Brecht’in Son Şiiri ve Brecht’te Ölüm Sorunsalı

                                                                            

            CHARİTE’DE BEYAZ HASTA ODAMDA

 

            Charite’de beyaz hasta odamda

            Uyandığımda sabaha karşı

            Karatavuğun ötüşünü duydum, şimdi biliyordum

            Daha iyi. Epeydir

            Artık korkmuyorum ölümden. Hem orada bir şey yok ki

            Yokluğunu duyabileceğim, tabii

            Benim yok olmam koşuluyla. Şimdi

            Başardım tadını çıkarmayı

            Benden sonra da sürecek olan tüm karatavukların ötüşünün.        

Brecht bu şiiri muhtemelen 1956 yılının Mayıs’ında yazdı. 12 Nisan ve 12 Mayıs tarihleri arasında grip teşhisiyle dört hafta ünlü Berlin Charite’de tedavi gördü. Bu süre içinde sağlık durumunu pek “endişe verici” bulmayarak çalışmaya, mektup yazmaya devam ediyor, ziyaretçi kabul ediyordu. Fakat bundan üç ay sonra 14 Ağustos’ta kalp yetmezliği sonucu bu dünyadan ayrılacak ve “ağrısız biçimde öldü” denilecekti hakkında düzenlenen 15 Ağustos 1956 tarihli tıbbi raporda.

Ölüm olayını yazınsal ve felsefi olarak daha önce de zaman zaman yapıtlarında ele almış olan Brecht’in yaşamının sonuna doğru kendi ölümü üzerine de bir hayli düşünmüş olduğunu görüyoruz. Ölümünden aylar önce sık sık dostlarına, “Benim için artık başkalarını rahatsız etmeme vakti geldiğinde işi uzatmayacağım,” der.

Brecht, 1955 Mayıs’ında Moskova’ya uçar ve uçmadan önce hazırladığı bir vasiyet taslağında Alman Demokratik Cumhuriyeti Sanatlar Akademisi’ne hitaben şöyle yazar: “Ölümüm durumunda hiçbir yerde muhafaza edilmek veya açık bir şekilde teşhir edilmek istemiyorum. Mezar başında kimse konuşmamalı. Chaussestraβe’de oturduğum evin yanındaki mezarlığa gömülmek istiyorum.” Öyle de olur: 17 Ağustos’ta çok büyük bir kalabalığın eşliğinde toprağa verilir ve düzenlenen cenaze töreninde hiçbir konuşma yapılmaz. 10 Şubat 1956’da yönetmen ve yazar dostu Erwin Leiser’e şöyle söyler: “Ne olursa olsun bunun kolay bir ölüm olacağı tahmin ediliyor. Pencere camına hafif bir vuruş…”

Şimdi Brecht’in ölmeden önceki son, kimi kaynaklara göreyse sondan bir önceki şiirine bakalım: Şiir dokuz uyaksız dizeden oluşuyor. Şiirin ritmi, genellikle onun geç yapıtlarında olduğu gibi neredeyse düzyazı ritmindedir. Açılış ve kapanış tümcelerinde, sürecin son aşamasında (mutluluk) şimdiki zaman geçerlidir ve iki tümce de üstesinden gelinmiş bir geçmiş aşamayı (ölüm korkusu) çerçeveler. Şiirde konuşan-Ben “Charite’nin beyaz hasta odasındayken” uyanır sabaha karşı. Uyandığı anda bir karatavuğun ötüşünü duyar. Yattığı “beyaz” hasta odasıyla ötüşünü duyduğu karatavuğun tüylerinin karalığı renk bakımından da bir karşıtlık oluşturur. Karatavuğun ötüşüyle konuşan-Ben’e bir özgüven gelir; bir tür epifani, aydınlanma ânı yaşamıştır: “şimdi daha iyi biliyor”dur. Artık neyi daha iyi biliyordur? “Ölümden epeydir korkmadığı”nı -demek daha önce korkuyordur. Brecht burada bir tür bilanço çıkarır. Hayatın sonunda kalacak olanı, siyasi kavramlarla veya toplumsal hedefleri ifade eden bir söylemle kavramaz. Kendi yok oluşunu sakince kabul eden bir yaşam envanteri/dökümü söz konusudur. Ölümün kesinliği perspektifiyle bakıldığında bile hâlâ şaire zevk veren bir doğa olayı vardır: şairden daha uzun yaşayacak olan “karatavuğun ötüşü”. Evet, büyük, soylu imgeler yerine, sarı gagalı, siyah tüylü, küçük bir kuşun ötüşüdür şaire yaşama sevinci veren ve aynı zamanda kendisinden sonra da sürecek olan yaşamın, doğanın simgesi olan.

Brecht’in ölüm konusundaki görüşü, henüz gençlik yıllarında tanımış olduğu ve genellikle Epikür felsefesini Roma’ya getiren kişi olarak kabul edilen Romalı şair ve filozof Titus Lucretius’un etkisiyle biçimlenmiştir. Lucretius, De Rerum Natura (Evrenin Yapısı) adlı ünlü yapıtının üçüncü bölümünü büyük ölçüde ölüm konusuna ayırır ve temelde doğum öncesi yokluk ile ölüm sonrası yokluk arasında bir benzerliğe işaret eder.

            Korkulacak hiçbir şey yoktur ölümde.

            Varolmayan, acı da çekmez nasılsa.

            O zaman ne ayrım kalır ölmüşle

            Hiç doğmamış olanın arasında?”[1]

Biraz ileride yine aynı karşılaştırmayı yapar Lucretius:

            Doğumumuzdan önceki sonsuzluğa bir göz at.

            Ne önemi var bizim için o geçmişin?

            Doğanın uzattığı bir aynadır bu:

            Ölümümüzden sonraki sonsuzluğu görürüz içinde.[2]

Lucretius’a göre tıpkı yemekten tok ve memnun kalkan bir konuk gibi, yaşamın sofrasından da yeterince haz aldıktan sonra kalkmayı bilmek (plenus vitae conviva) ve bu durumu sakince karşılamak (aequo animo) gerekir. Başta ruh ve beden ayırımı, bunlar arasındaki ilişki olmak üzere ölüm ve hayat konularında onun büyük bir sadakatle izlemiş olduğu Epiküros da insanın ölümden korkmaması gerektiğini savunur ve bunu şöyle gerekçelendirir:

Şu halde, belaların en korkuncu sayılanı ölüm bizim için bir hiçtir: Biz var oldukça o yoktur, o varken de artık biz yokuz, bunun sonucu olarak da o ne dirileri, ne de ölüleri ilgilendirir, çünkü birincilerin olduğu yerde o yoktur, ikincilerin de artık kendileri yoktur.[3]    

Okuru bilgilendirmesi ve eğitmesi bakımından didaktik oluşu, bilindiği gibi Brecht şiirinin önemli karakteristiklerinden biridir. Brecht didaktik şiirle antik çağın tüm bir edebî türünü miras alıyordu; üstelik bu türün tam da öğreticiliği nedeniyle modern şiir poetikasında çoğu zaman fazla değer verilmediği bir dönemde. O, Lucretius’ta şiirin angaje/yanlı öğreticiliği ile poetik bakımdan tasarlanan arasındaki, kendisinin de şiirinde gerçekleştirmeye çalıştığı bağlantıyı buluyordu. Brecht, Lucretius dışında Vergilius’un çiftçilik sanatı üzerine yazmış olduğu Georgica’larına da çok değer veriyordu. Her iki şiirin de “Doğanın ve dünya görüşünün nasıl işleneceğinin örnek modelleri” olduğunu söylüyordu. Öyle ki 1951 yılında bu şiirlerin, Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde okullarda Almanca dersinde okuma metni olmasını önerir. Şiirde aynı tümcede birkaç kez yinelenir ‘yok olma’ ve ‘yok(luk)’ sözcükleri:

            Epeydir

            Artık korkmuyorum ölümden. Hem orada bir şey yok ki

            Yokluğunu duyabileceğim, tabii

            Benim yok olmam koşuluyla.

Yinelenen bu sözcükler Lucretius’tan çok, onun düşünsel bakımdan sadık izleyicisi olduğu Epiküros’un ölümle ilgili yukarıda andığımız sözünü hatırlatmaktadır. İçerik bakımından Brecht’in formülasyonu, Lucretius’un ölümle birlikte sadece ölenin değil, aynı zamanda onun ihtiyaçlarının da sona erdiği ifadesini içerir. Brecht’in yapıtlarında birçok kahraman, ölümle ilgili görüşünü açıklarken ölümle karşılaşan kimi kahramanlar da ölürken ne düşünüp ne duyumsadıklarını açıklar.

İlk kez 1929’da Baden-Baden müzik festivalinde sahnelendiği için “Baden Oyunu” diye adlandırılan “öğretici” oyununda koronun arasından bir sözcü elinde bir kitapla öne çıkar ve uçak kazasından düşmüş, ölmek üzere olan kazazedelere kitaptan şu bölümü madde madde okur:

  1. Kim ki bişey alır, yapışır o şey. Kimden ki bişey alınır, yapışır o şeye. Ve kim ki bişeye yapışır, bişey alınır ondan.

Her kimse aramızdan göçen, vazgeçtiği ne ola ki? Ekmeğiyle döşeğinden mi vazgeçer sade?

Her kimse aramızdan göçen, bilmesine bilir ki, vazgeçecek ne varsa vazgeçmiştir; sade vazgeçtiğinden değil, vazgeçmediğinden de vazgeçmiştir.

Sözcü’nün okuduğu 3. madde şöyledir.

Kişiyi ölüme yüreklendirmek için, Ermiş araya girip varından yoğundan vazgeçmesini istedi ondan. Her şeyinden vazgeçtiğinde bir yaşamı kalmıştı geride. Daha nen varsa vazgeçeceksin, ondan da vazgeç, dedi Ermiş ona. (…) İmdi ölmeği altetmek istiyorsanız, ölmenin ne olduğunu bilir, ona razı gelirseniz, böylece altedersiniz onu.[4]

Brecht’in ölümünden on yıl sonra yayınlanan Me-ti’nin Özdeyişleri Kitabı adlı yapıtında Me-ti, “ölüm korkusu üzerine” görüşünü şöyle açıklar:

Bana sorarsanız çağımızın insanları genellikle boş yaşamdan çok az, ölümden ise çok fazla korkuyorlar. Ölümden bunca korkmalarının nedeni ellerindekini kaptırmamak için sürekli çaba harcamaları; bu çabayı harcamazlarsa yitirirler ellerindekileri. İnsanlar kendilerini yanlış tasarımlardan çok zor kurtarabiliyorlar. Elindekini kaptırmanın kötü yanı, insanın geride eli boş kalmasıdır. Oysa yaşam bir kez kaptırılırsa, insan da geride kalmaz. Yaşamsız varolmak, kötü olurdu belki, ama yaşamayan artık varolamaz ki.[5]

Me-ti, insanın ölüm karşısında duyduğu korkuyu, aslında ölümle birlikte kaybedilecek bir şeyin olmasına bağlayarak korkunun tarihsel-toplumsallığına işaret etmektedir. Komünist Manifesto’nun proleterlere cesaret veren ve zincir metaforuyla işçilere kapitalist toplum içindeki köleliklerini gösteren, olağanüstü güçlü bir anlatıma sahip o ünlü sözü de bu bağlamda okunabilir: “Varsın hâkim sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresin. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şey yoktur. Kazanacakları bir dünya vardır.”

Kapitalist dünyada mal-mülk anlamında sahip oldukları hiçbir şeyi olmayan proleterlerin, kaybedecekleri de bir şey yoktur; “sahip olunan” tek şey zincirler olunca korkacak bir şey de yoktur, aksine bu zincirlerin –onları mevcut sistem içinde köleleştiren iktisadi, tarihsel-toplumsal bağların– kırılmasıyla onlar için özgür bir yaşam başlayacaktır.

Daha önce de belirtildiği gibi şiir poetikasını esas olarak didaktiklik üzerine inşa etmiş olan Brecht bu son şiiriyle de okuru bilgilendirir/aydınlatır. Henüz edebî üretiminin başında, 1922’de, Baal’de oyunun sonunda Baal’in ölüm ânı, nasıl öldüğü şöyle aktarılır: “Son nefesi hırıldamaya başladığında soruyorum: Ne düşünüyorsun? O durumda insan ne düşünür, diye hep merak etmişimdir. Sordum. Dedi ki: Yağmurun sesini dinliyorum hâlâ. Tüylerim diken diken oldu benim. Yağmurun sesini dinliyorum hâlâ, diyor iyi mi?”[6] 

Henüz yirmi dört yaşında yazmış olduğu ilk oyunlarından birinin kahramanı Baal, ölürken bir doğa sesini, yağmurun sesini dinlerken Brecht’in elli sekiz yaşında yazdığı son şiirinde konuşan-Ben de hasta yatağında yine bir doğa sesini, bu kez bir karatavuğun sesini dinler.

Şiirin konuşan-Ben’i/öznesi (tartışmasız Bertolt Brecht) kendisinden sonra da karatavukların ötüşünün süreceğinden emindir. Brecht’in bu şiiri, “dünyanın sonu” konusunun, henüz iklim krizi bağlamında tartışılmadığı yıllarda yazılmıştır. Oysa günümüzde bilim insanları küresel ısınmanın radikal biçimde durdurulmaması durumunda, mevcut verileri esas alarak yaptıkları hesaplamalara göre yaklaşık beş yüz yıl içinde dünyada canlı yaşamının sona ereceğini öne sürüyorlar. Karatavukların şarkısının da duyulmayacağı bir gün gelecek ve dünyanın gidişatına bakılırsa o gün pek de öyle uzak bir gelecekte değil.


[1] Lucretius, Evrenin Doğası, çev. Tomris Uyar ve Turgut Uyar, Hürriyet Yayınları, birinci baskı, Kasım 1974, s. 115.

[2] Lucretius, a.g.e., s. 122.

[3] Epiküros, Özdeyişler, Mektuplar ve Aforizmalar, çev. Genam Renas, Arya Yayıncılık, s. 54.

[4] Bertolt Brecht, “Rıza Bâbında Öğretici Baden Oyunu”, Türkçe söyleyen. Can Yücel, Birikim, sayı 7, Eylül 1975, s. 28.

[5] Bertolt Brecht, me-ti tarihte diyalektik, çev. Ahmet Cemal, Günebakan Yayınları, 1977, s. 75.

[6]  Bertolt Brecht, Bütün Oyunları 1, çev. Yılmaz Onay, Mitos Boyut Yayınları, 2007, s. 146.