Her yıl ekim ayında açıklanan Nobel Edebiyat Ödülleri ile ilgili edebiyat tarihimizde şairlerin kaleme aldığı birçok yazı var. Şiir kitaplığımızda Oğlak Yayınları’nın Nobelli Şairler Antolojisi (Eray Canberk, 2000) seçkisi de Türkçede bu konuda güzel bir kaynak kitap oluşturmuştu.
İnternetin hayatımıza kattığı yeniliklerden biri de son on yıldır sayıları gitgide artan bahis siteleri oldu. At yarışları, futbol, basketbol, sporun birçok alanına dair tahminler, online seçenekleri de içerisine alan birçok bahis türü, faklı kombinasyonlarla internet sitelerinde oynanabiliyor. Yurtdışı kaynaklı bazı siteler ise takip edebildiğim kadarı ile 2015 yılından sonra, hangi yazarın Nobel ödülünü kazanacağını bahse açıyor. Yani bir yazarın Nobel ödülünü alıp almamasına para yatırabiliyorsunuz. Çeşitli oranlar belirleniyor. John Fosse mesela 1/5 yazıyor. Murakami 1/14 yazıyor. Eğer adayı doğru bilirseniz, siteler size, Fosse için yatırdığınız paranın beş katını, Murakami için yatırdığınız paranın ise on dört katını ödüyor.
2024 itibarıyla, son otuz yılda (1998-2024) Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan şair sayısı üç: Louise Glück (2020), Bob Dylan (2016) ve Tomas Transtömer (2011). Nobelin tercihleri daha çok kurgu yazarları oluyor.
Bütün bu bahis sisteminin şairlerle ve şiirle ne ilişkisi var? Aslında bu yazıda incelemek istediğim durum şu: Edebiyatçılar özelinde şairlerin de bahis oynanan yarış atlarına dönüşümü, Hakikat Sonrası bir düzlemde, onların ne şekilde şiir yazacağına etki ediyor mu? Ediyorsa, bu etki onların edebî tercihlerinden mi kaynaklanıyor yoksa Alexander Beercorft’un kavramsal çerçevesini çizdiği “küresel edebî ekolojide” yer alma arzularından mı?
The Atlantic’te () 2022 yılında ödül açıklanmadan bir gün önce, Alex Shephard imzalı bir yazı yayımlanır. Yazıda Shephard, 2022’de ödülü alamayacağını düşündüğü beş yazarı listelemiştir. Bu yazarların isminin bahis sitelerinde geçtiğini de yazısında aktarıyor. Shephard, 2016 yılında ödülü Bob Dylan’ın kazanamayacağını “kesinlikle” düşündüğünü de hatırlatıyor. 2022’de tahmin ettiği beş yazardan biri olan Annie Ernaux, ödülü kazanmıştı. Shephard’ın listesi şu şekilde: Jon Fosse, Annie Ernaux, Ngũgĩ wa Thiong'o, Can Xue, Gerald Murnane. İlginçtir, bir yıl sonra ödülü Jon Fosse kazanacaktı. Yani Shephard aslında küresel olarak bir şekilde gündemde olan ve konuşulan isimleri listeliyordu sadece. Bahis sitelerinden yardım alarak. Burada garip olan, her şeyin daha önceden bu kadar yakınında tahminlerin yapılması. Neredeyse sayıları yirmiye yakın bir yazar havuzunun hiçbir şekilde organik olmadan oluşabiliyor olması.
Her sene aynı “kurguyu” yaşamamız bana ilginç geliyor. Ben Nobel Edebiyat Ödülü’nün bir sonuç olduğunu düşünüyorum. Yazarın o güne kadar yaptığı şeylerin, aldığı diğer ödüllerin bir sonucu. Ağırlıklı olarak erkek, beyaz ve Avrupalı bir profili var kazananların. Peter Handke’ye ödül verildiğinde akademiden iki üyenin istifa etmesi son yıllardaki önemli detaylardan biriydi. Ama sadece bir detaydı. Genel işleyiş sistemini değiştirmeyen bir detay.
Bazı bahis sitelerinde, 2023 yılında ise favori olan yazarlar ve onların bahis oranları şu şekildeydi: Can Xue – 4/1, Jon Fosse – 5/1, Gerald Murnane – 7/1, Anne Carson – 9/10, Ludmila Ulitskaja – 11/1, Mircea Cărtărescu – 11/1, Ngũgĩ wa Thiong'o – 11/1, Thomas Pynchon – 11/ 1, César Aira – 14/1, Haruki Murakami – 14/1, Michel Houellebecq – 14/1, Pierre Michon – 14/1, Raul Zurita – 14/1, Salman Rushdie – 14/1, Jamaika Kincaid – 17/1, Ko Un – 17/1, Maryse Condé – 17/1, Helle Helle – 19/1, Karl Ove Knausgård – 19/1, Edna O'Brien – 29/1, Elena Poniatowska – 29/1, Homero Aridjis – 29/1, Joyce Carol Oates – 29/1, László Krasznahorkai – 29/ 1, Margaret Atwood – 39/1, Paul Simon – 49/1, Stephen King – 49/1.
Bu isimlerden “daha çok şiirleri” ile bilinenler Şilili Raul Zurita, Meksikalı Homero Aridris ve Güney Koreli Ko- Un.
Raul Zurita, Şili’deki askerî darbeye karşı çıktığı için ülkesinde sorun yaşayan ve sonraki iktidarlar tarafından çeşitli bürokratik görevlerde bulundurulan tipik bir Latin Amerika edebiyatçısı.
Ko- Un da aynı şekilde ülkesindeki siyasal yönetimlerle pek anlaşamayan ve hapiste yatmış bir yazar. On Bin Can (Ürün Yayınları, çev. Eunkyung Oh) isminde Türkçeye çevrilmiş bir şiir kitabı da var.
Homero Aridris ise Meksikalı bir şair. Babası, İstiklal Harbi’nde Yunan kuvvetlerinde görev almış. Ve Octavio Paz’ın öğrencisi olmasının uluslararası alanda verdiği avantajları kullanarak ve siyasi olarak görüşlerinden dolayı Nobel bahis listelerine girebilmiş bir isim.
Bu üç şair de bize, Nobel dedikodularında yer almanın, edebî eserlerdeki kaliteden önce siyasi olarak bir tarafa geçmenin, ödüldeki etkisini gösteriyor. Şairler, Nobel için yazamayacak kadar bu sistemin dışında öğeler olarak kodlanmış durumda. “Küresel Edebî Ekolojide” kendilerine yer açmak için şiirin dışında şeyler yapmaları gerektiğinin de farkındalar.
*
Bütün bu dökümden sonra “bahis sitesinin” ve “Nobel Edebiyat Ödülü’nün” ne olduğunu sormak, şairlerin ve şiirin bu alandan nasıl dışlandığını gösterecektir.
Bahis sitesi, temelinde iktidar ve ekonomiyi elinde bulunduran güçlerin kurguladığı bir oyundur. Bu oyunun yasal ve yasadışı şekillerini elinde bulunduran kişiler, Janus’un iki yüzü gibi aynı mekanizmanın iki işleyiş yönünü de kontrol ederler. Sistem kullanıcılara para kazanma imkânı sunar fakat yukarılarda bir yerlerde kazanılan ve aklanan paralar çok daha fazladır. Bahis sistemi, temelinde tüm ayrıntıları hiçbir zaman açık seçik olmayan, binlerce bağlantı ile birbirine dolanmış karmaşık bir sistemdir. Gazetelerde sürekli denk geldiğimiz yasadışı bahis çetesi haberlerini hatırlayın. Nasıl oluyor da bahisleri belirleyen uzmanlar Ko- Un’u, Margaret Atwood’u, Stephen King’i oranlıyorlar? Çok ama çok ilginç bir şey değil mi bu? Yani belirli bir konuda uzman olsanız dahi, belirttiğiniz fikirleri bahis sisteminin oranlarını belirleyenler değerlendiriyor ve sistemin kullanıcılarına ne kadar para dağıtacaklarını hesap ediyorlar. Bence işleyiş biçimi, bazı komploları öne sürmemizi gerektirecek başka değişkenlerle anlam kazanıyor. Bu sistemde “edebiyat kurumu” manipüle edilmiş ve yazarlar birer “yarış atı” konumuna gelmiş oluyor. Edebiyat kurumunun kendisi de zaten bir tür manipülasyon aracı değil midir? Ödülü alan kişiyi belirleyen yapının oluşum süreci “ideolojik bir süreçtir”, asla organik değildir. Yani ödül en önce jüriye verilir. Bazı sorular ortaya çıkıyor bu noktada. Bahis sistemini yönlendirenler ile ödülü yönlendirenler ne tür ilişki içerisindeler? Bir araya geliyorlar mı? Geliyorlarsa ne amaçla bazı yazarları favori gösteriyorlar? Barcelona – Liverpool maçında kimin hangi oranda para kazanacağını belirleyen kişiler, derin edebiyat bilgileri ile yazarları sıralamıyorlar sanırım. Bu süreci ben şöyle okuyorum. Belirli kişiler “şu yazarları favori gösterelim de ödülü alsınlar, çünkü siyasal olarak düşüncelerimizi destekleyen kişiler” gibi bir motivasyonla hareket edip, diğer karanlık güçlerini kullanarak bu isimleri bahis sitelerinin editörlerine fısıldamıyorlar. Ya da bahis sitelerini yönetenler, “şu yazarları favori gösterelim de, iyi olmasalar dahi piyasada isimleri duyulsun, dünyadaki okurları artsın” demiyor. Bu sistemin işleyiş biçimi, edebiyat ajanslarının ve bilirkişilerin bahis sitelerine verdikleri görüşlerle belirleniyor gibi. En kritik nokta burası, hem ajansların hem de uzmanların bu isimleri verirken “ideolojik bazı süzgeçleri” ve “çıkarları” devreye giriyor. Yani Sistem dediğimiz şeyin en altı, en üst tarafını belirleye belirleye ilerliyor. Atwood’un bir ajansı olmalı ve bu ajansın Atwood’u öne çıkarmasında belirli nedenleri olmalı, Atwood’un da bu sistemde yer alabilmek için yapması gereken şeyler olmalı, belirli konulardaki görüşlerini kendine saklamalı ya da bazı konularda sessiz kalmamalı, çeşitli vakıfların sponsorluğunda yapılan festivallerde konuşmacı olarak çağrılmalı bu vakıflardan bazıları İsveç Akademisi’ne bağışlar yapmalı, Avrupa uygarlığını yüceltmeli ve mümkünse “flu bir Avrupa devleti” olan Amerikan sistemini pek rahatsız edici konuşmamalıdır. Bu ve buna benzer tüm değişkenleri alt alta topladığımızda bahis sitelerindeki oranlara bir anlam verebiliriz.
Ödülün kendisi bir “ideolojik aparat” iken başka bir para ideolojisi ile, yani “yasadışı paranın yasal hale getirilmesi” ile etkileşime sokuluyor. Tam anlamıyla Hakikat Sonrası bir durum.
Şiir, Platon’un Cumhuriyet’inden kovulmuştu. Daha sonra kutsal kitaplardan da kovuldu. Hakikat Sonrası dünyada, üzerine bahis oynayan çetelerin işleyiş sistemlerinden de “pek para etmediği” için kovulmuş durumda. Bütün bu veriler bize şunu diyor: Şiir, paranın uzağındaki temiz bir alanda var olmaya devam ediyor. Otuz-kırk yılda bir Glück gibi, Tomas Trasntömer gibi şairlere verilen ve verilme biçimi, verilme zamanı vs. her yönü şüpheli olan ödüle karşı şiir, tam tersi yöne doğru gidiyor. Bu yönün yanlış bir yön olduğu iması ile.