İsmet Özel: “Fark”ı İstemek

zorbaların arasında tehlikeli bir nifak

uyrukların arasında uygunsuz biriyim[1]

 

İsmet Özel, bir şiirinde[2] dediği gibi linç edilmesi için bütün deliller elde olan şair. Her ne kadar kendisi “Benim masalımda üç önemli kelime var: Şair Komünist Müslüman”[3] deyip dursun. Kavganın göbeğinde bir dargınlık, bir yalnızlıktır Özel’in yeri.[4] Kavga demişken; neyin kavgası, kime karşı kavga? Ömrü boyunca, bulunduğu ortamlardaki duruşlardan tedirgin olup kendine başka yerler arayan adamın kavgası ne ola ki?

Bu yazının kaleme alınmasındaki maksat tam da bu sorulara cevap iddiasında olan bir kitabın yakın zamanda ikinci baskıyı yapmış olması: Hüseyin Etil imzalı kitap, İsmet Özel ve Partizan: Aynı Adamın Öyküsü adıyla yayımlandı.[5] Adından da anlaşılacağı üzere bir hayli iddialı. Kitap, Özel’in “Aynı Adam” ve “Partizan” şiirlerine de gönderme yaparak şairin 60’lardan günümüze bir partizan olarak portresini çizmeyi hedefliyor.[6] Üç bölümden oluşan çalışma, Carl Schmitt’in siyaset felsefesi üzerine uzun sayılabilecek bir bölümle başlıyor. Etil bu bölümde, Özel’i bir partizan tip olarak sunmanın teorik zeminini kuruyor. Schmitt’e dair bir girizgâhla birlikte onun “siyasal”, “dost-düşman”, “partizan” gibi kurucu kavramlarını ayrıntılı bir biçimde tartışıyor. Kitabın bu bölümü için Etil’e bir eleştiri yöneltilebilir. Temel derdi şairin politik konumu olan bir çalışmada, her ne kadar bu konum Schmitt’in teorisine uygun olsa da bu kadar uzun bir Schmitt bölümüne gerek olup olmadığı tartışılır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası dünyanın politik değişiminden başlayıp Clausewitz’in savaş teorisi de dahil oldukça uzun ve başlı başına bir tez konusu olan bir konuyu kapsamış bu bölüm. Buna nazaran şunu da ifade etmek gerekir: Etil, her ne kadar uzun bir teorik bölümle başlamış olsa da kitabın tezini teoriye kurban etmeme konusunda ustaca bir iş çıkarmış. Teori içinden konuşmak yerine, tezini konuşturmuş.

İkinci bölüm, dünyada ve Türkiye’de kapitalizmin, İkinci Dünya Savaşı sonrası aldığı biçim üzerine. Yazar, “Özel’i de meşgul eden pratik ve teorik problematiklerin varoluş koşulları”nın burada yattığını ileri sürerek (s. 100) yazmaya girişir. İkinci bölümün ilk kısmından sonra kitap kendi derdiyle boğuşmaya başlıyor. “Gırtlağımda Bir Harf Büyüyor”[7] diyerek başlayan bölüm, Türkiye solunun atılımı, döneminin yazar, şair ve düşünürlerinin kuşaklar biçiminde oynadıkları rolü, Özel’i partizan bir tip konumunda merkezde tutarak serimliyor. Özellikle bu kısmın üçüncü bölümü, Özel’in şiirlerinin analiziyle birlikte üzerine oldukça iyi düşünülmüş bir tahlil içeriyor. Döneminin siyasallığı içerisinde Özel’in mısralarının bir partizanlığı nasıl kurduğu, partizan tipin evrenselci devrimci tipten nasıl ayrıştığı, Türkiye özelinde ve genelde politik olanla a-politik olan arasındaki tavrın şekillenişini tartışıyor. Bu noktadan sonra, Türkiye siyasetinde Özel’in duruşunun hatları da şekillenmeye başlamış. Türkiye’de sol içi ayrışmaların politik olanla olmayanı kavrayabilme kapasitesinde veyahut söylemden ziyade sınıfsal konum çıkarının gerektirdiği yöne meyletme habitusuna ilişkin saptamaları, imaları ve göndermeleri üzerine düşünmeye değer.

Kitabın üçüncü ve son kısma ise okuması en zevkli bölüm olmuş. Türkiye’de Tanzimat’la birlikte gelişen, değişen, dönüşen şiir akımları üzerinden politik, toplumsal ve bireysel tiplerin dönüşümüne, duygu ve algıdaki değişimlere dair güzel bir okuma sunuyor yazar. Özel’e geçmeden önce politik olanın poetik okumasını çok tadında ve ince bir ayarla sunuyor. Özel’in poetik tutumunun onun politik tutumundan bağımsız olmadığı, politik tutumundaki tavrın ise yaşama dair aldığı tavırdan kaynaklı olduğu iddiasını sürdürüyor. Bu tavrı pathosa karşı ethos olarak adlandıran yazar, Özel’in partizanlığını tam da buradan kurup işletiyor.[8] Pathos, ethos, logos kavramlarından eksik kalan tarafı, okuyucunun doldurmasını ister gibi bir hava ile sonlanıyor kitap.

Tüm bunlar üzerinden denilebilir ki, Etil’in kitabı yakın zaman Türkiye siyasal geçmişine dair zevkli bir okuma sunuyor. Pozitif tarih anlatılarının kuru, yavan okumalarının dışına çıkıp şiiri, düşünceyi ve tavrı merkeze koyan bir okuma. Bu yönüyle oldukça heyecan uyandıran bir çalışma. Yukarıdaki soruya gelince, Etil kısaca, kavganın göbeğindeki bir partizanın ethosa dayalı yurt edinme kavgasıdır diye cevap verecektir.

Sağ Ne Yana Düşer Sol Ne Yana?

Etil’in kurduğu teorik zeminden hareketle bu cevabın doğurduğu bir soru daha çıkıyor ortaya: Bu kavgada dost kim düşman kim? Bu soru, Özel’in kendisini de anlaşılmamaktan mustarip kılar. Hatta anlaşılmamaktan ziyade anlaşıldığı halde düşman safına geçip oradan çıkmaya cesareti olamayanların ya da çıkamayanların vicdan azabıdır bu soru. Özel’in bütün hırçınlığı, huysuzluğu, huzursuzluğu bundan dolayıdır. Yola çöllerdeki satrabı yalvartmak için beraberce çıktıklarının, kurnası murdar çeşmelerin başında eylenir[9] olmasındandır. Yola çıkanlar ve çeşmenin başını tutanlar; sağın ve solun tanımı burada yatar kanısındayım. Bu kavramları biraz açacağım ama öncelikle mezkur kitap bağlamında gözüme çarpan iki yazıya değinmek gerekiyor ki onlarla tartışarak yazıyı sürdürmek daha yararlı olur.

Bu yazılardan ilki Ahmet Çiğdem[10] imzalı. Yazar, düşünce ve şiir arasındaki ilişkiye “şiirleri iyi ama düşünceleri kötü” klişesini kıracak hoş bir girişle başlayıp Karakoç, Pakdil, Kısakürek ve Özel üzerinden İslâmcılığa ilişkin tespitlerde bulunuyor. Diğer üç düşünür karşısında Özel’in farkını ortaya koyma konusunda gösterdiği özen dikkatlerden kaçmıyor. Özellikle şu cümlesi oldukça dikkat çekicidir: “Özel’in 68’in karşı-kültür hareketinin verimlerinden kalkarak getirdiği eleştiriyle, bilim ve teknolojinin İslâmcılar nezdindeki dinsel kutsallıklarını yıkıma uğrattı”ğının hakkını verir.[11] Buna karşın Çiğdem, İslâmcı düşünürlere yönelik yapmış olduğu genel değerlendirmede Özel’i de diğer isimlerle aynı potada eritmekten çekinmez. Burada ele alınan kitapla ilişkili de şu ifadeleri kullanır:

Etil’e, “öykünün” aynı kaldığını ancak “adamın” farklılaştığını düşündüğümden pek katılamıyorum. Kaygıların aynılığı, kaygının sonuçlarının da özdeşliğini gerektirmiyor. Sonraki adamın partizanlığının artık bir jeste dönüştüğünü (partizanlık kaygısı aynı sonuçları doğurmuyordur şimdi) ise maalesef belirtmem gerekiyor.

İtiraz noktasında Çiğdem, kıvrak bir hareketle dikkatleri öyküden “adam”ın değişimine çekmeye çalışıyor ki bu kıvraklık, politik tavrın iddiasından ziyade onun nerede konumlandırılacağına kapı açar. Ne kadar bilinçli olarak yapıldığından bağımsız olarak ideolojik indirgemeciliğe kapı aralayan bir tavırdır bu. Oysa Etil’in derdi, tam da “adam”daki değişimin öyküyü kavramaktaki yanıltıcılığına dikkat çekmekti. Çiğdem, bu noktada gündelik gözlemin olgusal yanıltıcılığına kapılıyor. Yeryüzünden baktığımızda güneşin doğup battığını pek tabii gözlemleriz ama gerçek öyle midir? Gözlem ve deneyim olguyu kavramak için olmazsa olmazdır fakat gerçekliğin kavranışı için eksik ve bir o kadar da yanıltıcı ve aldatıcıdır. “Adam”daki değişim de oldukça aşikâr: Şair ve komünistliğinin yanına iki sıfat daha ekliyor. Etil, bununla yetinmeyerek dikkatimizi öyküye çektiğinde, kaygının aynılığının Çiğdem’in ileri sürdüğü gibi bir jest olmadığını anlıyoruz. “Adam”daki bütün değişimlere rağmen “öykü”nün aynılığını dert edinmek, olgunun yanıltıcılığından sıyırıyor bizi. Buna karşın “Adam”ın değişimi üzerine sahip olunan hazır cevapları bir kenara bırakıp Etil’in okumasının “öykü”nün kendisini açıklamadaki eksiklikler, yetersizlikler veya imkânları üzerine yapılacak bir tartışma ise oldukça verimli olur.

İkincisi ise, Polat S. Alpman’ın “İsmet Özel: Haşin Partizanlığın Sağ Portresi[12] yazısıdır. Alpman, Etil’in kitabı üzerinden ele aldığı yazının başlığında Özel’in “sağ portresi”ni çizmeyi iddia eder fakat yazının içeriği ağırlıklı olarak Türkiye sağının Özel’e karşı tutumudur.

Aslında İsmet Özel’in şairliği ile siyaseti arasında bir fark gözetme eğilimi soldan daha çok Türk sağı içerisinde yaygındır. Türkiye solu, Özel ile hesaplaşmasını uzun zaman önce görece tamamlamış, onu taraf olduğu dünyanın makbul üyelerinden biri olarak kabul etmiş, kendi hatırasındaki Özel’i ise ihtiram ile öfke arasında bir yerlere sıkıştırmış gibi görünüyor. Oysa Türk sağı İsmet Özel bahsinde tuhaf bir çaresizlik duygusu içerisindedir. Bir yandan onu alıp göklere çıkartmakta, orada durmasını ve kalmasını istemekte diğer yandan onun tarafından benimsenmeyeceğini, muhakkak onun nefret nesnesine dönüşeceğini bildiği için gözünden ırak olmayı tercih etmektedir.[13]

Alpman’ın bu satırlarının büyük çoğunluğuna katılmamak elde değil. Türkiye solu ve sağının Özel’e karşı tutumuna ilişkin güzel bir saptama doğrusu. Özellikle Türkiye sağının Özel’in gözünden uzak durmayı tercih ettiği iddiası oldukça önemli. Öyleyse şu soruları sormak gerekiyor: Uzak durma tavrında, Türkiye sağının, daha doğrusu siyasal İslâm’ın, özellikle AKP dönemiyle birlikte devlet iktidarıyla kurduğu ilişkinin etkisi nedir? İslâmcı çevrelerde iktidara yaklaştıkça Özel’e karşı mesafenin açılması, buna karşılık Kısakürek tapınıcılığının artmasındaki sorunlu taraf Özel midir? Türkiye sağı, bir şairin nefret nesnesi olmaktan neden bu kadar çekinir? Yazar, bu tür sorulara hiç gerek duymadan, yapmış olduğu güzel tespitinin tahliline hiç girmeye gerek görmeden, “adam”ın değişimini yargılama kolaycılığına başvuruyor. Zira Özel, İslâmcılarla olan ilişkisini de oldukça manidar bir zamanda koparmıştı. Bu ilişkideki çaresizlik ve ne yapacağını bilememe durumu İslâmcıların sorunudur, zira Özel’in tutumu çok nettir.

Bu satırların Özel’in sağcılığının kanıtı için yeterli olmadığının farkında olduğundan olsa gerek yazar, Özel’i “Türk sağındaki özcülüğü politik retorikten nefret ve öfke diline dönüştüren etno-dinsel duygunun ve tutumun mimarlarından biri”[14] ilan eder. Bu haliyle, sağ elitler için sıkışınca aşırabilecekleri malzemeyi kendilerine vermiş olmakla suçlar Özel’i.[15] Bütün marifetini bu işe adamış Kısakürek hep oradayken, dikkati hırsızdan kaçırmaya yönelik bir itham olmuş doğrusu. Bu cümleler, İslâmcılıktan ulusalcılığa, Türkçülükten cuntacılığa Türkiye sağının bütün yelpazesine konjonktüre göre yelken açmakla yetinmemiş, zaman zaman yazdığı iyi şiirlerini dahi politik tutarsızlığının ve pragmatizminin hamasetine kurban etmiş olan Kısakürek için pek tabii doğrudur. Özel’e gelindiğinde ise kullanmaya başladığı kavramlar, onları mülk edinenlerin dişlerinin arasından çekilip alınır. Ne “komünist”, solculuğun “komünisti” ne “Müslüman”, İslâmcılığın “Müslümanlığı”, ne de “Türk”, Türkçülüğün Türk’üdür artık. İlk baştaki görünüşün aksine kavramları dönüştürüp tersyüz etmedeki maharetiyle şaşırtır. Özcü retoriğin etno-dinsel veya başka türlü yeniden üretimi bir tarafa bunu yapanların ellerindeki silahını alır.

Kısakürek demişken, Özel’e ilişkin değerlendirmelerde, Kısakürek referansı vermeden edememek gibi bir indirgemeciliğe dikkat çekmek istiyorum. Alpman, Tanıl Bora’nın Kısakürek ile Atsız arasındaki benzerliğe dikkat çekmesinden hareketle şöyle bir analoji kurar: “N. Fazıl’da Müslüman – Türk, N. Atsız’da Türk oğlu Türk ve İsmet Özel’de Kalın Türk.”[16] Çiğdem de hakkını vermekle beraber Özel’i, Kısakürek’le aynı kaba koyma konusunda hevesliydi. Fark göz ardı edildiğinde İsmet Özel’in sağcılığı tek başına oldukça netameli olduğundan, sağcılığından şüphe edilemeyecek bir figüre bu eğreti ilişkinin payandası olarak başvurmanın işlevselliği, indirgemeciliğin kapanına sokuyor yazarı. Hele bu figür Kısakürek ise başka söze gerek kalmıyor.

Tam da bu noktada Özel’in solculuğu ve sağcılığı üzerine konuşmaya başlayabiliriz. Önce soldan başlayalım. Özel ve arkadaşlarının öğrencilik yıllarında çıkardıkları derginin adının “Halkın Dostları” olması ve Özel’in derginin adında ısrarcı olması, sanıyorum “dost”a dair bir şey söylüyordur. Etil’in kitabı öykünün bu kısmını oldukça detaylı incelediğinden, burada lafı çok fazla uzatmaya gerek duymuyorum. “Nankör militan” karşısında “halkın ta kendisi” olduğunu bizatihi haykıran Özel’in kendisidir.[17] FKF, Halkın Dostları, TİP; sonrasında Ortanın Solu ve darbe. Türkiye siyasal hayatında dost ve düşmanın saflarının en belirgin olduğu dönemlerden muğlaklığın hâlâ çözülemediği bir zamana geçiş. Söylemin kendisinin eski jargonla sürüyor olması, safların hangi tarafta sıkılaştığının üzerini örten büyülü bir zırh; dokunanın hainlikle, döneklikle, en basit haliyle revizyonizmle itham edildiği yakıcı bir zırh. Küçükömer’in[18] örtüyü kaldırmadaki mahareti nedense hâlâ solun azımsanmayacak çoğunluğu tarafından kızgınlıkla karşılanırken liberal, sol liberal ve İslâmcı sağ için de politik günahın yeni örtüsüne dönüştürülüyor (bunun için de Küçükömer’i mi suçlasak yoksa örtünün altına mı girsek?). Özel açısından hâlâ komünist sıfatının benimseniyor olması, hâlâ kapitalizmin sorun ediliyor olması, onun solculuğuna delalet etmez fakat dost safından ayrıldığı hiç iddia edilemez. Keza, görünüşün yüzeysel nosyonlarıyla şablonu çizilen ayrım kategorilerinin gerçekliği açıklayan kavramlar (sağ-sol) olduğu iddia edilemez. Hele bu kavramlar, karakterin kendini açık ettiği “belirsizlik mıntıkaları”na, “istisnai hal”lere yer vermiyorsa hiçbir ehemmiyete sahip değildir. Küçükömer, Meriç, Mardin, Özel ve benzerlerinin, söz konusu kategorilerden kovulmalarının ve fakat başka kategorilere de sığdırılamamalarının onurunu taşıyor olmaları bu nedenledir.

1974’e gelindiğinde Özel, sıfatlarına bir yenisini daha ekleyecektir: şair, komünist, Müslüman.[19] “Amentü” şiirinden (1974) Üç Mesele’ye (1978), Bir Yusuf Masalı’ndan (1999) 2003’teki “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı”[20] adlı veda yazısına kadar hep Müslümanca konuştu. Üç Mesele’de teknik, medeniyet ve yabancılaşma kavramlarına İslâmcı siyasetin kalıplarının bir hayli ötesinde eğildi. Teknik kavramını Heideggerci bir kavrayışla işleyişi ile “Batı’nın kültürünü değil tekniğini alalım” yozluğunun bir hayli ötesine işaret etti. Medeniyet kavramı, İslâmcılığın “Adalet timsali Osmanlı” ve “Asrı saadet” hamasetlerine saldırı içeriyordu. Etil, Özel’in tipik bir İslâmcı olmadığı iddiasını medeniyet kavramı üzerinden oldukça güzel açıklar.[21] Son kavramla ise İslâmcı siyasetin istikameti hilafına medeniyete, kapitalizme ve devlete “yabancılaşma”yı öneriyordu. 1999’da mesnevi tarzıyla kaleme aldığı Bir Yusuf Masalı, “eşref’i mahlukat”ın kendini bulma/bilme yolculuğunun girişimidir.[22] Bunlara rağmen Özel için -2003’teki yazısından anlıyoruz ki- İslâmcı camia tam bir hayal kırıklığıydı. Çok ağır sözlerle veda ediyordu İslâmcılara:

neye emek verdiğimi anlamayan insanların benim adımı ağızlarına almalarından oldum olası büyük bir rahatsızlık duyarım. […] Yazdıklarım hakkında her gün biraz daha battıkları cehaletten aldıkları cesaretle mülahazalarını beyan etme hevesine kapılan kimselere söyleyecek sözüm yok. Onlara artık tahammül edemiyorum. Şimdiye kadar kendilerine gelmelerini, kendilerini bilmelerini ümit ettim. Ümidim boşa çıktı.[23]

Bu hayal kırıklığının hıncı, İsmet Özel’de hâlâ devam ediyor olsa gerek ki, “kafirle cenk etmemeyi göze al(a)mayıp onunla müzakere etmekle” suçladıkları ağırlıklı olarak İslâmcılardır kanısındayım. Bu açıdan son yazılarından birinde “örtülü ödenek” göndermesi oldukça manidardır.[24] “Örtülü ödeneğin imkânlarını hiçe sayıp birlikte yaşanılan insanların ve üzerinde yaşanılan toprakların ethos değerleri”nden bahsettiğine göre Şair’in Müslümanlığı, siyasal ideolojinin konumu olarak değil, etik-politik bir tavır olarak kavradığını anlıyoruz. İslâmcılarda arayıp da bulamadığı bu tavır, onları (“kâfir” olmakla olmasa bile) “kâfir tarafında” konumlanmış olmakla itham etmesine sebeptir. Alpman’ın dikkat çektiği “İslâmcıların Özel’e karşı çekingen tavırlarının” sebebi bundan ileri gelir.

İslâmcı camiaya veda ettikten sonra sıfatlarına bir yenisini daha ekledi: Türk. Lakin Müslüman sıfatını İslâmcı camiaya yaklaşarak alan Özel, yeni sıfatını Türkçülere ve Türkçülüğe hiç tenezzül etmeden sahiplendi. Bu tavrın “sütten ağzı yanma” tavrı olduğunu düşünmüyorum. Keza “üzerinde yaşanılan toprakların ethos değer”i Özel için siyasi kavrayışın temeli olmuştur hep. Zamandan ve mekândan kopuk bir Türkçülüğün (bilmem hangi tarihlerde Orta Asya bozkır kabileleri üzerinden bugünkü zaman ve coğrafyaya köprü kurmaya çalışmanın çaresizliği ve tutarsızlığından olsa gerek) “üzerinde yaşanılan toprakların ethos değer”inden bahseden Özel’e hitabeden bir tarafı olamazdı. O, Metehan’da kök aramanın köksüzlüğüne karşı İsokratis’i işaret eder, bayraktaki ay-yıldızı “Orta Asya’dan getirmedik” der.[25] “Türk diye bir ırk yoktur”, “Al türkü vur turpa yazık oldu al turpa” diye bağırdığında, ya da Türkçenin Orta Asya’den gelme bir dil olmadığını söyleyip Göktürk yazıtlarında etimoloji aramanın zavallılığına işaret ettiğinde devletlu Türkçülerin nefret nesnesi olur. Türkçü tarih tezlerine itibar etmek bir yana her “Türk” dediğinde onlara saldırır. Türklük onun için “dünya sistemi” karşısında “tarihî bir rol”dür.

Tam da bu bahiste “kafirle cenk etmeyi göze alan Müslümana Türk denir” ifadesine değinmek gerekiyor. İlk bakışta rahatsız edici etno-dinsel bir saldırı havası içeriyor bu tanımlama. Ortada bir savaş olduğu kesin ama kime karşı, ne için? Bu kavganın dost safında komünistlik yeterli gelmemiş, Müslümanlık seçilmişti, şimdi bir de Türklük. Sosyalist sola desteğini esirgemediğini, Müslümanlığı etik-politik tavır olarak gördüğünü, Türklüğü Orta Asya’da aramadığını iddia eden şair, kavgasının “birlikte yaşanılan insanların ve üzerinde yaşanılan toprakların” kavgası olduğunu söylüyor.  Öyleyse “kâfir” kim ola?

Diyar-ı Rum’un, Dar’ül İslam haline gelmesiyle ortaya çıkan ve XXI. yüzyılda can yakacak derecede hayatımıza istikamet veren paradox, zıt karakterli iki insan tipine faaliyet sahası açtı: 1. Bir vatanım olsun diyen isimsizler; 2. Vatan benim olsun diyen meşhurlar. Bir vatanım olsun diyenler kategorisi dâhilindeki insanlar zaman içinde Türkleşen ve Türkiye’yi inşa eden insanlardır. Devleti parlatanlar ise elinden iş gelen bu insanlarla imkânların kullanılması bakımından zıtlaşanlardır. Vatan benim olsun diyenler bir vatanım olsun diyenlere galebe çaldı. Bu ikinci kategoridekiler ‘ekende yoğ, biçende yoğ / yiyende ortak Osmanlı’lardı.[26]

Bu satırlar, Özel’in kötü şöhretli kitabı Kalın Türk’ten. Lafı hiç uzatmaya gerek yok. Özel’in “kâfir”i “İktidar”dır, savaşı “meşhurlara” karşı “isimsizler”in savaşı, dostu “vatanım olsun diyenler”, düşmanı “vatan benim olsun diyenler”dir. Özel’de iktidarın devlet iktidarı ile sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağı verimli bir tartışma konusu olarak bir köşede dursun. Düşman tarafında konumlandırılan Osmanlı’ya bir halk değişiyle işaret edilmesi dost konumunu vurgulaması açısından önemli. Özel’in, dost-düşman ayrımında, devlete karşı halk kategorisini bir politik özne olarak inşa etmeye çalıştığı söylenebilir. Bunu ne kadar başardığı tartışabilir tabii ama artık Özel’in, sağda ve solda nereye düştüğünün bir önemi olmasa gerek. Önemli olan “kavganın göbeğinde” olanlar ile “devletin göbeğinde” olanların ayyuka çıkmasıdır. Alpman’ın “Kalın Türk” tabirinden dolayı Özel’i, Atsız ve Kısakürek’le bir tutmuş olmasındaki yersizlik ise sanıyorum açığa çıkmıştır.

Buradan hareketle Özel’e dair birkaç şerh düşmek istiyorum. Politik bir özne olarak işaret ettiği halkın -her ne kadar Atsız-Kısakürek hattı karşısında konumlandırılmış olsa bile- “Türk” olarak adlandırılması içeriğin önüne geçiyor gibi görünüyor. Mücadele bağlamı içerisinde “Türk”e bir de “kalın”lık atfedilmesi, millet yaratma sürecinin ırkçılık düzleminde çakılıp kaldığı bir coğrafyada ilk bakışta göz korkutucu oluyor. Kavramın yeniden formüle edilmiş olmasıyla düşmanın silahını kendine yöneltmek, onu şaşırtmak amaçlanıyor olabilir ama bu durum kavramın farkını, “düşman”ın dilinde yıllardır kurulagelen hegemonyanın altında ezilmekten kurtaramıyor. “Kalın Türk”ün karşısında “kâfir”in konumlandırılmış olması da karşı-hegemonyanın işine geliyor. Kimbilir, Özel belki de -şair olmasından kaynaklı- sözünün tesirini artırmak adına ezoterizme başvuruyordur.

Bu bağlamda en kritik mesele aslında Roma ile hesaplaşmaktır. İstanbul’un alınması ile Roma “politeuma”u üzerine oturtulmaya çalışılan yeni bir “politeia” aşısı, bugüne kadar, ne zaman “vatanım olsun” diyenlerin umuduna yaprak açacak olduysa “vatan benim olsun” diyenlerin elinde Roma kılıcı kınından çıktı. Özel, Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’nın, Osmanlı’nın da Roma’nın devamı olduğunu çeşitli vesilelerle iddia eder. Müslümanlık ve Türklüğün mücadele araçları olarak “düşman”ın karşısına konulması aynı zamanda devletin Romalı karakterine de işaret eder.[27] Böylece “Kafir-Roma”ya karşı “Kalın-Türk” imgesi Özel’in elinde, devlete karşı tutumun meşruiyet zemindir. Bu zeminle yetinmeyen Özel iddiasını güçlendirmek için iki araca daha başvurur. Birisi Alpman’ın da iddia ettiği gibi komploculuktur. Kâfirlik gönüllü bir tavır olmak yerine, yeri geldiğinde İngilizlerin, yeri geldiğinde Amerikalıların tertibine ayak uydurmaktır fakat bu tavrın “kerhen alınmadığını” belli edecek kadar da marifetlidir. Özel’de “kâfir”lik “hakikatin üstünü örtmek”, “mücadeleyi göze almak”ın tersi de “müzakere” olduğundan, tertibe ayak uydurmanın koşulu ve nasılı önemli değildir. “Müzakere”ye girmenin ve “hakikatin üstü örtmenin” anlamı her daim “yiyende ortak”lığın, yani halka karşı devletin hamlesidir. İkincisi ise şiirdir. Yeri “kavganın göbeği” olan şairimiz, kavgasının coşkusunu artırmak için, en iyi yaptığı iş olan poetikasının gücüne başvurur. Yalnız, poetik duruşunun azametinin politik tutumunun gücüne gölge düşürdüğünü belirtmeden edemeyeceğim.

Bu noktada bir şeye daha işaret etmek isterim. Özel kılıcını doğrudan, “kâfir”in kendisine yöneltmez. Onun yerine bir zamanlar dost bildikleri ama şimdi “kâfir” safında olanlara yöneltir. Sol cenahtan “eski yoldaşlık” hatırına, sağ cenahtan ise “mahallenin delisi” havasına, kendisine karşı olan suskunluğa ve/veya çıkan seslerin cılızlığına hem kızar hem de işine geldiğinden kullanır bu durumu.

Özel’e bir eleştiri de şiirinin tüm içeriğinin politik olmasına karşın, politik düsturunun sistematik düşüncel bir zeminde kurulamadığı yönünde olabilir. Onun şiirinin bir devamlılığı vardır ama politik tavrının sistemli bir düşünce formuna dönüştüğünü söyleyemeyiz. Düzyazıda Üç Mesele, şiirde Bir Yusuf Masalı sistematik bir düşünsel girişimin güzel örneklerine işaret etseler de tamamlanmamış bir girişim olarak kalıyorlar. Özellikle Bir Yusuf Masalı müsvedde haliyle bile düşünsel bir arayışın ürünü olarak insanı sarsar. Tam da Rumi şairlerin tarzında olan mesnevi biçiminin günümüze özgü bu nadide örneği tamamlanmış olsa kimbilir nasıl bir ürün çıkar ortaya. Buna rağmen son üç yüz yılı “devleti nasıl kurtaracağız” sorusuyla geçmiş olan bir ülkede “devletten nasıl kurtulacağız” sorusuna geçmek bile düşünsel anlamda bir devrimdir.[28] Varlıklarındaki “soru”nun ve “sorun”un ortaklığı, birbirlerine en düşman görünen politik hareketlerin dahi kriz süreçlerinde “vatan benim olsun” cephesinde karar kılmalarına yol açarken, Özel’in cephesini hiç değiştirmemesi soruyu tersyüz etmesindendir. Alpman’ın, Özel’i, sağın en ürkütücü figürlerinin yanında görmesindeki ve Çiğdem’in, “adam”ın değişimindeki farkı görememesindeki yanılsamalar bundan dolayıdır. Görünüşün yanıltıcılığı sorudaki farkın ıskalanmasından kaynaklanıyor.

Çiğdem’in “Şairler ve düşünürler peygamber olmak zorunda değiller; olsalar bile, onları artık şair ve düşünür sayamayız. Peygamberliğin hakikatine değil, insanların varsa doğrularına ve bir o kadar da yanlışlarına değer verdiğimizde, bu ikilemi aşma yönünde bir adım atmış olacağız”[29] yönündeki uyarısı en çok Özel için geçerlidir ve nedense en çok da Özel için dikkate alınmaz. O, hep “karşı tarafın peygamberi”dir ama “ah keşke bizim olsa”dır. Aksi takdirde doğruları dahi hakikatin karşında konumlandırılıyor olmasına karşın, hatalarının dahi (kendi cemaatlerince) hakikatin ifadesi olarak görülenlerle aynı kefeye konulmazdı. Bu açıdan Özel hakkında yapılacak kestirme bir belirleme hazır politik kalıpların çatlaklarına sığmayacaktır. Türkiye’deki tarzı siyasetlerin karşısında farklı bir tavra işaret eder Özel. Seçtiği kavramların kendisine itirazımız olabilir ama Özel, kavram üretmese de kavramların anlamlarını dönüştürmede oldukça mahirdir. Buna rağmen Özel’in önerdiği kavramlarla iş tutmak zorunda değiliz. Bulunduğumuz bilimsel ya da politik konumlarımızı hakikatin zemini saymadan kendi kavramlarımızı üretebiliriz. Etil’in “bir partizan tip” portresi çıkarmaya çalışmasını, tam da bunu deniyor olmasından dolayı önemsiyorum. Özel’in komünistliği, Müslümanlığı, Türklüğü bir yana Ece Ayhan’ın dizelerindeki gibi “devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu”[30] içerisinde debelenmeden düşmanı belirlemek ve onun karşısına çıkacak politik özneyi kurmaya çalışmak yabana atılır bir şey değildir. Adının “kâfir”, “Türk”, “Müslüman”, “komünist” olup olmamasından ziyade düşmanın ve dostun kendisi üzerine yeniden düşünmek daha verimli olur kanısındayım zira herkes, kendi meşrebince kavramları bir başkasıyla değiştirebilir. Hatta dost ve düşman saflarındaki yerimiz de aynı olmak zorunda değil fakat yerimizi ve bulunduğumuz yerdeki dostu düşmanı bilmek önemlidir. Sözgelimi, dostluğumuzu, “Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!”[31] taşıyabiliriz. Sonuç olarak, Etil’in İsmet Özel okuması, sorudaki farkı kavrayıp onun üzerinden yeni bir okumaya girişiyor olmasından dolayı yaratıcıdır. Çiğdem ve Alpman’ın kestirme reddiyelerine düşmeden ve hatta Özel’in de ötesine geçerek Türkiye’de politik ayrışmanın karakterine ilişkin yaratıcı bir okumayı içeriyor olması açısından da oldukça zihin açıcı. Hatta bu okumanın kendisinin Özel tarafından benimsenip benimsenmemesinin de bir önemi olamaz. Özel, peygamber olmadığına, dolayısıyla hakikat iddiasında olamayacağına göre onun varsa yanlışı yorumcuyu bağlamayacağı gibi yorumcunun da onun doğrularına harfiyen adım uydurması gerekmez. Özel’in hangi mahallenin “adam”ı olduğu tartışmasının ise -eğer muhtarlık değilse iddianız- hiç mi hiç önemi yoktur.


[1] İsmet Özel, “Mataramda Tuzlu Su”, Erbain (içinde), TİYO, 2013, s. 222.

[2] gök yarıldı, çamura can verildi / linç edilmem için artık bütün deliller elde / kazandım nefretini fahişelerin / lanet ediyor bana bakireler de. İsmet Özel, “Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Son Resmin Arkasındaki Satırlar”, Erbain (içinde), TİYO, 2013, s. 231.

[3] İsmet Özel, Valdo Sen Neden Burada Değilsin, Şule Yayınları, 2010.

[4] boşanır damarlarıma yılların kahraman gürültüsü / çünkü kavganın göbeğidir benim yerim. … Ay vurunca çatlatır göğsümdeki mahşeri / çünkü kavganın göbeğidir benim yerim … ıtır kokan benim yumruklarımdır / benim kavgamdır o, aşk diye tanınan. Evet İsyan şiirinden, İsmet Özel, “Evet İsyan”, Erbain (içinde), TİYO, 2013, s. 97.

[5] Hüseyin Etil, İsmet Özel ve Partizan: Aynı Adamın Öyküsü, Küre, İstanbul, 2020.

[6] Bu Etil’in ilk girişimi değil. Daha önce benzer iddiaların nüvelerini taşıyan bir makalesi de yayımlanmıştı. Kitapla birlikte makaledeki iddiaları, sistematik ve yoğun bir düşünsel emekle derinleştirmede bir hayli maharetli sergilemiş. Hüseyin Etil, “Şairin Kıyamı: İsmet Özel ve ‘Partizan Kişilik’ Aynı Adamın Öyküsü”, Tezkire, sayı 52.

[7] Özel’in “Partizan” şiirinin ilk mısrasıdır. İsmet Özel, “Partizan”, Erbain (içinde), TİYO, 2013, s. 65.

[8] Hüseyin Etil, a.g.e.

[9] İsmet Özel, Bir Yusuf Masalı, Şule Yayınları, 2000.

[10] Ahmet Çiğdem, “Peygamber ve Düşünür”, Perspektif, 22 Ağustos 2020, https://www.perspektif.online/peygamber-ve-dusunur/

[11] Çiğdem, a.g.m.

[12] Polat S. Alpman, “İsmet Özel: Haşin Partizanlığın Sağ Portresi”, Birikim Haftalık, 2 Ocak 2020.

[13] Alpman, a.g.m.

[14] Alpman, a.g.m.

[15] Alpman, a.g.m.

[16] Alpman, a.g.m.

[17] İsmet Özel, Tahrir Vazifeleri 5, Çıdam Yayınları, 1995, s. 107.

[18] İdris Küçükömer, Batılaşma: Düzenin Yabancılaşması, Bağlam Yayınları, 1994.

[19] Özel’e ilişkin başka bir yazımda bu yeni sıfata geçişin bir değerlendirmesini yapmıştım (Hasan Pekdemir, “Kaygan Ontolojik Zeminlerin Sağlam Şairi: İsmet Özel”, Birikim, sayı 328-329, s. 128-141). O yazımda, Marksizm’den kopuşun neden ortodoks Marksizm’le kopuşla sınırlı kalmayıp Müslümanlığa kaydığını, Şair’in, Heidegger’in “dasein” kavramından hareketle, “eşref-i mahlukat”ı kendisine bir ontolojik zemin olarak kurduğunu ileri sürerek açıklamaya çalışmıştım. Yalnız o yazımda Türkiye’deki tarz-ı siyasetlere “kaygan” da olsa bir ontolojik zemin atfetme hatasına düştüğümü itiraf etmeliyim. Şimdi diyebilirim ki, bırakın bir kaygan ontolojik zemini, bir epistemolojik belirlenime dahi sahip olduklarını düşünmüyorum. Hatta, politik bir metodolojileri olduğu bile söylenebilir mi emin değilim.

[20] İsmet Özel, “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı”, Milli Gazete, 4 Ağustos 2013.

[21] Etil, a.g.e., s. 232.

[22] Özel’in Müslümanlığı seçtikten sonra yazdıklarında, Alpman’ın etno-dinsel duyguyu yeniden üretme suçlamasına dair hiçbir şeye rastlanmaz. Tersine İslâmcılığın bu yöndeki söylemlerine karşı sarsıcı ve şaşırtıcı bir tavrından söz etmek gerekir. Üç Mesele kitabının adını başlangıçta “Müslümanca Düşünmeye Başlangıç” koymayı düşünmesi de, sonrasında bundan vazgeçmesi de manidardır. Müslümanca düşünmek komünistlerden beklenmeyeceğine göre Özel, siyasal İslâm’ı neyle itham etmektedir?

[23] Özel, 2003, a.g.e.

[24] “Solcu politikaların ihtiyacı olan desteği sosyalist olmayan sol gücünü toparlayıncaya kadar esirgemedim. Müslümanlık benim sayemde siyasi bir dolap olmaktan sıyrılıp hesap vermeğe hazır, hesap sorma olgunluğunda bir siyaset anlayışı haline geldi. Türk tarihi itibariyle bu bir başlangıçtı. Başlayan şey örtülü ödeneğin imkânlarını hiçe sayıp birlikte yaşanılan insanların ve üzerinde yaşanılan toprakların ethos değerlerini şairin bulunduğu yere çekme başarısıydı”. İsmet Özel, “Pergelden Neyi Bekledik de Ne Verdi?”, 22 Mayıs 2020, http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/Yazi.aspx?YID=1807&KID=79&PGID=0   

[25] İsmet Özel, “Bayrağımızdaki Kızıllık Şehit Kanı Değildir veya
Şerefi Türklükte Arayıp Bulamayan Sanır ki Türk’e İsokrates’ten Ziyade Mete Han Yakındır (II)”, 2 Aralık 2016, http://www.istiklalmarsidernegi.org.tr/Yazi.aspx?YID=1282&KID=62

[26] İsmet Özel, Kalın Türk, Tiyo Yayınları, 2016, s. 17.

[27] Asıl ilginç olan ise kınından çıkan kılıcın da Müslümanlık ve Türklük adına havaya kalkıyor olmasıdır.

[28] Devleti, ele geçirilecek bir araç olarak görme tavrındaki sorunu Marx’ın bile ancak Paris Komünü vesilesiyle fark ettiği göz önüne alındığında Türkiye gibi bir ülkede bu tavır azımsanacak bir şey değildir. Bkz. Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Yazın Yayınları, 2012. 

[29] Çiğdem, a.g.m.

[30] Ece Ayhan, “Meçhul Öğrenci Anıtı” şiirinden.

[31] Ece Ayhan, aynı şiirden.