Sosyal medya paylaşımlarımın içeriklerini hastalarımla konuşmayı tercih etmiyorum. Çünkü onlar benim kişisel paylaşımlarım... Ancak bu konuda bazen çok zorlanıyorum. Çünkü hastalar kimi zaman o paylaşımlarımı görerek bana başvurmuş oluyorlar. Benzer bir sorunu yıllar önce ders verdiğim akademide de yaşıyordum. Dersteki öğretim üyesini, Twitter ya da Facebook’ta paylaşımlarını okudukları kişi olduğunu zanneden çok öğrencim olmuştu.
Hasılı kelâm; yaşamın geldiği noktada özel hayatımızın nerede başlayıp bittiği çok tartışmalı bir belirsizlikte. Bu nedenle ivedilikle bir sınır var etmeliyiz.
Ama nasıl?
Özel Hayat: Herkes İçin
Bir hekimin erkek ya da kadın olması onun meslekî yetkinliğini olumlu ya da olumsuz belirler mi, belirlemeli mi?
Şüphesiz hayır!
Pekiyi ama bir hekimin trans olması belirlemeli mi?
Bu sorunun yanıtı da tıpkı bir önceki gibi “hayır” olmalı aslında. Ama biliyorsunuz daha birkaç gün önce bir meslektaşım trans olduğu için bu topraklarda hekimlik yapmaktan men edildi.
Pekiyi devam edelim...
Diyelim ki bir hekim boş zamanlarında bateri çalıyor ya da rock gruplarında solistlik yapıyor olsun. Sizce bu durum onun meslekî varoluşunu sekteye uğratmalı mı?
Aklı başında herkes bu soruya “hayır” yanıtını verir kanaatimce. Ama biliyoruz ki bu topraklarda bir imam, sırf bu nedenle meslekten çıkartıldı ve hukuk da bu tasarrufu yerinde buldu.
Devam edelim...
Bir hekim sahnede gerdan kırdığı ya da göbek attığı için meslekî bir soruşturmaya uğramalı mı? Meslekten men edilmeli mi?
Makulü ve sağduyusunu yitirmemiş hiçbir ülkede bu sorunun da yanıtı “evet” olamaz. Ancak biliyoruz ki birkaç gün önce bir meslektaşımız kendi ifadesiyle “Ruhu Roman gibi” olduğu için ülke gündemine manşet oldu. Türk Tabipleri Birliği konu hakkında yaptığı açıklamada; bir hekimin “dans etmesi”nin onun özel yaşamına ait bir tasarruf olduğunu, bu nedenle soruşturma açılamayacağını, söz konusu programın ise reklam yönünden inceleneceğini belirtti.
Zülfü Yâre Dokunmak
Pekiyi ama özel ve meslekî alanın giderek iç içe girdiği bir ortamda -hele ki sağlık alanında- ayrım çizgileri bu kadar net mi?
Yıllar önce “uzun saçlı” ve kimi zaman “küpeli” bir devlet memuru olarak, dönemin Sosyal Sigortalar Hastanesi’nde çalışan bir hekim olarak bir gün yanıma gelen ve “çok akıllı” olduğumu söyleyen tıp doktoru diplomasına sahip birisinin sözlerini hatırlıyorum.
Dilim bu kişi için “hekim” demeye varmıyor, çünkü meslek etik ilkelerin hemen tamamını yer ile yeksan ediyordu. Bu kişi açısından benim “akıllı” davranışım ise “uzun saçlı ve küpeli” olmamdı. Çünkü bu durum öteki hekimlerden beni hızla ayırıyor, beni bu yüzle topluma tanıtıyor ve bu sayede hastaların bana başvurmasını ve dolayısıyla istersem -onun yaptığı gibi- başvuran hastalardan kayıtdışı para alma imkânımı arttırıyordu.
Gri alandayız velhasıl: Sağlık alanının ticarete ve hastaların müşteriye dönüştüğü bir ortamda “müşteri portföyünü” arttırabilecek yollar özel yaşamdaki tercihlerden geçiyor pek çok defa. O nedenle “dans etmek kişinin özel hayatına ait bir tasarruftur” deyip geçmek hiç kolay değil.
Çünkü “uzun saç/küpe” gibi, çok izlenen bir televizyon programında gerdan kırmak o hekimin popülerliğini katbekat arttıracaktır. Üçüncü bin yılda, “düşünerek” değil, “görünerek” var olunan bir insan uygarlığında artan popülaritenin ise artan kazanç anlamına geldiğini, bilmem söylemeye gerek var mı.
Ataerkil Söylem
Hayata şerh düşen bu sesli düşünme yazısında kendimden utanmamak için ifade etmem gerekir ki kadınları bu konularda daha acımasız eleştiriyoruz. Bir hekim ya da başka bir meslek mensubu kişi erkek olduğu zaman sosyal medyadan gösterilen kaslar ya da “baklava dilimleri” hemen hiçbirimizi o kadar rahatsız etmiyor. Ama gelin görün ki bir kadın bu tür gösterileri yapmaya kalkıştığı anda tırnaklarımızı ona geçirmek için -bir kaplan misali- hızla çıkarıyoruz.
Kuşkusuz bu ayrımcılığın altında binlerce yıllık ataerkil zihniyet kadar, son yirmi yılımıza mührünü vurmuş muhafazakârlık rejiminin de payı var: Muhafazakâr riyanın, sinsi bir yılan gibi, ona karşıt olan bizlere dahi sirayet etmiş hali...
Ama bu kadar değil.
Çünkü -7 Şubat 2021 tarihli Gazete Pencere yazısında belirttiğim gibi- özellikle estetik ve kozmetik alanda çalışan kimi kadın hekimlerin sosyal medyadan kendilerini sunma biçimleri, selülitsiz bacaklarını ortaya koyan mini minnacık eteklerle poz vermeleri, dekoltelerle arz-ı endam etmeleri, botokslanmış kırışıksız bir alın ve mimiksiz devamlı gülen bir yüzle toplumun önüne çıkmaları ve her an kuaförden yeni çıkmış gibi bakımlı saç ve makyajla hastanelerde âdeta yürüyen bir ambalaj gibi dolaşmaları tesadüf değildir.
Hatta kimi hastanelerinin sadece kadın sekreterlere ve sadece hafta içi kullanmak üzere zorunlu kuaför hizmeti sunması da onlara verdikleri değerden dolayı değildir.
Her ne iş yapılıyorsa yapılsın, o mesleğin icrasında her daim çekici olma zorunluluğunun ağırlıkla kadın meslek mensuplarının hissetmesi ve yaşaması bir tesadüf değildir.
Aksine patriyarka ve kapitalizmin, insanı insanlık veçhesinden çıkararak onu nesneleştiren hükmü yürürlüktedir. Bu hüküm sağlığı dönüştürmekte, hastayı metalaştırmakta ve sağlık çalışanını/hekimi de bedeniyle tıbbi bir ambalaja çevirmektedir.
Hal böyleyse sağlıkta yaşanan sorun, ne ücret ödenerek boy gösterilen televizyon programları, ne de olup biteni “özel hayat” parantezine alıp geçebileceğimiz bir durum değildir.
Değildir ama varmamız gereken yer de, dün olduğu gibi, “hekimlik mesleğinin saygınlığı” için kadın hekimleri cinsiyetsiz döpiyeslere, erkekleri de laci takım elbiselere mahkûm etmeyecek bir özgürlük ile hercümerç olmalıdır.