Bildik düşünürler için belli bir düşünüş tarzı yöntemini kullanarak elde ettiği fikir, nihai üründür. Oysa “post”-düşünür bunu “aşmış”tır. O, tam tersine fikirleri kullanarak bir düşünüş tarzını üretir. Ve şüphesiz hep de onu üretir. Gözde “post”-düşünürlerimizden Hıncal Uluç’un aşağıdaki yazısı, bu her şeyden önce belirtilmesi gereken noktayı apaçık gösteren bir örnek olması bakımından takdire değer bulundu.
Ancak bahsettiğimiz o fikir-düşünce tarzı/yöntemi ilişkisi üzerine biraz daha malûmat arzetmemiz gerekiyor. Eskiden nasıl iyi üretilmiş bir fikir, hangi yöntemle üretildiğini hemen belli etmez, bambaşka tarz düşünüşlerle de kendisine varılabilirmiş gibi gözükürse; tıpkı onun gibi, “post”-düşünürlerin hası da -nihai ürün olan- düşünüş tarzını bir yıldız gibi parlatırken kullandığı fikirleri hemen “tanımak” öyle kolay mümkün olmaz. Hattâ Hıncal Uluç gibi bu sanatın pirleri tanıdığınızı sandığınız fikirleri öyle bir kullanırlar ki, o fikri “yanlış tanımışım” diyeceğiniz kadar tanınamaz hale getirirler.
Sunduğumuz yazının başlığı ile kendisi bu açıklamamızın mükemmel bir örneğidir. Hattâ zihin sağlığı açısından bu yazının kesilip duvara asılması ve arada bir bakılması tavsiye edilir.
Ermiş Yunus’un “ben”lik davasını hor gören ve ancak yüce gönüllülüğün sahici bir tezahürü olan derin bir tevazuyu içeren tasavvufi felsefesi ve tutumunu özetleyen ünlü deyişlerinden alınan bu dizeleri yazısının başlığına koymakla Hıncal Uluç, kendisinden “çok şey bekleyen” bizleri dahi afallatmayı başardı. Hakkını teslim etmek lazım; “herkesin her konuda bir fikri olabilir, ne var bunda” diye özetlenebilecek bir yazının başlığına Yunus’un o dizelerini “bende daha ne numaralar var” övünmesini tasdik ettirircesine yerleştirmek, her “benim” diyen adamın göze alamayacağı bir marifettir.
Böylesi marifetler has “post”-düşünürlere mahsustur. Yazısının fikrini de Yunus’un fikrini de post-düşünüş tarzını üretmek için kullanmıştır “usta”mız. O tarzın ne olduğu da artık besbelli değil mi: “Post”düşünürümüzün “Ben”idir o.
Bir ben var, bende..
Benden içeru
HINCAL ULUÇ
Sabah, 22 Temmuz 1995
“Söze nereden başlayacaktım? Dünya pek büyüktü.. En çok bildiğim ülkeyle, kendi ülkemle söze başlamalıydım.. Ama benim ülkem de büyüktü. Kentimle başlasam daha iyi olacaktı. Ama kendi kentim de çok büyüktü. Sokağımla başlasam daha iyi olacaktı. Hayır, kendi evimden, hayır kendi ailemden başlamalıydım.
Neyse.. Unutun bunları. Kendimi anlatarak söze başlayacağım.”
Eli Wiesel diyor bunları..
“Kendim..”
Kim bu kendim.. Ben diyorsam, ben.. Size göre, siz.. O diyorsa o..
Ben, sen, o.. Herbirimiz.. İnsan yani..
İnsan!..
Doğadaki en büyük varlık.. Bütün din kitaplarının ortak bir yanı vardır. Hepsi, Ulu Yaratan’ın, doğadaki her şeyi insan için yarattığını söylerler.. Doğadaki her şey, insan içindir. Yani benim için.. Yani senin için.. Onun için..
İnsanların yaratıcı kafalarından çıkan her şey de insan içindir.. Teknoloji insan içindir. Sanayi insan içindir. Sanat, insan içindir..
Yani, senin, benim ve onun için..
Bir tatil sabahı felsefe yapmaya çalıştığımı sanmayın..
Yıllardır anlatamadığım, anlamak istemedikleri için anlatamadığım şeyi deniyorum gene..
“Futboldan operaya uzanabilen geniş yelpazeyi kapsayan kalemlere basınımızda rahatlıkla rastlayabiliyoruz” diyor, (Milliyet’in Kültür ve Sanat sayfasında Bay (Bayan da olabilir. Bilmiyorum) Benal Tansever..
Keşke olsaydı, Sayın Tansever, keşke olsaydı..
Aslında doğru olan, olması çünkü.. Ne yazık ki, benden başkası yok..
Saraydan Kız Kaçırma, Mozart’ın müzik eleştirmenleri için yazdığı, İstanbul Festivali’nin “Sırf bu operayı izlemek için” Almanya, İspanya, Fransa ve Amerika’dan gelen yabancı gruplar için programa aldığı bir yapıt değildir.
Mozart bestelerinin hepsini “İnsanlar” için yazdı. İstanbul Festivali, İstanbul “İnsan”ı için düzenlendi..
Ben bu insanlardan biriyim..
Benim için yazılmış, benim için sahnelenen bir yapıt hakkında görüşümü söylememden daha doğru ne olabilir?
Operayı benim için sahneleyeceksiniz, ama söz hakkı sadece, kerametleri kendilerinden menkul adları “Eleştirmen” olan bir takım kişilerde olacak.. Benim beğenip beğenmemem gerektiğine onlar karar verecek. Onlar beğenmişse, benim ağzımı “Hayır” diye açmam, ayıp, günah, yasak, suç..
Opera’nın bu ülkede halktan bu kadar kopuk, bu kadar uzak olmasının sebebi işte eleştirmenlerdir.
Yıllar yılı operalar, bu snobizm yüzünden boş salonlarda sahnelenmişlerdir.
Yazarın kullandığı deyime bakın.
“Gerçek Operaseverler..”
Sevsinler.. Opera sevenler ikiye ayrılır. Gerçek operaseverler, sahte operasevenler..
Bu ayrımı yapma hakkını, kime, kim veriyor ki?
İstanbul Operası, iki sezondur kapalı gişe oynuyor.. İnsana yönelik, halka dönük bir repertuar çalışması içine girdiği için. Ve de “Futboldan operaya uzanan geniş yelpazeyi kapsayan kalemler”, halkın diliyle bu görkemi anlattığı ve “kaçırmayın” dediği için..
İstanbul Operası, Danimarka’yı fethetti.. Az daha gidemiyorlardı. Bürokratik ve mali engeller, hem futbol, hem opera yazanların son anda müdahalesi ile aşıldığı için gidebildiler..
Gerçek operasevenlerin(!) Opera’ya bugüne dek ne katkılarının olduğunu çok merak ediyorum.
***
Sevgi okuyucular,
Ulu Yaratan, size, bana, ona “düşünme” yeteneği vermiş.. Düşünelim diye..
Düşüneceksiniz.. Sizin için yapılmış, size sunulan her şey için düşünme hakkınız var. Düşününce, ifade etme hakkınızın da olduğu gibi..
Hiçbir Opera, hiçbir resim, hiçbir heykel, hiçbir oyun, hiçbir şarkı, hiçbir sanat eseri, eleştirmenler için yapılmış değildir.
Sanat insan içindir. Yani, senin, benim, onundur.. Bizim için yapılan, bize sunulan bir şeyi, beğenip, beğenmeme hakkı da, hakların en kutsalı olarak, bize aittir..
“Bana mı kaldı, benim ne haddime, bana mı düşer” dogmaları kafalarımıza, işte bu kendilerini ayıran ve ayrıcalıklı kalmaya çalışan kişiler tarafından sokulmuştur.
Kanmayın..
Bir şey benim için yapılmışsa, o konuda en büyük söz hakkı da bana düşer.. Hakkın da ötesinde.. Görevdir de..
Ve de..
Özellikle..
Öncelikle..
Uzman muzman, eleştirmen meleştirmen olmam gerekmez!..
“İnsanım, kafi değil mi?”
Bu kafa, bu beyni taşıdığı sürece, düşünebildiğim her konuda yazmaya devam edeceğim, bayanlar, baylar!..