çevresine, bütün olayların belirli bir ‘his’ alemi bağlamında değerlendirileceği bir ‘çerçeve’ yerleştirir.”[15] Eğer futbol olgusunun tek bir çerçeveye yerleştirilemeyeceğini kabul ediyorsak, maçın kendisini aşan futbol olgusunun toplu temsiliyetlerinde olduğu gibi stadyumda da anlam dünyaları veya varoluşun alanları arasında geçişkenlilik olduğunu gözlemleyebiliriz. Çünkü hâkim olan oyunsu bilişsel biçim, Goffman’ın terimleriyle söylersek “anlık gerçekliğin kırılgan kalıplarını zorlayan” olaylar tarafından tehdit edilir. Diğer bir deyişle, çerçeveler katı veya sıkı değillerdir ve toplumsal bir olaya katılanların kendilerini dışsal olgulardan soyutlayabilecekleri engelleri oluşturmaktan acizdirler. Futbol seyirliğinin oyunsu gerçekliğini ve stadyumu bir toplumsal evren olarak alan bu metaforik zar, bir engelden çok narin bir şeye dönüşebilir. Bu bağlamda, engel olarak tanımlanan şey, bütün dışsal değişkenleriyle birlikte sert bir duvardan ziyade sadece süzen değil, süzdüğünü dönüştüren bir elektir. Bu aynı zamanda, farklı anlamlar kazanıp özgün anlamlarını kaybeden siyasal simgeler için de geçerlidir.

Ultraların evreni, açık siyasal planlara sahip radikal sağ unsurların istismarcı varlığından (ki son tahlilde ultralık mantığını tahrip eder, çerçeveyi bir şekilde kırar veya çerçevede yer almayan eylemlere cevaz verir) ayrı olarak siyaset dünyasıyla muğlak ve çatışmalı bir ilişki içindedir. Yani hâkim olan mantık, rakip ultra grupları arasında stadyum ritüelleri bağlamında gerçekleşen sembolik muhalefeti içeren keyfi ve gayrı-siyasî çatışma kavramıdır. Bu bakış açısı içinde, futbol holiganizmi olgusu polis tarafından siyasal dürtüleri olmayan bir olgu olarak görülür. Böylece, ultralar zaten “kötü” olan göstericilerin en kötü sınıfı haline gelir. Futbol holiganizmi sıradan bir vandalizm veya “sadece ve saf haliyle şiddet”tir.

MÜZAKERE PROBLEMİ

Her ne kadar buraya kadar tanımlanan olgu siyasal huzursuzluklar ile benzerlikler gösterse de futbol holiganizminin ciddi saiklerin sonucu ortaya çıkan bir olgu olmaması, polisin uzun süre arabuluculuğun, diyaloğun ve müzakerelerin önemini göz ardı etmesine yol açtı.[16] En azından Digos için, ultra gruplarına sızan aşırı sağcıların varlığı hiç şüphesiz holiganizm problemini daha da karmaşıklaştırıcı bir unsurdur; fakat polis kuvvetinin genelinin bakış açısından sorun hâlâ “sadece ve saf haliyle şiddettir.”

Polisin, siyasal bir hedefi olmayan örgütlü ve kitlesel şiddet fikrini kabul etmekte -ya da anlamakta- çektiği zorluk, önleyici tedbirlerin kurumsallaşmasını da geciktirmiştir. Yine de Cenova’da kısa süren başarılı bir deneyim yaşandı - kısaca, siyasal olaylarda kullanılan önleyici tedbirlerin stadyuma genişletilmesi şeklinde. Cenova’daki bir Digos memuru şöyle diyor:

“Bir spor karşılaşmasına dair en temel özellik taraftarların daima aynı olmalarıdır. Tabii ki ultra taraftarlardan bahsediyorum… Kendimize koyduğumuz ikinci kural, bu grubun iç hiyerarşisini oturtmaktır. Bu durum, kitlesel bir gösteri olduğunda da uyguladığımız bir kuraldır. Siyasal ya da sendika kaynaklı bir yürüyüşü ya da gösteriyi takip ederken öncelikle liderlerle, fabrika delegasyonuyla, sendika temsilcileriyle ilişkiye geçerek kamu düzeninin sağlanmasını garanti ederiz. Fakat bütün bunlar ultralara uygulanamıyor; çünkü ultraların bu tarz bir muameleye layık olmadıkları yönünde ahlâki bir önyargı var. Ultralar tümüyle olumsuz bir şey, ve bu nedenle polis onlarla uğraşırken sadece güç kullanmaya eğilimli. Bu tip önyargıları bir kenara koymaya karar verdik. Bu insanlar için isteyen istediği gibi düşünebilir fakat karşı karşıya olduğumuz gerçeklikte bizim böyle düşünmeme sorumluluğumuz vardı ve hâlâ da var. Onun yerine, ultraların liderlerinin önemli olduğunu düşündük - tekrarlıyorum, kendilerinden istihbarat almak anlamında değil-. Çünkü olguyu doğrudan kontrol edebilmeleri nedeniyle bizim de grupları onlar kanalıyla kontrol edebileceğimize inandık. Benim için şu temel bir kural: manu militari müdahalelerini en aza indirmek, silâhlı müdahaleyi gerçekten de en son çare olarak kullanmak. Tribünlerde ufak kavgalar olursa, iki sivil polis ultraların liderlerini bulup kavga mahaline getirerek kavga edenleri onlarla birlikte sakinleştirebilirler.” (Volta, 1994, 73)

Bu tarz bir süreci başlatan polis memurunun Cenova’dan tayini yapıldığında ultra gruplarla müzakereler tekrar sorunlu bir hal aldı. Yenilikçi fikirler polis yapısı içinde nadiren sindirilebilirler ve genellikle bireysel çabalarla kaimdir. Yukardaki polis memurunun tanımladığı model, siyasal gösterilerde sürekli kullanılırken stadyum problemleri için nadiren uygulanmaktadır. Aşağıdaki örnek Floransa’dan:

“Evet ultralar örgütlü gruplara mensuplar, fakat bir problem çıktığında anında birbirlerinden uzaklaşıyorlar ve hepsi başıboş köpekler gibi oluyorlar. Teorik olarak, bir çok örgütlü taraftar grubu var ve hepsi işbirliğinden yana. Fakat bu gruplar anında arazi olabilirler ve olduklarında da kimse onların sorumluluğunu almayacaktır.” (Mülakat, Floransa, 10 Kasım 1994)

FUTBOL SAHALARININ DENETİMİ

Ultra gruplarının denetimi problemi ilk olarak 1980’lerin başında gündeme geldi. O tarihte, esas olarak stadyumun içinde denetime gereksinim vardı ve polisin temel görevi ev sahibi ve konuk taraftarları birbirinden ayrı tutmaktı. Bu problemlerin ilk çıktığı yer olan İngiltere’deki stadyumlarda genellikle dörtgen planlar üzerine inşâ edilen tribünler birbirinden mimari olarak da ayrılmıştır. (Genellikle bir stadyumun farklı bölümleri farklı zamanlarda inşâ edildiği için de böyledir bu.)[17] İtalya’da ise futbol stadyumlarının neredeyse tamamı birden fazla sporun icra edilebileceği arenalardır. Eliptik bir plan üzerine inşâ edilmişlerdir (stadyumun sonunu anlatan curva kavramı da buradan gelir) ve bu nedenle tribünlerin ayrılmasının önünde mimari engeller yoktur. Sonuç olarak polis, taraftarlar arasına sıra sıra adamlarını yerleştirerek bu açığı kapatmak zorundadır. Halledilmesi gereken birinci problem rakip ultra gruplarının stadyum içindeki fiziksel temaslarını engellemektir. Ultralar, stadyumda sürekli aynı yerde otururlar (curva - kale arkası) ve bu bölgeyi “kutsal” ve dokunulamaz olarak görürler. Polisin temel görevlerinden birisi rakip ultraların birbirlerinin curva’larını işgâl etmelerinin önüne geçmekti ve halen de öyledir.

Polisin curva’nın çevresini sardığını, fakat o alana girmekten kaçındığını özellikle vurgulamak önemlidir. Polisin curva’ya girişi, ultralardan oldukça sert ve sonuçlarının kestirilemeyeceği bir tepkiyi beraberinde getirir. Curva kendi sınırları içinde kalmak koşuluyla bazı ihlâllerin hoşgörüldüğü bir mekândır: havai fişekler, meşaleler koreografik bir şekilde kullanılır, karşı takımı aşağılayan ifadelerin yer aldığı pankartlar taşınır, hafif uyuşturucular kullanılır ve polislerin kendileri de küfürlü şarkılara muhatap olurlar.[18] İçeriye sokulan yabancı maddeler sahaya veya polise atılır. Fakat temel kural, stadyum gibi kapalı ve potansiyel olarak tehlikeli bir yerde sorun çıkmasını engellemek için olayları mümkün olduğu kadar görmezden gelmektir. Kapalı devre kameralar hâlâ nadiren kullanılmalarına rağmen teorik olarak caydırıcı bir etkiye sahip olmaları beklenebilir: Örneğin Milan stadyumunda maçtan önce ve devre arasında polis kameralarından çekilen görüntüler ultralara, kolaylıkla tespit edilebilecekleri yolunda bir uyarı olarak dev ekranlara yansıtılır.

Son yıllarda, yoğun polis varlığının da etkisiyle, stadyumda çıkabilecek kavga riski önemli oranda düştü.[19] İngiltere örneğinde olduğu gibi (önemli farklar bir yana) en şiddetli ultralar polis denetiminden kaçmanın yollarını öğrendiler ve stadyumun dışında sorunlar çıkarmaya başladılar. Sonuç olarak, polis için vazifelerinin en zor kısmı maç sırasında kalabalığı denetlemekten, konuk taraftarların kaldıkları bütün süre boyunca şehirde onları yakından izlemeye dönüştü: Tren istasyonundan stadyuma ve stadyumdan tren istasyonuna veya otobana. Polisin kendi gözlemlerinden derlediğim kadarıyla bunlar en ustalık isteyen durumlar olarak görünüyor. Sendikaların bütün hoşnutsuzluğuna rağmen stadyumda polisin işi 11-12 saate kadar çıkabilir. İşte, polisin göz yaşartıcı gaz (stadyum içinde kullanılamaz) veya cop kullanarak ultraları dağıtacağı ve temelde siyasal gösterilere benzeyen çatışmalar esas olarak bu anlarda yaşanabilir.[20] Fakat kitle gösterilerinin tersine, bu durumlarda denetim belirli bir mesafeden değil, çok yakından uygulanmak zorundadır. Ayrıca ultraların kitlesel protesto gösterilerine de girişebilecekleri durumlar olabilir (örneğin bir oyuncunun bir kulüpten diğerine transferine karşı). Bu gösteriler genellikle şehrin sokaklarında hafta içinde olur ve siyasal gösterilere çok benzerler. Birkaç yıldan beri, İtalyan gazetelerinin yazdığı şehir gerillası savaş durumları sadece bu türden gösterilerle ilgili olmuştur.[21]

Holigan denetimi hâlâ polis ve özellikle reparto mobile için kendilerinin güce dayalı müdahale tekniklerini deneyecekleri esas fırsatları sunar. Bu, stadyumların birer savaş alanı haline geldiği anlamına gelmez; fakat hiç şüphesiz şiddetli çatışmalarla ilgili kazanılan deneyimler - zor durumlarda kendini kontrol etmeyi öğrenmek gibi- ultralarla girişilen çatışmaların sıklık derecesiyle bağlantılıdır. Son olarak, sadece bir futbol maçı süresince 1.200 polis memurunun görevlendirildiği düşünüldüğünde ultralar olgusunun ne kadar yoğun bir polis mesaisi gerektireceği anlaşılır.

FUTBOL-KALABALIKLARI KAYNAKLI BOZUKLUKLAR VE İTALYAN POLİSİ

HAKKINDA BAZI ELEŞTİREL GÖZLEMLER

İtalyan stadyumlarının curva’larında kamu düzeninin sürekli ihlâl edildiği yolundaki genel inanış doğru değildir. Tribünlerde cereyan eden olaylar, topluluk düzenindeki bozukluklara değil, bir anlam ifade eden eylem türünü belirleyen kurallar dizisine bağlıdır. Bu kurallar genellikle gizli olmakla birlikte pratikte, en azından kısmen görünülürlük kazanırlar. O çok bilinen makalelerinde -bazıları tarafından holiganlara karşı fazla yumuşak olduğu için eleştirilmişti- Marsh, Harre, ve Rosser (1978, 170), geleneksel olarak “tehlikeli” ya da “anarşik” olarak nitelenen olayların, nasıl gizli toplumsal bir düzen tarafından yönetildiğini göstermişlerdi:

“Şiddet mekanizmalarını denetleyebilmenin var olan olasılıklarını araştırmanın, bu mekanizmaların kendiliğinden yok olacaklarını umut etmekten daha mantıklı olduğunu düşünüyoruz. Eğer düzensizliklerin de belirli kuralları olduğunu kabul edersek bugüne kadar geliştirilen stratejilerden çok daha etkinlerini geliştirebiliriz.”

Polisin stadyumda gelişebilecek farklı durumları belirleyen ve yöneten kuralların zımni bilgisine sahip olmak zorunda oldukları doğrudur. Fakat, iş üzerinde edinilecek bilginin, kamu düzenine ilişkin bilginin teorik çözümlemesinden daha önemli olduğu yolundaki inanç yüzünden bu süreç çok yavaş ilerliyor.

1980’lerin ikinci yarısının toplumsal huzur ortamında, stadyum, en önemli kamu düzeni meselesi haline geldi. Bir süredir, futbol holiganizmi kamuoyunda yeni tür bir “ahlâki panik” yaratmış durumda (bu kavram Cohen, 1972 tarafından ortaya atılmıştı). Savaş sonrası dönemden itibaren İngiliz toplumu, herbirinin “nesnesi” farklı olan çeşitli türden “ahlâki panik” dönemleri yaşadı (Teddy Boy’lar,[22] punklar, dazlaklar v.s). Aynı süreç, kitlesel medya tarafından duygusuz ve yıkıcı bir olgu olarak tanımlanan holiganlar için de yaşanmakta. Benzer şekilde İtalya’da da şiddet kullanmaya karşı herhangi “ciddi” bir saikleri olmadığı düşünüldüğünden holiganlar polis tarafından aynı kavramlarla değerlendirilmektedir. Yapılan bazı mülakatlarda polis, 1970’lerdeki siyasal aşırılığın, sonuçta ideallerden hareket ettiğini ve bu nedenle belirli bir saygınlığı hak ettiğini teslim ediyor. O dönemde, siyasal gösteriler polis için genellikle çok tehlikeliydi ve çok ciddi bazı olaylara yol açmıştı. Fakat, mülakat yapılan birçok polise göre şimdiki durum çok daha kötü görünüyor.

Cenovalı bir Digos memurunun söylediği gibi polisteki “ahlâki önyargı”, geçmişte de siyasal örgütlerin içindeki aşırılar örneğinde yaşadıklarına benzer şekilde, uzun süre ultraların örgütlü bir özne olduklarının görülmesini engelledi. Bu nedenle, polis siyasal aşırılar örneğinde de olduğu gibi, uygun bastırma teknikleri veya müzakere ve diyalog stratejileri geliştiremedi. Bu tarz bir aracılık stratejisinin gerekliliği artık (ve bir ölçüde eskiden de) polis tarafından teslim edilmekte, ancak bu kez de bağlamın değişmesi ve ultra örgütlerinin kendilerinin yıpranmış olması nedeniyle böylesi bir aracılık daha zor hale gelmektedir.

Kısır döngü şu: Polisin önleyici tedbirleri ve fiziki varlığı arttıkça ultraların saldırganlığı ve önleyici tedbirleri atlatmadaki yetenekleri de artıyor. Stadyum içindeki şiddet, stadyum dışındaki şiddete dönüşüyor. Gregory Bateson (1972, II. Bölüm) tarafından “simetrik bölünmeyle üreme” olarak adlandırılan bu tarz bir çatışma, dışsal unsurların ilişkileri rayına oturtmak amacıyla müdahalesi olmazsa, şiddetin kontrol edilemez bir şekilde artması sonucunu üretiyor.

Sonuç olarak, yabancı gözlemciler İtalyan stadyumlarının yoğun şekilde askerileşmesine çok şaşırıyorlarsa da İtalyan izleyiciler ve polis için bu vakayı adiyeden sayılıyor. Futbolu -maçın kendisini ve halkın stadyumdaki işlevini-, Geertz’ün (1973) kullandığı deyimle “derin oyun” olarak tanımlayabiliriz. Bu tarz bir çerçevede, sadece sembolik ödülleri olan bazı davranışlar akılla meşrûlaştırılamayacağından yararsız veya irrasyonel olarak görülebilirler. Geertz’ün tarif ettiği Bali’deki horoz dövüşüne benzer şekilde İtalya’daki futbol maçında da bütün özneler, oynarken kendilerini tanımladıkları ritüelleşmiş bir çeşit tiyatro oyununu icra ederler. Ve polis de bu oyunun bir parçasıdır.

Bu yorum aşırı antropolojik bulunabilir. Yine de curva’daki genç taraftarların simgesel veya ritüel davranışlarındaki oyunsu boyutun şiddeti dışlaması gerekmiyor. Polis de holiganları, siyasal ayaklanmalar kadar ciddi olmasa da onlar kadar tehlikeli ve belirsizlik dolu buluyor. Triani’nin (1994, 61) söylediği gibi:

“Holigan şiddetinin ulaşmaya çalıştığı gerçek bir sonucun olmadığını düşünmek neredeyse genel kabul görüyor. Belki de, gizli ve itiraf edilemeyen bir şekilde, huzursuzluklar, yaralanmalar, ve birkaç ölüm vakası bir spor olayı kapsamında -yani verili toplumsal sistemin doğasına eleştiri getirmeyen bir bağlamda- olduğunda kabul edilebilir bir maliyet olarak görünüyor. Raymond Aron ‘şiddetin orada olması, başka yerde olmasından daha iyidir’ diye yazmıştı.”

Ulaştığımız sonuçları İtalya’daki kamu düzeni genel bağlamına yerleştirerek bu analizi bir adım öteye taşıyalım. Consociativismo (uzlaşma) dönemini geride bırakarak sert siyasal gerginlikler ortamına giren ülke ikiye bölünmüş durumda.[23] Bu gerginlik, kamu düzeninden sorumlu üst düzeydeki polis memurları için hiç şüphesiz futbol holiganizminin doğurduğundan daha ciddi bir kaygı unsuru. Dahası reparti mobili, örneğin çok sayıda göçmenin büyük şehirlere akın etmesi gibi nedenler yüzünden meydana gelen yeni türden huzursuzluk biçimleriyle karşı karşıya. Sınırda yürütülen denetleme faaliyetleri, gösterileri denetlemek gibi geleneksel görevlerin yerini alıyor. Büyük şehirlerdeki bu tarz değişiklikler, altında yatan kuralların hâlâ bilinemediği huzursuzluklar üretiyor.

Stadyum, diğer denetim alanlarına göre daha az bir kaygı unsuru haline geldiyse bile, buranın denetiminin hâlâ çok masraflı ve zor olduğu göz önüne alınırsa, İtalyan polisinin futbol kökenli huzursuzlukların kurallarını öğrenmede kısmen de olsa başarısız olup olmadığını sormaya hakkımız var.

Bateson, Gregory. 1972. Steps to an Ecology of Mind: Collected Essays in Anthropology, Psychiatry, Evolution, and Epistemology. New York: Ballantine Books.

Canosa, Romano. 1975. “La legislazione eccezionale sull’ordine pubblico in İtalia, tra storia e cronaca.” Ordino publicco e criminalita içinde, Lotta Continua (ed.), Organizzazione Comunista Avanguardia Operaia, Partito di Unita per il Comunismo, 15-39. Milan: Mazzotta.

—. 1976. La polizia in Italia dal 1945 ad oggi. Bologna: Il Mulino.

Collin, Richard O. 1985. “The Blunt Instruments: Italy and the Police.” Police and Public Order içinde, John Roach ve Jürgen Thomaneck (eds.), 185-214. Londra: Croom Helm.

Corso, Guido. 1979. L’ordino pubblico. Bologna: Il Mulino.

Dal Lago, Alessandro. 1990. Descrizione di una battaglia. I rituali del calcio. Bologna: Il Mulino.

Dal Lago, Alessandro ve Roberto Moscati. 1992. Regalateci un sogno. Miti e realta del tifo calcistico in Italia. Milan: Bompiani.

Dunning, Eric, Patrick Murphy ve John Williams. 1988. The Roots of Football Hooliganism: An Historical and Sociological Study. London: Routledge.

Elias, Norbert ve Eric Dunning. 1986. Quest for Excitement: Sport and Leisure in the Civilizing Process. Oxford: Basil Blackwell

Englis, Simon. 1983. The Football Grounds in Great Britain. London: Willow Books. Marsh, P. E. Harre ve E. Rosser. 1978. The Rules of Disorder. Londra: Routledge and Keagan Paul.

Murphy, Patrick, John Williams ve Eric Dunning. 1990. Football on Trial: Spectator Violence and Development in the Football World. Londra: Routledge.

Palidda, Salvatore. 1993. “Sapere di polizia e sicurezssa a livello locale.” Florence: European University Institute (manuscript).

—. 1995. “Polizia e Sicurezza Urbana.” Florence: European University Institute

(manuscript).

Pizzorno, Alessandro. 1993. “La difficolta del consociativismo.” La radici della politica assoluta e altri saggi içinde, 285-313. Milan: Feltrinelli.

Roversi, Antonio. 1992. Calcio, tifo e violenza. Bologna: Il Mulino.

Salvini, Alessandro. 1988. Il rito aggressivo. Dall’aggressivita simbolica al comportamento violento. Il caso dei tifosi ultra. Floronce: Giunti Barbera.

[1] Policing Protest: The Control of Mass Demonstrations in Western Democracies (1998), adlı ve Donatella Della Porta ile Herbert Reiter tarafından derlenen kitaptan alınmıştır.

[2] Yurttaşların güvenlik taleplerine ilişkin kamu düzeninin kollektif temsili için bkz. Palidda (1993, 1995).

[3] Floransa’da mülakatlar questura’daki yedi memurla yapılmıştır. Milan’daki mülakatlar questura’daki beş memurun yanı sıra reparto mobile’den on memur ve en büyük polis sendikası (SIULP) tarafından yönetilen araştırma merkezinin başkanıyla yapılmıştır. Floransa’daki mülakatlar Donatella della Porta tarafından, Milan’dakiler Rocco Di Biassi tarafından yapılmıştır.

[4] İlk olarak Fransa’da ortaya çıkan jandarma örgütü (Gendarmerie), 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren İspanya, Almanya, Hollanda gibi Kıta Avrupa’sı ülkelerine yayıldı. Carabinieri, İtalyan jandarmasının adıdır. Az sonra söz edilecek olan ikili polis yapısı (polis ve jandarma) 1871’de İtalya’nın birleşmesiyle ortaya çıktı (ç.n.).

[5] Küçük köylerde çoğunlukla sadece jandarma vardır. Polizia di stato (devlet polisi) büyük kasaba ve şehirlerde bulunur. İtalyan polisinin tarihsel ikili yapısı için bkz. Collin (1985). Ayrıca bkz. Canosa (1975, 1976) ve Corso (1979).

[6] Polisin maç sırasındaki en temel kaygılarından biri, kalabalıkta çıkacak bir paniğin felaket sonuçları olacağından, sıradan seyircilerin olaylara karışmasını engellemektir. Bunun dramatik bir örneği 1985’teki Heysel faciasında yaşandı. İngiliz holiganlar curva’da İtalyan ultralarla değil sıradan İtalyan taraftarlarla karşı karşıya geldi. İtalyanlar panik halinde kaçmaya kalkıştı. Kaçış yolu bulamadıklarından ve polis tarafından itelendiklerinden 39 taraftar ezilerek veya boğularak trajik bir şekilde can verdi.

[7] Daha fazla ayrıntı için bkz. Elias ve Dunning (1986); Dunning, Murphy ve Williams (1988).

[8] Bkz. Dunning, Murphy ve Williams (1988).

[9] Bkz. Dal Lago (1990, 2. Bölüm); Salvini (1988).

[10] Ultralar dünyasının genel çerçevesi Dal Lago ve Moscati (1992), 6 ve 7. bölümlerde incelenmektedir.

[11] Curva’nın bütün taraftarları 20 yaşın altındakilerden oluşmuyor. Esas olarak ultra grupları 14 ile 25 yaş arası gruplardan çıksa da, özellikle lider kadrosu içinde 35 yaşın üstünde birçok insan bulunuyor.

[12] Bkz. Roversi (1992).

[13] Siddet ve saldırgan ritüeller arasındaki ayrımlar ve ilişkiler için Marsh, Harre ve Rosser (1978) hala temel makaledir. Ayrıca bkz. Salvini (1988).

[14] Bkz. Dunning, Murphy ve Williams (1988) ve Murphy, Williams ve Dunning (1990).

[15] Ayrıca bkz. Bateson (1972, II. Bölüm).

[16] Ote yandan Digos tarafından da çok iyi bilindiği üzere futbol kulüpleri her zaman ultra gruplarla müzakerenin yollarını aramış ve desteklerini sağlamak için gönüllerini hoş tutmaya çalışmıştır.

[17] Bkz. Englis (1983).

[18] Polis maçtan önce pankartları ancak ırkçı unsurlar varsa toplar. İngiliz stadyumlarında ise pankartlara izin verilmez.

[19] TV haber programları curva’daki ağız dalaşlarını sürekli göstermesine rağmen bunlar genellikle kısa süreli olup düzen tekrar sağlanıyor. En ciddi olaylar genellikle stadyumun dışında olur.

[20] Mülakatlarda bazı polisler, meslektaşları jandarmanın kamu düzeni vazifeleriyle uyumlu üniformaların olmadığından şikâyet ettiler (örneğin cop yerine tüfeğin dipçiğini kullanmaya zorlanıyorlar).

[21] Ultraların, Roberto Baggio (1990’da Floransa’da) ve Luigi Lentini’nin (1993’de Torino’da) transferleri nedeniyle çıkardıkları olaylar, sadece transfer meselesinden kaynaklansa da, polis için aşırı sol gruplar tarafından örgütlenen birçok gösteriden daha fazla uğraştırıcı olmuştu.

[22] 1950’ler ve 60’larda 20 yaş altı gençlerinin otoriteye başkaldırmak amacıyla kurdukları çetelerin adı (ç.n.)

[23] Consociativismo kavramı için bkz. Pizzorno (1993).