Gezi’den Saraçhane’ye Geçmişin Hayaletleri

İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun CHP’nin cumhurbaşkanı adayını belirleme önseçimine tek aday olarak gireceğinin netleşmesinin ardından, adaylık iddiasının önünü kesmek için önce 18 Mart’ta üniversite diplomasının iptali, ertesi gün ise yolsuzluk ve Kent Uzlaşısı yoluyla teröre destek vermek gibi iddialarla gözaltına alınmasıyla başlayan süreç Türkiye’de 2013 yılındaki Gezi direnişinden beri uykuda bekleyen kolektif direniş pratiğini harekete geçirdi. Hükümetin iddialarını temellendirmekte oldukça zayıf kalması ve bütün bu olağanüstü gelişmelerin kısa süre içinde arka arkaya yaşanması, bağımsız işleyen bir yargı sürecinden çok seçilme hakkının ortadan kaldırıldığı bir yargısal otoriterlik mekanizmasına işaret ediyordu. Türkiye siyasetinde, şimdiye dek iktidar tarafından kutsallaştırılarak adeta bir fetiş nesnesi haline getirilmiş sandığın, yine iktidar tarafından ortadan kaldırılma ihtimali toplumun muhalif ve demokrat kesimlerinin mücadelesini sokağa taşımasına yetti.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamına kayyum atanması ihtimaline karşı CHP lideri Özgür Özel tarafından işaret edilen Saraçhane, ilk günden itibaren halkın toplanma ve direniş mekanına dönüştü. Ancak protestoların CHP mitingi havasından sıyrılarak bir toplumsal harekete evrilmesi üniversite öğrencilerinin Saraçhane’yi de aşan kararlılığıyla mümkün oldu. Erdoğan’ın en güçlü rakibi İmamoğlu’nu yargı yoluyla saf dışı bırakması toplumun bütün kesimlerini kuşatan geleceksizlik kaygısıyla katmanlanarak, uzun süreli bir baskı ve otoriter tahakküm altında dağıtılmaya çalışılan toplumsal muhalefetin yeniden ortak bir zeminde buluşmasına ve kendiliğinden bir direniş pratiğine dönüşmesine neden oldu. Bu, bir anlamda, aradan 12 yıl gibi uzun bir süre geçmesine rağmen toplumsal belleğimizde taze bir yer tutan Gezi direnişinin hayaletlerinin tarih sahnesine geri dönüşüydü. Gezi, kent savunusu, otuz güne yaklaşan fiili direniş hali, parktaki çadırlarda kurulan komün girişimleri ve forum demokrasisiyle Türkiye’nin yakın ve uzak siyasi geçmişinde müstesna bir deneyim olarak bir kerteriz noktası oluşturuyor şüphesiz. Bu sebeple, Saraçhane[1] protestolarının ortaya çıktığı andan itibaren hem Gezi sürecinin öznesi olan kuşakların hem de Gezi direnişinin mitleriyle büyümüş olan yeni kuşağın hafızasında Gezi’ye dair pratikler bir kolektif bilinçdışı unsuru olarak duruyor.

Ancak, Gezi ve Saraçhane arasındaki benzerlikler bir yana, iki toplumsal hareket arasındaki ideolojik kompozisyon farkları bu iki direniş pratiğini tarihsel olarak birbirinden koparan, hatta neredeyse birbiriyle rekabete sokan yaklaşımlara da sebep oldu. Gezi direnişi, iktidarın topçu kışlası inşa etmek için Taksim Meydanı’ndaki Gezi Parkı’na iş makinelerini sokmasıyla başlamış ve tüm ülkeyi içine alan kolektif bir itiraza dönüşmüştü. Gezi’deki toplumsal hareket, milliyetçilerden Kürtlere spektrumu çok geniş bir ideolojik doku barındırsa da sol/sosyalist aydın ve çevrelerin öncülüğünde kurulan sivil inisiyatiflerle yürüdü. Saraçhane ise öğrenci topluluklarının öncülük etmeye çalıştığı, sol/sosyalist örgütlerin kendine tam anlamıyla alan bulamadığı, Kürtlerin Gezi’deki konumuna nazaran protestocular tarafından kapsanmadığı, son dönemde yükselen kentli seküler milliyetçiliğin rengini verdiği bir direniş hattı. Sokaktaki kompozisyon Gezi’ye benzese de hegemonik gruplar ve ideolojik perspektif açısından belirgin yoğunluk farkları var. Ayrıştırıcı ve hamasi döviz ve sloganlar Gezi’ye kıyasla çok daha yaygın. Bu tespitler şimdiye kadarki çapı en büyük iki toplumsal itiraz hareketi arasında politik ve ahlaki bir hiyerarşi kurmak için değil, aksine, aralarındaki farklara rağmen bu iki tarihsel moment arasındaki bağlantılara, süreklilikler içindeki kopuşlara işaret edebilmek için önemli.

İktidarın Gezi’yi toplum nezdinde kriminalize etme çabalarının bunca yıl işlemediği, hatta ters teptiği açık. Diğer yanda Gezi’ye dair iki hâkim görüş var: ilki, sadece geride bıraktığı temsillerine ve ikonografisine odaklanarak direnişi nostaljikleştirmek; diğeri ise devasa bir umut dalgasının içe kapanan hayal kırıklığıyla yenilgi duygusunu geriye dönüşsüz bir karamsarlıkla ikame etmek. İlk görüş Gezi’nin yarattığı politik değer ve kavramların özünü anılar arasında bir tür ‘direniş turizmi’ ruh haliyle ıskalarken, ikinci görüşe sahip olanlar ise Gezi’yi olup bitmiş bir ‘chapter’ olarak kapatarak onun tarihselliğini, uzun vadeye yayılan etki gücünü ve sunduğu gelecek perspektifini gözden kaçırıyor. Saraçhane’yle başlayan öğrenci hareketlerinde bu görüşlere Gezi’yle ideolojik ve kuşaklar arası rekabet de ekleniyor.

Halbuki Gezi direnişi, Saraçhane’de açığa çıkan enerjiyi kuvvetlendirebilecek önemli bir tarihsel imkân sunuyor. Walter Benjamin’den mülhem, eğer tarihi progresif, doğrusal bir çizgide ilerleyen bir gelişim süreci olarak görmeyi bırakır ve onun geçmişin bastırılmış imkânlarının şimdiki zamanda patlayarak ortaya çıkabileceği kesintili bir yapı olduğunu kabul edersek, Gezi’nin yalnızca nostaljik bir referans değil, Saraçhane’yi dönüştürebilecek etkin bir tarihsel kuvvet olduğunu görebiliriz. Benjamin’e göre, “ezilenlerin geleneği bize içinde yaşadığımız ‘olağanüstü hâl’in aslında bir istisna değil, kural olduğunu öğretir. Tarih anlayışımızı buna uygun bir biçimde dönüştürmeliyiz”[2]. Bildiğimiz tarih, mağlup olmuşların bastırılmış tarihidir ve geçmişin yıkıntıları üzerine kurulur. İlerleme miti, şimdiye dek muzaffer olmuş egemen sınıfların hikâyesi olarak yazılmıştır. Oysa tarih, egemenlerin kesintisiz ilerleyen bir zaferler dizisi değil, ezilenlerin bastırılmış mücadelelerinin izlerini barındıran bir enkaz yığınıdır. Benjamin’in tarih meleği (Angelus Novus), ilerleme olarak görülen şeyin aslında sürekli bir yıkım ve yıkıntı birikimi olduğunu gösterir. Asıl devrimci potansiyel, bu geçmişin enkazı arasında gelecek kuşaklar tarafından ortaya çıkarılmayı beklemektedir. Bu bir yenilgi romantizmi değil, bilakis ezilenlerin ve mağlup edilmiş zamanların nefes alma imkânı bulamayan potansiyellerini şimdiki zamanda uyandırarak geçmiş ve şimdinin diyalektik karşılaşmasına imkân tanımaktır. Yenilenlerin mirasını sahiplenmeden gelecek de kurtarılamayacaktır, zira fedakârlık ve mücadele duygusu “özgürleşmiş torunların imgesinden değil, köleleştirilmiş ataların anısından beslenir”[3].

Bu bağlamda, Gezi’nin yenilgisini mutlak bir kapanış olarak okumak, Benjamin’in tarih anlayışına aykırıdır. Çünkü tarihte tamamlanmamış her şeyin geri dönme ihtimali vardır. Saraçhane, bastırılanın geri dönüşünü sergileyen bir sahne olarak, şimdi ve geçmişin karşılaştığı, yeni ihtimallerin doğduğu diyalektik bir alanı temsil ediyor. Bu, sadece bir tepki değil, Gezi’den devralınan ancak tamamlanmamış olan şeylerin tekrar şimdiye sıçraması ve yeni bir tarihsel olanak yaratması anlamına geliyor. O dönemde ortaya çıkan dayanışma ağları, bugün Saraçhane direnişinde yeniden hatırlanıyor. Benjamin’in tarihin melekleri gibi, yenilgiye uğramış ama yok olmamış olan şeyler, bugün tekrar canlanıyor. Bugün sokaklarda görülen pankartlarda yer alan “Gezi’de direnen ailelerin çocukları büyüdü” gibi ifadeler, tıpkı ‘kırmızılı kadın’ fotoğrafındaki Gezi ikonografisini çağrıştıran ‘gaz maskeli semazen’ gibi imajlar bu sürekliliğin kolektif bilinçdışı tarafını bizlere hatırlatıyor.

Elbette geçmiş mitlerin kendi başına bir gelecek tahayyülü sunduğu anlamına gelmiyor bütün bunlar. Kolektif bilinçdışı imgeleri ancak maddi gerçeklikle diyalektik bir ilişkiye girdiklerinde devrimci bir potansiyel kazanır; bunlar devrim sonrası toplumun tasvirleri değil, radikal toplumsal eylemlerin gerçekleşmesi için gerekli olan zihinsel ve duyusal donanımlardır[4]. Saraçhane’de açığa çıkan eylemlilik biçimleri, henüz olgunlaşmamış, kendi sınırlarını zorlamayan bir tepki hareketi olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu hareketin, Gezi’de olduğu gibi yalnızca bir öfke patlaması olarak kalmaması için, geçmişin unutulmuş pratiklerini, kaybedilmiş deneyimlerini bugünün mücadelesiyle buluşturan bir politik tahayyül geliştirmeye ihtiyaç var. Gezi’de ortaya çıkan radikal demokrasi, kesişimsel mücadele, çoğulluk, yatay örgütlenme, komün deneyimi ve forum kültürü gibi, bir kısmı bastırılmış ve unutulmaya terk edilmiş ama her biri geleceğe ait potansiyelleri geçmişin yıkıntıları arasından çıkarmak, Saraçhane’de milliyetçileşen ve kapsayıcılığı sınırlandıran direnç hattına müdahale edebilecek tarihsel fragmanlar olarak değerlendirilebilir. Benjamin’in tarihyazımı anlayışından hareketle, Gezi’nin Saraçhane’nin yanına bir diyalektik imge olarak yerleştirilmesi iki toplumsal hareket arasındaki çelişkileri kristalize ederek kendiliğinden bir politik eğitim ve bilinçlendirme işlevi görebilir. Özgürlük talebi, milliyetçilik ya da hegemonik erkeklik gibi mücadeleyi bölen dışlayıcı ikilikler içinde ifade edildiğinde toplumsal meşruiyetini kaybeder ve dönüştürücü gücünü yitirir. Oysa, Gezi’nin başarısı, toplumsal çelişkileri ortak bir özgürleşme pratiği içinde yeniden şekillendirmesiyle mümkün olmuştu. Buna ek olarak, Saraçhane’nin içine doğduğu derin yoksulluk bağlamı keskinleşen sınıfsal çelişkileri hiç olmadığı kadar görünür kılıyor. Genel grev ve boykot pratikleriyle enerjiyi buralarda yoğunlaştırmak, Gezi’de kaçırılmış bir fırsat olarak mevcut ekonomik ve siyasal koşullara doğrudan müdahale eden bir hareket inşa etmenin yollarını da açabilir.

Sonuç olarak, geç kapitalizmin sistematik biçimde tarihsel amnezi üretme eğilimine karşı, geçmişi hatırlama ve yorumlama biçimimizin dahi özgürlükçü ve eşitlikçi bir gelecek tahayyülünün inşasında politik bir müdahale anlamına geldiğini göz ardı etmemek gerekir. Gezi direnişi 2013 yılında başladı ve henüz sona ermiş değil. Saraçhane de Gezi’nin potansiyellerini kendisine eklemlediği haliyle önümüzdeki uzun yıllar kapanmayacak ve toplumsal kriz anlarında hafızamızda uyanan bir el freni işlevini görmeye devam edecek. Aksi takdirde, yalnızca gelecek ihtimali değil geçmişin mücadeleci hayaletleri de geri gelmemek üzere yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. Benjamin’in sözleriyle, “geçmişteki umut kıvılcımlarını tutuşturabilme yeteneğine sahip tarihçi, ancak şu gerçeğe inanandır: Eğer düşman zafer kazanırsa, ölüler bile güvende olmayacaktır”[5].


[1] Protestoların başlangıç noktasına referansla ortak bir adlandırma yapabilmek için, Şişli ve Beşiktaş’taki protestoları da kapsayacak şekilde “Saraçhane” demeyi tercih ediyorum.

[2] Walter Benjamin. 1942. On the Concept of History

[3] Walter Benjamin. 1969. Illuminations: Essays and Reflections. Schocken Books

[4] Susan Buck-Morss. 1989. The Dialectics of Seeing: Walter Benjamin and the Arcades Project. The MIT Press

[5] Walter Benjamin. 1942. On the Concept of History