Siyasal psikoloji konferanslarının altıncısını düzenlediniz. Başlarkenki niyetlerinizi, saiklerinizi, amacınızı özetleseniz öncelikle.
Kadir Dede: Bu doğrultudaki ilk adım Hacı ile benim mezunu olduğumuz Kocaeli Üniversitesi’nde 2014 yılında atılıyor ve ilk çalıştay aynı yıl burada düzenleniyor. Başlangıçtaki amaçların başında Türkiye’deki siyaset bilimi bölümlerinde, gelişme gösteren bir alan olarak Siyaset Psikolojisi’ne aşinalığı arttırmanın olduğu gösterilebilir. Siyaset Bilimi müfredatlarının, gerek lisans gerekse lisansüstü düzeyde siyaset psikolojisine dair ilgisinin her geçen gün artması (ki sanıyorum yakın dönemde siyaset psikolojisi siyaset bilimi alanında araştırma görevlilerin yönlendirilmesi için öncelikli alanlardan biri olarak tanımlandı) o dönemki niyetin ne denli yerinde olduğunu gösteriyor. Dahası devam eden yıllarda konferans bir yandan sosyal bilimlerin ve özelde siyaset biliminin anlam, amaç, yöntem, kapsam ve sınırlarına ilişkin bir tartışma platformu işlevi de yüklendi. Diğer yandan siyaset psikolojisinin farklı çalışma disiplinlerden gelenler için bir cazibe alanı halini kazanmasına (ki halen ben Siyaset Bilimi, Gökçe İletişim Bilimleri ve Hacı da sosyoloji/sosyal hizmet alanında çalışmalarımızı sürdürüyoruz), daha geniş bir sosyal bilimler anlayışı ve disiplinlerarası işbirliği için bir olanak halini almasına vesile olmayı hedefledi.
Gökçe Zeybek Kabakcı: İşte o cazibeye kapılanlardan biri de, bir İletişim Bilimci olarak benim. Benim kişisel serüvenim Ütopyalar temalı 3. Siyasal Psikoloji Konferansı ile başlıyor. Ütopyalar konferansındaki çeşitlilik, siyaset psikolojisi alanının disiplinlerarasılığını ve aynı zamanda siyasetin makro olanla sınırlandırılamayacak, oy verme davranışına indirgenemeyecek çok-boyutluluğunu gözler önüne sermesi açısından önemliydi ve bu yönüyle Kadir’in ifade ettiği amaçlarımızı da ortaya koyuyordu. Yine bu konferans, zorunlu olarak itildiğimiz üniversite dışılığın bizim için bir kazanım olduğunu bize gösterdi. Bu konferansla birlikte mekân olarak ve dahası katılımcı profili olarak üniversite dışına taşmış olduk. Sanıyorum bu sayede, amaçlarımız arasına akademik bilgi üretiminin sınırlarını genişletme hedefini de eklemiş olduk.
Hacı Çevik: Evet bahsedildiği gibi Kocaeli Üniversitesi’nde bir grup akademisyenin başlattığı konferansın temel saikinin Türkiye’nin geleneksel meselelerine dair eldeki alet çantasının yetersiz kalması ve tartışma zeminin genişletilmesi olduğu söylenebilir. Daha sonraki yıllarda devam eden Siyasal Psikoloji Konferansları da, dahil olan kişilerin temel akademik ve politik “dertlerini” beraber tartışma amacını taşıdı. Siyasal psikolojinin bize sunduğu kavramsal ve metodolojik araçlar sayesinde Türkiye’de var olan sorunların analizine dair farklı bir perspektif sunmayı ve çeşitli disiplinlerin bir aradalığı ile bu alet çantasının genişlemesi amaçlandı. Bu amaçlar doğrultusundaki çabasıyla Siyasal Psikoloji Konferansları’nın, Türkiye’nin farklı üniversitelerinde çeşitli disiplinlerde çalışan akademisyen ve araştırmacıları bir araya getirerek birikimlerini ve çalışmalarını paylaşıp tartışabilecekleri ortak bir zemin yarattığını düşünüyorum.
Siyasal psikoloji yaklaşımının sosyal teoriye ve daha genel olarak siyasetle ilgilenenlere "verebileceği" ne olabilir? Nasıl bir pencere açar, neyi gösterir?
HÇ: Siyasal psikoloji, farklı disiplinlerin farklı metodolojilerini bir arada kullanma fırsatı vermektedir. Bu nedenle büyük harfle yazılan Siyaset’in ötesinde/dışında küçük harfle yazılan siyasete bakış açımızı genişletmektedir. Makro süreçlerde kaybolan, görülemeyen daha küçük ve anlamı olan parçalara bakmamızı sağlamaktadır. Duyguların, sembollerin, simgelerin ve bazen sadece tek bir cümlenin ve/veya davranışın makro süreçlerdeki etkisini anlama çabasına önemli bir katkı sunmaktadır. Kendi kişisel deneyimimde, yaptığım akademik çalışmalarımda da bunun etkisini görebiliyorum. Siyasal psikoloji, makro analizler arasında görülmeyeni, kaybolanı görmemi sağlıyor. Altı yıldır yapılan konferanslarımızda bugüne kadar onlarca sunum gerçekleştirildi. Neredeyse tüm sunuşlar “büyük” olanın altında “ezileni” açığa çıkarma çabasını taşıdı. Konferanslarda emek sunan çeşitli disiplinlerde çalışmaları olan isimler, makro süreçlerin farklı bir boyutunu görmeye çalıştılar. Dolayısıyla Türkiye’de henüz kıymeti hak ettiği kadar bilinmeyen siyasal psikolojinin bize sunduğu bakış açısı, toplumsalın, iktidarın, kurumların ve politikaların ardındaki anlamın önemli bir parçasını görmemize katkı sunuyor.
KD: Siyaset sosyolojisi, tarihsel sosyoloji, politik ekonomi gibi koalisyon hükümeti çağrışımlı kavramsallaştırmaların sosyal teoriye dair perspektifimizi genişleteceği muhakkak ve siyasal psikoloji de bunun bir istisnası değil. “Açıklama”dan “anlamaya” sosyal bilimlere atfettiğimiz amaç ne olursa olsun, disiplinlerarası işbirliği bu amaca ulaşmayı mümkün kılacak bir faktör. Diğer yandan Hacı’nın vurguladığı gibi “siyasal olan”a ilişkin daha farklı, daha zengin ve derin bir tanımı benimseyeceksek psikolojik boyut bunun olmazsa olmazı niteliğinde. Ki daha klasik “siyaset bilimi” perspektifinin katılım, eylem, örgütlenme, oy tercihleri gibi kimi konuları da kimlik, aidiyet gibi konular kadar psikolojik boyutları, süreçleri haiz. Dolayısıyla siyasal psikoloji kurumların, yapıların gölgesinde bir birey tahayyülünü aşamabilmede ve bireylerin toplumla, toplulukla, kurumlarla olan ilişkisinin çok-boyutluluğunu kavramada bir memba niteliği taşıyor.
Yine buna bağlı bir şey soracağım: Türkiye'de sosyal bilimlerde bu yaklaşımın eksikliğini hissediyor musunuz?
HÇ: Kesinlikle hissedilmektedir. Türkiye gibi “kaba” siyasetin ve makro süreçlerin hegemonyasındaki ülkelerde, politik alanın analizi kısıtlı araçlar ile yapılmaya çalışılıyor. Türkiye’de özellikle iktidarın dayattığı “hız”, incelikli ve yoğunlaşmış analizin yapılmasının önüne geçmekte. Bu nedenle siyasal psikoloji, Türkiye’de sahada futbolcuların yaptığı hareketlerin, gollerin veya skorun ötesinde tribünlere, tribünlerdeki farklı takımın taraftarları arasındaki ilişkilere, sahanın ışıklandırılmasına, futbolcuların giydikleri forma tercihlerine, gol olduğu anda yaşananlara ve hatta topun rengine kadar daha geniş bir pencereden bakmamızı sağlıyor.
GZK: O tribünde coşkun bir sel gibi akan duygulara da! Konuyu kendi çalışma alanıma çekmeden duramadım! Duyguların bireysel olduğu kadar kolektif ve siyasetle yakın ilişkili olduğu, bu nedenle psikolojiyle sınırlı kalmayacak bir bütünsellik içinde kavranması gerektiği konusunda siyasal psikoloji bir alan açıyor örneğin. Ben “duygular üzerine çalışmak istiyorum” dediğimde Uluslararası İlişkiler alanında çalışan bir hocamın “bırak bu boş işleri” tarzındaki çıkışı, Türkiye’deki sosyal bilimlerin konvansiyonel duruşunu göstermesi açısından sözünü etmeye değer görünüyor bana. Ancak ihmal edilmiş, yok sayılmış ya da ikincil olarak görülen alanlara; farklı disiplinlerin karşılaşmalarına olanak verecek bir yaklaşımı benimseyerek bakmanın hem politik alanın analizi hem de sosyal bilimlerin geleceği açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
KD: Türkiye’de sadece siyasal psikolojiye ilişkin değil, “sosyal bilimleri açın” çağrısına yanıt olabilecek yaklaşımların genelinde bir eksiklik görmek, hissetmek mümkün. Eksikliğe yanıt verebilmek ise zor bir süreç, emek gerektiren bir süreç. Bu denli kapsamlı meseleler karşısında tek bir konferans girişiminin de, onun kapsamında ortaya konanlar da tek başına bir çözüm getiremeyecektir ama en azından bir farkındalık ve buna dair heyecan yaratabiliyorsa ne âlâ.
Bir bağlantılı soru daha: Son konferans arifesinde bazı psikologların, bu çalışmada psikolog katkısının, katılımının eksik kaldığına dair eleştirileri konuşuldu. Siyasal psikoloji, ne derece psikologlara mahsus veya özellikle onların katkısını gerektiren bir alan? "Onlara bırakılamayacak" bir yanı var mı? Siyasal psikolojinin siyaset teorisi ile psikolog arasındaki mevkii neresi?
GZK: Bu eleştirilere yönelik kapanış oturumunda Yücel Hoca’nın (Demirer) verdiği cevabı hatırlatmak isterim. Siyasal psikoloji belirli bir zümrenin ya da kimsenin tekelinde olan bir alan değil. Aksine psikologların biraz ihmal ettikleri de bir alan. Bizim Siyasal Psikoloji Konferansları’nı düzenlerkenki hedefimiz alana ilgili duyan ve bu alan içinde fikir üreten herkesi bünyemize çekebilmekti. Dolayısıyla psikologları özellikle dışarıda bırakmak gibi bir tutumumuz söz konusu değil. Zaten siyasal psikoloji bir çalışma alanı olarak temelde psikoloji ile politik olayları bağlantılandırmaya, siyasal davranışın psikolojik dayanaklarını, köklerini ve sonuçlarını anlamaya çalışsa da, aslında siyaset ve psikoloji alanlarıyla sınırlı kalmayacak bir disiplinler arasılıktan besleniyor. Siyasal Psikoloji Konferansı düzenleme kurullarının farklı akademik ard yörelere sahip araştırmacılardan, bilim insanlarından oluşması bunun bir göstergesi niteliğinde. En azından bizim duruşumuz bu.
HÇ: Siyasal psikoloji disiplini bağlamında bahsettiğiniz tartışma zaten bir sürekliliğe sahip ama siyasal psikolojinin sahip olduğu disiplinlerarası perspektifi her zaman akılda tutmak gerekiyor. Keza ilgi alanında politik alan ile ilgili meseleler, politik aktörler ve politikalar bağlamında kamuoyunun oluşumu, oy verme, protesto ve farklı siyasal katılım biçimleri ile birlikte farklı sosyal gruplar arasındaki çatışma ve işbirliği modelleri bulunuyor ve bunun ele alınabilmesi de bahsetttiğimiz disiplinlerarasılığı bir gereklilik haline getiriyor. Bu sebeplerden dolayı hem siyasal psikoloji alanının hem de konferanslarımızın herhangi bir disiplinin hegemonyasında var olmasından ziyade, farklı disiplinlerin sunacağı kuramsal ve metodolojik katkılara ihtiyaç duyduğunu söyleyebilirim. Ele alınan konu hakkında siyaset bilimi ya da psikoloji disiplinlerinden birinin tekelinden ziyade “siyasal” ve “psikoloji” kavramları arasında bir birlikteliğe vurgu yapmak gerek. Ve bu yüzden her yıl konferans açık çağrı ile başvurmak isteyen herkesin katılımına açık bir şekilde organize edilmekte ve şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da psikologlar başta olmak üzere katkı yapmak isteyen herkesi bekliyoruz.
Tabii tıpkı siyasetin sosyolojik indirgemeciliğe çevrilmesi, yani sosyolojizm gibi, bir psikolojizm riskinden de söz etmek gerekir herhalde. Sadece kurumsal siyasette değil, "sıradan insanların" gündelik siyaset konuşmalarında da, siyasi meseleleri psikolojikleştirme, psikolojik özellik veya durumlara indirgeyerek açıklama eğilimi hayli yaygındır. Bu konuda, buradan hareketle söyleyeceğiniz bir şeyler olur mu?
GZK: Psikolojizm, işaret ettiğiniz gibi, kendini sadece kurumsal siyasette ya da gündelik siyaset konuşmalarında değil, gündelik hayatın kendisinde de fazlasıyla hissettiriyor. Bu galiba ortak eyleme girişebilecek, ortak bir gelecek tahayyülünü paylaşan siyasi bir Bizin imkânlarının yitirilmesiyle ilişkili. Modernleşmeyle birlikte dinsel aşkınlığın yerini alan topluma için söylem, sermayenin yeni bir aşkınlık konumuyla yükselmesiyle ikincil plana itiliyor. Bugün esas olan insanın kendinin daha iyi bir sürümünü yaratmasını mümkün kılan insan sermayesini hazır etmesi ve bunu sürekli kılması. Kendine bir proje olarak yaklaşan bireylerden menkul bir toplumda, toplumdan bir geri çekilme ve içe göçme söz konusu yani. Başarı ve başarısızlık kişinin performansıyla ölçülür hale geliyor. O çuvaldız sürekli kendimize batıyor. Toplum ya da sistemin sorunları görülmüyor; bir direnişi mümkün kılacak, değişimi yaratabilecek öfke topluma ya da sisteme yönelmiyor. Öfkenin dışa değil, içe dönük olması bizleri depresyona sürüklüyor. Byung-Chul Han, Psikopolitika kitabında neoliberal rejimde “bedensel disipline ediş, yerini psişik, zihinsel optimizasyona bırakır” diyor. Bu durum bizi sürekli olumluluğa çağırıyor, mutlu olma mecburiyeti yaratıyor. Kısacası kişisel sağaltım dilinin, psikolojinin bunca yüceltilmesi boşuna değil. Bir de sanıyorum post-truth olarak nitelenen hakikat sonrası çağda karşı karşıya olduğumuz irrasyonelliği anlamlandırabilmek için psikolojiye fazlaca ihtiyaç duyuyoruz.
HÇ: Bir önceki soruda söylediklerim ile benzer şekilde kısa bir ekleme yapabilirim. Siyasal psikolojinin disiplinlerarası özelliği, bu indirgemeciliğin önüne geçebilecek kuvvetli bir oluştur. Siyasal psikoloji siyasal tercih ve eylemlerin anlaşılma kapasitesini, siyasal aktörlerin bilişsel kapasitesi bağlamında ele aldığı kadar, bu kapasitenin kitlesel boyutu ile de ilgilenmektedir. Bu nedenle sıradan yurttaşların siyasi davranış tercihlerine ilişkin indirgemeci olmaktan ziyade anlama çabası perspektifinin genişlemesine katkı sunduğunu söyleyebilirim.
KD: Böyle bir risk kuşkusuz var ancak siyasal olanın kapsamına yaklaşımımız riskle başa çıkarak sosyolojinin de, psikolojinin de katkılarından istifade etmeyi gerektirir diye düşünüyorum. Bunu düşünmemin nedeni de sosyolojizm ya da psikolojizm adlandırmasından anladığımın yöntemsel ya da ilkesel bir vurgudan ziyade disiplinlerarası bir egemenlik/üstünlük mücadelesinin adı haline gelmesi belki de. “Özel olan politiktir” ilkesine hak verdiğimiz noktadan itibaren kuşkusuz siyaset biliminin konusu da fazlasıyla genişliyor. Psikolojizm ya da sosyolojizmin bu genişlemenin karşıtları tarafından bir terbiye etme söylemi olarak gündeme geldiği noktada ya da böyle algılandığında risk daha can yakıcı olacaktır (Yeri gelmişken bazı psikologların konferansa dönük değindiğiniz eleştirilerinin de ne yazık ki böyle göründüğünü söylemem gerek. Hacmi belli bir Twitter gönderisinde insanın yüzüne sallanan işaret parmağını hissetmemesi mümkün değil). Ama özetle şunu söyleyebilirim ki kurumsal siyasetin ya da gündelik siyasetin süreçleri, gelişimi, karar alma ve neden-sonuç ilişkilerinin psikolojik boyutlarını ıskalamak, siyaseti bütünüyle psikoloji ile açıklamak kadar vahim bir hata olur.
Diğer yandan çok-partili hayata geçilmesi sonrasında ilk “sine-i millete dönme” tartışmasını dönemin başbakanının muhalefet liderine “psikopat” dediği için yaşayan bir ülkedeyiz. Dolayısıyla Türkiye siyaseti üzerine kafa yorarken konunun psikolojik boyutlarına odaklanabilmek dikkate almak ile psikolojik/sosyolojik indirgemecilik arasında bir ayrım yapmak riskle baş edebilmenin de ilk adımı olacaktır.
Bu seneki konferansınızın konusu "vazgeçmek/vazgeçmemek" idi. Çok çeşitli konulardaki konuşmalardan bir ortak payda çıkarabiliyor musunuz oturup düşününce? Bir "motto" değil illa (o da olabilir!), ama bir argüman, bir gündem, bir mesele..?
KD: Etkinlik temasını belirlemek üzere bir araya geldiğimizde özellikle o günlerde artış gösteren yoksulluk intiharlarına dair haberlerden hareketle Aksu Hoca (Bora) bu vazgeçmek başlığını önerdi. Sonrasında bu başlığa (me) eklenerek vazgeçmemekle beraber iki boyuta da temas edilebilmesinde mutabık kalındı. Konferansta ise sunumların içeriğinde de, ruh halinde de vazgeçmemenin ön plana geçtiğini gördük. Konferanstaki konuşmalar birçoğu vazgeçmenin de, vazgeçmemenin de ne denli çetrefilli, çok-katmanlı olduğunu vurguladı. Ama burada vazgeçmemeye ilişkin kavramların, sözcüklerin, vazgeçmeme pratiklerinin birer motto, ortak payda oluşturduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Mücadele, inat, direnme bunlardan ilk aklıma gelenler.
HÇ: “Vazgeçme” teması içinde “vazgeçmeme”yi de barındırdığı için oldukça cazip bir tema oldu ve etkinlik öncesinde de esnasında da ilgi çekti. Tüm otoriterleşme eğiliminin yarattığı silik, karanlık havanın içinde kadınlar, Kürtler, işçiler, akademisyenler ve mülteciler gibi vazgeçmeyenlerin varlığı bizi yanıltmadı ve konferansın ağırlığı vazgeçmeme zeminine kaydı. Bu nedenle bu yılki konferansın benim için ortak paydası, tüm baskılara karşı direnenlerin varlığının ispatı oldu. Kadınların mücadelesinden çevre hakkı için çabalayan yurttaşlara, Kürtlerin yüz yıla yaklaşan direnişinden Barış Akademisyenlerinin vazgeçmeme hikâyelerine kadar genişleyen bir toptan “itiraz”ın varlığını ispatlamıştır. Buradan çıkacak “motto” belki de “vazgeçmiyoruz, direniyoruz” olabilir.
KD: Bir de şunu söylemeden geçemeyeceğim, vazgeçmeme mottosunun en önemli göstergesinin bizzat bu konferansın kendisi olduğunu da eklememiz gerek. Burada hakkında konuştuğumuz 2014 yılında üniversite amfisinde başlayan bir etkinlik, sonrasında ülkenin ağırlaşan koşullarında düzenleyicilerinin üniversitenin tüzel kişiliği ile bağı koparılan bir etkinlik. Ama aynı zamanda gücünü başka bir türde bir akademiden alan, akademinin üniversite binası demek olmadığını örnekleyen, başka türde dayanışma biçimlerinin ortaya çıkmasıyla gelişen, güçlenen bir etkinlik. Son seferinde de yeterince felaket görmemişiz gibi bir de salgın dönemine denk gelen bir etkinlik. Her şeye rağmen ve her defasında bir şekilde gerçekleştirmek istediklerimizi yerleştirdik diyebiliriz. Tabii bunda bizleri yalnız bırakmayan ve işbirliği yaptığımız kuruluşların, kurumların desteğinin payını da unutmamak gerek. Önceki konferansımıza ev sahipliği yapan Eskişehir Okulu bu etkinlikte de bizi yalnız bırakmadı. Ayrıca İzmir Tabip Odası ile İzmir Dayanışma Akademisi de desteklerini eksik etmedi. Yeri gelmişken buradan da kendilerine teşekkür edelim.
Vazgeçmiyor, devam ediyor musunuz? Neler tasarlıyorsunuz, nasıl geliştirmeyi düşünüyorsunuz?
GZK: Bu konferansın bizim için ilginç yanlarından biri, Kadir’in de temas ettiği gibi, temamız vazgeçme ve vazgeçmeme olmasına karşın gelen bildiri özetlerinin birçoğunun vazgeçmeme vurgusu içermesiydi. Aynı zamanda geride bıraktığımız konferanslar içinde en yoğun katılım gerek bildiri gerek dinleyiciler açısından 6. Siyasal Psikoloji Konferansı’nda gerçekleşti. Tüm bunlar başlı başına vazgeçmemek için bir sebep. Hatta daha çok çalışmak için bir işaret bize. Vazgeçmiyoruz elbette. Her yıl olduğu gibi bu yıl da konferansın çıktısı niteliğinde olacak bir kitap hazırlığı var öncelikle gündemimizde. Ardından gelecek konferansın hazırlıklarına başlayacağız. Ama galiba önce bizi ekran karşısına kilitleyen bu yoğun üç günün yorgunluğunu, biraz olsun atmaya ihtiyacımız var.
HÇ: Altıncısını mevcut koşullardan dolayı çevrimiçi düzenlediğimiz için her yıl konferans esnasında ve sonrasında birbirimizden aldığımız enerjiyi alamayacağımızı düşünüyordum. Fakat kapanış konuşmasının hemen ardından uzun yıllardır birlikte çalıştığımız tüm arkadaşlarımızla bilgisayar ekranlarına bakarak da olsa buluştuğumuz ilk anda, herkesin enerjisini aldım. Konferansın kalabalık programına ve uzunluğuna rağmen var olan ilgi bizi çok mutlu etti. Bu mutluluk duygusu küçük küçük ekranlarda görülen fazlasıyla yorulmuş olan herkesin yüzünde mevcuttu. Buradan hareketle, sonraki süreçlerde çoğalmak ve kalıcı olmayı arzuluyoruz. Biz kendi bireysel, siyasal ve toplumsal “dertlerimizi” farklı disiplinlerin bize katacağı geniş perspektif ile tartışmaya devam etmek istiyoruz. Bu nedenle her yıl aramıza katılan arkadaşlarımızla beraber tartışıp zeminini genişletmeye devam edeceğiz.
KD: Hacı’nın bahsettiği kapanış oturumunun akabindeki toplantıda konferans biteli haftalar aylar olmuşçasına “yeni konferansın konusu”, “çağrıya çıkmak” gibi kelimelerin zikredilmesi ile şahsen ben isyan ettim ama vazgeçmek ne mümkün! Az biraz dinlenme müsaadesi aldık ve bir yandan da yeni ajandamızı oluşturuyoruz. Ayrıca etkinliği geliştirme konusunda bu yılki yuvarlak masa oturumlarının sürekli hale getirilmesi de akla gelen seçeneklerden.
Bir de Büdü’nün “sevdiğim sayı 6” şarkısındaki gibi konuşuyor olmak istemem ama altıncı konferans gerçekten de çok özeldi. Gökçe’nin bahsettiği yoğun ilgi etkinlik çevrimiçi olacağı için de değildi, çağrıya çıktığımızda ve özetleri aldığımızda henüz bu yönde bir karar da yoktu. Dolayısıyla altıncı konferans belki gerçekleştiği dönem ile, belki temasının yerindeliği ile bir zirve oldu bizim için. Bunu daha da genişletmek, kalıcılaştırmak en önemli amacımız olacaktır.
Son olarak bir mecburiyet olarak çevrimiçi konferansın bazı avantajları da halen gündemimizde. Etkinlik “Siyasal Psikoloji Konferansı”nın YouTube kanalı üzerinden erişime açılmış durumda ve dolayısıyla oturumlar, konuşmalar bir süre daha ilham olmaya, fikir vermeye ya da eleştirilmeye devam edebilecek. Bu da bizlere farklı ama oldukça keyifli bir süreklilik hissi aşılıyor. Önceki konferansların bitimiyle kalabalık bir grup halinde oturur, soğuk “meşrubat”larımızı yudumlarken yorgunluk atardık. Şimdi ise etkinliği geride bırakamadık da sanırım. Hâlâ bir yorum ekleyen oldu mu, “dislike”layan var mı diye kontrol etmekten kendimi alamıyorum.