COVID-19 Tedavi Politikası

Kasım 2021 itibariyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin COVID-19 pandemisini kendi başına bıraktığı ve “olan olur” yaklaşımını tercih ettiği ortada. Elbette “öncesinde farklı mıydı” diye sormak da mümkün. Ancak tüm eksiklerine rağmen bir “önleyici” politikadan söz etmek mümkündü. Bir süredir ise “saldım” zamanındayız...

COVID-19 pandemisine yönelik olarak koruyucu yaklaşımın sınıfta kaldığı bu ülkede Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın çok övündüğü tedavi edici hizmetler konusunda ne noktadayız acaba?

İnsanın aklına gelmeyen genetik testlerin dahi kazanç kapısı haline geldiği, hemen her öksürenin tomografi incelemesi yaptırdığı, COVID-19 hastalarının ekseriyetinin tedaviyle hiç ilgisi olmasa da antibiyotik ve hatta yüksek doz kortikosteroid tedavisi aldığını üzülerek tanıklık ettik, ediyoruz. Pekiyi ama antiviral yani SARS-CoV-2’nin kendisinin tedavisi konusunda seçilen politika nasıl bir seyir gösterdi Türkiye’de?

Herkese Tedavi

Sağlık Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu tarafından hazırlanan 11 Mart 2020 tarihli rehberde, -o dönemin şartlarında olması gerektiği gibi- sadece COVID-19 seyri açısından riskli olabilecek ya da COVID-19’un ağır seyrettiği hastalara antiviral tedavi önerilmekteydi. Oysa bu bilimsel öneriden sadece 12 gün sonra güncellenen rehberde, bilim ortamında konu hakkında yeni bir araştırma ya da bilgi olmamasına rağmen, her COVID zatürresi ve hatta ateşi olan her hastaya hidroksiklorokin ya da favipiravir tedavisi koşulu getirilmişti. Hatta hatırlanırsa o tarihlerde Sağlık Bakanı Koca, favipiravir ilacı hakkında, “ilacı Çin'den getirdik. Fabrikaya devlet el koymasına rağmen Çin'den getirebildik. Yoğun bakımda kullanılan hastalarda 11 günden 4 güne iyileşme gösterdiği söyleniyor. Bu sabah itibariyle o ilaçları da Çin'den getirdik.”[1] açıklaması yapıyordu.

Tarihler 15 Nisan 202’yi gösterdiğinde ise Koca, yaptığı açıklamada Türkiye’nin diğer ülkelerden farkını şu sözlerle ortaya koyuyordu:[2]

“Türkiye, tedavide farklı bir yaklaşıma sahip. Hiçbir ülke pozitif, şüpheli tüm vakalarda hidroksiklorokin ilacını erken dönemde kullanmadı. Biz bu ilaçtan daha vaka görülmeden 1 milyon kutu alıp depoladık. Çin’den getirilen Favipiravir’ini de bizdeki yaklaşımla kullanan ülke yok.” 

Nitekim çok sonra öğrendik bir ilaç şirketine salgının erken dönemlerinde Hindistan ve Çin’den 1.6 milyon tablet hidroksiklorokin getirtildiğini ve şirket tarafından Bakanlığa bağış yapıldığını...

Pekiyi ama neden Türkiye hiçbir ülkenin yapmadığını yapıyordu? Neden diğer ülkeler antiviral tedavide çok temkinli adımlar atarken Türkiye etkinliğinden emin olunmayan ilaçları evlere kadar dağıtıyordu? Acaba bu politika pandeminin dalgalarını önlemeyen siyasi iktidarın toplumsal rızayı üretmesinin bir yolu muydu? Öyle ya bu ülke insanının hap içme sevdasını ve sağlık alanında nitelikli değil ama popülist hizmetin nasıl uygulanacağını en iyi bilen bir iktidar hükümetteydi.

İtiraz Var

14 Mayıs 2020 tarihinde yayınlanan Türk Tabipleri Birliği (TTB) “COVID-19 Pandemisi 2. Ay Değerlendirme Raporu”, Sağlık Bakanlığı’nın herkese tedavi öneren yaklaşımına “araştırma ve veri analizi gerekli” diyerek itiraz etti. Söz konusu raporda yer alan “insanlarda iyi tasarlanıp yürütülmüş kontrollü randomize çift kör çalışmalara gereksinim” olduğunu ve “etkisiz tedavileri bir an önce ekarte etme(k) ve olası ilaç adaylarını ortaya koyacak ‘adaptif çalışma tasarımları’ üzerinde durulma”sı gerektiğini vurgulayan ifadeler, Sağlık Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu’nun önerilerini günün bilimsel bilgisi eşliğinde tümüyle reddetmeden başka bir çıkış yolu gösteriyordu.

Gerçekten eğer TTB tarafından önerilen araştırmalar Türkiye’de yapılsaydı ülke insanının gereksiz yere kimi ilaçları kullanması önlenebilirdi. Öte yandan bu konuda dünyaya nitelikli bilgi sunabilecek en iyi konumdaki ülke Türkiye idi. Çünkü Bakan Koca’nın da vurguladığı gibi dünyada herkese tedavi öneren tek ülkeydi ve planlanacak nitelikli araştırmalar dünyaya yol gösterebilecek bilgiler sunabilirdi.

Ancak ne yazık ki böylesi bir araştırmayı yapabilecek yetkinlikte bilim insanlarının Sağlık Bakanlığı’nda olmaması ya da Bakanlığın bir dolu verisinin böyle bir araştırmayı yürütecek bilgilerden yoksun bir çöp olması nedeniyle zaman zaman Bakanlığın “yakında yayınlayacağız” ifadelerinin yansıması olmadı. Hatta nitelikli bir araştırmayı bırakalım, TTB’nin 2. Ay Değerlendirme Raporu’nda yer alan, “Sağlık Bakanlığı’nın elinde biriken tedavi verilerinin “sağlıklı, şeffaf ve analitik biçimde farklı uzmanlık alanlarından oluşan bir kurul tarafından” işlenip değerlendirilmesi gerektiği” vurgusu dahi boşlukta yankılandı.

Hızlanan İlaç Temini

Ama anlaşılan Sağlık Bakanlığı dünyada hiç kimsenin bilmediği bazı gerçeklere vakıftı ki etkisi olup olmadığı çok tartışmalı olan bu ilaçların teminini hızlandırdı. Örneğin 21 Mayıs 2020’da İstanbul Başakşehir Çam ve Sakura Hastanesi açılış törenine video konferans yoluyla katılan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın teşekkürlerine mazhar olan Japonya Başbakanı Şinzo Abe yaptığı konuşmada, “Japonya'da geliştirilen ilaçtan bahsedersem, insani bakımdan bu ilacı arzu eden ülkelere bağışlayarak çalışmalara katkıda bulunacağız. Bu kapsamda Türkiye'ye de bağışlıyoruz,” ifadesini kullandı.[3]

Ancak ne ilginçtir ki Türkiye’ye yaptığı bu jeste rağmen Japonya, kendi ülkesinde, hem de ilaç grip (influenza) için ruhsatlı olmasına rağmen COVID-19 tedavisinde (bizim gibi) kullanmadı. Neden acaba? Ve elbette akıllara takılan başka bir soru; gerçekten ifade edildiği gibi bu ilaç bize bağışlandı mı? Yoksa bedeli ödendi mi?

25 Mayıs 2020 tarihinde antiviral tedavi yaklaşımı konusunda akıldaki tüm sorulara son verecek kritik bir gelişme yaşandı. Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Tedros Adhonam Ghebreyesus, bir tıp dergisi olan Lancet’te yeni yayınlanan bir araştırmaya atıf yaparak, o gün itibariyle Türkiye’nin evlere taşıdığı "hidroksikolorokin ve klorakin ilacın(ın) tek başına veya makrolid ile kullanıldığında yüksek bir ölüm oranı”na yol açtığına vurgu yaparak Dünya Sağlık Örgütü’nün hidroksiklorokin araştırmalarını “güvenlik endişesi” nedeniyle askıya aldığını açıkladı.

Ancak Türkiye, hidroksiklorokin ilacının araştırmasının dahi Dünya Sağlık Örgütü tarafından durdurulduğu bir ortamda, bir yıl daha, etkili olduğuna dair hiçbir veri yayınlamadan söz konusu ilacı evlere taşımaya, hastalara ve hatta hasta olmayan ancak hasta ile temaslı olan kişilere dahi kullandırmaya devam etti.

Oysa Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamasından iki gün sonra 27 Mayıs 2020’de ilacın kullanımını sağlayan bilim insanının yaşadığı Fransa hidroksiklorokin kullanımı yasakladı. 15 Haziran 2020’de ise Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ilaç hakkında önceden verdiği kullanım onayını geri çekti. Türkiye ise ancak bir yıl sonra -7 Mayıs 2021 tarihinde- hidroksiklorokin tedavisini Sağlık Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu Rehberi’nden çıkarttı.

25 Mayıs 2020’den 7 Mayıs 2021’e kadar binlerce kişi ilacı gereksiz yere kullandı Türkiye’de ve olası yan etkileriyle karşılaştı. Ama ilacın yaklaşık bir yıl süresince neden gereksiz yere kullanıldığına dair Sağlık Bakanlığı’ndan hiçbir bilimsel açıklama yapılmadı, veri paylaşılmadı. Türkiye’de gereksiz yere yapılan bu tedavi yaklaşımının insanlar üzerindeki yan etkileri ve bu ilaç için hangi ilaç şirketlerine ne kadar ücret ödendiği ise Kasım 2021 tarihi itibariyle halen bilinmiyor.

Yerli ve Milli İlaç

COVID-19 salgınını baskılamak yerine tedavi etmeyi seçen Sağlık Bakanlığı ve bir bütün olarak siyasi iktidar amaçladığı yolda da bilimi hiç takip etmedi. Aksine geniş toplumsal kesimlerin nezdinde önemli ve dünyada fark yaratan bir şeyler yapma isteği alınacak kararları belirledi.

Sağlık alanında “yerli ve milli COVID-19 ilacı” geliştirme yaklaşımı, memlekete egemen olan popülist zihniyetin savaş uçağı, astronot, otomobil geliştirme konusunda tanık olunan sürece benzer bir akıştaydı. Hatta bu yaklaşım kimi anlarda ülkenin fay hatlarını da kıracak biçimde “Diyarbakır’dan tüm dünyaya “Türk ışını” tedavisini sunmaya kadar savruldu.[4] Yine bu politika çerçevesinde 13 Temmuz 2020’de iki şirket favipiravir ilacının yerli üretimini gerçekleştirdi. 31 Temmuz 2020’de -belki de ilacın “yerli ve milli” versiyonunun fazlaca üretileceği düşünülerek- Sağlık Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu tarafından oluşturulan rehberde hiçbir yakınması olmayan hastalara dahi hidroksiklorokin ya da favipiravir tedavisinin verilmesi zorunluluğu getirildi. 1 Ağustos 2020’de ise Sağlık Bakanı’nın geçmişte söz sahibi olduğu üniversite ile bir şirketin birlikteliğinde ilacın yerli sentezi gerçekleştirildi.

Türkiyenin ilaç üretimi açısından olumlu sayılabilecek bu girişimlerin “küçük” bir kusuru vardı: Yerli olarak sentezlenip üretilen ilacın COVID-19 tedavisinde etkili olduğu çok tartışmalıydı. Dünyanın gelişmiş hemen hiçbir ülkesi bu ilacı kullanmıyordu. Hatta ilacın keşfedildiği ve ruhsatlandığı Japonya dahi ilacı COVID-19 tedavisinde kullanmıyordu. O halde Türkiye hangi bilimsel veriye dayanarak ilaca yatırım yapıyor ve daha önemlisi yakınması olmayan kişilere dahi COVID-19 olduklarında bu ilaçları öneriyordu? Kasım 2021 itibariyle bu sorunun yanıtını bilmiyoruz –COVID-19 pandemisinde pek çok sorunun yanıtını bilmediğimiz gibi. Ancak emin olduğumuz gerçek bu ülkede COVID-19 pandemi yönetiminin bilimsel gereklere uygun yürütülmediğidir.

Öte yandan hem hidroksiklorokin hem favipiravir konusunda dünyada var olan bilimsel gerçekleri Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu’nun bilmemesi mümkün değildi. Çünkü hidroksiklorokin konusundaki kritik açıklama Dünya Sağlık Örgütü’ne aitti. Favipiravir konusunda ise bırakınız birkaç küçük araştırmayı, dünyadaki araştırmaları biraraya getirip yorumlayan bir metaanaliz, bu ülkede her türlü zorluğa rağmen bilim yolunda yürümeye devam eden bilim insanlarına aitti.[5] Ağustos 2021’de yayınlanan bu metaanaliz, söz konusu ilaç hakkında yürütülmüş araştırmaları birlikte değerlendirmiş ve orta – şiddetli COVID-19 hastalığında favipiravirin olumlu bir etkiye neden olmadığını ortaya koymuştu. Yakın zaman önce ön sonuçları açıklanan başka bir araştırma ise hafif – orta şiddette COVID-19 hastaları üzerine de etkisinin olmadığını kanıtlamıştır.[6] Zaten bu ülkede Bakanlık emir ve görüşleri doğrultusunda hekimlik yapmayı reddedenler, uzun bir süredir, mesleki yaşamlarını riske etme pahasına takip ettikleri hastalarına Bakanlık tarafından evlere getirilen hidroksiklorokin ya da favipiravir etken maddeli ilaçları kullanmamalarını öneriyordu. Tıpkı Türk Tabipleri Birliği, Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği ya da Türk Toraks Derneği’nin yaptığı çağrılarda olduğu gibi...

Kasım 2021 itibariyle Fransa’da hidroksiklorkin tedavisini dünyaya öneren Didier Raoult, bilimsel araştırma sonuçlarını tahrif ettiği iddiası ile soruşturma geçiriyor. Süreç belki Raoult’un mesleğinin sonunu getirecek. Ama aynı dünyada bilimin aksi yöndeki tüm verilerine rağmen hidroksiklorokin ya da favipiravir tedavisini yakınması olmayan kişilere ve hatta sadece teması olup hasta olmayan insanlara dahi dağıtan siyasiler benzer bir sona maruz kalmıyor.

Bu gün itibariyle hep birlikte yanıtını talep etmemiz gereken bir soru var: Neden?

Neden bilimsel araştırmaların ve Dünya Sağlık Örgütü’nün aksi yöndeki sonuç ve açıklamalarına rağmen bu ülkede insanlar çok uzun süre hidroksiklorokin ya da favipiravir tedavisi kullanmak zorunda kaldılar? Neden Sağlık Bakanlığı, kendi rehberinde önerdiği bu tedavi yaklaşımının gerekçe ve sonuçlarını veri–kanıt temelli olarak açıklamadı? Neden bu ülkede etkisiz ilaçların ölümcül olmasa da yan etkilerine maruz bırakıldı hastalar?

Kim bilir belki de otoyol, hava limanları ya da köprülerde olduğu gibi ilaçları ithal eden, üreten, sentezleyen ve satan ilaç şirketlerine dolar bazlı kullanım garantisi verilmiştir? Olmaz değil, gayet mümkün: Çünkü her şey satılık bu dünyada...

Ve neden Kasım 2021 tarihi itibariyle bilimsel araştırma sonuçlarına göre etkili olduğu gösterilen kimi ilaçlar yok bu ülkede?

Neden mevcut siyasi iktidar, yurtdışında 1-12 dolar arasında ulaşılan ya da ülkede 1.84 dolar eşdeğerine satılan ama COVID-19’da etksiz olduğu gösterilmiş ilaçları evlere kadar taşırken, bilimsel araştırmaların etkili olduğunu gösterdiği pahallı kimi ilaçları gerekli olgulara ulaştırmayı tercih etmiyor?

Neden COVID-19 tedavisinde etkili olmayan ilaçları Bakanlık herkese dağıtırken, Remdesivir, Bamlanivimab – Etesevimab, Casirivimab – İmdevimab, Regdanvimab, Sotrovimab, Baricitinib, Tofacitinib, Sarilumab gibi etkili ilaçları gereken olgular için temin etmiyor?

Kim bilir belki de birey-toplum sağlığı değildir de oy devşirme kaygısıdır pandemiye mührünü nakşeden...


[1] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/son-dakika-bakan-koca-kritik-toplanti-sonrasi-aciklamada-bulunuyor-5697860/

[2] https://twitter.com/drfahrettinkoca/status/1250318172957208576

[3] https://www.birgun.net/haber/japonya-turkiye-ye-koronavirus-ilaci-bagislayacak-301817

[4] https://www.haberturk.com/koronavirus-tedavisinde-diyarbakir-dan-dunyaya-turk-isini-2726096

[5] https://link.springer.com/article/10.1007/s10096-021-04307-1

[6] https://clinicaltrials.gov/ct2/show/NCT04600895