Doğaya ve içinde yaşayan tüm canlılara herhangi bir hiyerarşi gözetmeden özgürlük ve adalet taleplerinin uzun bir mücadele tarihi mevcut. Vejetaryenliği savunan filozof ve yazarlardan , 68 özgürlükçü hareketinin doğa ve canlıları öne çıkaran akımlarına ve Yeşillere, oradan FBI’ın ‘terör listesinde’ üst sıralarda yer alan, deney laboratuvarlarına ve mezbahalara karşı doğrudan eylemler düzenleyen otonom ALF’ye ( Hayvan Kurtuluş Cephesi) kadar çeşitli teorik eğilim ve eylem biçimleriyle insan merkezci, tür hiyerarşisini içselleştirmiş yerleşik sisteme karşı seslerini yükselten özneler varlıklarını şu ya da bu biçimde hissettiriyorlar. Ekonomik çıkarlara, teknoloji fetişleştirmelerine ve doğanın bir parçası olduğu halde ‘hükmetme’ gücüne sahip olduğuna inanan ‘insanlığa’ karşı ekolojik bir bilinç ve etiği yaygınlaştırma mücadelesi halen sürmekte.
Bu önceliklerle verilen mücadele pratiklerine bir siyasi parti de katıldı. 22 Kasım’da Hollanda’da yapılan genel seçimlerde Hayvanlar için Parti isimli hayvan refahını ve haklarını temel bir öncelik olarak alan örgütlenme, Meclise iki üyesini sokmayı başararak bütün dünyanın gözlerini üzerine çevirdi. Hayvanlara yönelik işkenceye ve kötü muameleye son vermeyi önüne temel hedef olarak koyan Hayvanlar için Parti, bu öncelik tarifiyle parlamenter sürece katılan ilk organizasyon olma unvanını da elde etmiş oldu.
Hayvanlar için Parti’nin genel başkanı Marienne Thieme ile sansasyon uyandıran seçim başarıları ve türcülüğe karşı direnişte parlamentoya biçilen rol konularını görüşmek için e-mail vasıtasıyla bağlantı kurduk. Onca koşuşturma içinde istediğimiz derinlikte bir söyleşi imkanı yaratamasak da sorularımızı yanıtlayan Thieme, Türkiye basınında ilk kez partisini ve görüşlerini Birgün’e anlattı.
Marienne Thieme kimdir: Kısa süreli avukatlık kariyerinin ardından hayvan hakları savunucusu olarak politikaya atıldı ve Hayvanlar İçin Parti’yi kurdu ve halen bu partinin genel başkanı konumunda çalışmalarını sürdürüyor. Aralarında Jan Wolkers, Kees van Kooten, Maarten ’t Hart ve Harry Mulisch gibi isimlerin bulunduğu pek çok yazar partiye katıldı. Partinin 30 adayından 20’si, ülkenin önde gelen kanaat liderlerinden.
Partinizin kuruluş sürecini, programını ve hedeflerini kısaca özetler misiniz?
Hayvanlar İçin Parti Ekim 2002’de kuruldu. Partiyi kurmamızın altında yatan ihtiyaç, Hollanda’da siyasî çevrelerin hayvanların çıkarlarını hiç dikkate almamasıydı. Diğer siyasî partiler ekonomiye, hukuk ve düzene, entegrasyona, doğanın, çevrenin ve hayvanların aleyhine olacak şekilde öncelik veriyor. “Hayvanlar İçin Parti” hayvanların refahına hak ettiği önceliği tanıyacak. Siyasî sürece müdahil olmak, hayvanların haklarına siyasal ve sosyal açıdan öncelik kazandırmamızı ve diğer partileri hayvanların çıkarlarını gözeten adımlar atmaya ikna etmemizi sağlayacak.
“Hayvanlar için Parti” çalışmalarınız, Hollanda’da ve Avrupa genelinde nasıl karşılandı, insanlardan aldığınız tepkiler nasıl?
Partimiz kurulduğundan beri destekçilerinin sayısı sürekli artıyor. Ocak 2003’te parti ilk kez seçimlere katıldı ve oyların % 0.5’ini topladı (yaklaşık 50 bin seçmen). Bu oran, Mecliste sandalye kazanmak için gerekenin çok az altındaydı. 2004’teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oyların % 3.2’sini topladık (yaklaşık 153.000 oy), bu oran da bizi Parlamento’da sandalye kazanmaya çok yaklaştırmıştı. Hayvanlar İçin Parti, 2005’te Hollanda’da üye sayısı en hızlı artan partiydi. Henüz Meclise bile girmemiş yeni bir parti için bu beklenmedik bir başarı.
Belçika, Fransa, Almanya, İspanya ve Britanya gibi ülkelerde de son dönemde Hayvanlar İçin Parti’ye benzer partiler kuruldu. Kamuoyu yoklamaları, partimizin Hollanda’da % 8’lik bir oy potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Hollanda siyasî sistemi, seçmen nüfusunun heterojen yapısının Meclise yansımasına imkân veren orantılı (nispî) temsil ilkesine dayanıyor. 22 Kasım’da yapılan son seçimlerde partimiz meclise girmeyi başardı. Bu, dünyada bir ilk.
Mecliste sandalye kazanabileceğinizi seçimler öncesinde tahmin ediyor muydunuz, bu temsil hakkını nasıl kullanmayı düşünüyorsunuz?
Sandalye kazanacağımızdan hiç şüphemiz yoktu. Aday listemizde kanaat önderleri, ünlü yazarlar, sanatçılar ve film yıldızları bulunuyordu, sağlam bir kampanya yürütmemizi sağlayan büyük bağışlar aldık. Birkaç hafta önce Meclise girişimizle birlikte, tarımla ilgili yapılan ilk oturumda tartışmaların büyük kısmı hayvan haklarını ve hayvan refahını konu alıyordu, bu da Hollanda tarihinde bir ilktir!
Hayvan hakları aktivizmini parlamenter sürece eklemlemek bir kazanıma mı, yoksa radikal projelerin önünü kesecek ve onları sisteme bağlayacak bir adıma mı denk düşüyor?
Faaliyetlerimizin radikal hayvan aktivizminden daha etkili olduğu inancındayız. Hayvan hakları için mücadele eden herkese bu yolu seçmelerini öneriyoruz. İnsanlar partimizi de kampanyamızı da çok olumlu karşılıyor, Amerikalı hayvan refahı savunucularına ait bir sitede bizden “davanın gözbebekleri” olarak söz ediliyor.
İnsanmerkezciliğe ve türcülüğe karşı teori/ pratiği geniş kitlelerin gündemine getirebilmenin yöntem ve araçları sizce neler olmalı?
İnsanlara bugüne kadar farkında olmadıkları gerçekleri göstermek, onlara hayvanlara zarar vermeyen (vejetaryen yemek seçenekleri gibi) alternatifler ve yaşam tarzları sunmak. Ve elbette, hayvanların haklarını gözeten yasalar çıkarmak.
Dünyanın siyasi ve ekonomik merkez ülkeleriyle çeper coğrafyaları arasında hayvan hakları aktivizmi bağlamında bir ortak duruş inşa edilebilir mi, bu ortaklığın temel halkaları sizce nelerdir?
Merhamet ve şefkat üzerine kurulu bir toplum daha uzun yaşar. Hayatta kalmak için insanları, hayvanları, doğayı ve çevremizi sevmeliyiz. Önemli olan para değil, yaşam.
Salt ‘hayvanlar için’ çerçevesi ve hayvan hakları talepleri siyasal bir duruş oluşturabilmek için yeterli midir? Türcülüğe karşı direniş sınıflarüstü bir nitelik mi taşır sizce?
Hayvanlara karşı davranışlarımız toplumun tüm kesimlerinde ahlakî bir kör nokta oluşturuyor. Adaylarımızdan biri olan Profesör Paul Cliteur, 50 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda başka canlılara yönelik davranışlarımızdan derin bir utanç duyacağımızı söylüyor. Tolstoy’un dediği gibi, “mezbahalar var oldukça savaşlar dinmeyecek”. Bence kesinlikle haklı!
Birgün, 24.12.2006