CHP’nin İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi'ne Dair Notlar

AKP iktidarının on sekizinci yılı geride kalırken karşısındaki ana muhalefet partisi ve haliyle iktidar alternatifi CHP, geçtiğimiz yaz düzenlediği 37. Kurultay’ında “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”ni yayımladı. Bu kurultayda, günümüzde ülkenin temel problemlerinin “demokrasi, eğitim, dış politika, ekonomi ve toplumsal barış” olduğu belirtildi ve bu temel problemlere dair CHP’nin çözüm önerileri bu beyannameyle ilan edildi. Ancak ülkenin kasvetli ikliminden, biraz da pandemiden dolayı bu metin yeterince tartışılmadı. Bu yazıda İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi tartışmaya açılacak, bu çerçevede tarihsel süreç içerisinde CHP’nin ideolojik salınımı ele alınacak, sonrasında da bu beyanname ile 1959’da ilan edilen İlk Hedefler Beyannamesi kıyaslanacaktır.

CHP’nin İdeolojik Salınımı

Bugünden CHP’nin tarihine bakıldığında, sanki kuruluşundan beri ortanın solu-demokratik sol-sosyal demokrasi çizgisinde bir parti görüntüsü var gibidir. Halbuki geçmişte olduğu gibi bugün de tekgövde (monoblok) bir CHP’den söz edilmez. CHP’yi parti içindeki sağ ve sol ideolojiyi savunan farklı hiziplerin yönetimi almak için mücadele ettiği bir siyasi parti şeklinde tanımlayabiliriz. Bu bağlamda CHP’de yönetimin konjonktürün de etkisiyle zaman zaman sağ ve sol hizipler arasında el değiştirdiğini söyleyebiliriz.

CHP’deki hiziplerin en bereketli olduğu dönem, erken Cumhuriyet’tir. Bu dönemde Cumhuriyet rejimini benimseyen ancak rejime kendi rengini vermek isteyen birçok hizip CHP içerisinde siyaset yürütmüştür. Rejime sol bir renk vermek isteyen Kadrocular da CHP içindedir, rejime faşizan bir renk vermek isteyen Recep Peker de ya da Millî Eğitim Bakanlığı sürecinde Köy Enstitüleri’ni kuran Hasan Âli Yücel de CHP’lidir, Köy Enstitüleri’nin kaldırılmasına giden süreci başlatan Millî Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer de. Demokrat Parti’nin (DP) CHP’den kopmasını da bu şekilde değerlendirebiliriz. Ekonomik alanda görece liberal fikirleri savunan Celal Bayar’ın başını çektiği hizip ile görece devletçi politikaları savunan İsmet İnönü’nün başını çektiği hizip arasındaki çatışma sonrası DP, CHP’den koparak kurulmuştur. Bu çerçevede elitler arası yaşanan mücadele sonrasında CHP’den Türkiye’nin merkez sağ geleneğini başlatan DP çıkmıştır.[1] Üstelik CHP’deki hem sağ hem de sol hizipler kendilerini Kemalizm üzerinden temellendirmişlerdir. Sözgelimi sağ Kemalistler, Altı Ok’un milliyetçilik ilkesine vurgu yaparken sol Kemalistler de halkçılık ilkesine vurgu yaparlar. Dolayısıyla erken Cumhuriyet döneminde CHP’de ideolojik bir müphemlik olduğundan söz edebiliriz.

1950’lerde CHP’de farklı hizipler varlığını devam ettirmekle birlikte partinin ideolojisi görece berraklaşmaya başlamış, CHP deyim yerindeyse devletten bağımsız şekilde bir siyasi parti olarak yeniden kurulmuştur. 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidardan düşen CHP, “kimlik krizi” yaşamış, devletçi parti görüntüsünden kurtulmak ve “halka gitmek” için arayışlara girmiştir. Partinin ideolojisini netleştirmek için 1958’de Araştırma ve Dokümantasyon Bürosu kurulmuş, sonrasında Hürriyet Partisi’nin (HP) 1959’da CHP’ye katılmasıyla partinin çizgisi netleşmeye başlamıştır. Tüm bunların sonucunda ise, özellikle 50’lerin ikinci yarısından itibaren otoriterleşen DP’ye karşı demokrasi savunusu yapmaya başlamıştır. CHP, sadece DP’nin anti-demokratik politikalarına karşı çıkmıyor, aynı zamanda temel hak ve özgürlere vurgu yapıyor, hukuk devleti ve sosyal devlet temelli düzen çağrısı yapıyordu. CHP bu alternatif politikalar çağrısını 12-15 Ocak 1959 tarihleri arasında düzenlediği 14. Kurultay’da kaleme alınan İlk Hedefler Beyannamesi[2] ile ilan eder. CHP’nin sosyal demokratikleşme çabalarının ilk halini bu beyannamede bulabiliriz. Ayrıca CHP’nin burada koyduğu hedefler, çoğulcu bir dille yazılan 1961 Anayasası’nın da temelini oluşturacaktır.

1950’lerden itibaren Türkiye’de sanayileşme ve kentleşme artmış, genel olarak toplumsal yapı değişmeye başlamış ve böylece işçi sınıfı belirginleşmiştir. Ayrıca çoğalan nüfusla birlikte başta İstanbul ve Ankara’da üniversite eğitimi alan öğrencilerin sayısı artmış ve bu gençler arasında sol düşünce yaygınlaşmıştır. Sosyal adalet temelli 1961 Anayasası’nın da verdiği imkânlar çerçevesinde özellikle Türkiye İşçi Partisi’yle (TİP) Türkiye’de sosyalist siyaset görünür olmaya başlamıştır. CHP de 1959’daki İlk Hedefler Beyannamesi ile sosyal demokrasiye giren çizgisinin adını koymuş ve kendisini “ortanın solu”nda tanımlamıştır. Böylece CHP, devletçiliğe vurgu yapıyor, planlı ekonomiyi savunuyordu. CHP’nin ortanın solu çizgisini benimsemesinde TİP’in etkili olduğu söylenmekle birlikte 1950’lerin ikinci yarısından itibaren CHP’nin sosyal demokrat politikaları savunmaya başladığını, TİP’in CHP’nin kendisini “ortanın solu” şeklinde tanımlamasında hızlandırıcı rol oynadığını belirtebiliriz. CHP’nin sosyal demokrasi çizgisini belirlemesinde, dünya konjonktürü de etkili olmuştur zira İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte özellikle Avrupa’da sosyal demokrasi yükseliştedir. Marshall yardımları çerçevesinde Avrupa’nın ekonomik olarak yeniden inşası, sosyal demokrasinin gelişimine zemin hazırlamış, 1950’ler, 1960’lar ve hatta 1970’ler boyunca başta Almanya ve İsveç olmak üzere Avrupa ülkelerinde refah devleti anlayışını savunan sosyal demokrat partiler iktidara gelmiştir.

CHP’nin kendisini ortanın solunda tanımlamasına partinin sağ kesiminden tepki gelmiş ve bu kesim Turhan Feyzioğlu öncülüğünde 1967 yılında partiden ayrılarak Güven Partisi’ni kurmuştur. Bu parti, 1971’de Millî Güven Partisi adını aldı, 1972’de ise Bülent Ecevit’in CHP genel başkanı olmasına tepki gösterip partiden ayrılanların kurduğu Cumhuriyetçi Parti ile birleşerek Cumhuriyet Güven Partisi (CGP) olarak yoluna devam etti. CGP’nin kurulmasıyla sağ Kemalizm partileşmiştir. Bu kesim, CHP’nin ortanın solunu benimseyerek komünizme yataklık ettiğini ve Atatürk’ün yolundan ayrılığını öne sürer.[3] Sağ Kemalizm’in milliyetçilik ve rejimin bekasına vurgu yaptığını, rejimin bekası için de ordu ve bürokrasiyle ittifaka meyilli olduğunu söyleyebiliriz. Soğuk Savaş sürecinde özellikle komünistlerin rejim için ciddi bir tehdit olduğunu öne sürmüşlerdir. Sağ Kemalistler “rejimin bekası” anlayışıyla CHP’ye karşı kurulan Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti içerisinde dahi yer almışlardır.

CHP’den sağ Kemalistler kopmuş olsa bile, parti içindeki sağ hizipler varlığını sürdürmüştür. 12 Mart 1971 Askerî Muhtırası’na Ecevit tepki gösterip genel sekreterlikten istifa ederken, diğer CHP’li Nihat Erim ise 12 Mart rejiminin “partiler üstü” başbakanı olacaktır. 1972’de Ecevit’in CHP genel başkanı olmasıyla birlikte CHP içindeki sol hizip varlığını perçinlemiştir. Ecevit, ortanın solu yerine “demokratik sol” ifadesini kullanarak hem ideolojik çizgisini netleştirmiş hem de İnönü ile kendi dönemi arasında ayrım yapma imkânını elde etmiştir. CHP, 1977’de Sosyalist Enternasyonel’e üye olarak duruşunu tasdik ettirmiştir. 1970’lerde Ecevit öncülüğündeki CHP, altın çağını yaşamış, 1973 ve 1977 seçimlerinde büyük atılım göstermiştir. Bununla birlikte CHP ideolojik salınım göstermeye devam etmiş, 12 Mart’a tepki göstermiş ancak 12 Mart Muhtırası’nda imzası bulunan komutanlar Faruk Gürler ve Muhsin Batur’u 1973 ve 1980 Cumhurbaşkanı seçimlerinde partinin adayı olarak desteklemiştir. Ayrıca “demokratik sol” ifadesiyle “demokratik olmayan sol” olarak tanımladığı sosyalizm/komünizmle, hatta sosyal demokrasiyle arasına mesafe koymuş, onları dizginlemeye çalışmıştır. CHP, 70’lerde soldaki varlığını perçinlese de rejimin bekasını sarsacağını düşündüğü “aşırı sol”a prim vermemiş, ordu ile ittifaka da açık olduğunu belirterek ideolojik salınımını sürdürmüştür.

12 Eylül 1980 Askerî Darbesi sonrası, sağ Kemalist bir restorasyon süreci yaşanmış ki 12 Eylül süreci için düşünülen başbakan adaylarından biri de Turhan Feyzioğlu olmuştur.[4] Geçiş sürecinde ordu eliyle sağ Kemalizm ya da Atatürkçülük uygulanmaya başlamış, rejimin bekasını tehdit ettiği düşünülen solun üzerine gidilmiştir. 12 Eylül sonrası merkez sol, yoluna Halkçı Parti (HP) ve Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ile devam etmiş, çok geçmeden bu iki parti Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) çatısında birleşmiştir. Bu dönemde SHP evrensel bir sosyal demokrat çizgi benimsemiştir. SHP, 12 Eylül vesayetine karşı demokrasi, insan hakları ve özgürlük temelinde siyaset yürütmüştür. Erdal İnönü’nün liderliğindeki parti emekçi kesime de özellikle vurgu yapmıştır. Bunların sonucu olarak da 1989 yerel seçimlerinde birinci parti olmuştur. 80’lerde solun baskın olduğunu ancak 90’larla birlikte salınımın tekrar sağa kaydığını söyleyebiliriz.

90’larla birlikte Türkiye’de Kürt hareketinin ve siyasal İslâmcılığın yükselişini görürüz. SHP’nin CHP’yle birleşmesi sonrası, özellikle Deniz Baykal başkanlığındaki CHP nazarında “irtica” ve “bölücülük”, rejimin bekası için iki “tehdit” olmuştur. Baykal’la birlikte sosyal demokrasi politikaları kenara konulmuş, parti milliyetçi bir çizgiye kaymıştır. 12 Eylül sonrası yoluna Demokratik Sol Parti (DSP) ile devam eden Bülent Ecevit de özellikle 1990’ların ikinci yarısında milliyetçiliği ve laikliği vurgulamış, sosyal demokrasinin krizini derinleştirmiştir. 70’ler ve 80’lerdeki sosyal adalet, emek, insan hakları ve demokratikleşme yerine cumhuriyet, laiklik, ulusal bütünlük ifadeleri kullanılmaya başlamış, CHP tekrar “devletçi” sağ Kemalist bir çizgiye kaymıştır.[5] Barış Süreci de “bölücülüğe destek” şeklinde yorumlanmıştır. Hatta Baykal, “iktidarın alternatifi var, CHP’nin yok” sözleriyle devletin gerçek sahibi gibi hareket etmiştir.[6] Bu söylemlerinin karşılığı olarak ise oy oranı %20 civarına sıkışmış bir CHP görürüz. Bununla birlikte 2010’da Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla CHP’de sol çizginin yeniden hâkimiyeti aldığını söyleyebiliriz.

Kılıçdaroğlu CHP’si, “rejim”, “laiklik” yerine sosyal adalet, emek, demokrasi, insan hakları gibi sosyal demokrat değerlere rücu etmiştir. CHP’deki bu değişimle birlikte partinin oy oranı %20’lerden %25 civarına çıkmıştır. 25-26 Temmuz 2020’deki 37. Kurultay’da ilan edilen “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi”ni de sosyal demokrat çizginin devam edeceği şeklinde yorumlayabiliriz.

İlk Hedefler ve İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannameleri

Türkiye siyasal tarihini CHP-merkez sol hattı üzerinden katettiğimizde partinin çizgisinin sarkaç gibi sağ ve sol skalada gidip geldiğini görürüz. Metin (text) ve dönem (context) çerçevesinde değerlendirildiğinde 1959’daki İlk Hedefler Beyannamesi ile 2020’deki İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin kıyaslanabileceğini söyleyebiliriz. 1959’daki beyanname, 20. yüzyılda ve Soğuk Savaş şartlarında CHP’nin rotasını sosyal demokrasiye çevirirken, 2020’deki beyanname ise 21. yüzyıl şartlarında CHP’nin sosyal demokrasi çizgisini tasdik etme şeklinde okunabilir. İktisadi ve siyasi kriz ortamında kaleme alınan her iki beyanname de iktidara gelindiğinde acilen yapılacakları ortaya koyar, bir nevi rejimin restore edilmesi ve ülkenin demokrasi rayına konulması amaçlar. Ayrıca her iki metin de otoriterleşen ve kriz içerisinde olan iktidarlara karşı verilen bir cevaptır.

Muhalefet 1950’lerin ikinci yarısında DP’nin, 2010 sonrasında da AKP’nin otoriterleşmeye başladığını söyler. Her iki dönemde de ekonominin kötüye gitmesi, seçimlerde görece oyların azalmasıyla iktidar zemini altından kayan DP ve AKP, siyasetin alanını daraltmıştır. Bu dönemlerde kendisini eleştiren gazeteciler hapse atılmış, milletvekilleri tutuklanmıştır. DP ve AKP, kendilerine muhalefet edenleri millî iradenin tecellisine engel olarak görüyorlardır. DP ve AKP özelinde Türk sağı, iktidarda olduğu dönem boyunca milletin iradesi tecelli ettiği için ülkenin değiştiğini; elitlerin elindeki “eski Türkiye”ye kıyasla “yeni Türkiye”nin inşa edildiğini ileri sürer. Bu anlayışa göre sandıktan en çok oyu alan parti, hiçbir kısıt kabul etmeksizin dilediğini yapma hakkına sahiptir. Kendisi millî iradenin temsilcisi olduğu için muhalefetten de destek bekliyordur zira “doğru olanı” yapıyordur ve kendisine yöneltilen itirazı/eleştiriyi millî iradeyi engelleme olarak görür. Millî irade söylemiyle Türk sağı, demokrasiyi sayı rejimine indirgemiş ve en çok sayıya ulaşanın her istediğini yapma hakkına sahip olduğunu savunmuştur. Dolayısıyla Türk sağı kendisini “milletin gerçek temsilcisi” ve “demokrasinin öncüsü” olarak yansıtır. Ayrıca bu anlayışa göre kendisine verilen oy millî iradeyi temsil ederken, muhalefete ya da “onlar”a verilen oy ise millî iradeyi temsil etmez, hatadır. Sözgelimi 1957 genel seçimlerinde %48,6 oy alan DP kendisini millî iradenin temsilcisi olarak kodlarken, %41,4 oy alan CHP’yi, %6,5 oy alan Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni (CMP) ve %3,5 oy alan HP’yi gayri millî ve hata olarak kodlamaktadır ki toplam oyları DP’yi geçen bu üç parti, seçimlerde ittifak yapmak istemiş ancak DP’nin seçim sistemini değiştirmesiyle bu engellenmiştir. DP, iktidarda olmanın verdiği güçle, üç partinin ittifak yapmasına mâni olmuş, bir anlamda millî iradenin muhalefette tecelli etmesini engellemiş ve sistem aracılığıyla millî iradeyi kendisinde tecelli ettirmiştir. Benzer şekilde AKP, yerel seçimlerde millî iradenin HDP’de tecelli ettiği belediyeleri bir “hata” olarak görerek kayyum atamıştır; 2018’de erken seçim kararı alınarak, yeni kurulan ve henüz seçime katılma yeterliliğine sahip olmayan İYİ Parti’nin seçime girmesine yasal engel getirilmek istenmiştir. Ancak CHP’nin İYİ Parti’ye on beş milletvekili vermesi ve böylece İYİ Parti’nin seçime girebilmesiyle bu engel aşılmıştır.

Her iki beyanname de millî irade söylemiyle siyasetin alanının daraltılmasına karşı çıkmış, çare olarak ise demokrasiyi önermiştir. Beyannamelerde genel olarak ülkedeki baskı rejimine son verilmesi, anti-demokratik uygulamaların kaldırılması, basın ve ifade özgürlüğü ile temel hak ve özgürlüklerin sağlanması ve hukuk devletinin tekrar tesis edilmesi hedeflenir. Ülkedeki çoğunlukçu yönetime karşı olarak çoğulcu bir yönetim önerilir. Ayrıca cumhurbaşkanının tarafsız çizgiye çekilmesi ve Meclis’in tekrar işler hale gelmesi için 1959 beyannamesinde iki meclisli, 2020 beyannamesinde ise güçlü parlamenter sisteme geçiş planlanmıştır.

İki metin de sosyal demokrasiye yönelim çerçevesinde toplumdaki adaletsizliğin giderilmesi için sosyal devlete vurgu yapar. 1959’daki metin “cemiyetin temel unsuru olan aileyi korumak hedeflerine yönelen sosyal haklar tanınacaktır” derken 2020’deki metin ise “güçlü sosyal devletin ilk adımı olarak Aile Destekleri Sigortası Kurumu” kurulacağını vazeder. Sosyal devlet vurgusu demokrasi için de önemlidir zira demokrasinin yaşaması için demokrasinin “sosyal” haline ihtiyaç duyulur ve toplumun özellikle alt ve orta sınıfının desteklenmesi gerekir. Kısaca her iki metin de devleti restore ederek sosyal ve hukuk devletini hâkim kılmayı hedeflemiştir.

Hem 1959 hem de 2020 beyannamesinde belirtilen hedeflere, ittifak çerçevesinde varılması öngörülmüştür. Muhalefetin her iki dönemde de otoriterleşen iktidarlara karşı demokrasi paydasında bir araya geldiğini söyleyebiliriz. İlk Hedefler Beyannamesi, Hürriyet Partisi’nin CHP’ye katılmasından kısa bir süre sonra gerçekleştirilmiş, ittifaka özel vurgu yapılmıştır. Ayrıca Hürriyet Partisi’nin yanı sıra 1957 seçimlerinde ittifak yapılmak istenen CMP’yle[7] de işbirliği öngörülmüştür. İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin ilan edildiği süreçte ise Millet İttifakı adı altında CHP’nin İYİ Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti ile işbirliği vardır ve kurultayda Kılıçdaroğlu, “önümüzdeki ilk seçimlerde dostlarla iktidar” olacaklarını belirtir. Muhalefet bu metinlerle sadece DP’ye ya da AKP’ye karşı olmak yerine “ortak bir gelecek perspektifi”[8] çizmek istemiştir. DP Vatan Cephesi, AKP ise MHP ve BBP ile Cumhur İttifakı şemsiye altında muhalefete karşı ittifak siyaseti yürütmüşlerdir.

Her iki beyannamede de Kürt meselesine bakış önemlidir. İlk Hedefler Beyannamesi’nde Kürt meselesine dair spesifik bir madde olmamakla birlikte kurultayda, Diyarbakır delegeleri Tarık Ziya Ekinci ve Canip Yıldırım yaptıkları konuşmada Doğu’nun geri kalmışlığına dikkat çekmiş ve CHP’nin iktidara geldiğinde Doğu’yu kalkındırması gerektiğine vurgu yapmışlardır.[9] O dönemde Kürt meselesi, “Doğu sorunu” olarak adlandırılmakta ve “geri kalmış bölge sorunu” olarak ele alınmaktaydı. İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde ise Kürt meselesinin demokrasi temelinde Meclis’te çözüleceği belirtilir. Günümüzde Kürt meselesi hem Cumhur hem de Millet ittifakı için hayati noktadadır. AKP ve MHP 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi öncesi, birbirine karşıt konumdaydı ve MHP özellikle AKP’yi Kürt açılımı üzerinden eleştiriyordu. Ancak AKP’nin Kürt meselesini 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası “güvenlik” politikaları çerçevesinde ele almasıyla AKP ve MHP arasındaki farklılık azalmış, 15 Temmuz’dan sonra ise bu ikili “devletin bekası” çerçevesinde bir araya gelmiştir. Dolayısıyla Cumhur İttifakı’nın çimentosunun Kürt meselesine “güvenlik” çerçevesinde yaklaşmak olduğu söylenebilir. İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nde Kürt meselesine demokratik çözüm önerilse de CHP’nin HDP ile açık bir ittifakından söz edilemez. HDP ile ittifakın yapılamamasında CHP’nin içindeki milliyetçi sağ kanadın ve biraz da İYİ Parti’nin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu durum, CHP’nin zayıf noktası gibi durmaktadır. Özellikle “yüzde elli artı bir” alanın kazandığı yeni seçim sisteminde, AKP-MHP koalisyonu karşısındaki muhalefeti bir bütün olarak düşünmek gerekir zira HDP’nin ya da İYİ Parti’nin baskılanması bütün olarak muhalefet cephesinin aleyhine sonuçlanabilir. Bununla birlikte 29 Mart 2019 Yerel Seçimleri’nde özellikle metropollerde Kürtlerin Millet İttifakı’nın adaylarını desteklemesi, muhalefet açısından gelecekte HDP’yi de kapsayacak bir işbirliğine kapı aralayabilir.

Her iki metin de millî irade ve devletin bekası söylemiyle siyaseti daraltan iktidarlara karşı siyaseti öncelemiş, kapsayıcı ve çoğulcu bir dille yazılmıştır. Ayrıca bu beyannameler CHP tarihi göz önüne alındığında görece ilerici metinler olmuş, partiyi sola çekmeyi hedeflemiştir. CHP, bu beyannamelerde belirttiği hedeflere diğer muhaliflerle ittifak kurarak ulaşmayı amaçlamış, iktidar için hazır olduğunu ve iktidara geldiğinde de devleti demokratik bir şekilde dönüştürme niyetini belirtmiştir. Ancak CHP’nin bunu ilan etmesi yetmez, kitlelerin buna inanması gerekir. CHP, diğer gerekçeleri kenara koyacak olursak, İlk Hedefler Beyannamesi’yle girdiği sosyal demokrasi çizgisinin meyvelerini 1970’lerde almıştır. Bunun nedenleri, parti çizgisini değiştirse bile başında yine “eski” İsmet İnönü’nün olması, partinin hantal görüntüsü ve devletçi imajıydı. 70’lerde Ecevit’le görece parti dinamikleşmiş, halkçı bir görüntüye bürünmüş ve kitleleri yeni çizgisine inandırmıştı. İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi’nin başarılı olabilmesinin önündeki en büyük engelin CHP’nin kendi içindeki ideolojik salınımı olduğu öne sürülebilir. Partinin farklı hiziplerinden gelen sesler, demokratik çoğulculuktan ziyade ideolojik müphemliğe yol açabiliyor ve böylece partinin söylemi halk nezdinde inandırıcılığını yitirebiliyor. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçmesiyle birlikte Baykal CHP’siyle farklılaşma olmuş ancak bu farklılaşma, kopuş yarat(a)mamıştır. Bu beyanname partinin “kopuş” yaratma ve halka yeni bir “hikâye” sunma niyetinde olduğunu ifade ediyor ancak geriye kitlelerin buna inan(dırıl)ması kalıyor.


[1] Merkez-çevre teorisi, DP’nin çevreden CHP’nin ise merkezden geldiğini öner sürer. Halbuki CHP içinde yaşanan elit içi tartışma sonucu DP doğmuş, bu iki parti Türkiye’de çevrenin oyunu almaya çalışmıştır. CHP’nin merkezi, DP’nin ise çevreyi temsil ettiğini söylemek yerine merkezden gelen iki partinin çevrenin oylarını almaya çalıştığını iddia edebiliriz ki bu mücadelede 1950’ler boyunca DP başarılı olmuştur.

[2] Bu beyannamenin detayları ileride ele alınacaktır.

[3] Tanıl Bora (2017). Cereyanlar, İletişim, İstanbul, s. 168.

[4] Doğan Gürpınar (2011). Ulusalcılık: İdeolojik Önderlik ve Takipçileri, Kitap Yayınevi, s. 30.

[5] Derya Kömürcü (2016). “Türkiye’de Sosyal Demokrasi”, Evren Haspolat ve Deniz Yıldırım (der.), Türkiye’de Yeni Siyasal Akımlar (1980 Sonrası), Ankara: Siyasal Kitabevi, s. 123.

[6] Derya Kömürcü, a.g.e., s. 129.

[7] 16 Ekim 1958’de CMP, Türkiye Köylü Partisi’yle birleşti ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) adını aldı.

[8] Suavi Aydın (2020). “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile söyleşi: ‘Bütün demokratların birleşmesi için...’”, Birikim, sayı 379, Kasım, s. 6-18.

[9] Fatih Tuğluoğlu (2017). “CHP’nin 14. Kurultayı ve İlk Hedefler Beyannamesi”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, sayı 60, Bahar, s. 294.