İşaret fişeği, Ankara Barosu’nun 26 Nisan tarihli açıklaması oldu. Baro, Diyanet İşleri Başkanı’nın LBGTİ’lere yönelik sözlerini “insanlığın bir kesimini nefretle aşağılayıp kitlelere hedef gösterdiği” açıklamasında bulundu.
Bu açıklamanın akabinde Erdoğan, Barolar ve Tabip Odaları’nın yapılarının yeniden belirlenmesi gerektiğine ve “Ankara Barosu'nun ve aynı zihniyetteki yapıların Diyanet İşleri Başkanımız ile onun şahsında İslam'a yönelik fütursuz saldırıları”na işaret ederek meslek kuruluşlarının seçim yöntemiyle ilgili düzenlemenin acil olduğunu açıkladı.
”Din elden gidiyor” her daim geçer akçe…
Bu açıklama, Adalet Bakanlığı’nın böyle bir yasa çalışmasının olmadığına dair açıklamasından hemen sonra geldi.
Ve tabii ki Meclis’in ilk gündemlerinden birisi barolar ve meslek örgütleri oldu. Henüz göremediğimiz, muhtemelen yasalaşana kadar da tam olarak göremeyeceğimiz teklif, takip edebildiğimiz kadarıyla, tüm meslek örgütlerine dönük çalışmanın bir parçası. Bu teklif, avukatlar, hekimler, mühendisler tüm meslek örgütlerinin geleceğine dair.
Üye sayısı 579.868’yı bulan Türk Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB) ve bağlı odalara dair bir çalışmanın da gündemde olduğu bilinmekte. Düzenlemenin tüm meslek örgütleri için aynı teklifte yapılması da muhtemel. Mesleği ifa için kaydolmanın zorunlu olduğu meslek odaları, binlerce üyeye sahip. Bilinen son verilere göre Türkiye’de avukat sayısı 146.950, hekim sayısı 164.594.
İçeriği tam olarak bilenemeyen, aslında bilinmesi istenmeyen teklifi anlamak için 28 Eylül 2009 tarihli Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK) tarafından yayımlanan Araştırma ve İnceleme Raporu’na bakmak lazım. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül idi.
“Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının teşkilat ve mali yapıları, faaliyetleri, denetimleri, organlarının seçimlerine dair esasların değerlendirilmesi ile bunların etkin ve verimli şekilde hizmet yürütmelerinin ve geliştirilmesinin sağlanması amacıyla alınması gereken tedbirler” başlıklı uzun bir başlığı olan araştırma ve inceleme raporunda; meslek örgütlerinin sivil toplum kuruluşu haline dönüşmesinin sakıncaları, meslekî örgütlenmenin mecburi, tekelci ve hiyerarşik yapısı ,meslek kuruluşlarının da kendilerine tanınan idari ve mali özerkliği sınırsız bir bağımsızlık olarak algılayarak ideolojik/politik organizasyonlar gibi hareket etmeleri eleştirilmekte, grup çıkarları ve toplumsal bazı yararların sağlanması doğrultusunda siyasi, iktisadi, sosyal, kültürel, hatta dış politika dahil her alanda söz sahibi olma arayışında oldukları ve siyasi iktidarı yalnızca ekonomik ve meslekî çıkarları doğrultusunda etkilemeyi yeterli bulmadıklarına dair değerlendirmelerle birlikte, raporda 487 ve 488. sayfalarda seçim sistemine dair öneriler yer alıyor.
Raporda yer alan, kullanılacak oylarla çoğunluğu alanın tüm listesinin seçilmesi yerine, milletvekili seçimlerine benzer şekilde aldıkları oy oranında gruplara temsil imkanı tanınması (nispi temsil sistemi), seçim sandıklarının meslek kuruluşu binası dışında okullara konulması, Birlik veya Konfederasyonların genel kurullarında üye sayısı fazla olan odalara daha fazla delege imkânı sağlanması ile ilgili uygulamalarla, birkaç büyük odanın mutlak hâkimiyetine imkân vermeyecek şekilde bir tavan sınır konulmasına dair öneriler gündemdeki teklife dair fikir vermektedir.
Anayasa 135. maddesinde ayrıntılı tanımlanan kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, demokratik hukuk devletlerinde, demokratik yönetim ilkelerine aykırı her türlü uygulamaya karşı kamusal görevlerini yerine getiren baskı gruplarıdır. Siyasi partiler gibi demokrasinin gelişmesinde ve korunmasında, kamuoyunun oluşmasında etkin ve etkili olması beklenen demokratik kitle örgütleridir.
Mevcut iktidarları rahatsız eden bu işlev kimi zaman ilgili meslek odasının yönetim kurulu üyelerinin, kimi zaman ilgili odanın, baronun bir bütün olarak hedef haline gelmesine de sebep oldu.
Peki neden şimdi?
Türkiye Barolar Birliği (TBB) ve Barolar, Türk Tabipler Birliği (TTB) ve Odaları, Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) ve bağlı odaları, demokratik mücadele alanında, bağımsız muhalif yapıları ile muhalefet partilerinden bile daha etkili olabilecek örgütler.
Mesele elbette Ankara Barosu’nun açıklaması değil. Mesele meslek örgütlerinin anti-demokratik uygulamalara karşı örgütlü tepkisi.
En büyük değişiklik seçim sisteminde değil, meslek örgütlerinin yapılanmasında, yasal haklarında yapılacaktır. Seçim sistemi bahane ediliyor.
Amaçlanan barolar ve diğer odaların kamu tüzel kişiliği niteliğini ortadan kaldırıp örgütlü güç odağı olmalarını önlemek.
Meslek örgütlerinden barolarda, seçim grupları, oldukça kaba bir tahlille demokrat-sosyal demokratlar, sosyalistler-yurtseverler, milliyetçiler, milliyetçi muhafazakârlar (cumhur ittifakı), bağımsızlar gibi yönelimler üzerinden oluşuyor.
Avukatlık Kanunu’nun 90. maddedeki seçim sistemi düzenlemesine göre, adaylar aldıkları oyların sayısına göre sıralanır ve en çok oy alandan başlanmak üzere önce asıl, sonra yedek üye seçilmiş olanlar bu sıraya göre tespit edilir. Hayatın olağan akışı içerisinde aynı görüşü paylaşanlar genelde ortak listeler çıkarırlar. Seçmen de kendi tercihine en uygun gruba oyunu verir. Listede olup oy vermek istemediği adayın üzerini çizerek oy vermeme iradesini de gösterebilir. Bağımsız adaylar da olur. Yasada herkesin kendisini temsil etmesine engel bir düzenleme yok.
Baroların seçim sistemine dair temel sorun neydi?
AKP-MHP koalisyonunun doğrudan desteklediği seçim grupları ile meslek odalarının yönetimlerine girme çabası (ki seçme seçilme herkesin hakkıdır) kullanılan tüm yöntemlere rağmen sonuç vermedi. Örneğin son iki dönem Ankara Barosu seçimleri genel kurullarında silahla tehdit, şiddet, korkutma sindirme amaçlı genel kurul salonu önüne parti örgütlerinden adam toplama gibi bir tablo ile karşılaşıldı. Seçim süreçleri şiddetin daha da görünür olduğu alanlar olmaya başladı. Kanunlarla uğraşmanın terbiye edici yanına inanan meslektaşlarımız uzunca bir süre silah, kesici ve delici alet taşıyanların avukat olmadığına ve salona kaçak girdiklerine inandı. Ne yazık ki yanıldılar. Hepsinin avukat kimliği vardı.
Seçimlerde başarı elde edemeyen iktidar koalisyonunun TBB Başkanı üzerinden yürüttüğü müdahale de istenen sonucu vermedi.
Serbest piyasa ile de ilişkili olan avukatlık mesleğinde, gerici siyasetin hukuk alanındaki temsilcisi olan avukatlar açısından bile ortalama bir liberal hukuk anlayışının varlığı aranır oldu. Bu arayışın demokrat barolardaki gibi muhalif bir tutuma yol açmadığını da belirtmek gerekir.
Hukuki güvenliğin kalmadığı, yargının bağımsızlığını yitirdiği süreçte kendilerine en fazla görev düşen baroların (tamamı demeyi çok isterdik!) muhalif tutumu da rahatsızlığı arttırdı. Kollanan fırsat “dinî değere saldırı” iddiası ile geldi. Artık yasa değişikliği ile müdahale vakti!
Totaliter düzenin kurumsallaştırılmasında hukuk alanında yapılan müdahaleler önem taşıdıkça, hukuk alanında muhalefeti ören, birleştiren barolar, iktidarın planladığı sürecin devamını daha fazla zorlaştıran yapılar oldular.
AKP'nin hukukçuları tarafından hazırlandığı söylenen tasarıyı gören yok.
Bu müdahalenin önemli ortaklarından olan TBB Başkanı M. Feyzioğlu da tasarıyı görmediğini beyan etti. Dün dündür bugün bugündür ilkesini hayatına en tutkulu şekilde uygulayan Feyzioğlu’nun bu beyanına inanan olmadı.
İliştirilmiş bir hayat, tam vâkıf olamamayı, sunulanın peşinden sürüklenmeyi de gerektirir.
Yıllarca sosyal demokratların en Kemalist devletçi geleneğinin yönetimi altında olan Ankara Barosu Başkanlığı’nın bir sonraki aşaması CHP’den milletvekilliği veya parti kadrosunda yer almak olurdu. 2010-2013 yılları arasında baro başkanlığı yapan Feyzioğlu liberal demokrat çizgisi ile (muhalif olanlar da az sayıda olmamakla birlikte) geniş bir avukat kesiminin desteğini aldı. 2015 yılı sonrası güvenlik bahanesi ile hak ve özgürlükler alanında yapılan kısıtlamalara karşı, İç Güvenlik Yasa Değişikliği’ne karşı cübbeli adalet yürüyüşleri aynı döneme denk gelir. Gezi süreci akabinde Türkiye Barolar Birliği Başkanı olan Metin Feyzioğlu, 2019 yılına gelindiğinde adli yıl açılışı için Saray’a giderek göreve hazır olduğunu açıktan ilan etmiş oldu. Kariyer siyasetin alanında yapılır oldu, hukukçuluk karın doyurmuyordu.
Türkiye’deki tüm avukatları doğrudan ilgilendiren bir düzenlemeyi “AKP’nin hukukçuları” denen bir kesim dışında kimse bilmiyor. Oysa ki hâlâ yürürlükte olan Mevzuatı Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında yönetmelik var. Bu yönetmelik yasal düzenlemeler çıkmadan önce ilgili kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınmasını öngörüyor. Artık her yeni düzenleme, yürürlükten kaldırma kararı olmadan, bir öncekini kendiliğinden kadük hale getirmekte. Dönemin ruhu; en yeni olan yürürlüğü en geçerli olan.
Barolar, kör dövüşüne mecbur bırakıldı. Başınıza ne geleceğini tam olarak bilemediğinizde mücadele yöntemleri de belirsizliğe mahkûm olabiliyor.
Baroların yoğunlaşan tepkisi, TBB yönetim kurulu üyelerinin rahatsızlıklarını belli etmesi, TBB Başkanı’nı 80 baro ile açıklama yapmaya mecbur bıraktı. “TBB Başkanı’nın delege yapısı ve nispi temsil sisteminin ayrıntılı tartışılması ve böylece ortak akıl oluşturulması gerektiğine dair” karşı oyuyla. Tabii ki, en etkili manipülasyon en dar mesafede yapılır kuralı da geçerliydi.
Yapılmak istenen nedir?
Zorunlu üyelik kaldırılmak istenmektedir. Üye sayısı azaltılmış parçalanmış odaların gücü de aynı oranda azalacaktır. Yönetme, düzenleme kapasiteleri azalan odaların Adalet Bakanlığı üzerinden denetimine meşru zemin oluşacak. Denetim makamı, barolar açısından Adalet Bakanlığı, Mimar Mühendis Odaları açısından Çevre Şehircilik Bakanlığı olacaktır. Meslekî belgelerden bedel alma yetkileri kaldırılacak, mali kaynakları asgari seviyeye indirilecektir. Meslekî denetim ve disiplin yetkileri azaltılarak, etik anlayıştan uzak avukat, hekim ve mühendislerle projeler yürütülecek.
Barolar söz konusu olduğunda, sadece yönetim kurulu ve bir kısım kurullar değil; hak alanlarında etkili birçok sistemi bünyesine barındıran yapılar da işin içine giriyor.
Müdahale ile baroların bünyesinde yürütülen Adli Yardım Sistemi (2019 yılına ait Adli Yardım Ödeneği 94.359.679,77 TL), ceza yargılamalarında barolarca avukat atanmasına dair zorunlu müdafilik sistemini düzenleyen CMK sistemi, stajyer eğitim sistemi, disiplin işlemleri, ruhsat işlemlerinde de düzenleme söz konusu olacaktır.
Üç büyük baroyu bölme amaçlı çoklu baro sisteminde bu işlemler için hangi koşullarda yetkili olacaktır? Mesleği yapıp yapmayacağımıza, nasıl yapacağımıza hangi baro yönetimi karar verecektir?
Görünen o ki yetkilerin çoğu Adalet Bakanlığı tarafından yürütülecektir. Bugün, haklarındaki soruşturmaları gerekçe göstererek bir kısım stajyerlere avukatlık ruhsatlarını verdirmeyen, o ruhsatları iptal ettiren Bakanlık bizlere neler yapmaz?
Kadın hakları, çocuk hakları, insan hakları başlıklarında önemli kazanımlar sağlayan, toplumsal davalara müdahil olan baroların bu işlevi de tartışılır hale gelecektir. Düşündüğümüzden daha fazla sonuçları olan bir teklif.
Hak arama özgürlüğünün temsilcisi kabul edilen avukatların, örgütsel güçleri ellerinde alınacak, binlerce mezunun, ekonomik kriz, iş, gelecek ve mesleği ifa kaygısı ile birlikte sermayenin ve iktidarın temsilcisi olmaları sağlanacaktır.
En makbul avukat mevcut düzeni tekrar edendir.
Baskı ve tehdit altında hak temsilciliği yapmaya çalışan avukatların örgütsel olarak güvencesiz kalması, gözaltındaki işkence mağdurunun, şiddet mağduru kadının, çocuğun, patron baskısı altındaki işçinin, cezaevindeki mağdurların, çevre hakkı, sağlık hakkı ihlal edilen yurttaşın savunmasız kalması demek olacaktır.
Hukuk devletini koruma, hukukun üstünlüğünü gözetme ve insan hakları ihlallerine karşı çıkma görevi bulunan baroların, manipülasyonların dışına çıkıp, tüm demokratik muhalefet cephesi ile birliktelik sağlayarak daha güçlü bir karşı duruş sergilemesi ise en anlamlısı olacaktır.