Kim Kazanır, Kim Kaybeder? Adaylar ve İhtimaller

“Erken seçim yok!” dense de Türkiye, eskilerin ifadesiyle, seçim sath-ı mailine girdi; yokuş aşağı seçim konuşmaya başladık. Seçim cemresi siyasal havaya bir kere düştü ya, yakındır toprağa da değer. Takvim yaprakları 2022’yi göstermeye başladığında mevzuunun daha bir iştiyakla geveleneceği kesin; aday ve oranlara ilişkin seçim-loto yazıları pek yakında neşredilmeye başlar. Atalım-tutturalımcıları sarakaya alsak da seçimlere dair analizlere, projeksiyonlara, değerlendirmelere ihtiyacımız olduğu da aşikâr. Seçimlere dair değerlendirmelerin onlara ilişkin dışsal gözlemler olduklarını düşünmüyorum; bu analizlerin, seçim sürecinin içsel birer parçası, sadece onu gözlemleyen yazılar değil, şekillendiren, yönlendiren projeksiyonlar da olduklarını düşünüyorum. Birikim’de yer alan böylesi iki yazıdır ki beni de bu yazıyı yazmaya itti -zaten başlığım da onların yazılarınınkinden mülhemdir.[1]

Murat Belge Birikim’deki yazısında, hangi gün olacağını kestiremese de seçimlerin yaklaştığını hissettiğini söylüyor. Ve haklı olarak, iktidar bileşenleri seçimlerin zamanında yapılacağını söyleseler de yıllardır edindiğimiz tecrübelerin bu sözleri ciddiye almamamız gerektiğini bizlere öğrettiğini de vurguluyor.

Belge, yazısında, Millet İttifakı’nın muhtemel adayları İstanbul büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu, Ankara büyükşehir belediye başkanı Mansur Yavaş ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylıkları üzerine kurgulamış yazısını; Cumhur İttifakı’nın adayı zaten belli diyor.

Erdoğan’ın “Zoraki” Adaylığı

Belge hem -belli ki- yazısında sadece Millet İttifakı adaylarını tartışabilmek için hem de -muhtemelen- Erdoğan’ın adaylığını sabit bir veri olarak kabul ettiği için, Erdoğan hakkında tartışmıyor. Oysa bu üçüncü ve zorlama adaylığın pek de normal, sabit, olağan kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Sadece ve sadece Erdoğan’a bir (üçüncü) kez daha adaylık şansı doğabilsin diye ülkenin erken seçime götürülmesinin seçmene kolayca anlatılabileceğini de düşünmüyorum. Hiç değilse muhalefetin bu kanalı da kullanarak Erdoğan’ın bitmek bilmeyen cumhurbaşkanlığı hevesini sorgulayacağını (sorgulaması gerektiğini) de düşünüyorum. Çünkü gerçekten de Erdoğan’ın gelecek seçimlerdeki müstakbel adaylığı normalin dışında, hukukun etrafından dolanarak hayata geçirilmiş, zorlama bir adaylık olacaktır. Şimdiden bu zorlama adaylığın yolunu açmaya (Şükrü Karatepe ya da Yavuz Atar gibi) çalışanlar yok mu; var -ki hukukun etrafından dolanmak derken tam da bunu kastediyorum. Bunlara göre, Erdoğan’ın 2017 Mühürsüz Referandumu sonrası 24 Haziran 2018’de cumhurbaşkanı seçilmesi, onun tekrar göreve geldiği tarih değil, yeni (!) anayasanın yeni kurallarına göre ilk defa seçildiği (!) tarihtir. Oysa Murat Sevinç’in[2] de vurguladığı gibi, 2017 Mühürsüz Referandumu bir yeni anayasa referandumu değil, bir anayasa değişikliği referandumudur ve Erdoğan'ın 2018’de (“yeni”(!)  anayasaya göre)  ilk defa seçildiğini söylemek doğru değildir.

Erdoğan-stream medyanın da onun gelecek seçimlerdeki adaylığına kutsal bir vazife elbisesi biçeceği, yukarıda bir kısmı zikredilen zorlama görüşleri allayıp pullayarak Erdoğan’ın müstakbel adaylığına kapı aralayacağı (hatta olmayan kapıyı inşa edeceği) tartışmasız ama seçimi sırtlayıp götürecek ve 2017’den sonra bir teşkilattan çok bir funclub’ı andırmaya başlayan parti örgütlerinin dahi Erdoğan’ın üçüncü -zorlama- adaylığına gönülden inandıklarını, halkı ikna edecek argümanlara ve iştiyaka sahip olduklarını düşünmüyorum.

Hatırlayalım; Anayasa’nın 101. maddesinde “Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim yapmış, milletvekili seçilme yeterliliğine sahip Türk vatandaşları arasından, doğrudan halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” hükmü yer almaktadır.

Tayyip Erdoğan kaç kez cumhurbaşkanı seçilmişti? İlk seçimi 10 Ağustos 2014’te; ikincisi ise 24 Haziran 2018’te yapılan halk oylamasıyla gerçekleşti. Anayasa’nın 101. maddesine göre Erdoğan’ın iki kez seçilme şartı gerçekleşmiş; üçüncü bir kez daha seçilme olanağı yok. Ama Anayasa’nın 116. maddesi şöyle bir hükme yer veriyor: Eğer TBMM, üye tam sayısının beşte üçü ile cumhurbaşkanının seçimlerinin yenilenmesine karar verirse ve bu, görevdeki cumhurbaşkanının ikinci döneminde gerçekleşirse o takdirde ikinci döneminde olan cumhurbaşkanının üçüncü bir defa daha aday olma hakkı vardır. O halde eğer TBMM 2023’ten önceki bir tarihte üye tam sayısının beşte üçü ile cumhurbaşkanının seçimlerinin yenilenmesine karar verirse o takdirde, Erdoğan'ın üçüncü bir kez daha aday olma ihtimali var. Ama eğer seçimler beklendiği gibi 2023’te yapılırsa Erdoğan'ın üçüncü bir kez daha aday olma hakkı yok. Anayasa bu konuda şüpheye yer bırakmayan açık bir kurala yer veriyor.

Hangi Seçimleri Konuşuyoruz?

Gerek Murat Belge’nin yazısında gerekse yukarıda bahsettiğim iki yazıdan bir diğer olan Banu Dağtaş’ın yazısında cumhurbaşkanı seçimi sadece “cumhurbaşkanının seçimi” olarak düşünülmekte. Belge, Erdoğan’ın adaylığını tartışma dışına iterken, aynı zamanda, Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ni de sadece cumhurbaşkanlığı adayları için belirlenecek tercih pusulalarının zarflanıp atılacağı bir seçime indirgemekte. Banu Dağtaş da Murat Belge’yi eleştirdiği yazısında aynı şekilde seçimleri sadece cumhurbaşkanlığı seçimlerine indirgeyerek ele almakta. Lakin unutmamak gerekiyor ki Anayasa’nın yukarıda zikredilen maddesinde de belirtildiği üzere:

Madde-116– (Değişik: 21/1/2017-6771/11 md.) Türkiye Büyük Millet Meclisi, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.

O zaman geniş anlamda cumhurbaşkanlığı seçimleri dediğimiz şey, Erdoğan versus Millet Partisi Müstakbel Pehlivanı arasında galebe çalacak, yek diğerini kündeye getirip aşıranın cumhurbaşkanı seçileceği bir yağlı güreş müsabakası değil, iki seçim ve birçok alternatifli bir satrançtır. Bu satrançta muhtemel sonuçlar da şunlar olabilir:

  1. Erdoğan cumhurbaşkanı seçilir, Cumhur İttifakı TBMM’nin çoğunluğunu (özellikle de 400 milletvekili ve üzeri) kazanır.
  2. Erdoğan cumhurbaşkanı seçilir, Cumhur İttifakı TBMM’nin 2/3 (400 milletvekili ve üzeri) çoğunluğunu elde edemez. 400 rakamı çok kritik bir eşiktir çünkü meclis 600 üyeden oluşmaktadır. Mevcut cumhurbaşkanı en az 301 milletvekilinin önergesiyle Yüce Divan’a gönderilebilir. Diyelim ki, böyle bir önerge verilebildi. Bunu Meclis’in kabul edebilmesi için aranan rakam üye tam sayısının beşte üçüdür (360 MV). Yüce Divan’a sevk için aranan rakam üye tam sayısının üçte ikisi. Yani 400 milletvekilidir.
  3. Millet İttifakı adayı cumhurbaşkanı seçilir ve TBMM’nin çoğunluğunu (özellikle de 400 milletvekili ve üzeri) kazanır.
  4. Millet İttifakı adayı cumhurbaşkanı seçilir, Millet İttifakı TBMM’nin 2/3 (400 milletvekili ve üzeri) çoğunluğunu elde edemez.

Birinci alternatif Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın, üçüncü alternatif de Millet İttifakı’nın mutlak galibiyetini ifade eder. İlk alternatifin gerçekleşmesi halinde Erdoğan beş yıl daha ülkeyi yönetir; demokratikleşme düşünceleri bambaşka bir bahara kalır; Erdoğan’ın dördüncü, beşinci defa seçilmesinin önündeki engeller kaldırılır. Türkiye, “seçimli otoriteryenizm” kavramının prototipi haline gelir. 

Üçüncü alternatif ise muhalefetin demokratikleşme düşüncesinin kuvveden fiile geçme imkânı bulacağı, Erdoğan döneminin kapanacağı bir devre olacaktır. Yine de unutmamak gerekiyor ki ikinci ve dördüncü alternatifler sadece istatistiki/teorik birer almaşık değil, kuvvetle muhtemel gerçek birer alternatiftirler. Ayrıca şu hususun da mutlaka altının çizilmesi gerektiğini düşünüyorum: Erdoğan için, ikinci alternatif (yani kendisinin cumhurbaşkanı seçileceği ancak TBMM çoğunluğunu Millet İttifakı’nın elde edeceği alternatif) en az üçüncü alternatif (yani hem cumhurbaşkanlığını hem de Meclis çoğunluğunu kaybedeceği alternatif) kadar kötüdür. Farklı bir ifade ile Erdoğan ve müttefikleri için üçüncü alternatif bir musibet, ikincisiyse bir bela olacaktır. Oysa aynı şeyleri Millet İttifakı için söylemek zor. Çünkü Millet İttifakı için birinci alternatif şer ise dördüncü alternatif ehven-i şerdir.

İttifakların salt çoğunluğu elde edip nitelikli çoğunluğu elde edemedikleri, 2/3 ya da 3/5 nitelikli çoğunlukları elde edip edemedikleri ve bunların hangi adayın kazandığına göre kombinasyonları üzerine yeni alt-alternatifler de üretilebilir; hatta mevcut cumhurbaşkanının bir kanun hükmünde kararname ile mevcut cumhurbaşkanlığı seçim usullerini değiştirmesi dahi ihtimaller dahilinde düşünülebilir. Ben en temel ihtimaller üzerinde durdum ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, Belge ve Dağtaş’ın tartıştıkları kadar yalınkat olmadığının altını çizmeye gayret ettim.

Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı: Clark Kent mi, Süpermen mi?

Belge, yazısında, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu alternatifleri kesişiminde Kemal Kılıçdaroğlu’nun Millet ittifakı adayı olması durumunu analiz ediyor. Belge Hoca, Yavaş ve İmamoğlu alternatifleri için şunları söylüyor:

CHP içinden kim? … kampanyaya en uygun kişi olarak … İmamoğlu görünüyor. … anketlerde Mansur Yavaş ondan biraz ileride duruyordu ama Mansur Yavaş’ın bu makama erişmek için fazlaca bir enerji duyduğu izlenimini almıyorum … belediyesinden hoşnut görünüyor. İmamoğlu daha dişli bir aday gibi … Ancak Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlerinde ve davranışlarında böyle bir hamle için bir hazırlığa girmiş olabileceği anlamına yorumlanabilecek bir şeyler görüyorum. Yalnız ben değil, bunu gören … [buna] inananların bir kısmı … tedirgin değil, hatta bunu destekler pozisyon almış. Ama bir kısmı da son derece endişeli. Bu ikinci kategoriye girenlerin çoğu Kılıçdaroğlu’nun Tayyip Erdoğan’a karşı bir seçim kazanamayacağı konusunda kesin fikir ve tavır sahibiler.

Bundan diyelim bir yıl önce ben de onların arasına katılabilirdim (zaten Kılıçdaroğlu kendisi de aday olmaktan kaçınıyordu). Bu tavır bugün de zihnimin bir yerlerinde kıpraşıyor, ama o kadar — bir kesinlik yok. Olmaması iki nedene dayanıyor. Biri, oy vereceklerin yalnız iki partinin taraftarları olmaması; ikincisi Kılıçdaroğlu’nun kendisinde gözlemlediğim değişim.

Yazıda bir yandan HDP-Millet İttifakı ilişkilerinin yetersizliği, İYİ Parti’nin bu konudaki tavrının ne olacağı tartışılırken diğer yandan da Kemal Kılıçdaroğlu’nun uzlaşmacı ve klasik-CHP’li (bunu Recep Peker-Emine Ülker Tarhan çizgisi diye not almak yanlış olmaz diye düşünüyorum) sınırlarını taşan kişiliği ile açıklamaktadır. Murat Belge, her ne olursa olsun, Kılıçdaroğlu’nun toplumun psiko-politik engellerini aştığını söylemenin zor olduğunu da belirtmekte.

Banu Dağtaş da bu hususu eleştiriyor ve Belge’nin “… çok örtük bir şekilde ‘psiko-politik engeller’ olarak ortaya koyduğu nedenleri ‘Türkiye’de Alevi Sorunu’ ve ‘siyasette popülizmin hakimiyeti’ üstünden tartışmaya çalışacağı[nı]” söylüyor. Dağtaş’a göre Kılıçdaroğlu’nun, cumhurbaşkanlığı seçimindeki ikinci psiko-politik engeli, popülist siyasetçi tiplemesiyle yeterince uyuşmamasıdır. Dağtaş İmamoğlu’nun bu popülist siyasetçi tanımına daha iyi uyduğunu da eklemeyi ihmal etmiyor. Hiç kuşkusuz yerel seçimlerden önce Yeni Zelanda'da hayatını kaybedenler için Eyüp Sultan Camii'nde Yasin okuyan İmamoğlu açık ara bu payeyi hak etmektedir.

Dağtaş, İmamoğlu ve Yavaş’ın popülist yönlerinin “en başta; merkez sağ-merkez sol seçmen, Kürt seçmen, sosyalist seçmen, genç seçmen, orta yaş üstü seçmen, kent kökenli seçmen, taşra kökenli seçmen ve son olarak seküler-muhafazakâr seçmen kategorilerini yakalayabiliyor olmasında” gözlemleyebildiğini de ifade etmektedir.

İttifakların Aşil Topukları

Belge’nin de, Dağtaş’ın da söylediklerinin altına şek şüphe yok ki imza atıyorum. Ancak “popülizm” tartışmasının Erdoğan-Millet İttifakı Adayı arasındaki rekabetin sıkletini belirleyen yegâne husus olmadığını da belirtmek istiyorum. Bu rekabette Cumhur İttifakı’nın aşil topuğu, Millet İttifakı’nın onun aynadaki tezahürü artı CHP ve HDP/sol’dan mürekkep olmasıdır. Bu Cumhur İttifakı’nın en büyük dezavantajıdır. Cumhur İttifakı’nın, Demirel’in 70’lerde kurduğu Milliyetçi Cephe olmaması da işte tam da bu hususla alakalıdır: Millet İttifakı, AKP-MHP’nin aynadaki aksinden (Saadet-İYİ Parti) daha fazlasıdır. Bu, Cumhur İttifakı’nı hiçbir zaman toplumun gözünde bir “milliyetçi cephe” ya da şer cephesi karşısında kurulmuş bir “vatan cephesi” olarak kurgulamaya imkân vermemektedir. Bunun ilk seçimlerdeki (Belge ve Dağtaş’ın haklı olarak altını çizdikleri) popülist rekabetin sıkletini de etkileyecek güçte olduğunu; Millet İttifakı’nın Erdoğan ve müttefiklerinin popülist taarruzlarına karşı muhtaç oldukları kudretin aynadaki akislerinde gizli olduğunu belirtmek gerekiyor.

Millet İttifakı’nın aşil topuğu ise HDP/sol bloğudur. Çünkü HDP/sol ittifakı ile dirsek teması olmadığında bile Cumhur İttifakı’nın aynadaki aksi ile CHP’den mürekkep olan Millet İttifakı’nın, HDP/sol ittifakı da bu bloğa destek verdiğinde Cumhur İttifakı’nı fersah fersah geçeceği aşikârdır. Üstelik bu, HDP/sol’un üçüncü bir ittifak kurması durumunda bile değişmeyecek bir kemiyettir. Ancak HDP’nin ötekileştirilmesi üzerinden izlenecek bir politikadır ki hem HDP çoğunluğunun Millet İttifakı’ndan uzaklaşmasına hem de Millet İttifakı içinde yer alan Cumhur İttifakı’nın aksi partilerin (Saadet ve İYİ Parti) Millet İttifakı’ndan kopmasına yol açacaktır.

Sonuç olarak, Belge ve Dağtaş’ın yazıları önümüzdeki seçimler üzerine düşünmemize fırsat tanıyan projeksiyonlardır; ben onların söylediklerinin dışında değil, onlara ilave bir şeyler söylemeye gayret ettim.


[1] Murat Belge. (2021), “Seçim - Adaylar ve İhtimaller”, Birikim Haftalık, 29 Kasım 2021; Banu Dağtaş. (2021), “Kim Kazanır Kim Kaybeder, Neden?”, Birikim Güncel, 3 Aralık 2021.

[2] Murat Sevinç. (2018) “Hayret Verici Bir ‘Anayasa’ Yorumu!” Diken, 11 Haziran 2018. https://www.diken.com.tr/hayret-verici-bir-anayasa-yorumu/