Dünyanın "En Büyük Demokrasisi" Diktatörlük İlanına Teslim Oldu

Düşündüğünüzde, Amerikan yerlilerinin soykırımı, kölelik ve ayrımcılık üzerine inşa edilmiş ve bugün hâlâ toplu katliam rekorları kıran bir ülke olan Amerika Birleşik Devletleri'nin iki yüz elli yıllık varoluşunda hiç diktatörlük görmemiş olması tarihsel olarak şaşırtıcıdır. İşte bu kadar, şimdi gördü.

“Dünyanın en büyük demokrasisi” ilan edilen ülke diktatörlüğe teslim oldu. Resmi olarak. Düzenli olarak. Oy sandığı aracılığıyla.

Tarih her zaman iki kez tekerrür eder, Marx'ın dediği gibi “ilki trajedi, ikincisi fars”. Ama Trump söz konusu olduğunda bu formülün tam tersi daha uygun görünüyor. İlki çok kötü bir maskaralıktı. Bugün yaşadıklarımız dünya için, Ukrayna için, Gazze için, Avrupa için, iklim için, gelecek için, gençler için bir trajedidir.

Bu boşluğa ve bilinmeyene devrilme noktası, geriye doğru bir devrilme noktasıdır. 5 Kasım'da Amerika Birleşik Devletleri aniden eski bir ülke haline geldi ve Avrupa'nın bildiği en kötü başarısızlıklara düştü. En modası geçmiş maço ve otoriter değerlerine gergin biçimde sarılmış halde, Führer'de olumlu nitelikler bulabilen kötücül bir palyaço tarafından temsil ediliyor. “Trump seçmenlerinin neredeyse yarısı için Hitler'i takdir etmek kabul edilebilir bir şey” diye başlık attı 5 Kasım'da Washington Post. Patronu Jeff Bezos, yazı işleri ekibine Kamala Harris'i desteklememe kararını dayattığı için korkaklığından ötürü kendini kutluyordur herhalde. Gazetenin 2016 yılındaki sloganı şöyleydi: “Democracy dies in darkness” (Demokrasi karanlıkta ölür). Dolayısıyla bundan böyle bu gazetenin ışıklarına bel bağlamak nafile.

Göreve geldiği ilk gün sınırlı da olsa bir diktatörlük kurmak istediğini açıklayan ve muhaliflerinden karşılarında “orduyu kullanmaktan çekinmeyeceği iç düşmanlar” olarak bahseden bir adamı seçmeyi düşünen bir ülke artık benim yaşayabileceğim bir ülke değildir. Kaliforniya'da geçirdiğim neredeyse yirmi yılın ardından Amerika Birleşik Devletleri'nden kalbim kırık bir şekilde ama tereddüt etmeden ayrılıyorum.

Donald Trump seçildiği için Amerika Birleşik Devletleri'ni terk etmiyorum. Bu kararı, adaylığı resmiyet kazanıp, büyük adamı karşısında teslim olan Cumhuriyetçi Parti tarafından desteklendiğinde ve milyonlarca destekçisi tarafından hemen oylandığında aldım. Nüfusun %50'si tarafından desteklenen Trump'ın geri dönme ihtimali ve giderek artan ölçüsüzlüğünün popülerliği beni ikna etmeye yetti. Kamala Harris'in zaferi, yazdan önce üniversitemle birlikte resmileştirdiğim kararımı değiştirmeye yol açmayacaktı. Çünkü kurt uzun bir süredir meyvenin içinde ve uzun bir zaman daha içinde kalacak.

2016'dan bu yana Amerika Birleşik Devletleri'nde demokrasinin temelleri sarsıldı. Artık kralın yeni soytarısı Elon Musk tarafından yönetilen ve Ruslar tarafından körüklenen dezenformasyon, komplo teorileri ve her türlü inkâr, artık kimsenin dinlemek istemediği şeytanlaştırılmış rasyonel bir söylem karşısında tartışmasız hüküm sürüyor. Hukukun üstünlüğüne düşman, gönüllü kulluğa, beklenen itaate ve güç yoluyla zafere hazır bir taban artık ülkede sağlam bir şekilde yerleşti. Bugün zaferini kutluyor.

Tabanı tarafından desteklenen Trump sadece başkanlığı kazanmakla kalmadı. Yüksek Mahkeme de onun kontrolü altında. Senato Cumhuriyetçilerin eline geçti. Sonuçları hâlâ beklenen Temsilciler Meclisi'nin de Büyük Eski Parti'nin elinde kalması halinde, baş döndürücü bir bulvar açılacaktır. Anayasa'da öngörülen denge ve denetleme mekanizmalarına körü körüne güvenen Amerikalılar hiç bilmedikleri bir bölgeye girmiş oldular.

Daha birkaç ay önce Fransa'ya döneceğimden bahsettiğimde arkadaşlarım alaycı bir tavır takınmıştı: "Marine Le Pen ile buranın daha iyi olacağını mı düşünüyorsun?" Hayır, eğer Bolloré ailesi ve Putin'in yardım ve yataklıklarıyla şu anda hegemonik olan bir modelle iktidara gelirse 'daha iyi' olmayacak. Ama henüz o noktada değiliz ve bundan kaçınmak için hâlâ umut var.


Fransızcadan çeviren: Ahmet İnsel

* Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi'nde (UCLA) edebiyat profesörü olan Laure Murat, Trump ABD'sinde artık yaşayamayacağı gerekçesiyle ülkeyi terk etme kararı aldı.