8 Nisan, Dünya Romanlar Günü: Avrupa Deneyimlerinden Ortadoğu’ya Bakmak

Uluslararası Romanlar Birliği'nin, 1990 yılında Varşova'da toplanan 4. Kongresi'nde katılımcılar, 8 Nisan'ı "Dünya Romanlar Günü" olarak belirlediler. O tarihe gelinmeden, 8 Nisan 1971’de Londra’da toplanan Birinci Uluslararası Roman Kongresi, “Opre Roma!” (Ayağa kalk, Roma!) ifadesini şiar edinmiş ve Avrupa’da Roman/Rom, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Dom, Ermenistan, Kafkasya ve Kuzey Anadolu’da Lom olarak adlandırılan, geçmişin göçebe zanaatkâr (Peri-patetik) tüm halklarının adı olan Çingene yerine, Rom toplukların adı olan, Roman isminin kullanılmasına karar vermiş, Roman bayrağını, gökleri ve yeri temsil eden mavi-yeşil arkaplanın üzerine kırmızı chakra (tekerlek) olarak tanımlamış ve Žarko Jovanović’in bestelediği Djelem Djelem bu devletsiz halkın marşı olarak kabul edilmiştir.

Roman, Dom, Lom Abdal ve diğer Çingene topluklar açısından tarihî bir dönüm noktası olarak kabul edilen bugün, sadece Roman dilini, tarihini ve kültürünü kutlamak için değil, aynı zamanda toplulukların içinde yaşadığı sistematik ayrımcılığın, uzun süreli eşitsizliklerin, dışlanmanın yarattığı içler acısı koşullara dikkat çekmek için bir fırsat da oldu.

Ayrıca, 8 Nisan, elli yılı aşkın bir süredir, özellikle, insan hakları örgütleri, Roman ve hak savunucusu hareketler için, Roman topluluğunun ayrımcılığa karşı durması, Çingene karşıtlığına karşı mücadele çabalarını sürdürmesi ve daha iyi bir gelecek için çalışması için bir eylem çağrısını sembolize ediyor.

Dünya Romanlar Günü (8 Nisan) vesilesiyle yazılan bu metin toplulukların, savaş ve iç savaş gibi sebeplerle yaşadıkları kitlesel göç, mültecilik durumlarına ve çatışma sonrası dönemlerde yaşanan sistematik ayrımcılık deneyimlerine, Ortadoğu ve de özellikle Suriye eksenli deneyimler üzerinden bakmayı amaçlıyor. 

Avrupa’da Çatışma ve Sonrası Dönemde Roman Topluluklar

Roman topluluklarının tarihsel olarak yaşanan savaş ve çatışmalardan nasıl etkilendiğine bakıldığında, savaş ve çatışma dönemlerinde kıyımlardan kurtulmak, güvende olacakları yerler bulmak için başka ülkelere ve kentlere göç etmek zorunda kaldıkları görülmektedir. Son yüzyıl içerisinde, Balkan Savaşı ve I. ve II. Dünya savaşları dönemlerinde toplulukların Avrupa’daki göç hareketlerine bakıldığında, göçün geniş bir alanı kapsadığı görülmüş, neredeyse Avrupa’nın her bölgesine zorunlu göçler yaşanmış, yirminci yüz yıl ayrıca toplulukların Güney Amerika ve Kanada da dahil olmak üzere Amerika kıtasına da göç etikleri bir yüz yıl olmuştur.

Dünya Savaşı sırasında Naziler ve müttefikleri ve de işbirlikçileri Avrupa’da yaşayan Romanlara karşı bu büyük “Porajmos” (Roma Holokost) soykırımını yaptılar. Yaklaşık 500 bin kişinin katledildiği, bu insanlık suçu uzun süre görmezden gelindi, tanıklıklar, belgeler ve uzun soluklu bir mücadeleler sonunda, 2 Ağustos Roman Holokost Anma Günü olarak kabul edildi.

İkinci Dünya Savaşı sonrası göç rejimi, özellikle 1950'lerde, ulusal mülteci yönetimlerinin, savaşın ardından kurulan daha önceki uluslararası mülteci rejimlerinin yerini almasıyla değişti. Romanlar, Batı Avrupa hükümetlerinin devam eden Soğuk Savaş propaganda çabalarının bir parçası olarak Doğu Avrupa'dan gelen sığınmacıları kabul ettiği bir dönemde bir istisna haline geldi, yani ayrımcılık uygulamaları başladı. Pek çok Avrupa ülkesi, gelen sığınmacı başvurularında söz konusu izin sahiplerinin 'Çingene' olduğunu tespit ettikten sonra başvuruları kabul edilmedi, daha önceki izinleri bile iptal edildi. Avrupa ülkeleri Romanlara ve 'sığınma sürecini kötüye kullandıkları' düşünülen diğer etnik gruplara yönelik ayrımcı göç politikaları geliştirdi.[1]

Yeni gelenler Çingene olunca, 1951 Cenevre Sözleşmesi kullanılmadı ve göçmenler 'siyasi' olarak etiketlendi. Bu süreçte Romanların, sığındıkları ülkelerin istenmeyenleri olarak, ayrımcılığa uğramaya başladıkları sınırdaşı vakaları sistematik bir hale geldi. Onlar, mülteci, kaçkın ya da sığınmacı da değillerdi, söz konusu kişiler zulme uğramaktan haklı olarak korktukları konusunda ısrar etseler bile 'Çingeneler' uluslararası mülteci rejimi altında yerinden edilmiş kişilerden ayrı bir fırsatçı göçmen kategorisine dönüştürüldü.[2] Özellikle 70’li yıllarda hükümetler, Romanlara ve 'sığınma sürecini kötüye kullandıkları' düşünülen diğer etnik gruplara yönelik ayrımcı göç politikaları geliştirdi.

1990’lar, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla tetiklenen ve Doğu bloku üyesi ülke rejimlerinin tek tek yıkılmaya başladığı; Roman toplumunun kendini yeniden iç savaş ve çatışmaların hedefi haline gelip, şiddetli saldırılara, ayrımcılığa ve derin bir yoksulluğa maruz kaldığı yıllar oldu. Romanya, Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya ve Slovakya gibi ülkelerde güçlenen milliyetçi ve neo-Nazi hareketler, ilkin, kendilerinden olmayan, en güçsüz olan toplum kesimleri olarak Romanlara saldırmaya başladılar. Yaşanan iç savaş döneminde soykırıma varan katliamlar oldu, katliamdan kurtulanlar kitlesel göçle sınırları aşıp, komşu ülkelere sığındı. Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte yeni kurulan Slovenya, Sırbistan, Makedonya, Hırvatistan, Bosna Hersek ve Kosova'da Romanların çoğu, belge eksikliği ve vatandaşlıklarına erişimin yanı sıra haklı nedenlere dayanan zulüm korkusu sebebiyle eski evlerine dönemedi ve komşu ülkelerde yerinden edilmiş bir yaşam sürmekteler.

Yıllar süren çatışma ve çatışma sonrası istikrarsız dönem, dezavantajlı sosyoekonomik durumun yanı sıra çatışma sonrası zulüm korkusu nedeniyle, birçok Roman Avrupa Birliği ülkelerine sığınmaya çalıştı. Bugün bu ülkelerde, pek çoğu statüsüz olarak, hak ve hizmetlere erişemeden, yaşamaya çalışmaktadır. Romanların çatışma sonrası yeni kurulan devletlerde bile ülkelerinin ve toplumlarının sınırlarında kalmaya devam ettikleri, geçmişte yaşadıkları yerlerine geri dönmelerine izin verilmediği görülmüştür.[3] 

Romanlar, çoğu kez, Yugoslavya iç savaşlarında kendilerine karşı işlenen savaş suçlarının mağdurları olarak görülmediler. Savaş sonrası, barış inşası döneminde de, Romanlara karşı işlenen suçlar nadiren kovuşturuldu. Bugün bile, mağdur grubu olarak tanımlanan etnik kimlikler içinde Romanlar hâlâ yer almamaktadır, ortaya çıkan onca tanıklık ve belgeye rağmen, hâlâ iç savaşın mağdurlarından bahsedenler, onların içinde Romanların da olduğu gerçeğinden nadiren söz etmektedirler.[4] Günümüzde Avrupa ülkelerinde Balkan Çingenleri olarak bilinen Doğu Avrupalı Romanlar, hem o ülkenin yerli Roman toplumu tarafından hem de o ülkelerin diğer halkları ve yöneticileri tarafından “Göçmen Çingeneler” olarak aşağılanmakta, kamusal hizmetlerden büyük ölçüde dışlanmakta ve ayrımcılığa uğramaktadırlar. Bu kitlesel göçlerin aradan geçen 30 yıllık süre boyunca bu toplulukların toplumsal uyumu ve entegrasyonu için çaba sarf edilmemesi, geldikleri yerlere geri gönderme dışında çaba sarf edilmemesi, toplulukları gün geçtikçe sosyoekonomik olarak alta itmiştir. Sosyal uyum programlarına dahil edilmeyen, devletin ve sivil toplumun sağladığı, eğitim, istihdam, sağlık, devlet yardımları gibi, sosyal hizmetlerine ulaşıp yararlanamayan bu topluluklar, hızla kriminalize edilmiş, özellikle genç kuşaklar içerisinde suça bulaşma oranı artmıştır.

Son yıllarda Avrupa sık sık kitlesel göçlerle karşı karşıya kalıyor, Suriyeli göçünün yerini bu kez de Ukraynalı sığınmacılar aldı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle birlikte, Ukraynalı Romanların sığınma taleplerinin önüne, vatandaşlığı kanıtlayan evrak yoksunluğu, ayrımcılık ve daha pek çok yapısal engel çıktı. Ukraynalı Romanlar, ayrımcılık da dahil olmak üzere Romanların başka yerlerde ve başka dönemlerdeki gibi karşılaştıklarına benzer sorunlarla karşı karşıya kaldı.[5]

Bu engellerin asıl sebepleri; Roman topluluklarının uzun zamandır katlandığı sistemik eşitsizliklerin yanı sıra kökleşmiş Roman karşıtı önyargıların bir yansıması olarak hayat buluyor. 

Ortadoğu’nun Görünmez Toplulukları Domlar ve Abdallar

Dom ve Abdallar, Ortadoğu coğrafyasında diğer halklarla birlikte yaşayan, Ortadoğu halkları tarafından Nawar, Zott, Ghajar, Bareke, Gaodari, Krismal, Qarabana, Karaçi, Aşiret, Qurbet, Mıtrıp, Gewende, Tanjirliyah, Haddadin, Haciye, Arnavut, Halebi, Haramshe, Kaoli gibi jenerik terimlerle adlandırılan Peripatetik (Çingene) topluluklardır. Günümüzde bu topluluklar; İran, Irak, Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Filistin ve Körfez ile Mısır ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşamaktadırlar.

Onlar da, tıpkı diğer akrabaları olan Rom ve Lom topluluklar gibi tarihsel olarak sanayi üretimi öncesi dönemde, birlikte yaşadıkları halklara, iş aletleri üreten, çoğu zaman sözlü ve müzikal kültürlerin taşıyıcısı olan, dişçilik, sünnetçilik, geleneksel halk hekimliği, sirk, hayvan terbiyeciliği, cambazlık, müzisyenlik, dansçılık gibi eğlence alanlarında çalışan, demircilik, kuyumculuk, kalaycılık, sepet, kalbur, deri işlemeciliği gibi pek çok mesleği icra eden,  göçebe zanaatkâr (peri-patetik) Çingene topluluklardır.

Ortadoğu’da, sayıları konusunda kesin bilgi olmasa da, kimi tahminlere göre yaklaşık 5 milyon Dom, Abdal ve diğer alt gruplar yaşamaktadır. Yüzyıllardır yaşadıkları bu coğrafyada onlarda diğer akrabaları olan Rom ve Lomlar gibi, yok sayılmış, görmezden gelinmiş, sistematik ayrımcılığa maruz kalmıştır. Bu toplulukların “haklardan mahrum” kalmalarının temel sebebi, içinde yaşadıkları ulus-devletlerce tanımlanan yurttaş kimliği içerisinde yer edinememeleridir. Bu durum, onların devlet aygıtı dışına itilmelerine ve de giderek yasal haklardan da mahrum kalmalarına sebep olmuştur. Asırlardır süren sistematik ayrımcılık, dışlanma ve önyargılar bu toplulukları görünmezliğe itmiştir; bugün Ortadoğu ülkelerinde binlerce Çingene topluluğu hayaletler gibi yaşamaya çalışmakta, yüzbinlerce çocuk eğitimden mahrum, erkekler ve kadınlar sokaklarda yardım toplayarak, mevsimlik ve gündelik işlerde çalışarak, yaşamaya çalışmaktadır.

Ortadoğu’da Savaş, Çatışma ve Sonrası Dönemlerde Domlar

Ortadoğu’nun son yüz yılına bakıldığında, iç savaş ve çatışmaların bölgesel olarak, Filistin’in işgali odaklı olarak ve Sünnî-Şii ihtilafı ve “Mezhepçilik” üzerinden genişleyip sönümlendiğini söyleyebiliriz. İsrail devletinin kurulması ve sınırlarını genişletme stratejisi, tıpkı milyonlarca Filistinli diğer topluklar gibi yüzyıllardır, Kudüs başta olmak üzere, Dom toplumunu da yerinden etmiştir. Bugün, Mısır, Suriye, Ürdün ve Lübnan’da Filistin mülteci kampları ve Filistinlilerin yaşadığı bölgelerde pek çok mülteci Dom da yaşamaktadır.[6]

Ortadoğu’da Dom topluklarının hayatlarını değiştiren bir diğer çatışma süreci ise ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgaliyle başlayan süreç olmuştur. Amerika’nın Irak’ı işgalinden sonra, Bağdat’ta yaşayan Dom kökenli “Gajar” topluluğunun başına gelenler bu toplulukların yaşadıklarının küçük bir örneği ve bu günlere ışık tutacak nitelikteydi. Irak’ta yaşayan bu topluluğun üyeleri Saddam döneminde, yaklaşık 50 bin nüfusuyla ve Arapça dışında kendi dilleri ile düğün ve eğlencelerde müzik ve dans yaparak yaşamaya çalışıyorlardı.

Rejim yandaşlarının ve etnik ve inanç azınlıklarının evleri ve işyerleri, dinî mekanları tahrip edildi. Bu talanda Gajarlar da nasiplerini aldı. Gajarların yaşadıkları mahalleler tamamen talan edilip, evleri yakıldı. Kadın çocuk demeden şiddete maruz kaldılar. Kadınlara cinsel şiddet de dahil olmak üzere her türlü şiddet uygulandı. İşgal sonrası Amerikalıların işkence haneleriyle ünlü Ebu Gureyb mahallesi yakınlarında çok ünlü bir Gajar mahallesi vardı. Burası da, diğer kentlerdeki Dom mahalleleri gibi, tamamen tahrip edildi, evler buldozerlerle yıkıldı, insanlar göç etmek zorunda kaldılar. Domlar, işgalden sonra, Irak genelinde şehirlerde, Şii militanlar ve El-Kaide gibi radikal gruplar tarafından, çok sayıda, vahşi saldırıya maruz kaldılar. Bu saldırılar sonucunda binlerce kadın, çocuk ve erkek hayatını kaybetti. Merkezî Irak yönetimi bu saldırılara sessiz kaldı. Bu tür saldırılar o denli vahşileşiyordu ki; Arap geleneklerine göre kılıç kullanılarak bir insanı ensesinden kesip öldürmek, kurbanın değersiz ve aşağı sosyal gruplarda olduğu anlamına geliyordu, nefret ve vahşice ölümü ima eden bu yöntemle pek çok Dom katledildi.

Bu katliamlara merkezî Irak hükümetinin göz yumması sonucu, binlerce Dom aile yaşadıkları köyleri ve kentleri terk edip büyük şehirlere kalabalıklar arasına sığındı. Dilencilik, hırsızlık, fuhuş gibi, yasal olmayan, işlerle bulaştılar. Büyük bir bölümü de, gittikleri her yerde, bu topluluklara uygulanan ayrımcılık yüzünden, yeniden göçebe hayata geçmek zorunda kaldı. Pek çok grup da ülke dışına, Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi ülkelere sığındı. Yeni rejimin muktedirleri “bir İslam ülkesinde, alkol satıcılarına ve fahişelere yer yoktur” diyordu. Bir Gajar görüştüğü bir gazeteciye “İşgalden sonra, Iraklılar Müslüman oldu, benim burada yaşamam zor hale geldi,” diyordu. Bugün radikal Şii grupların liderleri sık sık Gajarları ahlaka uygun davranmaları ve İslami  yaşam  koşullarını  yerine  getirmeleri  için  uyarıyor. Kadınlarının çıplak dolaştığını, dans ettiklerini, alkol ve uyuşturucu satıp kullandıklarını söyleyerek toplumu Domlara karşı kışkırtıyor. Irak’ta bugün Dom toplulukları, en temel hizmetler olan içme suyu, elektrik, sağlık gibi yaşamsal gereklerden yoksun olarak yaşamaya çalışıyorlar.[7]

Ortadoğu’da Dom toplulukları, yüzyıllardır birlikte yaşadıkları halklar, etnik ve dinsel gruplar arasında çıkan "iç savaşların" kurbanları oldular. Ortadoğu'da, yıllardır süren savaş, çatışma ve şiddet ortamı, Dom toplumunu, Avrupa’daki Roman toplumu gibi yerinden etti.

Suriye’nin Öteki Sığınmacıları: Domlar ve Abdallar

Ortadoğu’da; 2010 yılında, Tunus, Mısır ve Libya’daki rejimlerin devrilmesi ile sonuçlanan halk ayaklanmaları süreci, Mart 2011’de Suriye’ye ulaştığında Baas iktidarının da kısa sürede yıkılacağı düşünülüyordu. Suriye’nin etnik ve dinsel yapısı, coğrafi konumu ve Baas rejiminin tüm bu farklılıklar üzerinden oluşturduğu iktidar ilişkileri ve uluslararası dengelerden dolayı beklenen olmadı ve rejim öngörülerin aksine ayakta kalmayı yaklaşık 14 yıl sürdürdü ve 6 Aralık 2024’te, yaklaşık on gün içinde ortadan kalktı. 14 yıllık savaş sonucunda her etnik gruptan milyonlarca insan yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda kaldı. Bir kısmı çatışmaların daha az olduğu, nispeten güvenli kentlere göç etti, altı milyonu aşkın Suriyeli de ülkelerini terk edip, komşu ülkelere sığındı.

2011 yılından önce, Suriye’nin nerdeyse her yerine dağılan Dom, Nawar, Gurbet, Abdal, Helebi, Zott gibi adlarla anılan, yerleşik ve yarı göçebe beş yüz bine yakın Çingene yaşıyordu. Aslen zanaatkâr olan ve demircilik, kalaycılık, dişçilik, sünnetçilik, müzisyenlik gibi meslekleri yapan bu topluluklar, son yıllarda gerek sanayileşme ve üretimin modernleşmesi, gerekse yasalardan kaynaklı yasaklardan dolayı zanaatlarını icra edemez duruma gelmişlerdi. Yalınızca müzisyen gruplar düğünlerde ve eğlencelerde müzik yaparak hayatlarını idame ettirebiliyorlardı. Bu topluluklar son yıllarda, hurda ve kâğıt toplayıcılığı gibi geçici işlerde ve tarımda mevsimlik işçi olarak, çok düşük ücretlerle, çalışıyorlardı.

14 yıldır süren savaş ve çatışmalı durum nedeniyle, Dom ve Abdalların rejim ve muhalifler arasındaki çatışmalarda, tarafsız kalmalarına rağmen, hem rejim hem de muhalifler tarafından göçe zorlandılar, evleri ve malları yıkılıp yağmalandı. Halep’e yapılan hava saldırıları sonucu toplulukların yoğunluklu yaşadığı Haydariye gibi mahallelerde ölümlere varan pek çok saldırı sonucunda, bu mahalleler tamamen boşaldı ve harabeye döndü. Aynı kader, Şam’daki, kadim Al-Zatt mahallesi ve yine Humus’taki Jura Al-Arais mahallelerinde de yaşandı.

Özellikle İŞİD ve radikal İslamcı grupların denetimlerindeki bölgelerde, toplulukların evlerini terk etmeleri için şiddet kullanıldı. Yine bu gruplar, “yeterince Müslüman” olmadıkları gerekçesiyle evlerine el koyup, Çingenelere ölümlere varan şiddet uyguladılar. Alevi-Bektaşi inanca sahip Abdal topluluklar radikal İslamcıların baskılarından dolayı Halep, İdlib, Hama, Mumbuç gibi kentlerde yaşadıkları evleri bırakıp ya rejim denetimindeki bölgelere ya da çevre ülkelere sığınıp, göçebe olarak yaşamak zorunda bırakıldılar. Bu saldırılar sonucunda ölümler ve ağır yaralanmalar olduğu, bazı çocukların hırsızlık yaptıkları gerekçesiyle ellerinin kesildiği, kadınların zorla alıkonduğu ve cinsel şiddete uğradıklarına dair pek çok tanıklık bulunuyor. Kentlerdeki şiddetli çatışmalar, sağlık ve besin yetersizliği nedeniyle bu topluluklar, çevre ülkelere hızla göç etmeye başladılar. Bugüne kadar Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’ta on binlerce Dom ve Abdal, sığınmacı olarak açlık ve yoksulluk içinde yaşamaya çalışıyordu. Bugün Suriyeli mülteci Domlar ve Abdal topluluklarının yaşadıkları ülkelerde, karşı karşıya kaldıkları sorunlar, mülteci olmalarından kaynaklı olmalarının ötesinde; sistematik ayrımcılık, Çingene karşıtlığı, marjinalleştirme, dışlanma, yoksulluk, önyargı ve şiddet gibi gayri insani öğeleri de içinde barındırmaktadır.

Suriye’deki Yeni Dönem ve Barış İnşası Sürecinde Dom ve Abdallar

6 Aralık 2024 sabahı, 2011 yılında başlayan çatışmalar ve şiddet sebebiyle, komşu ülkelere oradan da başta Avrupa olmak üzere, dünyanın dört bir yanına göç vermiş Suriye’de, 61 yıllık Baas rejimi ortadan kalktı. Ülkede hâlâ ciddi bir belirsizlik ve can güvenliği sorunu devam ediyor. Özellikle, tarihsel Sünnî-Şii ihtilafı ve mezhepsel çatışmaların yeniden alevlendiği bu yeni dönemin ülkeye istikrar ve barış getirip getirmeyeceği ve on dört yıldır süren iç savaş ve çatışma sürecinde yaşanılan her türlü mağduriyet ve can kayıplarının adil bir şekilde soruşturulup, mağdurların adalete eriştiği bir barış inşa sürecine evriltilip evriltilmeyeceği konusunda belirsizlikler sürmektedir.[8] 

Bu yeni durum ve yeni dönem, kitlesel göç alan ülke yönetimleri başta olmak üzere Suriyeli mültecilerin sığındıkları ülkeler açısından “gönüllü geri dönüşler” için bir umuda dönüştü. BM Mülteci Örgütü UNHCR tarafından yayınlanan son bilgi notunda, 3 Nisan 2025 itibarıyla, 8 Aralık 2024’ten bu yana yaklaşık 372.550 Suriyelinin komşu ülkelerden Suriye’ye geri döndüğü ve bu dönenlerin 145.639 kişisinin, Türkiye’den gönüllü olarak Suriye’ye dönenlerden oluştuğu belirtilmektedir.[9] Sahadan yapılan çalışmalar gönüllü geriye dönüş yapanlar içerisinde önemli ölçüde Dom ve Abdal ailenin de bulunduğunu göstermektedir.

Bu dönüşlerin pek çok sebebi olmakla birlikte, göçmen karşıtlığının giderek arttığı ve aynı zamanda ekonomik krizlerin de derinleştiği bu dönem göçmenleri güvencesizliğe itiyordu. Bu güvencesizlik ve sıkılaştırılan göç mevzuatı sürekli sınır dışı edilme tehlikesini de her an yaşanacak bir olguya dönüştürmüştü. Bu belirsizlik hali, toplulukların yaşadıkları ülkelerde, karşı karşıya kaldıkları sistematik ayrımcılık sebebiyle, hak ve hizmetlere erişememe ve sınır dışı edilmeye zorlanma gündelik uygulamalara dönüşmüş, bu durum da topluluk üyelerinin bilinmezliğe doğru dönüşünün başlamasına sebep olmuştur. Eğer Suriye’deki geçici yönetim, gelecekte ülkede istikrarı sağlayabilir ise bu zorunlu, “gönüllü dönüşler,” biraz daha aratacaktır.

Geriye dönenlerle yapılan görüşmelerde, geriye dönenlerin büyük bir kısmının bırakıp geldikleri mahallerinin ve evlerinin harabeye döndüğünü, elektrik, su, gıda gibi temel gereksinimlerinin karşılayacak koşulların olmadığını ifade ettikleri görülmüştür.

Suriyeli Dom ve Abdalları da İçeren bir Barışın İnşası Mümkün mü? 

Suriye’de yaşanan iç savaş ve çatışma sürecinin yeni bir döneme evrilmesi için Dom ve Abdallar gibi tarihsel olarak marjinalleştirilmiş ve sistematik ayrımcılığa uğramış dezavantajlı toplum kesimlerine yeni riskler ve mağduriyetler yaratmadan faaliyet gösteren uluslararası mekanizmaların, bu toplum kesimlerini ve diğer azınlık etnik grupları ve inançları da içerecek bir şekilde, tasarlanması gerekiyor.

Tarihsel deneyimler, dünyadaki Roman toplulukların, savaş ve çatışma sonrası dönemlerde, yok sayıldıkları, tarihyazımında yer almadıkları ve barış inşası politikalarından dışlandıkları ve çok az öneme sahip topluluklar olarak kabul edildiklerini gösteriyor. Bu topluluklar, birçok kez çatışmalar sonrasında dahi, mağdur edilmeye devam etmiştir. Çünkü faillerin algısında Çingeneler mağdur olarak sayılmıyor ya da onlara yönelik saldırılar haklı görülüyor. Bu sebeple ve anlayışla Roman azınlıklar sadece savaşlardan veya hemen sonrasından doğrudan etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda onları önemli ölçüde marjinalleştiren ve toplumun her alanında son derece dezavantajlı bir konuma yerleştiren uzun vadeli sonuçlarla yüz yüze kalıyor.

Son otuz yılda Avrupa’da Balkan Romanlarının yaşadığı bu deneyimi gelecekte Suriyeli Domların da yaşamaması için, geç olmadan harekete geçilmelidir. Çünkü günümüzde Roman topluluklara karşı işlenen nefret suçlarının çoğu, bu savaş dönemlerinde gelişen, radikal ırkçı ve dinî ideolojilerden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple, çatışma sonrası politikaların bu toplulukları içermesi, barıştaki konumlarını da iyileştirecektir.


[1] Joskowicz, Ari. “Romani Refugees and the Postwar Order”. https://www.academia.edu/15038493/Romani_Refugees_and_the_Postwar_Order

[2] Sobotka, E., 'Romani Migration in the 1990s: Perspectives on Dynamic, Interpretation and Policy,' https://www.researchgate.net/publication/228782495_Romani_Migration_in_the_1990s_Perspectives_on_Dynamic_Interpretation_and_Policy

[3] Sardelic, Julija.,  Romani Minorities in War Conflicts and Refugee Crises of the (Post)-Yugoslav Space: A Comparative Socio-Historical Perspective, Roma and Conflict: Understanding the Impact of War and Political Violence - Roma Rights Journal 1/2017 https://www.errc.org/roma-rights-journal/roma-rights-1-2017-roma-and-conflict-understanding-the-impact-of-war-and-political-violence

[4] Zeidler, Kathleen., Prosecuting War Crimes against Roma in the Yugoslav Wars: The Case of Skocic

(Zvornik V) at the Serbian War Crimes Tribuna, Roma and Conflict: Understanding the Impact of War and Political Violence - Roma Rights Journal 1/2017 https://www.errc.org/roma-rights-journal/roma-rights-1-2017-roma-and-conflict-understanding-the-impact-of-war-and-political-violence

[5] Ukrainian Roma Refugees Face Discrimination https://www.csce.gov/articles/ukrainian-roma-refugees-face-discrimination-throughout-europe-2/

[6] Caught in the middle: Gypsies in Jerusalem marginalized in conflict-laden city.

www.egyptindependent.com/caught-middle-gypsies-jerusalem-marginalized-conflict-laden-city/

[7] - The Gypsies of Iraq – meetings with a people in isolation http://www.yourmiddleeast.com/features/the-gypsies-of-iraq-meetings-with-a-people-in-isolation_12455

- Gypsies and Society in Iraq: Between Marginality, Folklore and Romanticism, Ronen Zeidel http://www.tandfonline.com/…/a…/10.1080/00263206.2013.849696

- The Iraqi Gypsies After the Collapse of Hussein's Regime, Yasunori Kawakami

http://www.domresearchcenter.com/journal/22/index.html

[8] Tarlan, K., V., Suriye’de barışın inşası mümkün mü?

https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-430-subat-2025-430-subat-2025/10183/suriyede-barisin-insasi-mumkun-mu/12985

Suriye’de Baas Rejimi Ortadan Kalktı: Mülteci Evlerinde Umut, Korku ve Belirsizlik

https://birikimdergisi.com/guncel/11916/suriyede-baas-rejimi-ortadan-kalkti-multeci-evlerinde-umut-korku-ve-belirsizlik

 

[9] REGIONAL FLASH UPDATE SYRIA SITUATION CRISIS https://reporting.unhcr.org/syria-situation-crisis-regional-flash-update-21