Türkiye’de yaklaştırılmaya çalışılan seçimler sonucunda ortaya çıkabilecek yeni dengeler, yapılan spekülasyonlarda ümit verici gösterilmeye çalışılsa da, yılların kazanımlarını yok edebilecek sonuçlar doğurabilir. Bu yazı muhtemel seçim sonuçları üzerine olmaktan ziyade, Avrupa Birliği yolundaki kazanımlara yükselen aşırı sağ söylemden gelecek tehdidin hakim olacağı “seçim habitusu” üzerinde odaklanacaktır.
’90’ların sonlarında Avrupa Birliği’nin genişleme politikası, komünist Doğu Bloku’nun dağıldığı ve küreselleşmenin derin sosyal yaralar açtığı Orta ve Doğu Avrupa’da büyük umutlar doğurmuştu. Bu duygusal yönelim, AB müzakere süreçlerinde yerini zaman zaman hayal kırıklıklarına bırakmış; AB’ye şüpheyle bakanların ve mesafeli duranların sayısı artmış, halk desteğinde büyük düşüşler yaşanmıştır. Aday ülkelerdeki halk desteğinde yaşanan bu düşüşlerin ağırlıklı olarak iç siyaset kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır.
Cem Duna bir röportajda, katılım sürecindeki bütün ülkelerde AB’ye desteğin yüzde 30’lara kadar düştüğünü, Türkiye’de ise bu desteğin şu sıralar yüzde 60’larda olduğunu ve yüzde 50’nin altına kolay kolay inmeyeceğini söylemiştir. İsveç gibi bütün ihtiyaçlarını karşılamış ülkeler elindekini kaybetme korkusu yaşarken Türk toplumu AB’den kazanımlar beklemektedir.[1] Duna’nın bu görüşüne rağmen, Türkiye’de AB karşıtlığını ulusalcı bir söylemle körükleyenlerin küçümsenmemesi gerekir. CHP’sinden MHP’sine, Kemalist ve “ulusal sol”cusundan Saadet Partilisine kadar, hükümet partisi dışındaki tüm siyasal oyuncular, ulusalcılık üzerinden isbat-ı vücut etmeye çalışmaktadırlar.
ÖNCEKİ AB ADAYLARINDA HALK DESTEĞİ GİDEREK AZALMIŞTI
Estonya ve Letonya’da 2002 yılı sonunda yapılan Eurobarometer anketinde AB üyeliğine desteğin % 32 ve % 35’te kalması, Malta ve Çek Cumhuriyeti’nde de düşük çıkması endişelere yol açmıştı. Eski Doğu Bloku ülkelerinde sürecin başında var olan duygusal ve şartsız Avrupa sevdası yerini müzakere süreci içinde yaşananlarla bir şüpheciliğe bırakmıştır. Siyaset bilimciler bu durumu iç siyaset dinamiklerine bağlamışlardır. Kamuoyunun AB desteği, kendi ülkesindeki siyasal kurumlara olan güvenle orantılıdır; çünkü halk Avrupa siyasetinden habersizdir, partilerde Avrupa boyutu olmayınca kamuoyu AB ile ilgili konuları yalnızca iç siyaset boyutuna göre değerlendirmektedir. İç siyaset konularını sömüren “kaybedenler” ya da marjinal liderler Avrupa düşmanlığına sarılarak popülarite kazanmaya çalışıyor; bu da AB karşıtlığını arttırıyor.[2]
Bu süreçte aday ülkenin geçmişiyle ilgili konuların gündeme gelmesi üyeliğe halk desteğini azaltan önemli bir faktördür. Çek Cumhuriyeti’nde Ocak 2002’de %53 olan halk desteğinin Nisan 2002’de %41’e düşmesinin ve üyelik karşıtlarının %20’den %36’ya yükselmesinin sebebi, 1945’te yaşanan bir hadisenin Avusturya-Almanya-Macaristan cephesi tarafından gündeme getirilmesiydi. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Edvard Benes’in Alman ve Macar azınlıkları vatandaşlıktan çıkarıp mülklerine el koymasından 2.5 milyon Sudet Almanı etkilenmişti. AB çatısı altında bunların haklarının iadesi talebinin dile getirilmesi Çek halkının üyelik şevkini epeyce kırmıştı.[3]
2001 sonundaki Eurobarometer anketi de endişe uyandırmış, Estonya ve Letonya’da %41 AB’ye hayır sonucu çıkmış; bu oran Polonya’da %33, Litvanya’da %29 ve Slovenya’da %28’de kalmıştır. Bu ankette Romanya, Bulgaristan ve Macaristan’da üyeliğe halk desteğinin %95’lerde çıkması üzerine bir siyasal bilimci, desteğin uzaklıkla orantısını kurmuştur: Fiziksel ve siyasal olarak AB’den en uzak ülkeler AB genişlemesinin en hararetli taraftarları. Bu ülkelerdeki desteğin sebebi bilinçli bir siyasal tercih değil, daha iyi bir yaşam umudu. Ülke ekonomilerinin gücü ve AB’ye katılma ihtimalinin büyüklüğü de halk desteğinin azalmasındaki etkenlerden.[4]
TÜRKİYE’DE AB ÜYELİĞİNE KAMUOYU DESTEĞİ AZALACAK
AB’nin Türkiye’ye Güney Kıbrıs Rum Devleti’nin tanınması, Ermenistan’la ilişkilerin normalleştirilmesi ve azınlık haklarının genişletilmesine yönelik baskıları tam da Çek Cumhuriyeti’nin yaşadıklarını hatırlatmaktadır. AB’nin Türkiye’nin bu gibi “ulusal” sorunlarını kaşıması ters tepkilere yol açacaktır. Nitekim bugünlerde dış basında yapılan yorumlar Türkiye’de AB üyeliğine desteğin azaldığı, hatta hükümetin AB yolculuğunu durdurursa oylarını bile arttırabileceği ifade edilebilmektedir.[5]
Avrupa Komisyonu’nun 2005 baharında yaptırdığı büyük bir anketin Türkiye ile ilgili kısmında aşağıdaki sonuçlar göze çarpmaktadır. AB Üyeliği Hakkındaki Görüş sorulduğunda, Türk kamuoyunun %59 gibi bir çoğunluğunun AB üyeliğinin “iyi bir şey olacağını” düşünmektedir. Üyeliğin kötü olacağını düşünenler %20 civarındayken, ne iyi ne kötü olur diyerek kararsız bir tavır sergileyenler %17 gibi oldukça büyük bir kitledir. Ekim 2004 öncesinde yapılan ilk anketteki sonuçlarla karşılaştırılınca, bu sonuçlar AB üyeliği fikrinin çekiciliğini gitgide yitirmekte olduğu izlenimini vermektedir. Öyle ki, AB üyeliğinin kötü bir şey olacağı fikrini destekleyenler 2004 başında ancak %9 iken, bu oran iki katından biraz fazla olarak %20’ye çıkmış; kararsız kitle ancak %13 iken %4 puan artışla %17’ye gelmiştir. Ancak yine de her şey göz önüne alındığında, Türkiye kamuoyunun %68’i “AB’ye üye olmakla Türkiye’nin bir avantaj kazanacağını” da düşünmektedir. Üyeliği söz konusu olan ülkelerden Bulgaristan (%62) ve Hırvatistan’da (%36) bu pozitif değerlendirmenin daha küçük bir grup tarafından yapıldığı göze çarpmaktadır. Yüzde 61’i “AB imajı olumlu” diyen bir Türkiye, hemen İtalya, İrlanda, Romanya ve Kuzey Kıbrıs’tan sonra gelmektedir. Aday ülkelerden Romanya ve Türkiye gibi, Bulgaristan’da da bu düzeyde bir olumlu değerlendirme vardır. Hırvatistan’da bu düzey %28 (Güz 2004’te %36) ile, araştırmanın yapıldığı ülkelerde en düşük düzeyde kalmıştır. Türkiye’de AB’nin kendilerinde endişe hissi uyandırdığını belirtenler Güz 2004’de %17 iken Bahar 2005’te %21’e çıkmıştır. Benzer şekilde AB’nin kendilerinde reddedilme hisleri uyandırdığını belirtenler Güz 2004’te %10 iken Bahar 2005’de %18 olmuştur. Keza, güvensizlik hissi ile bu soruya cevap verenler Güz 2004’ten Bahar 2005’e %13’ten %15’e çıkmıştır. Kısaca, Türkiye kamuoyunda AB’nin uyandırdığı hislerin olumsuza doğru geliştiği gözleniyor denilebilir. Nitekim AB Korkusu başlığı altında milliyetçi temaları yansıtan “ulusal kimlik ve kültürün kaybı” konusu AB genelinde %37 tarafından korkutucu bulunurken Türkiye’de %58 tarafından korkutucu bulunmaktadır. AB’nin Geleceği hakkında, yani Avrupa’nın siyasi bir birlik olarak gelişmesine taraftar olunup olunmadığına yönelik soruya verilen yanıtlar incelendiğinde, Bulgaristan ve Macaristan kamuoylarının bu projeye desteği Güz 2004 araştırmasıyla aynı düzeyde çıkarken, diğer sayılan ülkelerde desteğin gerilediği gözlenmektedir. Türkiye’de Avrupa siyasi birliğini destekleyen grup Güz 2004’te %67 ile AB üyesi 25 ülkenin ortalama %59 oranındaki desteğinin üzerinde yer almakta idi. Bahar 2005’te Türkiye kamuoyunun desteği de %61 düzeyine gerilemiş olsa da, AB üyeleri içindeki %58’lik ortalamanın üzerinde yer almıştır. [6]
Bir önceki yıl, 2003’te yapılan başka bir büyük ankette, Avrupalılık aidiyetiyle ilgili bir soruda aday ülkelerden sadece Türkiye’de çoğunluk kendisini öncelikle ulusal kimliğiyle tanımlamayı tercih etmiştir. Başka bir soruda Türkler’in yarısı yakın gelecekte de kendilerini sadece Türk olarak göreceklerini söylemişlerdir.[7] 2003 yılı sonunda yapılan başka bir anket, Avrupalı kimliğiyle ilgili algılamaların önceki anketlere göre anlaşılmaz değişkenlikler gösterdiğini belirlemiştir. Avrupa kimliğinin hâlâ oturmadığı, özellikle aday ülkelerde bu kimliğe aidiyet hislerinin düşüş gösterdiği, üyelik yaklaştıkça kimliğin ulusallık yönüne kaydığı ifade edilmektedir.[8]
AB KİMLİĞİ VE TÜRKİYE
Eurobarometer’in 2005 anketinde kimlik meselesiyle ilgili de ilginç sonuçlar bulunmaktadır. Yerel-Avrupa Kimliği Karşılaştırması’na göre, Türkiye’de yakın çevre temelinde geliştirilen aidiyet duyguları Avrupalılık kimliğinden daha kuvvetli hissedilmektedir. AB üye ülkeleriyle karşılaştırıldığında şehir/kasaba, bölge ve ülke kimliğine bağlılık Türkiye’de AB üye ülkelerinden oldukça fazladır. Avrupa’ya bağlılık AB üyelerinde %66 iken Türkiye’de yalnızca %30 düzeyindedir ve bu 30 ülke arasındaki en düşük orandır. Türkiye’den sonra en düşük oran (Güney) Kıbrıs Cumhuriyeti’ndedir (%32). İlginç bir bulgu da, Kuzey Kıbrıs’ta bu Avrupa’ya aidiyet duygusunun gerek Türkiye’den ve gerekse (Güney) Kıbrıs Cumhuriyeti’nden oldukça yüksek bir düzeyde, %45 oranında çıkmasıdır. Bu bağlılık düzeyi Macaristan’da %92 ile en yüksek düzeyine ulaşmakta, Romanya’da ise %86 düzeyini bulmaktadır. Sağ-Sol İdeolojik Farklılaşması başlığına göre Türkiye’de kendisinin sağcı görenlerin oranında önceki yıla göre %4 artış olmuştur. Türkiye’de yaklaşık %42’lik (Güz 2004’te %38’lik) bir kitle kendilerini ideolojik düzlemde sağda görürken, ancak %35’lik (Güz 2004’te %33’lük) kendini düzlemin soluna yerleştirmektedir. Türkiye ideolojik düzlemde Litvanya ve Kıbrıs Cumhuriyeti ile birlikte sağcıların solculardan fazla olduğu yegane ülke olarak ortaya çıkmaktadır.
Post-komünist Orta Avrupa ülkelerinde siyaset giderek Batı Avrupa‘nın geleneksel sağ/sol çizgilerinden uzaklaşarak ulusalcı çizgiler etrafında şekilleniyor. Muhafazakar partiler kendilerini rakiplerinden ulusal çıkarları gerçekleştirme azimleriyle ayırt ediyorlar, neo-liberal ekonomik politikalar ya da özgürlükçü sosyal politikalarla değil.[9] Nitekim 2004 Haziran’ında gerçekleşen Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde 732 vekilin 25’i aşırı sağ partilerden seçildiği gibi, büyük partiler bu aşırı sağ partilerin retoriklerini kucaklayarak oy toplamışlardı. Mesela, AB şüpheciliği ve yabancı düşmanlığı sadece göçmen aleyhtarı politikalar savunarak kuzu postuna büründü ve AP’ye girdi. Popülist yeni-sağ partilerin mini faşizmine gerçek faşist sağdan yapılan retorik transferinde medyanın ve siyasal iklimin etkisi büyük oldu.[10]
SEÇİM PROPAGANDALARINA MİLLİYETÇİ SÖYLEM HÜKMEDECEK
Müzakere süreci yaşayan AB adayı ülkelerde halk desteğinin düşmesi iç siyaset konularından kaynaklanmaktadır. Oy hesaplarıyla hareket eden siyasal partiler ulusal kimliğe vurgu yapmakta, AB politikalarından cımbızla çektikleri ateşli konuları işlerine yarar bir biçimde körüklemektedirler. Medyanın bilinçsizce ve bazen partizan bir biçimde bu “ulusalcı” söyleme kapılıp olayları tırmandırması bu süreçte en tehlikeli tehdittir. AB ile sorunlu alanlar medyada ne kadar yer alıyorsa halk desteği o kadar yara alıyor.
AB karşıtlığının asıl tehlikesi aşırı sağ söylemlerin merkez partiler tarafından içselleştirilmesi, popülizm uğruna kendi demokrat ve özgürlükçü prensiplerini çiğner hale gelmeleridir. Sınavlarda uygulanan çan eğrisi sistemine benzetilecek olursa, halkın giderek ulusalcı argümanları benimseyerek ortalamayı aşırı sağa kaydırdığı söylenebilir. Türkiye’de AB karşıtlığını bayrak edinerek ve siyasal arenaya ulusalcı argümanlar pompalayarak meydanlara çıkacak bir partinin, 2007’de ya da daha önce yapılacak bir seçimde oylarını arttıracağını söylemek kehanet olmayacaktır.
Türkiye’de siyasetçilerin gündemdeki konularla ilgili olarak birbirileriyle tutarsız açıklamalarda bulunmalarının en büyük sebebi güç kazanan milliyetçi söyleme uyum sağlama çabasıdır. Parti programlarında ya da uzmanlara hazırlattıkları raporlarda dile getirilen düşüncelerle dillerinden dökülenler arasındaki tezatlar, siyasal partilerimizi şizofren vakalara dönüştürmektedir.
[1] “Türkiye AB’ye Üye Oldu Bile!”, Neşe Düzel’in Cem Duna ile Röportajı, Radikal, 19.9.2005.
[2] Piret Ehin, “Estonian Euroskepticism: A Reflectio of Domestic Politics?”, East European Constitutional Review, Kış 2002/Bahar 2003, s.3.
[3] Heather Grobbe, “The Benes Decrees: Implications for EU Enlargement”, Centre for European Reform, Haziran 2002, s.2.
[4] Zofia Szilagy, “The Rising Tide of Euroscepticism”, http://www.eumap.org/journal/features/2002/march02/rising
[5] Igor Torbakov, “Public Support for EU Ontegration Seems to Slip in Turkey”, Eurasia Insight, Eurasianet.org, 18.11.2005.
[6] Eurobarometre 63.4: Avrupa Birliği’nde Kamuoyu, Bahar 2005, Uusal Rapor: Türkiye, s.7-9.
[7] The Gallup Organization, Candidate Countries Eurobarometer, Report Number 2002.2, December 2002, s.38.
[8] Eurobarometer EB60 – CC-EB 2003.4, Aralık 2003, s.9.
[9] Grabbe, s.1.
[10] Glyn Ford, “Racism and Xenophobia in Europe Stemming the Rising Tide”, UN Chronicle Online Edition, sayı 4, 2004.