İran’da 2005 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sandıktan Mahmut Ahmedinecad’ın çıkması, veya çıkarılması sonrasında, ülkemiz ve dünyada devrim sonrası dönemde yeniden büyük ilgi görmeye başlayan İran iç siyaseti, yine kendi haline terk edildi.
İran, ancak dış politikasıyla tartışılmaya başlandı. Bu durumun, İran’ı fanatik bir toplum olarak göstermek isteyenlerle; yine ülke gündemini dış düşmanların İran’a yönelik bitmek bitmez emellerine kilitlemek isteyenlerin değirmenlerine su taşıdığı açık. Oysa, devlet ve toplum arasındaki açı giderek büyüyor ve toplum kendi yaşamını, arkaik devlet yönetimi ve ideolojisinden özerkleştirme kararlılığını sürdürüyor. Özlem duyduğu şeylere dair kendi kahramanlarını yaratırken, sevmediği şeylere karşı canlı bir kara mizah üretmeye devam etmesi de bunun bir göstergesi...
Muhafazakarların devlet aklına olan bağlılıkları ve gerektiğinde geri adım atma yetenekleri anımsandığında, fazlasıyla radikal ve hata yapmaya teşne bir görüntü sergileyen Ahmedinecad’ın kısmen bir yol kazasıyla iktidara gelmesinin, Reformcuların ekmeğine yağ süreceğini iddia edenler vardı. Buna göre, tecrübesiz ve heyecanlı Ahmedinecad’ın yaptıkları, toplumun çelişkilerini daha da belirginleştirecekti. Siyasi öznelerin, sadece toplum içi dengeleri yansıtmadıklarını; ellerinden geldiğince kendi gerçekliklerini inşaya soyunduklarını unutmamalıyız. Yine siyasal sürecin, daha ileriye ve olumluya kaçınılmaz bir evrim gösterdiği yanılsamasından da sıyrılmalıyız. Böyle baktığımızda, sürecin ne Muhafazakarlar, ne Reformcular lehine değil de, zaman zaman iki tarafa da meyletmiş, şimdilerde Liberal Demokrasiyi keşfetmiş görünen Pragmatik Liberallerden yana işlediğini söyleyebiliriz. Bunların kendilerini Türkiye’deki AKP ile kıyasladıklarını da vurgulayalım. En azından bu toz duman içinden şimdilik görünen bu. Bu konuya yeniden dönmeden, yakın geçmişi kısaca anımsamak yararlı olabilir.
İran gibi cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kimlerin aday olacağına mollaların ‘Koruyucular Konseyi’nin karar verdiği bir ülkede bile sandıktan sürprizler çıkabiliyor. 1997’de yapılan seçimde ‘dolgu’ aday olması beklenen Hatemi’nin, 1979 sonrasında en fazla katılıma şahit olunan seçimde yüzde 70 oy alması, mollaları ürkütmüştü. 2005 seçimlerinin sürprizi ise, mollaların zamanla kerhen destek vermek zorunda kaldıkları; ama fazla popülist ve öngörülemez buldukları Mahmud Ahmedinecad oldu. Ahmedinecad’ın ilk önemli çıkışı, halkın, reformcuların demokratikleşme ve sosyal adalet vaadlerinde başarısız kalmaları nedeniyle sandığa gitmediği; seçmenlerin sadece yüzde 12’sinin oy kullandığı Tahran Belediye başkanlığı seçimini kazanmasıydı. Tahran’ın yoksul ailelerine hergün çorba dağıtmak, Belediye Binası’ndaki asansörleri haremlik-selamlık olarak ayırmak gibi icraatlarıyla dikkat çeken Ahmedinecad, kendisinden önceki reformcuların Tahran hayatına getirdiği sınırlı özgürlük havasını dağıtmaya girişti. İran-Irak savaşında ölen şehitlerin mezarlarının Tahran’ın önemli meydanlarına yerleştirilmesi türünden önerileriyse, ideolojik duruşları 1979-1988 arasındaki belirginleşen genç İslamcı devrimciler kuşağına mensup olduğunun açık bir delili.
1956 yılında demirci bir babanın çocuğu olarak, Tahran yakınlarında dünyaya gelen Ahmedinecad’ın öğrenciliği, gençliğin giderek politikleştiği ve nihayet 1979’da İslam devriminin gerçekleştiği bir dönemle çakıştı. Humeyni’nin, ABD’yle yaşanan rehine krizinin getirdiği radikalleşme dalgasını kullanarak, Liberalleri ve Marksistleri tasfiye ettiği 1980’lerin başında, Humeyni yanlısı İslam Cumhuriyeti Partisi’nin aktif militanıydı. Bu kuşaktan, 1988’e kadar süren İran-Irak savaşına katılanlar; devrimciliklerine bir de ‘savaş gazisi’ ünvanını eklediler ve iyice bilenerek evlerine döndüler. Bu savaş sırasında, SSCB dahil dünyanın bütün güçlü devletlerinin Saddam’a destek vermesi, bu kuşağın Batı ve İsrail’e karşı güvensizliklerini daha da derinleştirdi. Dünya Şiiliğini temsil ettiğine inanan, dinsel-popüler kültüründe mazlumluğun büyük rol oynadığı bir ülkenin, büyük devletlerin bilgisi dahilinde mutlaka durdurulması için kimyasal gaza bile maruz bırakılabilmesinin, bu ülke insanlarının siyasi kültüründe bıraktığı güvensizlik tortusunu anlamak güç değil. Tıpkı bu güvensizliğin, bir iktidar tekniği olarak, iç hainlerin temizlenmesi gayesiyle sürekli dolaşıma sokulmasının yarattığı usandırıcılık gibi...
Ahmedinecad, bu savaşla güçleri iyice belirginleşen Devrim Muhafızları’nın tipik bir üyesiydi. Zamanla ordu, iç güvenlik aygıtı, sivil milisler (Besiç) ve istihbarat teşkilatlarında etkileri artan bu kuşağın, etkin bir örgütlenmeyle Cumhurbaşkanlığı seçimini de kazanabilecek güce ulaştığını kanıtladı. Yani, Ahmedinecad’ın temsil ettiği orta yaşlı militarist-popülist ittifakın etkin isimleri arasında neredeyse hiçbir molla yok. Ahmedinecad kliği, Ruhani Lider Hamaney’in liderliğindeki yaşlı muhafazakar kuşağı, devrimci idealizmlerini yitirip, yozlaşmakla ve sosyal adalet taleplerine kulak tıkamakla eleştiriyor.
2005 seçimlerinde rejimin asıl sahipleri olan ve Hamaney’in başını çektiği yaşlı Muhafazakar kanadın asıl adayı, fazlaca donuk bulunduğu için halk desteği alamamıştı. Koruyucular Konseyi, seçimlerde başarılı olabilecek bütün reformcu adayları da veto ettiğinden, yarış militarist-popülist Ahmedinecad ve rejimin her türlü yozlaşmışlığının ve ilkesiz realizmin temsilcisi, ‘yedicanlı’ Haşimi Rafsancani arasında geçti. Sonuçta Ahmedinecad ikinci turda yüzde 60 oy alarak, rakibinin oyunu ikiye katladı. Üzerindeki buruşuk montu, Murat 134’ü andıran, uzun yıllardır kullandığı yerli arabasıyla “Halka yakın, Hakka yakın” bir görüntü sergileyen Ahmedinecad’ın en temel sloganı, “petrol gelirlerini yoksulların masasına koymak” oldu. Konut edinemedikleri için evlenemeyen gençler için çözümler üreteceği de, akılda kalan bir başka vaadiydi.
Dış politikada ‘devrim ideallerine’ yeniden ağırlık verileceğinin ilk işareti, seçilmesinin hemen ardından verdiği bir demeçte, “Şehitlerin döktüğü kan sayesinde yeni bir İslam devrimine daha şahit oluyoruz. Allah izin verirse bu devrim, dünyadaki adaletsizliğin köklerini de kurutacaktır... İslamcı devrim dalgası çok yakında bütün dünyaya ulaşacaktır...” türünden ifadeler kullanmasıydı. Daha sonra Ahmedinecad, dünya siyasetini medeniyetler çatışması söyleminin dar penceresine sıkıştırmak isteyen George W. Bush gibilerin değirmenine su taşıyan demeçler vermeye devam etti. Ekim 2005’te “İsrail’in haritadan silinmesi gerektiğini, bunun zaten Humeyni’nin de vasiyeti olduğunu” iddia etmesi, İsrail’in oldukça başarılı propaganda makinesine muazzam bahaneler hediye etti. “Zaten İsrail ne yaptıysa, kendini savunma adına yapmıştı ve yapmaya devam edecekti...” Ardından Avrupa’nın Nazi kalıntısı ‘tarihçilerinin’ ve kahvehane sohbetlerinin konusu olan “Holocast olmamıştır” iddiasına sarıldı. Böylece, “Ne yapsam da Batılların zihninde, bir zamanlar Humeyni’nin yarattığı korkutucu köktendinci imajını yeniden yaratsam?” sorusuyla hareket ediyormuş izlenimini beslemeye devam etti...
Ahmedinecad’ın, ülkesinin nükleer silah üretebilmesi anlamına gelen uranyum zenginleştirme programı konusunda takındığı çelişkili tavır ve özellikle iç siyasette sıkıştığında, şahinleşerek istismara soyunması; ABD ve İsrail’i ikiyüzlülükle suçlayan kimi haklı eleştirilerini gölgeledi. Bugünlerde sergilediği uzlaşmaya kapalı tavır, Ruhani Lider Hamaney’in başını çektiği ‘ihtiyarları’ bile kaygılandırmaya başladı. Çünkü Mollalar, deneyimlerinin getirdiği realizmleriyle, en azından BM’yi bir uzlaşma zemini olarak terk etmek istemiyorlar. Hamaney’in, programın askıya alınması ihtimalinden bahsetmesi de buradan kaynaklanıyor. Devrim öncesi Şah’ın elinde olan muazzam yetkileri bugün elinde bulunduran Ruhani Lider veya ‘Teokratik Şah’ Hamaney, istediği anda dış politikada ipleri eline alabiliyor. Önümüzdeki dönemde Ahmedinecad’ı ‘ulusal çıkarlar’ adına giderek daha fazla devre dışı bırakması mümkündür. Bunun bir göstergesi, Ahmedinecad karşısında Muhafazakarların bir başka adayı olan; şimdilerde Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliğini yürüten Ali Laricani’nin zaman zaman dış politikayı kendisi yürütüyormuş izlenimini vermesi. Bu Hamaney’in daha fazla kullanabileceği bir seçenek olmayı sürdürüyor. Zaten Ruhani Lider’in son derece dünyevi saiklerle oluşturulmuş, dışişleri de dahil gölge bakanlıkları ve danışmanlar ordusu var...
Ahmedinecad’ın uluslararası ve ulusal alanlarda popülerliğini arttırmak adına son dönemde Latin Amerika’nın sol kuşak liderleriyle yakınlaşmaya çalıştığı gözlemleniyor. Ama unutulmamalı ki, Ahmedinecad asla bir Chavez değil. Özelleştirmeden büyük bir tılsımmış gibi söz ediyor. İran ekonomisinin yüzde 60-65’i devletin elinde. Yine Mollaların, Devrim Muhafızlarının ve Besiç’lerin kontrolünde sözde hayırseverlik gayesiyle kurulan pek çok şirket var ve ‘Bonyad’ diye bilinen bu yapılar, Sovyet sonrası Rusyası’nda yaratılan zengin oligarkların benzerlerini çoktan ortaya çıkarmaya başladı bile. Özelleştirilmesi düşünülen teşekküllere ait hisselerin bir kısmının yoksullara dağıtılması yönündeki öneriler, Muhafazakarların denetimindeki Meclis tarafından reddediliyor. Ahmedinecad, büyük bir kararlılıkla eski savaş gazilerinin ‘savaş partisini’ zenginleştirmeye çalışıyor. Bu konuda öylesine kararlı ki, İran Meclis’i bile bundan ürkmeye başladı ve Ahmedinecad’la iktisadi kararları üzerinden çatışmaya başladı. Muhafazakar çevrelerle Ahmedinecad arasında, iktisat politikaları nedeniyle oluşan gerilimin giderek artması beklenebilir. Ahmedinecad’ın popülist duruşu nedeniyle yöneldiği basit iktisadi reformlar bile bu kanadı ürkütmeye yeterli.
Son dönemde Ahmedinecad’ın bazı muhafazakar yayın organlarını sansür uygulayarak kapattırması da, bu gerilimin daha da derinleşebileceğini düşündürüyor. Ama bu özünde iktidar blokunun içerisinde, devlet kaynakları ve siyasi pozisyonların nasıl yağmalanacağına dair yaşanan bir kavgadır. 2005 yılında Türkcell’e verilen cep telefonu ihalesinin güvenlik gerekçesiyle iptal edilmesi ve Devrim Muhafızları’nın şirketi SaIan’a verilmesi çok tipik bir örnektir. Yine Devrim Muhafızları’na ait şirketlerin çok büyük inşaat, petrol, doğal gaz boru hattı ve hatta hafif metro inşasına dair ihaleler kazanmaları da anlamlıdır.
Yine Ahmedinecad’ın, İran Devrimi’ne destek veren sol grupları Humeyni’nin emriyle ve büyük bir hevesle tasfiye eden militan genç kuşaktan olduğu da unutulmamalıdır. Şu anda İçişleri Bakanı olan şahıs, 1980’lerde pek çok siyasi mahkumu idama gönderen Devrim Mahkemeleri’nin kilit isimlerinden birisiydi. Mevcut İstihbarat Bakanının da, derin devlet örgütlenmesinde yer aldığı ve politik suikastler örgütlediği iddia ediliyor. Bu örgütlenmenin, Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelerden etkilenen ve daha çok Barzani yanlısı bir tavır sergileyen; nüfusları yaklaşık 4.5 milyonu bulan Kürtler karşısında şiddeti merkeze alan uygulamaları devreye sokabileceği, bunun da sorunu içinden çıkılamaz bir noktaya taşıyabileceği öngörüsünde bulunanlar var. Yani, bir önceki Cumhurbaşkanı Hatemi’nin temizlemek için çaba harcadığı ve belli bir başarı da elde ettiği derin devletin ayak sesleri yeniden duyulmakta...
Pek çok öğretim üyesi, muhalif oldukları için erken emekli olmaya zorlanıyor. Muhalif genç akademisyenler ise, İran’ın faşist Besiç örgütlenmesinin üniversitedeki uzantıları tarafından sürekli şiddete maruz bırakılmakta. Besiçler, “Feminist, liberal veya seküler” oldukları gerekçesiyle bu akademisyenlerin tasfiye edilmeleri için kampanyalar düzenliyorlar. Öğrenci hareketinde aktif olanlar ise açıkça fişleniyor (yıldızlanıyor) ve dosyalarında “menfi yıldızlar” olduğu gerekçesiyle okuldan atılıyorlar. Yani, Besiçlerin satırlı, zincirli saldırılarının yanında, bir de okuldan atılma riskini yaşıyorlar. Aynı fişleme uygulamaları, nefes almamaları için rejimin kararlılıkla ve bir bütün halinde seferber edildiği, sendikacılara karşı da kullanılıyor. Rejim, işçiler konusunda korporatist bile olamayacak denli saldırgan...
Hatemi’nin 1997 ve 2001 seçim zaferlerinde kilit rol oynayan kadınların rejim karşıtı olabilecek tüm faaliyetleri yasaklanıyor ve İslamcı-laik feministler arasındaki ittifak olasılığı yok edilmek isteniyor. Rejim, kadın hareketinden o denli korkuyor ki, kadınların spor müsabakalarına izleyici olarak girebilmek adına verdikleri mücadele konusunda bile geri adım atabiliyor. Ahmedinecad, 2006 Nisan’ında, “kadınların ve ailelerin spor müsabakalarına terbiye ve düzey getirecekleri” gerekçesiyle, müsabakalara girmelerine onay vermeyi düşündüğünü duyurdu. Aslında bu karar, kadınların fiilî durumlar yaratarak bu müsabakalara girmelerinin yarattığı tedirginliği aşma arayışı olarak da görülebilir. Ne var ki, Hamaney’in Muhafazakar kliği buna büyük tepki gösterdi ve Ahmedinecad’a geri adım attırmayı başardı. Ahmedinecad’ın yardımcısı, “Kadınların bu müsabakalara girmelerinin şeriata aykırı olduğunu ve ilk kararlarının nedeninin de ABD’nin muhtemel provokasyonlarını önlemek olduğunu” açıkladı!
Tüm bu baskıcı uygulamalar, Ahmedinecad’ın militarist-popülist yönetimini sol ve mazlumluk adına desteklemenin, onu Chavez’le kıyaslamanın yanlışlığının açık göstergeleri. Zaten son yerel seçimlerde görece yüksek bir katılımın olması ve Pragmatik Liberal ve Reformcu adayların ciddi oy almaları; kadın adayların da büyük çıkış yapmaları, solun asıl muhataplarının İran’da kimler olması gerektiğini bizlere bir kez daha anımsatmış olmalı. Böylece konu bir kez daha ‘yedicanlı Rafsancani’ye geldi. Pragmatik Liberaller denen ve iktisadi meselelere teknokratik-seçkinci yaklaşımlarıyla bilinen bu çevre, Rafsancani’nin talebelerinden oluşuyor. Bunların içinde en dikkati çeken şahıs, eski Tahran Belediye Başkanı da olan Gulam Rıza Kerbasçi. Kendilerini Müslüman Liberal Demokratlar olarak gören ve AKP’yle benzeştiren Kerbasçi’nin, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en güçlü adaylarından biri olacağı düşünülüyor. Daha da çarpıcı olan, Reformcuların ana gövdesinin de Aralık’ta yapılan son yerel seçimlerde Rafsancani’nin adaylarını desteklemeleri. Reformcuların daha radikal veya sol kanadının liderliğini, eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin kardeşi Rıza Hatemi yürütüyor. Bunlar, Rafsancani grubuna daha mesafeliler ve özellikle kadınlar, kentli orta sınıflar ve öğrenci gençlik içinde etkin oldukları gözleniyor. Rıza Hatemi, lideri olduğu İran Katılım Cephesi’ni gerçek bir siyasi partiye dönüştürmeye; fikir kulübü veya baskı grubu görüntüsünden çıkarmaya çalışıyor.
Aralık’ta sadece yerel seçimler yapılmadı. İran’ın kendine özgü siyasal sistemi içinde hayli önemli bir ağırlığı olan Uzmanlar Heyeti üyelikleri için de seçime gidildi. Dini uzmanlardan oluşan ve 8 yılda bir yenilenen bu Heyet’in 86 üyesi var. Seçmenlerden, Heyet üyelerini belirlemek için de oy kullanmaları isteniyor. Heyet’in görevi Ruhani Lider’i seçmek ve denetlemek. En son yüzde 60 katılım sağlanan seçimlerde Rafsancani yanlıları Heyet’in yüzde 65’ini ele geçirdiler. Bu aslında Muhafazakarların her türlü yasama, yürütme ve yargı erkini ellerinde tutmalarına yarayan karmaşık sistemde aşil topuğundan yara aldıklarını gösteriyor. Muhafazakarların, Hatemi iktidarında yapılmak istenen her türlü reformu geri püskürtebilmelerinde en önemli güçlerinin, Ruhani Liderliği ellerinde tutabilmeleri olduğu açık. Bu güç sayesinde diğer bütün kilit kurumların üyelerini belirleyebiliyorlar. Eğer Hamaney’in yerine Rafsancani yanlısı bir Ruhani Lider seçilebilirse, bu sistemde domino taşı etkisi yapacak ve aşılamaz sanılan Muhafazakar kaleler birer birer düşürülebilecektir. Ama bu gelişme, Reformcular için açık bir zafer olmaktan çok, asıl güçlerini iki uzlaşmaz kanadın (Muhafazakar ve Reformcu) ‘artılarını’ temsil ettikleri iddiasından ve yumuşak bir geçiş yapabilecekleri vaatlerinden alan Pragmatik Librerallerin başarı hanesine yazılacaktır. Yine de Pandora’nın Kutusu açıldığında içinden kimlerin çıkacağı ve zamanla kimlerin muzaffer olacağı şimdiden kolayca kestirilemez...