Eleştirmenin Hatalı Portreleri: Düşünür, Yargıç, Polemikçi ve Tepkili

Eleştirmen, bir düşünür, yargıç, polemikçi veya tepkili kişi gibi davrandığında eşlik etmesi beklenen yapıta doğru bir mesafe ve açıdan bakamaz. Sırasıyla bunlardan birisine benzediğinde eleştirel yaklaşımın alacağı farklı sorunların üzerinden geçebiliriz.  

Düşünür

Eleştirmenin düşünür olarak portresinde baskın fiil akıl yürütmektir. Fakat eleştirel çabanın bir düşünce eserinin amacından uzak olması beklenebilir. Kuşkusuz eleştirmen de belli şekillerde düşünür ama varlıkbilim (ontoloji) düzeyinde gerçekleşmez bu düşünüm. Yani “Ne vardır ve ne yoktur?”, “Varoluşun tabiatına nedir?” gibi sorulara cevap verme gayreti içine girmez. Çünkü eleştirinin nesnesi bellidir ve karşısında mevcuttur. Oysa saf düşünme yüklemi, yakın zamanlı görüngübilimlerde “bir şeyin fikri” veya niyet, yönelim taşıyan bir eylem sayılsa da, alışkanlıkla nesnesiz bir zihinsel etkinlik sayılır. Hemen her yaşam alanında düşünmek olanaklı olsa da genellikle felsefenin kendisine mâl ettiği bir fiildir. Düşünen kişi karşısına mevcut bir nesne almaktan ziyade kendi nesnelerini yaratmaya gayret eder; varlığı ve yokluğu sınırlayan kavramlar üretir.

Düşüncede amaç değişen zaman ve mekânın yeni görüleri ve kavramlarına ulaşmaktır; dışarıda açılan bir bağlam ile içeride yerleşik bazı kavramları uygun biçimlerde birleştirmektir. Eleştiri ise hazır kavramlar ve bağlamlar arasında, kurulu iç ve dış manzaraları değerlendirmeye yönelir. Saf düşünürün nesnesi henüz bulanık olduğundan eleştirel bir noksanlık sergiler. Hareket halindeyken kendisine zemin ve zaman yaratamayan düşüncelerin tam bir dayanağı bulunmaz. Zaten mevcut dayanakların sürekli bozulması biraz da düşünmemize sebep olur.

Oysa eleştiri eşlik etmesi beklenen yapıtta ortaya çıkan bağlam ve kavramların uyumunu, üzerine yerleştiği zemin ve zamanın tutarlılığını soruşturmak içindir. Eleştirel düşünce hem akli zeminin sağlamlığını hem de düşüncemizin sınırlarını gözden geçirmenin bir yolunu sunar bize. Düşünce, zihnimin kendimle, dünyayla ve başka varlıklarla ilişkimin bir ifadesi olsa da, eleştiri bir zamanlar başkası tarafından gerçekleştirilmiş böyle bir karşılaşmanın sonucu eserin kendi zamanı ve mekânıyla uyumunu gözden geçirir. Eleştirmen bir varlıkbilim (veya ontoloji) açmaz veya icat etmez ama belirli bir varlık anlayışı içerisinde üretilmiş yapıtı değerlendirir.

Bir düşünce eseri belirli bir varlıkbilime, metafiziğe, etik veya estetik düzeylere gönderme yapabilir. Bu sırada var ve yok, doğru ve yanlış, iyi ve kötü, güzel ve çirkin olana dair bazı kavramlar, önermeler icat edilir veya eskileri tadil edilir. Dışarısı ve içerisi arasındaki mutabakatlara yeniden düzen verilir. Değişen zaman ve uzamlar içerisinde ortaya çıkan yeni nesneler, özneler ve onlar arasındaki ilişkiler dil içerisinde yeniden temsil edilir. Bu sebeple düşünce eylemi eleştirel yaklaşımdan her zaman daha eskidir. Eleştiri varlık hakkında bazı belirlemelerde bulunmaz ama varlık zemininin sahnesinin, kadro ve dekorunun uyumunu izler. Örneğin varoluşçu bir düşüncenin temellendirdiği bir eseri eline alan eleştirmen, orada varoluşçu varlık anlayışıyla tutarlı bir yapıt bulmayı umar. Sözgelimi analitik felsefenin varsayımlarıyla uyumlu olmadığı için eseri eksik saymaz. Diğer yandan varoluşçu olma niyetindeki aynı çalışmanın, mesela diyalektik materyalist bir meyil içine girdiğini tespit edebilir. Daha da basitleştirmek gerekirse, eleştirmen kendisinin zürafa olduğunu iddia eden bir şeyin neden penguen olmadığı gibi bir sorgu içine girmez. Benzer şekilde sinema eleştirmeni bir macera filmi izlediğinde perdedeki iş İtalyan yeni gerçekçi sinemasına benzemiyor diye suçlamaz. Hangi zemin ve zamanda biçim ve içerik kazandıysa yoğunlukla oraya odaklanır, ürünün ne olmadığına, neye benzemediğine fazla bakmaz. Eserin sahne aldığı dönemi, yapıyı, üretimi başkalarıyla karşılaştırsa da, kendi tutarlılık zeminine yerleştirmeyi esas sayar. Diğer türlü bir yaklaşım tarihçinin anakronik yorumlarına benzer.

Eleştirmen, kendisinden önce yola çıkmış bir düşünürün, edebiyatçının, sanatkârın temellendirdiği bir zeminin, ürettiği nesnelliğin ve nedenselliğin ne kadar inandırıcı, tutarlı olduğunu anlamaya çalışır. Oysa düşünür dert edindiği başlığa uygun bir derinlikte, biraz da takıntılı biçimde çalışırken, eleştirmen çok farklı varlık ve bilgi katmanlarını katedebilecek bir birikimde olmalıdır. Düşünür sözgelimi post-yapısalcı bir okula kayıtlı olabilir ama eleştirmenin farklı düşünce, edebiyat, sanat veya tarih okullarını katedebilmesi beklenir. Düşünürün işini yaparken eleştiriyi ikincil sayması gibi o da şeylerin varlıkbilimsel temellerinden uzak durur. Mevcudiyet kazanmış bir yapının, doğru, iyi, güzel ve işlevsel bir şekilde inşa edilip edilmediğine ilgisini verir. Yapıtın içerisine yerleştiği varlık, etik, estetik, teknik yüzeylere tam oturup oturmadığına bakar. Böylece ele aldığı eserin kendi türü ve bağlamı içerisindeki niteliğini belirler.

Eleştiride türler arasında söyleşiler her zaman olanaklı olsa da alaka kurulan yapıttaki kendine özgülüğü açığa çıkarmak önceliklidir. Eser sahibi çoğu zaman hangi okul içinde, hangi türe mensup gibi ürettiğini bilmese de, eleştirmen onu belirli bir tarih ve coğrafya parçasının sakini yapabilmeyi, eserde saklı zihniyeti, sınıfı, cinsiyeti açığa çıkarmayı deneyebilir. Düşüncede zamanın ve mekânın yeni kipleri keşfedilip yaratılsa da, eleştirmen çatışan, iç içe geçen varoluş kipleri arasında bir karara varmaya çalışır; eleştiri nesnesinin açık bir yapıt da olabileceğini, okuruyla, izleyicisiyle, dinleyicisiyle bütünlenebileceğini de unutmadan. Bu sırada eleştirmen, düşünür şapkasını takarak fikir yürütebilir; ikisinin farklı dil oyunlarıyla icra edilen işler olduğunu unutmadan. Her oyunun yasalarının ayrı olduğuna dair şuuru yitirmeden.

Yargıç

Eleştirmenin yargıç olarak portresinde baskın yüklem doğal olarak yargılamaktır. Bir çeşit mahkeme kuran eleştirmen nesnesine birtakım yasaları hatırlatır ve belirli bir üretim şemasına uymaması durumunda bazı kusur tespitlerinde bulunur. Yapıtın kendi içinde taşıması muhtemel tutarlılık, nesnellik ve nedensellik ölçülerini bir kenara iter. Yapıtın belirli bir zaman ve uzamı cisimleştiren tekil bir varlık olduğunu unutur. Eleştirmen bu şekilde yargıç gibi konumlandığında, yargılarına esas oluşturan belirli yasalar da olmalıdır. Yani düşünür olarak eleştirmen kendi cümlelerinden önce orada olan bir varlık anlayışına, yargıç olarak eleştirmense kendi yargılarından önce tesisleşmiş muhakeme usullerine gönderme yapar. Yapıtı ve eser sahibini kendisiyle aynı düzeyde görmekten vazgeçer. Yapıtın kendi iklimiyle uyumlu bir iş olup olmadığına odaklanmadan, nesnesiyle eşduyumlu ilişki kurmadan dışarıdan bir yerden bazı ölçütleri hatırlatır. Ele aldığını doğru bir şekilde değerlendirmesi için gereksindiği mesafeye yaklaşamaz; nesnesine uzaktan bakar. Yargılayan eleştirmen, yerleşik, yasaların, ölçü veya niteliklerin korunmasına yardımcı olur. Ona göre yargıya konu yapıt mutlaka bir türün doğru temsilcisi olmalıdır.

Yargılayan eleştirmen, yapıtı öncelikle belirli bir fikrin, anlayışın, ideolojinin üyesi gibi yerine yerleştirir. Ardından zorla da olsa yerleştirdiği yerdeki sınırları hatırlatır ona. Eser sahibinin içerisinde yer ve zaman tuttuğu varlık alanı, metafizik, bilgikuramı, etik veya estetik yüzeylerin içerisinde kalmasını tembihler; biçim olarak yeni bir cümle kurmasına açıkça ya da zımnen engel olur. Basitleştirirsek, bir bardağın çok farklı içeriklerde sıvılarla dolmasına ses etmez ama aynı bardağın şekli konusunda yeni bir teklife tahammül gösteremez. Klasik ölçüler içerisinde olup olmadığını gözettiği eserin değerini içerisine kaydolduğu okula bağlılığıyla ölçer. Eleştirmenin yargı yetisi erken ihbar cihazları gibi işler; eser sahibinin ihlallerini işaretler ve kendi okulunun diğer üyelerine onu şikâyet eder. Düşünür, edebiyatçı veya sanatkârın yapması gereken kendisine çok farklı biçimlerde hatırlatılan sınırları gözetmesidir. Eleştirmen eşlik etmesi beklenen nesnesini yargıladığında onu karşısına yerleştirir, vesayeti altına alır. Yargılayan eleştirmen genellikle bir kurumun sözcüsü, gizli bir memuru gibi davranır. Bir kendilik gibi görmediği eleştirdiği işi adaletli şekilde ele almadan, onu bir hukuk düzeni içerisindeki yerine yerleştirmeye çalışır. Yasanın icrasını adaletin ifadesine öncelikli sayar.

Bir bilgikuramı dahilinde değil de inanç dairesi içerisinde davranan eleştirmen böyle yargılamalara sebep olur. Belirli bir din, ideoloji, sınıf, cins veya siyasal konum içinden etrafına sert bir mizaçla baktığında böyle değerlendirmeler kaçınılmaz olur. Sözgelimi ele aldığı yapıtın kendi müellifinden bile bağımsız olabilecek belirlenimler üzerinden atlayarak, onu kendi metafizik, etik, estetik yargılarının muhitine çeker. Âdeta eserin yaratıcısını kendisi gibi düşünerek üretmediği için suçlar. Dile getirdiği kusurlar, kendisine ait bazı ön kabullerin noksanlığıyla alakalıdır. Kendi doğru, iyi ve güzel kavrayışıyla eser sahibinin sahip oldukları arasındaki uyuşmazlıkları eksiklik gibi tarif eder; ferdi nitelikteki nokta-i nazarını diğerine dayatır. Dünyaya kendisiyle aynı zaviyeden bakmadığı için yetersiz sayar. Kendi varlık ve bilgi anlayışıyla ele aldığı eserinkini uyumlandırmayı başaramaz.

Kuşkusuz herhangi bir eleştirmen kendi zihni ve bedeniyle işgal ettiği konumdan çok uzaklaşmak zorunda değildir. Yani onu cisimsiz, bedensiz bir adalet dağıtıcısı saymak da doğru olmaz. Ama yargıç eleştirmen yargıladığı varlığın da kendi ölçülerinde makul bir başkası olabileceğini unutur. Diğerini kendi anlayışına tabi kılmadan, terbiye etmeden, çocuksu kılmadan, iradesini küçümsememeden duramaz

Polemikçi

Eleştirmenin polemikçi olarak portresinde baskın yüklem çatışmaktır. Polemik içerisinde olmak için çatıştığı tarafın, karşı koyabilecek kudrette bir muarızın da kendisiyle eş düzeyde bir dünya görüşü, iradesi olması beklenir. Diğer türlü zaten yargıçtan farksız olur. Polemik, birbiriyle rekabet edebilecek dinî, ideolojik, sınıfsal, kültürel çevrelerin ve bunlara gönülden kaydolmuş eleştirmenlerin bulunduğu bir ortamda mümkündür. Bu güçler çatışması içinde eleştirmen karşısına aldığı tarafı kendi görüşlerinin ufku içerisine çekmeye çalışır. Diğerinin kendisine benzemeyen her özelliği noksanlıktan ziyade bir çeşit sapma sayılır. Ama polemik içerisine girdiği, polemos kökü gereği savaştığı tarafı çoğu zaman vesayeti altına alamaz; kendisine denk bir tarafı olduğunu bilir.

Polemikler biraz da birbirine paralel denilebilecek evrenler arasında cereyan eder. Fakat polemikçi iki dünya arasındaki tanımlı girişler, portaller üzerinden değil de doğrudan ve teklifsizce karşı tarafa geçmeye çalışır. Polemik içindeki âlemlerin sakinleri, diğerinin zaman ve mekânının kendisine göre ayarsızlığından, düzensizliğinden söz eder. Onun saatinin farklı bir zamanı göstermesi ondaki sapmanın da ölçüsünü verir. Farklı zihniyette olması diğerinin kusurudur. Ama onun karşısında yargıç eleştirmen gibi değil de polemikçi gibi davranması müesses bir güce sahip olmadığını da kanıtlar. Diğeri güçlü ama yanlış bir bilinçle donanmış bir başkasıdır. Kendi temsil ettiği sahicilik konumundan onun yanlış bir bağlam işgal ettiğini hatırlatır durur. Kendi düzlemiyle uyumsuzluğunu sapkınlık saydığından türlü antagonizmalar üretir. Bu tartışmanın bir başka yan ürünü de bazı oksimoronlardır; bir sağ görüşlüye neden sol görüşlü olmadığını söylemek gibi. Polemikçi kendi savlarının doğru veya yanlış olmasından ziyade güçlü, ikna edici olmasını arzular. Bu anlamda bir çeşit münazaraya tutuşmuş gibi tutarsızlığa, mantıksızlığa düştüğünü fark etse de konumunu korumaya çalışır. Retorik tazyik uygular karşı tarafa. Diğerini yenmek, boyun eğdirmek gibi bazı yan amaçları bulunur.

Fakat polemikçi, Orhan Koçak’ın Polemikler (Metis, 2019) metninde dile getirdiği gibi “kaypak bir diyalogtan” uzak durur. “Herkesle iyi geçinmek” veya koşulsuzca uzlaşmak gibi bir kaygısı bulunmaz. Kayıtlı olduğu okulu korumak, “fikrî diriliğini” muhafaza etmek için bu münakaşayı sürdürmeyi gerekli görür. Niyeti son çözümlemede kültürel olmaktan ziyade siyasaldır denilebilir. Tutarsızlığa düşse de, takatini bilgisinden çok inancından aldığından kendini ısrarla savunur. Bir davanın veya kavganın tarafı olduğunu unutmaz. Karşı tarafın mantığıyla, akıl yürütmesiyle kendisini ayartma ihtimaline karşı ayıktır; “etkilenme endişesiyle” hareket eder. Polemik onun diğer tarafı adaletli bir şekilde eleştirmekten çok kendi sınırlarını kalınlaştırmasına ve yükseltmesine yardımcı olur. Bir sonraki eleştiri girişiminde daha hazırlıklı ve saldırgan olabilir böylece. Aşağıda tanımladığımız tepkili eleştiriden çok farklı şekilde söyleyeceklerinin provasını, eleştirdiği fikrin, yapıtın, inancın sözlüğünden veya bağlamından bağımsız yapar. Bu sırada karşısındakinden çok kendisiyle konuşur, kendi hakkındaki bilgisini, şuurunu geliştirir. Polemikçi karşılıklı konuşmaya girişmeden, karşıdakinin muhtemel özgün sesini bastırmaya çalışır. Eleştirdiği nesnenin yerine de konuşur. Görecelilik içerisine düşmeden sözündeki mutlaklığa kuşkuyla bakmaz. En büyük korkusu muğlak ve müphem kalmaktır.

Tepkili

Eleştirmenin tepkili veya reaktif bir şahıs olarak portresinde baskın yüklemler değersizleştirmek ve yüceltmektir. Temel duygusuysa hınçtır (ressentiment anlamıyla). Tepkisel davranan bir eleştirmeni güdüleyen duygular, polemikçiden farklı olarak edilgen niteliktedir denilebilir. Çatışmaktan uzak durmayan eleştirmenin doğrudan eylemine karşılık o eleştirdiği şeye daha dolaylı yollardan temas eder. Bir bakıma ele aldığı esere ve daha da çok eser sahibine tabi olur. Onların biyografisinin gölgesi altında kalabilir. Kendisini biraz da bilinçdışı yollardan aşağılayan bir yapıta ve müellife iki karşıt fiille karşılık verir; yapıtı ya değersizleştirmeye ya da yüceltmeye çalışır. Örneğin Orhan Pamuk eserlerine yönelik değerlendirmeler bu ikisi arasında dalgalanır.

Eğer eğilimi küçültmek yönündeyse, ele aldığı eserin düzeyine, kapsamına nasıl kusur bulacağını araştırır. Nietzsche ve Scheler’in müştereken bulguladıkları gibi, hınç ahlâkıyla malul herkes gibi, eleştirdiğindeki noksanlıkları araştırır. Kendisinin ortaya koyamadığı bir üretimi lekelemek ister. Âdeta kıraathanede maç izleyen kalabalıklar gibi, kendileri en ufak yeteneğe sahip olmasalar da sporcuların hatalarını sayanlara benzer. Ama yine de eleştirel girişimin sözlüğünü, ilkelerini gizli bir özne olarak nesnesi belirler. Tepkili eleştirmen çoğu zaman şöhretli özne/nesnenin yarattığı zemini terk edemez. Eserin geniş ve kesif gölgesinden çıkamadığından ondaki noksanlıkları, kötülükleri, suç delillerini ayırt etmeye çalışır. Tanpınar tepkisel eleştiriyi genel olarak Müslüman Şark’a atfeder. “Aksülamel”, başkasının yaratıcılığının sebep olduğu yankılara mahkûm bir zihniyetin zayıf eylemidir. Tepkilerle eleştirmek, hınç duygusunun da ima ettiği gibi, kendisinden daha güçlü bir varlığın amellerinden doğan akislerle cümlesini kurmaktır. Şerif Mardin’in aynı coğrafyaya ait saydığı “şayialar” da benzer bir reaktif ilişkiyi tarif eder.

Tepkilerle eleştirmenin bir başka görünümü ise eleştiriye konu nesneyi kişileştirmektir. Bireyle bağdaşık bir ortamın, bağlamın bilgisinden soyutlayarak yapıtın inşa zeminini bir biyografinin serimlenmesine indirgemektir. Eser bu durumda dolaysız ifşaatlar gibi tanımlanır. Eser, yaratıcının gölgesi altında kalır, şahsileşir, kısıtlı bir üretime dönüşür. Hınç ve tepkiyle işe koyulan eleştirmen tiplemesi kişisel zaaflar ve yaşam öyküsülerine dair bazı dipnotların altını kalın çizer. Yapıtla üreticisi arasında doğrudan ilişki kurarak eseri bağlamı dışına çeker. Herhangi bir yapıtın nedeni ve sonucu bir ferdin kafasından geçenler gibi anlatılır. Üreticinin üretimiyle arasındaki muhtemel tutarsızlıklar yakalanır. Üstelik böyle bir tepkinin tek sonucu yapıttaki kusurları saymak değil, eseri emsalsiz saymak şeklini de alabilir. Genellikle meşhur, yapıtı olan bir şahsın üretimi altında kalan böyle bir eleştirmen, bütün şöhret sahipleriyle olduğu gibi doğru mesafeyi ayarlayamaz; diğerini ya olduğundan küçük ya da görkemli göstermeye çalışır. Her eleştirel çalışmada az çok bulunması gereken kör hakem bakışı onda da çalışmaz; yapıta dönük hayranlıkla karalama arasında dengeli bir ara yol bulamaz.

Fakat buraya kadar eleştirmenin hatalı portreleri gibi tanımladığımız tüm tiplemelerin müşterek özelliği esas ilginin yapıtla alakasız yerlere doğru kaymasıdır. Böyle olunca da eleştirmen için en uygun yüklem olarak bir başkasının eserine eşlik etmekten uzaklaşırlar.