Gündeme düşen yeni Avrupa Süper Ligi ve bu lige UEFA ve FIFA’nın tepkileri birçok futbolsever için devrim ya da heyecan verici yeni bir turnuva olarak adlandırılmaya başlansa da işin aslı, modern zaman filozofları için futbolun artık ne kadar ticaret merkezli olduğunun âdeta bir kanıtı. Bahsi geçen yeni lig, futbolu yeniden yapılandırırken muhtemel ki konuşulan rakamlar büyüyecek, takım kadrolarındaki çeşitli kimlikler sınırlandırılacak ve ilginin “devler çarpışmasına” kaymasıyla küçük takımlar büyük kayıplara uğrayacak. Futbol algısı ve pazarı, Premier League’in kurulmasıyla beraber değişime uğramışken şimdi de büyük bir kırılmayla beraber yeniden şekillenecek. Öyle ki bu radikal değişim sinyali, Avrupa Birliği üye ülkelerinin devlet başkanları dahil olmak üzere birçok otoritenin tepkisini hızlıca çekti. Ne gariptir ki dünya ve insanlık bir sürü problemle ve dramla meşgulken, büyük isimler görünürde liglerin işleyişinin derdine düşmüş haldeler. Peki futbol, günümüz hesap kitapçılarının para kazanma ve kazandırma hırsı haricinde başka bir amaca da hizmet eder mi? Mesela, futbol, diasporadaki bir milletin sahip olduğu en önemli miraslardan biri haline gelebilir mi?
1800lerin sonundan başlayarak 1913-1914 dolaylarında hızlanan ve 21. yüzyılın yakın tarihlerine dek devam eden canlı bir göç dalgası, Osmanlı topraklarını sarmıştı. Kırım Savaşı sonrasında Rusya’nın zorunlu göç politikası sebebiyle Osmanlı toprakları yoğun bir Müslüman ve Yahudi göçü aldı. Bu durum devletin demografik yapısı açısından bir değişim yaratıp Hıristiyan nüfusun oranını büyük bir ölçüde azalttı. Tüm bunlar yaşanırken, Osmanlı’nın halihazırda kendi içinde yaşadığı ekonomik sıkıntıları ve göz ardı edilmek istenen siyasi krizleri de vardı. Dini siyasallaştırma politikaları ve milliyetçi görüşlerin belirginleşmesiyle birlikte, Osmanlı’nın içeriden dışarıya verdiği göç artmıştı; özellikle de gayrimüslim nüfus Yeni Dünya’ya göç ediyordu. Ancak bu göç dalgası sadece “azınlık” olarak adlandırılan tabana özgü bir seçim değildi. Müslümanların ad ve din değiştirerek gemilere binip Amerika topraklarına göç ettiği de devlet arşivlerince kayıtlara geçmişti. Öyle ki istibdat, her kesimden insanı derinden etkiliyordu. Yeni Dünya olarak adlandırılan Kuzey ve Güney Amerika toprakları, göçmenler için göz alıcı bir ışığa sahipti. Henüz geniş çaplı tarım ve üretim yapılmayan, ekonomik ve siyasal yapıların tam olarak bir istikrara oturmadığı bakir kıta, Eski Dünya’nın adım adım savaşa gittiği ve ekonomik sıkıntılarla boğuştuğu yıllarda yepyeni bir umuttu. Suni bir medeniyetin oluşturulduğu bu topraklar göçmenler için âdeta yeni birer evdi.
Club Deportivo Palestino (CD Palestino, Palestino), 1885 Kırım Savaşı’ndan itibaren Filistin’den Şili’ye yapılan göçlerin sonuçlarından biri olarak kurulmuş ve Filistin toplumunun futbol eliyle sesini dış dünyaya duyurduğu ve buna ek olarak toplumun kendi içinde birbirine gösterdiği bağın da somut bir örneği olan bir futbol kulübü… 1925 Şili Anayasası’na dek ülkede Katolik inancı hariç her türlü inanış biçiminin resmen yasak olduğunu düşünürsek, ilk kuşak Filistinli Müslüman göçmenlerin Şili’deki varlıklarını meşrulaştırmak için erken dönemde kimliklerini neden bastırma yolunu tercih ettiğini anlayabiliriz. Öyle ki ilk kuşak göçmenler, çocuklarına Arapça öğretmeyi tercih etmemekle beraber Şili kültürünün içinde görünmez bir yapı olmayı tercih ettiler. Ancak bu süreçte topluluk, kendi içinde bir araya gelerek birlikte spor yapmaya devam etti ve nihayetinde bir kulüp oluşturmak istediler. 1952 yılına dek resmî bir spor kulübü statüsüne ulaşamasalar da sporlarına amatör şekilde devam ettiler. Fakat 1952’ye dek, Filistinli göçmenler Şilililerin yanlarında işlere girdi; hem yeni hayatlarına adapte oldular hem yerele uyum sağladılar, hem de para biriktirip spor kulüpleri için en iyi futbolcularla anlaşmalar yaptılar. İlk kuşağın kısmen asimile olmayı tercih etmesini takip eden dönemde bir dizi siyasi gelişme Filistin topraklarında gözlemlenmeye başlandı. 1948 yılında İsrail’in Filistin topraklarında resmî bir devlet olarak kurulmasıyla birlikte başlayan İsrail-Filistin mücadelesi dünya gündemine oturdu. Gergin siyasi ortam ve yaşanan olaylardan sonra “ikinci kuşak” Filistinliler dünyanın çeşitli yerlerine göç etmek durumunda kalınca dünya yeni bir göç dalgasına şahit oldu. En yoğun göç, geçmiş aile bağlarının köklendiği ve artık bir düzene girdiği Şili’ye yapıldı. İşte bu noktada CD Palestino, artık Filistinli göçmenlerin Şili’deki hayata tutunmasını ve toplumda kabul görmelerinden çok “davalarını” duyurmanın aracı haline geldi. İkinci kuşak göçmenler, ilk kuşak gibi etnik ve dinî kimliklerini eritmeyi tercih etmediler. Bunda hem Şili’nin politik ortamının daha yumuşak oluşu hem de güncel göçün sert bir siyasi sebebe dayanmasının da etkisi olduğu söylenebilir.
Yeni kuşak göçmenler kendi hayatlarını Şili’de inşa etmeye devam ettiği sırada buna paralel olarak CD Palestino’ya finansal ve manevi destekleri artarak büyüdü. Yeni kuşakla beraber önceki göçmenlerin torunları da bu spor kulübüyle artık daha derin bir bağ kurmaya başladı. Filistin’den kilometrelerce uzakta yer alan Şili, bir nevi Filistin’in dünyaya sesini duyurduğu bir yer haline geldi ve şüphesiz ki bunda da CD Palestino’nun etkisi çok büyük. Palestino, yerli taraftarların da sevgisini kazandıkça Şili liglerinde önemli bir konuma yükseldi. Bunu fırsat bilen CD Palestino oyuncuları, maça çıktıklarında eğer o hafta Gazze’de Filistinli vatandaşlar devlet şiddeti sebebiyle hayatlarını kaybettilerse bir dakikalık saygı duruşu yapmaya başladılar. İlk zamanlar birçok insan futbolcuların neden sessizce durduğunu anlayamadı ancak bu eylem zamanla etkisini gösterdi.
Zaman geçtikçe neredeyse şiddet olaylarının her hafta yaşanmasıyla birlikte maçlarda sıkça yapılan bu sessiz protesto Şili medyasında büyük yer buldu. Medyada yer bulduğu gibi Şili toplumunun da vicdanına dokundu. Böylece Şilililer, Filistin-İsrail meselesinde artık bir görüş sahibi haline geldi ve hatta taraflarını da -genel olarak- seçmiş oldular. CD Palestino, futbolu bir araç olarak sadece bu konuda kullanmadı. Önemli maçlarında stadyuma dev ekranlar koydular, Filistin’den canlı yayınlar yaparak hem Filistin’deki taraftarlarını/soydaşlarını stadyuma taşıdılar hem de tüm dünyaya büyük bir mesaj verdiler: Aslında hepsi yan yanaydı, hepsi birlikteydi ve dünya bu bölünmüş ülkeye/halka yapılanları bizzat acıları çekenlerin gözünden tecrübe ediyordu. Tüm bunlardan alınan güçle beraber, CD Palestino büyük bir olaya daha imza attı. Kulüp için tasarlanan formalarda numaraları gösteren sırt bölümünde 1 sayısını temsilen İsrail işgalinden önceki Filistin haritasını yerleştirdiler. Böylece kulübün destekçileri bu formaları giyecek, dünya yine Filistinlilerin davalarından haberdar olacak ve de bu yolla destek göreceklerdi.
Bu formanın yarattığı etki beklenenden de büyük oldu. Şili liginde yer alan birçok göçmen kulübü taraftarı da artık kendi takımlarının maçlarına giderken “Özgür Filistin” pankartlarını açmaya başladı. Zamanla bu simge sporcuların eldivenlerinde ve diğer futbol aksesuarlarında da kullanılmaya başladı. Ancak bu durum en başta Güney Amerika’daki İsrail destekçisi toplulukları rahatsız etti. Haritadan haberdar olan diplomatlar ve İsrail hükümeti formanın kullanımına yasak getirdi. Hatta, CD Palestino, Brezilya’da oynadığı bir maçta bu forma sebebiyle uyarı aldı. Brezilya’daki Yahudi ve Filistinli Arap cemaatleri arasında yazılı bir iletişim trafiği gerçekleşti. İki ülke arasındaki mesele toprakları aştı ve diasporada bile bir kriz haline geldi.
CD Palestino, bir futbol kulübünden daha fazlası. Şili’de yaşayan ve orada doğan Filistinliler, bu kulüpten güç alarak ülke özlemlerini bir nebze gideriyorlar. Filistin’de kalan ama yine de kendisini artık ülkesinde hissedemeyenler, maçları izledikçe güç buluyor. Farklı yerlere göç edenler maçları izledikçe uzaktaki akrabalarıyla, aynı geçmişe sahip olmalarıyla birlikte içlerinde bir umut yaşatıyorlar. Dünyanın başka yerlerine dağılan Filistinliler için CD Palestino, ülkelerinin temsili için çok önemli bir yere sahip. Dağılmış bu halk, CD Palestino ile birlikte kendilerini uluslararası platformlarda yeterince duyuramadıklarından olsa gerek, futbolla beraber uluslararası vicdana seslenmiş oluyorlar.
Portekizli futbolcu Luis Figo’nun da dediği gibi, “Top yuvarlaktır, oyun doksan dakika sürer ve diğer her şey teoridir”. Latin Amerika’da futbolun gidişatı sebebiyle iktidarlar oy kaybeder; Kuzey Amerika’da yatırımcılar para kazanır; Avrupa’da taraftarlar bireyci yaşamdan uzaklaşırken Asya’da futbol büyüyen ve kazandıran bir piyasadır. Futbol genellikle bir spordan çok daha fazlasıdır. Seveni için bir kültür kaynağıdır da. Takımların, liglerin, taraftar gruplarının, kısacası futbolla ilgili her basamağın kendince bir geleneği mutlaka vardır. Maddi olarak da getirisi boldur futbolun. Zaten milyon dolarların, euroların hesapları yapıldığı için hükümetler de hesapları şaşsın istemezler. Aksi takdirde futbolda bozulan dengeler büyük bedellere yol açabilir kendileri için. CD Palestino gibi ezber bozanlar da futbolda kendine yer bulur: Gözlerin ve kulakların kapandığı meselelerde insanların gerçekten ne yaşadığını gösterebilmesini de sağlar bu oyun. Protestonun, derdini anlatmanın en kendine has yollarından biridir. Değişen lig hesaplarına, kazanılacak paranın miktarına gösterilen hassasiyetler, Palestino’nun temsil ettiklerine gösterilmese de oynanan futbol, yaşanılanların bilinmesine, görülmesine yardım eder. Hükümetlerin işi futbol liglerinin işleyişine, sporun akışına net kararlar vermek değildir ama oradaki temsiliyete kulak vermektir. Gösterileni görmek, anlatılanı duymaktır. Acıyı çekene çare bulmak, şiddete son vermek, insanları daha iyi şartlarda yaşatmaktır. Bu görevlerini yerine getirmeyen hükümetlerin lig krizine verdiği büyük tepkileri gördükçe Nijerya’nın futbol yıldızı Amokachi geliyor aklıma.
Amokachi'ye spiker sorar: “Hükümet yetkililerinin futbolla bu kadar çok ilgili olması konusunda ne düşünüyorsun?”
Amokachi cevaplar: “Çok normal. İkimiz de tribüne oynuyoruz.”