Avrupa Birliği uyum yasalarıyla birlikte yapılan değişiklikle halen yürürlükte olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre, yazarın mirasçıları, yazar öldükten yetmiş sene sonra eser üzerindeki haklarını kaybediyor. Yakın geçmişe bakarsak 2015’te Küçük Prens’in, 2019’da ise Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna ve Kuyucaklı Yusuf başta olmak üzere birçok eserinin yayınevleri tarafından basılarak enflasyona uğradığına şahit olduk. Yetmişinci ölüm yıldönümü ve telif haklarının geçerli olduğu son yıl olan, içinde bulunduğumuz 2020’nin ardından 1 Ocak 2021 itibarıyla, 1950’de Londra’da hayatını kaybeden George Orwell’in 1984 romanında geçen “Big Brother is watching you!” sloganı raflardan bizi gözetliyor olacak.[1] Peki, her yerde göreceğimiz 1984 çevirilerinde geçen Büyük Birader’in bizi gözetliyor olması “ağabeylik” müessesesi bakımından ve çeviri tercihi anlamında bize ne söylüyor?
Önce kameralarla, sonra hayatların dijital alana yansımasıyla birlikte yaygınlaşan “gözetim toplumu”nun eleştirilmesinde en çok başvurulan referans noktası bu romandaki slogan ve onun temsil ettiği distopya olmuştur. Bu yazıda "Big Brother"ın çevirisinde “Ağabey” yerine “Büyük Birader” tercihinin bir mahlasa dönüşerek distopyayı dışsallaştırdığını, baskı unsurunu belirsiz uzaklara konumlamak suretiyle terimdeki imletimi “taslama”[2] niteliğine büründürdüğünü öne sürüyoruz.
1958’de Vahit Turhan’ın yaptığı ilk 1984 çevirisinde Big Brother’a “Ağabey” denmiştir.[3] Ama daha sonra yapılan çevirilerle yerleşmiş mevcut geleneğe göre Orwellci Big Brother kavramını ifade etmek üzere “Büyük Birader” terimi icat ve tahsis edilmiş ve “Büyük Birader seni izliyor” sloganı Türkçede iyice yerleşmiştir.[4] Öyle ki 1958’de çevrilen kitabın kapağındaki “Ağabey seni gözetliyor” sloganı günümüz okurunun kulaklarını epey tırmalamakta ve garipsenmektedir. Peki “Büyük Birader” sözünün distopik bir terim olarak bu kadar doğallaşmış olması ne anlama gelmektedir?
Muhtemelen “Büyük Birader” icadının en büyük “faydası”, gündelik hayattan ayrık bir bilgi alanını işaretlemiş olmasıdır. Böylece Orwellci kavramı bilen kişiler Türkçe konuşan diğer kişilere “Sen Büyük Birader’in ne olduğunu biliyor musun?” sorusunu sorabilirler ve böylece açtıkları muhabbet yoluyla dünyamızın kaderini ilgilendiren bu kurgusal distopyayla ilgili değerli bilgilerini paylaşabilirler. Böylece “Büyük Birader” akademikleşir ve sadece konuyla ilgilenenlerin bildiği teknik bir terim olur.
Bu noktada “Bilen Ağabey” figürüne dikkat çekmeliyiz: Benim bilmediğimi bildiği varsayılan bu figür, ufkumun ötesindeki bir bilgiye atıf yapar. Lacancı deyimlerle ifade edersek, bu figür öznenin bakışının kör noktası olan “nazar”ı[5] bedenlendirerek “bildiği varsayılan özne”[6] olarak yetkilenir.[7] Denebilir ki 1984’teki “Ağabey” teriminin “Büyük Birader” çeviri tercihi yoluyla teknikleştirilmesi, “bilen ağabey”lik taslamak için yeni bir alan açmıştır. “Büyük Birader” kılığı altında yabancılaştırılan ve uzak diyarlara aitmiş gibi gösterilen distopik boyut aslında “Büyük Birader” terimini bilmeyenlere açıklayan “bilen ağabey” rolünde zaten mevcut ve faaldir. Demek ki “Büyük Birader” teriminin esas işlevi “Ağabey” konumunun içeriğini distopik uzak bir ihtimale öteleyerek bu konumun konuşmada oynadığı etkin rolü hem inkâr etmek hem de mecazen temsil etmektir.
“Gözetim toplumu” karşısında mahremiyetin (privacy, hususiyet) savunulmasında bu söylemsel manevranın işlevini görebiliriz. “Ağabey” gibi gündelik kelimeler, korumaya ve geliştirmeye önem verilen mahrem ve özel ilişkilere tahsis edilmiştir. Bu kelimelerin distopik çağrışımları ise “Büyük Birader” gibi teknik terimlerle distopik uzak bir ihtimale ötelenmiş ve özel hayatımızdan yalıtılmıştır. Böylece “diktatörlük” her zaman “giderek yaklaşan” ama nasılsa hep uzak kalan bir ihtimal olur ve “kaygılandıran gelişmeler”e hep ilk günkü saflığımızla şaşırmaya devam ederiz. Aslında "gözetim toplumu"nu mahremiyetin karşısına koymak aldatıcıdır, çünkü "özel olan politiktir". Yani "Büyük Birader"i kazırsanız altından "Ağabey" çıkar. Ağabey kelimesi mahrem ve ailevi bir ilişkinin varlığını ima eder.[8] Bu bakımdan “Ağabey seni gözetliyor” çevirisinde günümüz okurunun kulağını tırmalayan şey, yukarıda tarif ettiğimiz söylemsel manevrayı boşa çıkarmasıyla ilişkilidir. Distopya özel hayata dışarıdan saldırmaz; özel hayatın içinde mevcuttur. “Ağabey” uzak değildir, “uzakın”dır.[9] George Orwell kitabında “Ağabey” ile ilgili bir şey anlatmış, fakat biz Türkçe konuşan okurlar olarak onun anlattıklarını çok değer verdiğimiz ağabeylik müessesesine yakıştıramadığımız için “Büyük Birader” terimini icat ederek öteleyip uzaklaştırmışız, gibi görünmektedir. İngilizcesinden okuyan okur için ağabey/ağbi/abi olan şey bizim için “Büyük Birader” diye biri olmuştur; yani mahremimize dahil olmayan, “özel olan politiktir” gerçeğini bilincimizden silen yabancı bir varlık olmuştur.
Bu da bizi Freud’un bastırma (repression) terimine getiriyor. Freud’a göre toplum adına uygulanan ruhsal bir mekanizma olan bastırma hem içsel hem dışsaldır. Bastırma işleminin öznellik ile nesnelliğin kesiştiği yerde gerçekleşmesi bu kavramın muğlaklaşmasına ve kavrama dair yaklaşımların çeşitlenmesine yol açar. Örneğin Wilhelm Reich bastırmayı bir dış kuvvet olarak kavramıştır ve toplumun bizi bastırması karşısında kendi cinsel arzularımızı öne sürerek isyan edip özgürleşmemizi önermiştir.[10] “Gözetim toplumu” karşısında mahremiyeti savunmak bu çerçeveye uyar. “Büyük Birader” terimi de distopik boyutu dışsallaştırarak bu yaklaşıma destek olur. Oysa bastırma toplumsal bile olsa içsellikten arındırılamaz. Žižek bunu “yasak” ve “imkânsız” terimleriyle ifade eder: Dışsal yasaklama görüntüsü, aslında içsel imkânsızlığın üstünü örtmek içindir.[11] Yani “Büyük Birader” terimiyle dışsallaştırılan yasaklayıcı iktidar imgesi, aslında gündelik “ağabey” konumunda bedenlenen imkânsızlığın üstünü örtmek içindir. “Ağabey seni gözetliyor” dediğimizde, gözetleme konumunun içsel olarak kanıksanmış olmasını vurgulamış oluruz.
Peki “ağabey” sözünün belirttiği imkânsızlık nedir? Cinsel ilişkinin imkânsızlığıdır.[12] Bu yüzden “Ne olur bana ağabey deme!” diye şarkılar yazılmış ve söylenmiştir. Demek ki Türkçede icat edilmiş “Büyük Birader” teriminin önemli bir “faydası” da cinsel ilişkinin imkânsızlığını gizlemesidir. Zaten 1984 romanı da Winston ile Julia arasında cinsel ilişkinin imkânını göstermek için yazılmamış mıydı? En distopik romanımız böyle olsun!
“Büyük Birader” yerine “Ağbi” karşılığını kullandığımız üç alıntı[13]
Dışarısı kapalı pencereden bakıldığında bile soğuk görünüyordu. Sokağın aşağısında küçük rüzgar girdapları oluşuyor, toz ve yırtık kağıt parçalarını yerden kaldırarak yuvarlana yuvarlana döndürüyordu. Güneş parlak, gökyüzü masmavi olduğu halde, her yere raptiyelenmiş posterler dışında hiçbir şeyin rengi yok gibiydi. Siyah bıyıklı suratın gözleri her köşede üzerinizdeydi. Bir tanesi hemen karşıdaki binanın cephesinde asılıydı. AĞBİ SENİ İZLİYOR yazan posterdeki karanlık gözler, Winston’ın gözlerinin içine içine bakıyordu. Sokağın aşağısında da yine başka bir posterin bir köşesi duvardan kalkmış, rüzgarla sallanıp durdukça İNGSOS kelimesi bir görünüp bir kayboluyordu. Uzaklarda bir helikopter, çatıların arasında alçaldı, bir an için kocaman bir sinek gibi havada asılı kaldıktan sonra eğimli bir şekilde hızla öne atıldı. Bu, halkın pencerelerini gözetleyen polis devriyesiydi. Gerçi devriyeler mesele değildi. Tek mesele Düşünce Polisiydi.
—
Ağbinin yüzü belirdi gözlerinin önünde. Birkaç gün önce yaptığı gibi, cebinden demir para çıkarıp inceledi. Ağbi ağır, dingin ve koruyucu bakışlarla gözlerini Winston’a dikmişti. Siyah bıyıkların arkasında nasıl bir gülüş gizliydi acaba? O kurşun gibi ağır kelimeler kara haber verircesine yine aklına düştü.
SAVAŞ BARIŞTIR
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR
CEHALET KUDRETTİR
—
Başını kaldırarak devasa surata baktı. O siyah bıyığın arkasında nasıl bir gülüşün gizlendiğini anlaması kırk yılını almıştı. Ah, o zalim, boş aldanışlar! Ah, o sevgi dolu göğüsten bile isteye kaçarak kendini yolladığı inatçı sürgün! Burnunun iki yanında cin kokulu iki damla gözyaşı birikti. Ama sorun değildi, her şey yolundaydı, mücadele sona ermişti. Kendine karşı zafer kazanmıştı. Ağbiyi seviyordu.
[1] George Orwell, Nineteen Eighty-Four, Londra: Secker & Warburg, 1949.
[2] Lacancı psikanalizde “kimlik taslama” (imposture) ile “kılık değiştirme” (masquerade) sırasıyla eril ve dişil imletim stratejilerinin karakterini niteler. Bu konuda Jennifer Friedlander’ın Feminine Look kitabından Türkçeye çevrilmiş şu bölüme bakılabilir: https://yersizseyler.wordpress.com/2020/05/15/eril-kimlik-taslama-imposture-ile-disil-kilik-degistirme-masquerade-jennifer-friedlander/
[3] George Orwell, 1984, çev. Vahit Turhan, İstanbul: Işık, 1958.
[4] George Orwell, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, çev. Celal Üster, İstanbul: Can, 1984. Bu terimin Vikipedi sayfası bile vardır: https://tr.wikipedia.org/wiki/Büyük_Birader
[5] Nazar, Lacan’ın “regard” (gaze) terimidir. Bkz. Todd McGowan, “Nazar ile karşılaşma”, 2016, https://yersizseyler.wordpress.com/2020/08/03/nazar-ile-karsilasma-todd-mcgowan/
[6] Bildiği varsayılan özne, Lacan’ın “sujet supposé savoir” terimidir.
[7] Yetkilenme ile bedenlenme konusunda bkz. I. B. Fidaner, “Yetki, Beden, İrade, Sistem, Arzu, Arıza ve Koronavirüs”, Kimera, 2020, https://www.kimerayazilari.com/yetki-beden-irade-sistem-arzu-ariza-ve-koronavirus/
[8] bkz. “Mahremiyetin Fethi: İdeal Aile Kurgularından İdeal Aile Politikalarına”, s. 10-21, İnci Özkan Kerestecioğlu, http://research.sabanciuniv.edu/24929/1/BaskaBirAileMumkunMu.pdf, Erişme tarihi: 3 Eylül 2020.
[9] Uzak ve yakın kelimelerini birleştiren uzakınlık, Lacan’ın external ve intimate kelimelerini birleştiren “extimité” (extimacy) teriminin karşılığıdır. Bkz. Jacques-Alain Miller, “Uzakınlık”, 2008, https://yersizseyler.wordpress.com/2015/09/12/uzakinlik-1-jacques-alain-miller/
[10] Wilhelm Reich, Cinsel Devrim, İstanbul: Payel, 1995.
[11] Slavoj Žižek, Yamuk Bakmak, İstanbul: Metis, 2004.
[12] “Efendi söyleminin ortaya çıkardığı şey cinsel ilişkinin yokluğudur.” Jacques Lacan, The Seminar XVII, The Other Side of Psychoanalysis, çev. Russell Grigg, Londra: Norton, 2007, s. 116.
[13] Çeviren: Zeynep Nur Ayanoğlu