Latin Amerika’da 1994 sonrası yaşanan gelişmeler, gerilla hareketlerinin yok olmaya yüz tuttuğunu düşünenlerin yanıldıklarını kanıtladı. Chipas İsyanı’nı örgütleyen Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun (EZLN) ardından, ülkenin farklı eyaletlerinde iki gerilla örgütü daha
adını dünyaya duyurdu. Meksika’yı Kolombiya izledi. Geçtiğimiz yılın sonlarına doğru da Tupac Amaru Devrimci Hareketi’nin (MRTA) 21 gerillasının Peru’daki Japon Büyükelçiliği’ne bir baskın düzenleyerek 500’ü aşkın üst düzey davetliyi rehin alması, Japon İmparator’unu 63. yaş günü kutlamalarını iptal etmek zorunda bıraktı.
MRTA’nın eylemi, İmparator’un ülkesi ile kan bağı olan Peru Devlet Başkanı Alberto Fujimori’yi oldukça zora sokmuş görünüyor. Siyasal karizmasını ‘terörizm’e karşı yürüttüğü mücadele ile elde eden Fujimori, Tupac Amaru ve Aydınlık Yol hareketlerini bitirdiğini ilân etmişti. Oldukça başarılı bir eylem geliştiren MRTA’nın, eylemin ilk günlerinde büyükelçiliğe yemek taşıyan görevlilerden on tane de satranç takımı talep eden gerillaları, bugüne dek sergiledikleri kararlı ve serinkanlı tavırla, MRTA’nın hiç de bitmiş bir örgüt olmadığını ortaya koydular. Aslında galiba bitmemiş olan, katmerlenmiş neo-liberalizme ve onun uygulayıcılarına yönelik başkaldırı.
MRTA’nın Peru iktidarından üç talebi oldu. Tüm sempatizan ve militanların serbest bırakılmaları, bunların eylemi gerçekleştirenlerle birlikte Amazon Ormanları’na gidişinin sağlanması ve nihayet, Peru iktidarının neo-liberal politikalarının halkın lehine değiştirilmesi.
Geçen Haziran ayında, Guatemala’da iktidar 36 yıllık iç savaşa son vermek üzere, Guatemala Ulusal Devrimci Birliği ile bir anlaşma imzalamaya hazırlanırken, Peru Meclisi bir af yasa tasarısını onaylıyordu. Ancak Guatemala’da kabul edilecek olan ulusal uzlaşma yasası, her iki tarafı da kapsayan hükümler içerirken; Fujimori iktidarı, sadece hükümetin terörizme karşı 15 yıllık mücadelesinde insan hakları ihlâllerine karışmış güvenlik güçlerine ve devlet görevlilerine af çıkarıyordu. Eski başkan Alan Garcia’nın anti-terör stratejisini inşâ etmesinde önemli bir rol üstlenen emekli general Jarama Sinecio’nun bile ‘hayasızca’ diye nitelediği af yasası, Fujimori iktidarınca aynı dönemde çıkarılan pişmanlık yasasına bir denge sağladığı öne sürülerek savunuluyor. Ancak kolayca tahmin edilebileceği üzere bu, bugüne dek 1200 insanın daha tutuklanmasına yol açmış olan bir ihbar yasası.
Bu tek yanlı af kanunu, Peru insan hakları örgütü APROBH’in başkanı Francisco Soberon’a göre, Tupac Amaru eyleminin ardında yatan nedenlerden biri. Başka nedenler de var tabiî ki: Orduda ve poliste çürümenin had safhaya ulaşmış olması, gözaltında kayıplar, sistematik işkence, işçilerde görülen en küçük huzursuzlukların terörizme karşı mücadele kapsamında ele alınması, iktisadî ilerleme vaat eden neo-liberal reformların, nüfusunun yarıya yakını çok zor koşullar altında yaşayan Peru’da zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumu iyice derinleştirmesi...
Neo-liberal iktisadî siyaset çerçevesinde gerçekleşen yoğun özelleştirmeler, bölgesel ortak pazarların oluşumu, bütçe kısıtlamaları, gümrük duvarlarının yıkılması ve böylece derinleşen kitlesel yoksulluk ve artan toplumsal adaletsizlik, sadece Peru’ya özgü gelişmeler değil elbette. EZLN ilk manifestosunda kendilerini ölüme mahkûm eden neo-liberalizme ve o doğrultuda kurulan NAFTA’ya savaş ilân ediyordu.
Tupac Amaru, Peru hükümeti ile doğrudan bağlantılı olmayan rehineleri serbest bıraktı. Geriye kalan 74 rehine üst düzey Peru ve Japon devlet adamları ile işadamları. Ocak ayının ilk günlerinde dört muhalif milletvekilinin rehinelerin bir baskın düzenlenerek kurtarılmasına yönelik çağrısına rağmen, hükümetin kanlı bir yönteme başvurması pek ihtimal dahilinde görünmüyor. Fujimori iktidarı büyük bir olasılıkla gerillaların yılgınlığa düşmesini bekleyecek.
Tupac Amaru’nun eylemi nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, iki açıdan çok büyük önem taşıyor. Bu eylem, öncelikle Latin Amerika’daki gerilla hareketlerinin geçirdiği değişimi ifşa ediyor. EZLN’nin 1994’ten bu yana sürdürdüğü eylemler de gözönünde bulundurularak, bunların artık 1960 sonrasının fokocu eylemleri olmadığı söylenmelidir. Eylemler, artık öncü gerilla kuvvetinin düzenli orduları mağlup ederek sosyalist/komünist bir iktidar kurma amacına yönelik değildir. Niyet daha çok hâkim ideolojinin geçerliğine ve dolayısıyla uygulamalarına darbe vurmaktır.
Dünyayı fethetmek zorunlu değil; onu yeniden inşâ etmek kafidir. Gerillalar artık hem Meksika’da, hem de Peru’da, kelimelerin AK-47’lerden daha tesirli olduğunu biliyorlar. Tupac Amaru’nun kendilerini desteklemek amacıyla Atina’da Peru Büyükelçiliği’ni bombalayan anarşistlerin eylemini sahiplenmemesi bunun bir göstergesi olsa gerek.
Eylemin, belki ilki ile ilintili; ama daha önemli yönü, bizi katmerlenmiş neo-liberalizme karşı mücadele perspektifi ve araçları üzerine düşünmeye sevketmesi. Geçtiğimiz yaz Chipas’ta düzenlenen İnsanlık Adına Neo-Liberalizme Karşı Kıtalararası Toplantı için, bundan tam bir yıl önce Subcommandante Marcos imzası ile yayımlanan çağrıda, neo-liberalizmin temsil ettiği terör enternasyonalizmine karşı bir umut enternasyonalizminin yaratılmasının gerekliliğine işaret ediliyordu. EZLN kelimelerin gücünü kullanarak kıtalararası bir cemaatin inşâsının olabilirliğini gündeme getirdi. Tupac Amaru da taşıdığı silahları, silahlı eylemini gölgeleyen jestleri ve sözleriyle aynı mesajı veriyor gibi.
ÖZGÜR GÖKMEN