Kimsesiz Göçmen Mezarlıkları ve Heterotopya

Büyüyen göç dalgaları tüm dünyada önemli mülteci krizleri doğurmuştur. Bu durumun kriz olarak değerlendirilmesinin temel sebepleri arasında zarar gören ekonomiler, değişen demografik yapılar, işsizlik, göç, altyapı sorunlarının artması gösterilebilir. Bunun yanı sıra mültecilik, çoğu insan haklarının ihlal edilmesi, bireyin değersizleştirilmesi veya bir halk sağlığı sorunu olarak değerlendirilebilir. Kamyonlara istiflenen, gemilere yüklenen ve bu sağlıksız koşullarda hastalanan mülteciler aynı düzeyde bir değersizleştirilmeye maruz kalarak ölüm sonrası kimsesizler mezarlıklarına, mezar taşı yerine başlarına bir kaldırım taşı konularak defnedilmektedir. Kimsesizler mezarlıklarının birer göçmen mezarlığına dönüşmesi mülteci krizinin önemli bir boyutudur. Mezarlık ölüm sonrası bireyin kültürel, dinî ritüeller ile gömüldüğü mekânlardır. Kültürel olarak bireye verilen değer mezarına verilen değerle eşdeğer görülmüştür. Foucault’ya göre modern toplumda mezarlıklar birer öteki mekâna, yani heterotopyaya dönüşmüş ve değerini kaybetmiştir. Kimsesiz göçmen mezarlıkları ise Foucault’nun mezar ve heterotopya kavramını farklı bir boyuta taşımıştır. Sayısı gittikçe artan kimsesiz ve mezar taşlarında belli belirsiz sayı ve tanımlamaların bulunduğu göçmen mezarlıkları bir kriz mekânına, heterotopyaya dönüşmüştür.

Modernlik, küreselleşme, iklim krizleri ve sonu gelemeyen iç savaş toplumların büyük oranda kimliklerini, gündelik ritüellerini bozmaktadır. Bozulan toplumsal iç dengeler farklı biçimlerde farklı etkileşimler ve mekânlar üretir. Olgular verili ve orada bir yerde bulunmazlar, aksine kendilerini çevreleyen koşullar ile yenilenir ve tekrar üretilirler. Ortadoğu’da veya Afganistan’da yıllardır süren savaş yerel olarak birçok şeyi değiştirmiştir. Sadece kendi ülkelerindeki dengelerin değil, aynı zamanda tüm dünyanın değişmesine neden olmuşlardır. Büyük mülteci krizleri bunun en önemli örneğidir. Avrupa Birliği tarafından milyarlarca euro yatırım yapılarak çözüm getirilmeye çalışılan mülteci krizleri içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Bulundukları ve iltica etmek istedikleri ülkede nüfus, ekonomi, kültür ve psikolojik olarak değişimlere yol açan mülteciler aynı zamanda büyük bir halk sağlığı sorunu olarak da karşımıza çıkar. Sağlıklı olmayan koşullarda başka bir ülkeye gitmek isteyen mülteciler yollarda hastalanır veya ölür. Bu durum küresel anlamda bir sağlık sorunu haline dönüşmüştür. Aynı zamanda mültecilerin kültürel olarak farklı bir biçimde gerçekleştirdikleri defnedilme ritüelleri yollarda veya “yabancı” oldukları ülkelerde farklı biçimlerde gerçekleşir. Yollarda veya iltica ettikleri ülkelerde mülteciler ise kimsesizler mezarlıklarına, sayılar verilerek gömülür. Gittikçe artan göçmen mezarlıkları, mülteci krizinin, uluslararası insan kaçakçılığının ve göç sorunun mekânsal olarak göstergesidir.

Savaş, göç ve mültecilik büyük ölçekte farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Ayrıca bireysel anlamda gündelik yaşam ritüellerinde önemli değişiklikler oluşturan mültecilik ölüm gibi kültürel pratiklerde değişiklikler oluşturmuştur. Kimsesizler mezarlıkları olarak bilinen mezarlıklar “Mezarlık Yerlerinin İnşası ile Cenaze Nakil ve Defin İşlemleri Hakkında Yönetmelik” ile belirlenen fakir ve kimsesizlerin ücretsiz bir şekilde gömülmesi sağlayan mekânlardır. Bu mezarlıklarda kimsesi olmayan vefat etmiş insanlar, sayılar verilerek ya da tanımlayıcı (çöpte bulunan, başına çivi çakılı bulunan vb.) yazılar yazılarak gömülür. Mültecilerin gittikçe büyük bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınması ve mülteci sağlığı üzerine düşünülmesi gerektiği, kimsesizler mezarlıklarının artık göçmen mezarlıkları haline gelmesi ile anlaşılır. Kimsesizler mezarlıkları yurtiçinde ölen bebek, çocuk ve ölüm sebebi belirsiz olan birçok mülteci ile dolmuştur. Uluslararası Göç Örgütü’nün (IOM) verilerine göre, Akdeniz’de 2015-2016 yılları arasında 1.500’den fazla göçmen hayatını kaybetti. Türkiye’de ise Van’ın Tuşba İlçesi’ndeki Seyrantepe Mezarlığı’nın bir bölümü kimsesizler mezarlığıdır. Ancak bu mezarlıkta yatanların tamamı mültecilerden oluşur. Van’daki kimsesizler mezarlığına son iki yılda yüzün üzerinde mülteci defnedilmiştir. 

Son yıllarda Van ve yakınlarında yaşanan göçmen ölümlerinin sayısı artıyor. Van Barosu Göç ve İltica Komisyonu Başkanı Jindar Uçar, ölümlerin Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği'nin 2018'de Van'daki ofisini kapatması ardından arttığını söylüyor. Uçar'a göre Van bu tarihten sonra yasadışı olarak sınırı geçenler için sığınma başvurularının yapıldığı bir yerden ziyade Türkiye'nin Batısına ya da Avrupa'ya geçiş için bir transit nokta haline geldi.[1]

Bireyin yakınlarının olduğu yer olarak mezarlıklar sabit bir mekân olmanın ötesinde bir duygu mekânı olarak tanımlanabilir. Modern dünyada mezar yerleri heterotopik mekânlara dönüşmüş, geçmiş değerini yitirmiştir. Mülteci krizi sağlık, ekonomi gibi birçok açıdan tanımlanabilir. Ancak mezarlık mekânı üzerinden bir tanımlama mülteci sorununa dair farklı bir bakış açısı sunabilir. Bireyin kendi kültürüne göre gömülememesi veya tek başına gömülmesi gerek yakınları gerekse de mensup olduğu toplumu derinden yaralayan bir travma olarak karşımıza çıkar. Mezarlıkların tarihsel, kültürel anlamı Çanakkale’deki Anzak askerlerinin mezarlıkları olarak gösterilebilir. Başka bir ülkede defnedilmek zorunda kalan askerlerin torunları yıllardır belli dönemlerde gelip hüzün riteülleri olarak anmalar düzenler. Mezarlık bu anlamda önemli toplumsal veriler içeren bir mekânsallıktır.

Muhammed Hüseyin Sultani, Türkiye'de koruma statüsüyle yaşayan bir Afgan göçmen. Bu mezarlıkta yatanların çoğunun da Afgan olduğunu söylüyor. Cenazelerden haber aldıklarında, Afgan arkadaşları arasında telefonla haberleşip defin törenlerine katıldığını anlatıyor. Sultani, definlerde birçok kez gönüllü olarak dua gibi dini ritüelleri de gerçekleştirmiş. Van'da ayrıca daha küçük olmakla birlikte Yeni Mahalle'de de bir kimsesizler mezarlığı var. Göçmenlerin bir kısmı da oraya defnediliyor.[2]

Mezarlıkların aynı zamanda bir hiyerarşi olduğunu da söyleyen Foucault, kimi mezarlıkların ya basit kapak taşları olduğundan ya da büyük anıtları olan mozolelerden oluştuğundan bahsediyor. Göçmen mezarlıklarında ise göze çarpan en büyük detay, mezar taşı yerine bir oduna veya bir kaldırım taşına duvar boyası ve fırçası ile yazılan tanımlayıcı konulmasıdır. Göçmen kimsesiz mezarlıklarındaki hiyerarşi ve değersizleştirme tam olarak burada karşımıza çıkar. “Kargoyla gelen”, “derede bulunan”, “fetüs”, “afkan” veya “çocuk” şeklinde tanımlamalarla koyulan mezar taşları mülteci sorunun önemli bir göstergesi olan bireyin değersizleştirilmesine önemli bir örnektir. İnsan yaşamı ve mezarın, ölünün kutsallığı kültürel olarak ortaklaşacak alanlar arasında yer alır. Hatta bir topluma veya bir kimseye onur kırıcı bir şey yapmak için mezarlarına saldılar düzenlenir. Mezar bu anlamda bireysel olarak değer, kimlik veya onur gibi birçok şey ile yan yana getirilebilir. Foucault, mezarlıkların aslında geçmişe nazaran günümüzde ötekileştirilen mekânlar olarak karşımıza çıktığını söyler. Heterotopyanın tanımamalarını yaparken bahsettiği ikinci bir tanımlama, heterotopyaların geçmişte olan değerleri ile bugünkü değerlerinin bir olmadığı ve bir kenara koyulduğu üzerinedir. Göçmen mezarlıklarının ise Foucault’un tanımlamasındaki ailelerin karanlık öteki şehri olmaktan daha öte son derece heterotopik bir yer olduğu görülür. Çünkü kimsesizler mezarlıkları, bir birey için vatanın, yaşamın kaybı anlamına gelen ve yok olmaya, silinmeye devam ettiği o yarı ebedilik mekânıdır.[3]

Göçmenlerin mezarlarının olmaması ya da mezar taşlarına isimlerinin yazılmaması insan hakları açısından ciddi bir ihlal veya toplumsal bir travma olarak tanımlanabilir. Göçmen kaçakçıları “organizasyonlarında” tekneleri veya tırları kullanıyor. Bu organizasyonlar bireyin bir eşya gibi değersizleştirilip, istiflenip farklı ülkeye en büyük kâr ile götürülmesi olarak tanımlanabilir. Sağlıksız koşullarda uzun yollar giden mülteciler boğularak, açlıktan, salgın hastalıklardan ötürü hayatlarını kaybediyorlar. Sayısal olarak bir karşılığı olmayan bu ölümler için kimsesizler mezarlıklarının göçmen mezarlıklarına dönüşmesi incelenebilir. Savaşlar sonrasında sivil halkın savaş bölgesinden kaçması kesinlikle zorunludur. Burada temel sorun savaş alanlarından kaçan insanların insani bir şekilde tahliye edilmesi veya kontrollü olarak farklı alanlara geçişlerinin sağlanması gereğidir. Kapsamlı bir halk sağlığı sorunu olarak ele alınması gerek mültecilik bireyin bedensel ve ruhsal sağlığında önemli etkilere neden olur. Ayrıca mültecilerin yaşam hakkı en önemli hak iken genişleyen ve büyüyen göçmen mezarlıkları aynı zamanda bir heterotopya ve kriz mekânı olarak algılanmalıdır. Mezarlıklar ölüm mekânları olmanın ötesinde güncel bir söylem olarak kimsesiz göçmen mezarlıklarında karşımıza çıkar. Kimsesiz bir şekilde gömülmek, sayılarla anılmak ya da kendi kültüründe ve istediği cenaze merasiminin yapılmaması bir insan hakları ihlalidir, insani değersizleştirmedir. Denizlerin, dağların, ormanların ve kimsesizler mezarlıklarının birer göçmen mezarlığına, heterotopyaya dönüşmesi mülteci krizinin mekânsal söylemidir.


[1] Hamsici, M. (2021). "Van’ın Göçmenlerle Büyüyen Kimsesizler Mezarlığı", BBC Türkçe, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-57960939

[2] Hamsici, M. (2021). "Van’ın Göçmenlerle Büyüyen Kimsesizler Mezarlığı”.

[3] Foucault, M. (2005). Özne ve İktidar, çev. I. Ergüden ve O. Akınhay, Ayrıntı, s. 299.