“Dört Adalet: Su, Ekmek, Söz, Kimlik”
Yeşil Sol Parti MYK Üyesi İbrahim Akın’la Söyleşi

Murat Bjeduğ: Toplumun YSP’den beklenti ve talepleri hakkında bir çalışmanız (anket, “kamuoyu araştırması vb.) oldu mu? Çıkardığınız sonuçlar nedir, buna dayanarak nasıl bir aksiyon geliştirmeyi planlıyorsunuz?

Merhaba, öncelikle şöylesi için sizlere çok teşekkür ediyorum. Sevgili Murat, bizler farklı siyasal geçmişi ve pratikleri olan Eşitlik ve Demokrasi Partisi ile Yeşiller’in birleşmesinden oluşan bir partiyiz. Programatik metnimizi de çok kimlikli, çok dilli, çok inançlı ve çok kültürlü bir coğrafyada yaşıyor olduğumuzun farkında olarak, toplumun farklı kesimlerinin taleplerini içeren ve dünyadaki gelişmeleri dikkate alan bir anlayışla, güncellenecek bir metin olarak oluşurduk. Yaşanan sorunlar arasında hiyerarşik bir ilişki kurmadan “Su, Ekmek, Söz, Kimlik” olarak tanımladığımız 4 Adalet açılımıyla yola çıktık. Kapitalist ve endüstriyel sömürü, yoksulluk, gelir eşitsizliği, işsizlik, bölgesel eşitsizlik varsa iktisadi adalet (ekmek) yoktur. Herhangi bir etnik, dinsel ve cinsel farklı kimlik dışlanıyorsa, aşağılanıyorsa, yok sayılıyorsa tanınma adaleti (kimlik) yoktur. Kapitalist ve endüstriyel kalkınma ve büyüme anlayışı, enerji oburluğu, tüketimcilik, doğa ve canlı yaşamının tahribatı, küresel iklim değişikliği ve ekosistemde yıkımlar varsa çevre ve iklim adaleti (su) yoktur. Siyasal alanın çoğulculuğunun önünde yasal, fiilî ve kültürel engeller varsa, demokratik işleyiş gerçekleşmiyorsa, siyasal katılım eşitsizliği yaşanıyorsa katılım adaleti (söz) yoktur. İktisadi adalet, tanınma adaleti, çevre ve iklim adaleti, katılım adaleti sağlandığında ise toplumsal adalet de gerçekleşir diyerek yola çıktık.

Bu bakımdan hem sol hem yeşil siyasetin birlikteliğini öngördük. Dünyadaki yeşil hareketi biliyor ve takip ediyorduk, ülkemizde de ekoloji mücadelesinin aktif öznesiydik. Bu bakımdan, Türkiye’deki ekoloji mücadelesi ile siyasi haklar ve demokrasi mücadelesinin henüz aynı mecrada hemhal olmadığı bir dönemde kurumsal yapımızı da bu perspektifle oluşturmaya çalıştık.

Sorunuza gelirsek, yaptığımız bir araştırmaya bağlı değil ancak kapitalist üretim ilişkilerinin giderek artan kâr hırsının geleceğimizi, bütün canlı yaşamı tehdit edecek bir tüketim talanı sürecine doğru gittiğini görüyorduk. Bir anket çalışması veya kamuoyu yoklaması yapmasak da durmak bilmeyen emek ve doğa sömürüsü ile hayatın diğer alanlarında yaygınlaşan adaletsizlikler, bu alanda bir mücadele mecrasının kaçınılmaz ihtiyaç olduğunu göstermekteydi. 

Çeşitli zaman dilimlerinde ülkedeki ekoloji örgütleriyle, bireysel aktivistlerle buluşmalar yaptık, çalıştaylar düzenledik. Ortak çalışmalar ve kampanyalar yapmaya çalıştık. Siyasi çalışmalarımızdan ve toplumsal deneyimlerde temas kurduğumuz insanların öneri ve yaklaşımlarından çıkardığımız sonuçlar var. Bu sonuçların başında mevcut iktidardan kurtulma arzusunun ağır bastığını ve bütün muhalif unsurlardan bunu başaracak bir ortaklık beklentisi olduğunu gözlemliyoruz. Ekoloji alanında da benzer bir durum var. Tekil mücadelelerin bir mücadele ağına evrilmesi gerekiyor.

Ülkenin 2014 yılından bu yana artarak devam eden politik iklimi bütün muhaliflerin olduğu gibi bizim de siyaset alanımızı daralttı. Ayrıca HDP bileşeni olan bir parti olarak birleşik ortak mücadelede bizim de birçok arkadaşımız sorumluluk aldı, ağır bedeller ödedi. Ben de iki dönem vekil adaylığı ve altı yıl Parti Meclisi’nde görev yaptım. Dolayısıyla HDP zemininde de toplumun ekoloji, iklim meselesine duyarlılığın artırılmasında katkımızın olduğunu düşünüyorum. Şu anda HDP’de ekolojiden sorumlu eş genel başkan yardımcısı bizim bir önceki dönem eş sözcümüzdür.

Tanıl Bora: Gençlerin ilgisi var mı? İlla doğrudan doğruya partinize ilgiyi kastetmiyorum; gençler arasında ekolojik gündeme yönelik ilgide bir gelişme gözlüyor musunuz, bu ilginin tezahürleriyle ilgili yeni bir şeyler gözlüyor musunuz?

Sevgili Tanıl gençlik içinde doğanın ve yaşam alanlarının tahribatına yönelik genel bir duyarlılık olmasına karşın gençlerin ekolojik mücadele içinde güçlü bir özne olarak yer aldığını söyleyebilmek bakımından toplumsal pratikte yeterli bir görünürlük yok.

Doğal varlıklara yönelik saldırılar daha çok kırsal kesimlerde yoğunlaşıyor. HES’ler, JES’ler, madenler bunun somut örneği. Şu anda kırsal alanda yaşanan inanılmaz talan, doğanın kuralsız hukuksuz vahşi sömürüsü karşısında dağını, toprağını, suyunu, havasını, kısaca yaşam alanlarını korumaya çalışan insanlar var. Kırsal alanlardaki nüfusun genellikle yaş ortalaması yüksek. Doğayla iç içe yaşayan, onu hayatının bir parçası kılan bu insanlar yaşam alanlarının korunması mücadelesinde ön saflarda yer alıyor. Gençler şu anda siyaset dışı gibi görünüyor olsa da ekoloji ve iklim krizi konularında duyarlı olduklarını görüyoruz. Bunun somut örneği Gezi ve Kanal İstanbul gibi kentlerdeki yağmaya karşı çıkanlar arasındaki genç yoğunluğu. İklim krizine karşı yürütülen kampanyalar, ülkemizde iklim için yapılan cuma eylemleri vb. bunun göstergesi. Ayrıca gençlerde ve yeni kuşakta tarıma, organik gıda tüketimine yönelimin bir hayli fazla olduğunu biliyoruz. Ne var ki gençler mücadeleye katılma konusunda bazı kısıtlarla karşı karşıyalar. Örneğin okul, sınav sistemi ve çalışma yaşamı gibi.

Tanıl Bora: İklim krizi sorununa özel olarak odaklanıyor musunuz? Bu meselenin aciliyetini anlatmakta bütün dünyada zorluklar var. İklim değişiminin sonuçlarının içinde yaşarken fark edilememesiyle ilgili, ortaya çıkan sonuçların nedenleri hakkında düşünülmemesiyle ilgili veya nedenleri doğaya, mukadderata falan bağlamayla ilgili. Belki biraz da “felaketçi” dilin geri tepebilmesiyle ilgili… Sizin iklim krizinde memlekette insanların farkındalığıyla ve bu farkındalığa gösterilen dirençle ilgili gözlemleriniz nedir?

Tam da yukarıda bahsettiğim kapitalizmin kendi krizini aşmak için doğanın dengesini bozan iklim krizine neden olan politikaların sonucu olarak, bugün bütün dünyayı saran salgını yaşıyoruz.

Ülkemizde yapılan bir araştırmaya göre toplumun yarısı iklim değişikliğinin virüsten daha tehlikeli olduğunu düşünüyor, %75 yeşil alanın bu bakımdan korunması için duyarlılık gösteriyor.

“İklimler değişiyor” lafını toplumun çok farklı kesimlerinden duymak mümkün zira bu somut olarak gözlenen bir olgu. Bitkiler yirmi sene önceye göre daha farklı bir yaşam döngüsüne girdi. Daha erken çiçek açıyor. Yağış rejimi değişti. Mevsimler değişti. Bu görülüyor. Eksiklik bunu değiştirilebilir olduğunun bilinmemesinde yatıyor.

Bizler bunun farkında olarak ulusal ve uluslararası çalışmalar yapıyoruz. İklim adaleti ve adil geçiş için yeni bir toplumsal sözleşmeyi toplumun gündemine sokmakta kararlıyız.

Biz aynı zamanda Avrupa Yeşiller Partisi’nin bir üyesi ve bileşeni olduğumuz için, uluslararası çalışmalar ve kampanyalar yaptık, yapıyoruz. Başta ülkemizde olmak üzere bütün dünyada otoriter rejimler, toplumun hak mücadelesini engelleme konusunda anlaşmış ve dayanışma içinde hareket ediyorlar. Bizim de karşı hegemonyayı kurmak için daha çok dayanışmaya, ortak hareket etmeye ihtiyacımız var

Murat Bjeduğ: Ekolojik yıkımın müsebbibi şirketlerin fütursuzluğuna karşı yerel inisiyatiflerin eylem ve iradesiyle sorunun çıktığı lokasyonlarda karşı eylem vakaları sıklaşıyor. Yeşil Sol Parti’nin o oranda etkili olamaması neden kaynaklanıyor?

Neredeyse her ilde ilçede, her sorun etrafında bir oluşum, platform var. Bunların birçoğunda arkadaşlarımız var. Ben aynı zamanda EGECEP (50’ye yakın çevre platformunun birlikteliğidir) yürütmesindeyim. Parti olarak öne çıkamayışımızın birkaç nedeni var. Birincisi yerel mücadelelerle ters politizasyon durumunun olması. Yani partilerden uzak durmayı öne çıkaran bir yaklaşımın hakim olması. Buna apolitizasyon demek yerine ters politizasyon diyoruz. Çünkü kendisi politik olan bir süreci toplumsallaştırmaktan alıkoyan bir politika bu. Bu alanda bir süre öncesine kadar kimse siyasal kimliği ile birlikte var olamıyordu. Şimdilerde bu aşılmaya başlandı. Çok parçalı, herkesin kendi sınırlı alanında yürüttüğü mücadele ile bir yere varılamayacağını bilerek ve sabırla tartışmaya çalışarak zor bir uğraş veriyoruz. Biz altmış kişiye yakın bir ekiple “Efemçukuru’ndan Kazdağları’na” fikriyatıyla İzmir’den Kazdağları’na yürüyüş yaparak, yirmi bir noktada eylem ve etkinlik buluşması gerçekleştirdik. Bütün amacımız birlikteliği, dayanışmayı büyütmek ve bunun siyasetini toplumsallaştırmaktı.

İkincisi ise, bizim örgütsel ve politik zaaflarımız. Kabul edelim ki biz de Yeşil Sol Parti olarak, objektif koşullar bizim siyasetimizin genişleyip büyüme potansiyeline sahip olmasına rağmen hak ettiğimiz yerde değiliz. Siyasi partiler yerel direnişlerle yetinmek durumunda olamaz. Bu direnişlerin özgünlüğü ve bağımsızlığına saygı duyarak ama bunların taleplerini tüm topluma taşıyıp çözümler önererek var olurlar. Bunu yeterince gerçekleştirebildiğimizi söyleyemem. Hem bileşeni olduğumuz HDP’de aktif çalışmış birisi hem de Yeşil Sol’da merkezî olarak görev yapan birisi olarak bu benim özeleştirimdir. Tabii bu, sadece iradi bir sürecin eksikliğine bağlı bir sonuç değil. Mevcut durumumuzu ülkemizin genel siyasi ikliminden bağımsız olarak da ele alamayız.

Murat Bjeduğ: “Programatik Metin” başlıklı elli beş sayfalık bildirge ülkedeki neredeyse tüm önemli sorunlara dair analiz ve çözüm önerileri içeriyor. Buna rağmen siyasi-toplumsal muhalefet alanında yankı yapılamamasının, etkili olunamamasının etkenleri nelerdir? Bu sorunu nasıl aşmayı planlıyorsunuz?

Tanıl Bora: Murat’ın sorusunu, Yeşil Sol Parti’nin tek-gündemli bir parti olarak, yani sadece ekolojik meseleyle alakalı bir parti olarak görülmesi gibi bir meseleyle bağlantılı düşünmeli sanırım.

Evet, partimizin programatik metni kapsamlı bir siyasi perspektif içeriyor. Her iki yılda bir yaptığımız konferans ve kongre sürecinde güncel görevler ve kararlar üretiyoruz. Yani kapitalizmin çoklu krizi karşısında çoklu çözüm politikalarına ihtiyaç olduğunu, bütünlüklü ve kapsayıcı bir perspektifle bakılmaksızın doğru sonuç alamayacağımızı düşünüyorum. Ancak bunu tespit etmek yetmiyor.

Türkiye’de kutuplaşan siyaset denkleminde, Yeşil Sol Parti’nin yeni kurulan bir parti olarak, kendisine ayrı bir toplumsal alan açması kolay değildi. Partinin kuruluş dönemi ve özellikle sonrasındaki toplumsal ve siyasal sorunlar bu konuda negatif rol oynadı. Parti olarak kendimizi anlatmamız gereken süreçte iktidardan gelen baskılar karşısında muhalefet güçlerinin işbirliği süreci öne çıktı. Bu süreçte yaşadığımız bölünme zaten sınırlı olan gücümüzü zayıflattı. Ayrıca, üyelerimizin bir bölümü farklı bölgelerde HDP örgütlenmesinde çalışmak durumunda kaldı. Bir bütün olarak yaşadığımız örgütsel zafiyet bugünkü tabloyu doğurdu.

Yukarıda da aktarmaya çalıştığım gibi Yeşil Sol Parti sadece ekoloji ya da yeşil siyaset zemininde mücadele hattını kuran veya kurmaya çalışan bir yaklaşıma sahip değildir. Ne kadar başardığı ayrı konu ama biz bütünlüklü bir perspektifle, yani hem yeşil hem sol siyaset anlayışıyla mücadelenin başarıya ulaşacağını düşünüyoruz. Yani tekil bir hat üzerinden siyaset yapmıyoruz.

Murat Bjeduğ: Ekoloji mücadelesinde farklı yöntem, araç ve yapılanmalarla yeni bir radikalleşme görecek miyiz?

Sorudan da anlaşıldığı gibi ekoloji alanında yaşanan tahribatın şiddetine karşı mücadelenin kaçınılmaz olarak radikalleşmesi söz konusu. Kazdağları’nı yaşadık, inanılmaz baskı, ceza, para cezası veriliyor. En son İkizdere’de kadınlar yerlerde sürüklenerek darp ediliyor, gözaltına alınıyor. Devletin bütün olanakları, gücü şirketlerin hizmetine sunuluyor. Bugün artık ekoloji mücadelesinin geldiği noktayı basit bir çevre meselesi gibi algılanmanın çok ötesine geçerek, açık bir şekilde kapitalizmin doğa sömürüsü ve talanına karşı mücadele olarak görmek gerekir. Ve bu tesadüf değildir, giderek çok daha fazla şiddetlenerek yaygın bir şekilde devam edecektir. Doğal olarak insanların doğrudan yaşamına değen bir süreci yaşatacak etki tepki geriliminin oluşmasına neden olacaktır.

Ekoloji mücadelesi giderek radikalleşiyor ama esas sorun bunu Avrupa’da olduğu gibi politik düzeye çekmek. Radikalleşme sadece sert politika yapmak değil. Ana yönelimi değiştiren, en azından bunu hedefleyen bir politikayı hayata geçirmek, hedeflediğimiz tarzda bir radikalleşmedir. Yeşil mutabakat arayışı ile varmak istediğimiz sonuç bu. Yeni dönemde parti olarak buna gayret edeceğiz.

Murat Bjeduğ: Yeni bir Yeşil Parti kurma girişimi var, bir türlü resmî onay alamayan. O parti de kurulursa arada esaslı farklılıklar olsa da halk nezdinde iki benzer parti handikap oluşturur mu?

Tanıl Bora: Doğrudan buna bağlı olarak: aradaki farklar ne?

Kurulmaya çalışılan parti bizden uzun süre önce ayrılan arkadaşların bir girişimi. Bu ayrılığı hâlâ anlayabilmiş değiliz. Onlar da bu konuyu açıkça ortaya koymadılar. İki parti kafa karıştırıcı olabilir ama daha da önemlisi özelikle bugünkü koşullarda ciddi güç israfıdır. Kendileriyle bu konuda çeşitli görüşmeler yaptık ancak tercihleri böyle oldu. Saygı duyarak kolaylıklar dilemekten başka ne diyebiliriz ki? Bizim Yeşil Mutabakat arayışımızın nedeni, sadece o arkadaşlarımızın değil, ekoloji mücadelesindeki herkesin birikimlerini ve deneyimlerini ortaklaştırabilmektir. Herkesin Hayır’ı kendine gibi herkesin örgütü kendine ama ortak mücadele ağı ile diyebiliriz.

Biz daha çoğulcu ve kapsayıcı bir perspektifle politik tutum almaya çalışan, adı üstünde hem sol hem yeşil bir parti fikriyatına sahibiz. Biz tekil mücadele zemininden birbirini besleyen bütüncül siyaset yapılabileceğini düşünmüyoruz.

Tanıl Bora: HDP ilişkiniz nasıl seyrediyor?

HDP ile ilişkilerimiz her zaman olumlu oldu. Biz kuruluşundan bu yana HDP’nin programı üzerinden kendimizi çok rahat ifade ederek içselleştirmiş bir anlayışa sahibiz. Uzun vadeli hedefleri bakımından yaklaşık aynı programa sahip olduğumuzu biliyoruz. Sevgili Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile topluma ulaşmakta çok önemli bir olanak sağlayan radikal demokrasi fikriyatının Demirtaş tarafından başarılı bir şekilde aktarılması önemli toplumsal karşılık da buldu. Bugün ülkenin içinde bulunduğu politik ve toplumsal koşullarda HDP’nin vazgeçilmez olduğunu düşünüyoruz. Biz de iyi ilişkiler içinde HDP’nin demokratik siyaset zemininde etkili bir siyasi özne olarak varlığını önemsiyor ve daha büyük açılımı gerçekleştirmesi için gücümüz oranında katkı koymaya çalışıyoruz

Diğer yandan uzun vadede ayrı programlara sahip iki ayrı parti olduğumuzu biliyoruz. Ortak sürdürülen mücadele bu farkları azaltıp yakınlaşmaları arttırsa da durum böyle. Ne var ki şimdi asıl olan ekoloji mücadelesinde, emek mücadelesinde, demokrasi, haklar ve özgürlükler mücadelesinde ortak yürüyüşü gerçekleştirmek. Bizim kuruluş döneminden beri dile getirdiğimiz dört adalet mücadelesinde sadece HDP ile değil, mümkün olan en geniş kesimlerle bir arada yürümek istiyoruz.  Buna tüm ekoloji ve iklim mücadelesi unsurları ve kurulmaya çalışılan yeni parti de dahil.

Tanıl Bora: 22-23 Mayıs’ta yapılacak konferansta partiye nasıl bir yön çizmeyi düşünüyorsunuz?

Parti olarak salgının olumsuz etkisini bir anlamda fırsata çevirerek, programlı, çevrimiçi toplantılar, tartışmalar gerçekleştirdik. Konferans süreci de kaçınılmaz olarak daha yoğun konuşuldu. Üyelerimiz konferans sonrasında yapılacaklar için görüşlerini çevrimiçi toplantılarla ortaya koydular. Teknolojik iletişim kanallarını yaygın kullanarak her üyenin doğrudan katılımını, irade beyanını alarak kolektif aklı daha etkin oluşturmaya çalıştık. Şimdi bu tartışmaları konferans kararı haline getireceğiz. Seçilecek arkadaşlarımız, geçmiş hata ve eksiklerden çıkarılan dersler ışığında, renkliliğimizi ve çeşitliliğimizi koruyarak bu kararları hayata geçirecekler. Konferansta Yeşil Sol Parti’nin kendini yenileyerek, güncel siyasal görevlerini hayata geçirme konusunda daha etkin rol alacağını düşünüyorum…