Demokrasinin Amerikalı Garabetleri ve Maskeli Kahramanlar

Liberal demokrasinin gösterenleri, sembolleri ve ritüelleri Amerika’da önemli ölçüde müesses nizamın da izniyle ayaklar altına alındı. Kimlerdi bunu yapanlar? Barbarlar mı? Tuhaf kostümleri, yarı çıplak bedenleri, kamuflajları ve silahları ile hem sıradanlar hem de uç derecede sıra dışı. Demokrasiye mi karşılar, demokrasinin tam manasıyla gerçekleşmemesini mi istiyorlar, ekonomik durumlarına mı itirazları, güç mü arzuluyorlar tam olarak belirgin değil ama kati ölçüde köktenci, ırkçı ve neo-faşistler. Ama liberal demokrasinin sembollerini alaşağı ederken, yerlerinden sökerken o sembollerin yerine geçmeye de pek niyetli gibiler.

Taksi Şoförü filminin kahramanı Travis, aracına denk gelen politikacıya bir gün yağmasını beklediği bir yağmurdan söz eder, bu yağmur öyle bir yağmur olacaktır ki şehrin tüm pisliğini silip süpürecektir. Yağmurun arındırdığı bir şehirde insanlar kendi gerçek insanlıklarına kavuşmuş olarak paklanacaklardır. Bu temizlik, arınma ve paklanmada sembollerin örttüğü gizli kötülükler, yapaylıklar ve ikiyüzlülüklerin lağımlara akması beklenir. Sonunda elimizde saf bir iyilik olarak insan kalacaktır. Liberal demokrasiye savaş açan Travis –ki bir politikacıyı öldürmeyi planlar– sonunda yağmur olarak aktığı ama biriktirdiği suyun kandan oluştuğu bir saldırıyı şehrin kötücül insanlarına yöneltir ve küçük bir kızı kötü adamların elinden kurtarmayı başarır. Ancak bu başarıyı sağlayan şey, sonuçta kendi ikiyüzlülüğüdür. Kahramanlık, kendini salt bir samimiyeti arzulamak ve bunu engelleyen her şeyi alaşağı etmekle değil, bunun gerçekleşme imkânı –tesadüfi de olsa– ortadan kalktığında belirir. Travis kendi ölümü de dahil, büyük ölümden yani yağmurun arındırdığı gerçek çıplaklığın tek kapsayıcı sembolünden paçayı kurtarmış görünmektedir. Bu gerçekliğin gerçek sembolü olarak saf tek gösterenli sembolde ise faşist bir şeyler saklıdır.

Faşizm, büyük sembolü için tüm sembollere karşıdır. Orada tek bir temsil ve simge gerçekliğin yerini alır: Gerçek olanı tam olarak simgeleyenin imgesidir bu. Yerine geçilen tüm sembollerin üst sembolü. Simgeleştirme hakkı artık bir tek ondadır. Tüm yoksunlukların, endişelerin, beklentilerin üstünü kaplayan, onları kendi içinde seyrelten, bulanıklaştıran ama onlara da sıradanlığı ile karşılık gelen bu büyük simge, gerçektir: İkiyüzlü değildir, doğrudandır, sahtekarca işlemez, açık ve nettir. Maskesi kendisidir –bu nedenle belki kostüm, üniforma ya da bir şaman kıyafeti saklanmayı, gizlemeyi değil, açık olmayı çağrıştırır. Maskeli kahramanlar ise faşist değildir. Kahramanın maskesi, salt bir aldatmaca veya pragmatist bir gizlenmeye karşılık gelmez. Maske, kahramanın doğasıdır, onun ikiyüzlülüğünü, olduğu şeyi tam olarak hiçbir zaman gerçekleştiremeyeceğini, kendi olarak kalmakla hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini, tekinsiz temsiliyetinin taşıdığı enerjiyi gösterir. Zaten böyle olmasa çocuklar maskeyi bu kadar sevmezdi ya da Trump seve seve maske takardı.

Liberalizmin mutlak temsiliyete dönüşmesini mümkün kılan şey de temsil olmaya aday tek bir şeyin elimizde bırakılmış olmasıyla ilgilidir aslında. Elinizde simgeleştirme becerisini haiz maddi veya kültürel ve sembolik bir beceri kalmadığında hakiki bir mağdurluğun çıplak sonucu olarak kendi bedeniniz ve kendi gerçekliğiniz dışında sembol olmaya muktedir herhangi bir şeyi etrafınızda göremezsiniz. Aynaya bakan yarı çıplak ama silahla giyinmiş Travis’in gördüğü gerçeklik de belki buydu: Simgesi olmayan bir nesne. Bu nesne, ancak kendinde simgeleşebilir artık. Başkaldırının bu biçiminde, çıplak erkek bedenleriyle bu kadar sık karşılaşmamızın gizi de burada yatıyor olabilir. Bu yarı çıplak erkek bedeni, hakikat göstereni olarak temsiliyet kabiliyetini başka büyük çıplak sembollerle bir dizge içerisinde gösterir. Bayrak, İsa veya Trump kendiliğinden işleyen bir nesne olarak gerçeğin gerçek temsilinin bir uzantısıdır sadece. Üstelik tüm yapaylığına, sahteliğine rağmen samimi olabilen popülist lidere özel bir yer de açmak gerekir burada. Bayrağa sarılmış çıplak bir erkektir örneğin Trump.

Bayrak ve yarı çıplak erkek, gerçekleşmeyen temsilin gerçekleşmiş olduğuna dair bir meta sembolleştirme olarak karşımıza çıkar. Bu, hakiki temsilin elinden alınmış olduğunun  ilanıdır aslında. Velev ki hakiki temsil, ondan alınmışsa kongre kürsüsünü de evine götürmeyi hak etmiştir. Demokrasi başlı başına odur. Tüm semboller ona çalışmalı, onu işlemelidir. Gerçek demokrasi onunla ilgilidir, başka boşluklar, temsil imkânları ve sembollerle değil. O, daha bir simgeye sahip olmadan önce devlet eliyle işlenmiş, dokunmuş ve işaret edilmiş büyük bir simgeye adayken, küçük temsilî hak taleplerinin bu büyük resmi bozmasına müsaade edilmemelidir.

Popülist sağın dinamikleri, gerçek temsil ile araya mesafe koyan her şeye yöneliktir. Entelektüelizm, yazılı kültür, eğlence, keyif, süsleme, eleştiri ve estetik bir kendilik ilanına yönelik engellerdir burada. Oysa gerçeği temsil etmenin insana özgü bir sahtelik içerdiğini dışlamış olmak, büyük bir sahtekârlıktır. Hakiki ya da bir halkın gerçek oluşu olarak temsilin tam olarak ve sadece devlet açısından da makbul görülen bir çoğunluk için kendinde gerçekleşebileceğine, yani temsil dışı bir temsile inanmak, demokrasinin artık nihayete erdiğine ve cenazesinin çoktan kalkmış olması gerektiğine de işaret eder. Amerika’da yaşanan siyaset krizi, temsiller ve semboller ile bunların akışkanlığının varacakları istikametleri ve gerçek toplumsal ilişkilerle bunlar arasındaki mecburi temsilî ilişkileri tekrar ele almayı zorunlu kılar görünüyor. Belki de demokrasinin popülerliği için popülizmin çıplaklığına karşı maskelerimizi ihmal etmememiz gerekir.