Karl Marx bundan yaklaşık yüz elli yıl önce yazdığı kitap ve makalelerde Türkiye’de bugün hüküm süren mali-ekonomik krizin temel nedenlerini incelemişti. Kapitalizmin en derin ve en iyi eleştirmeni olarak bilinen Marx, emek/sermaye çelişkisinden yola çıkarak sermayenin iç ilişki ve çelişkilerini de ayrıntılı bir şekilde teşhir etmişti. Chesnais, Marx’ın finans konusundaki görüşlerini özetlerken, kapitalizmin yüz elli yılı aşkın bir zamandır para fetişizmden ne kadar mustarip olduğunu aktarıyor. Güncel bir çeviri…
***
Marx, maliye konusuyla çok ilgilendi: Hem kapitalizmin uzun vadede gelişmesini anlama ihtiyacı nedeniyle hem de o zamanlar yaşadığı Londra sahnesinin ironik bir gözlemcisi olarak mali konulara önem verdi. Londra, daha 19. yüzyılın ortasında dünyanın en büyük finans piyasalarının kentiydi. Başkentin maliye semti olan City’de bulunan İngiliz bankalarının merkezleri, dönemin gelişmekte olan ülkelerine yapılan büyük kredi operasyonlarının mimarıydılar. Londra Borsası da dönemin ilk ‘’büyük finansal paniklerinin’’ gerçekleştiği mekân, hatta merkez üssüydü. Marx, 1857, 1866 ve 1873’de vuku bulan üç büyük mali krizi Londra’da yakından izledi. Bu dönemde ‘’Hisse senetlerinin doğumu, piyasaya çıkışı ve alışverişi konusundaki dolandırıcılık ve sahtekârlıkların’’ nasıl gerçekleştiğine de tanıklık etti. “Banka ve Borsa” bu işlerin merkeziydi. Sanayi Devrimi’nin beşiği olan ülkede, maliyenin heyecan verdiği dönemlerde bile, “kapitalist üretim süreci, sadece para kazanmak için gerçekleştirilen gerekli bir kötülük olarak görülüyordu”. Marx demişti ki: “Kapitalist üretim tarzına bağımlı olan uluslar, dönem dönem, üretim mekanizmalarının aracılığından geçmeksizin para kazanma sarhoşluğuna kapılıyor.” Bu durum, aslında çok daha derin bir mekanizmanın zirvedeki/en kötü dönemlerinden biridir. Sermaye olarak tamamen paranın değer kazanma sürecine çakılıp kalmıştır ve para fetişizmi bütün toplumu esir almıştır.
Hangi sermayenin birikimi?
19. yüzyılda sadece periyodik bir baş dönmesi olan bu durum, 1980’ler ve 1990’larda gelişmiş kapitalist ekonomilerin merkezî ve sürekli sistemik bir niteliği haline geldi. Maliye dünyasının liberalleştirilmesi, neoliberal çağın başlangıcını ilan etti. Faiz ve sermaye olarak para getiren sermaye birikimi, hükümetler sayesinde kurumsal ve siyasal çok güçlü bir tabana yerleştirildi. O kadar ki, kriz dönemlerinde, hükümetler, bankaları ve yatırım fonlarını mutlaka kurtarmak zorunda kaldılar. Hiçbir hükümet ve bu gelişmeden zarar gören yurttaşlar da bu zorunluluktan kaçınamazdı. Şimdi, paradan oluşan sermaye birikimi ile gerçek anlamda sermaye birikimini ayırt etmemiz gerekir. Gerçek sermaye birikimi, hisse senetleri -hisse senetleri ve kamu borcunun etkileri- üzerinden hayat bulur ki sadece mevcut ve gelecekteki üretimin işine yarar. Faiz taşıyan sermaye, kârın paylaşımıyla birlikte var olabilir. Marksist okumalara göre, kârın hedefi ne kadar yüksek olursa, kapitalist sanayicilerin de çalıştırdıkları işçilerden o kadar fazla artı değer almaları gerekir. Devlet, borç talep ettiği sürece, vergi tutarından kendileri için belirli bir toplam tahsil etmeye izin verilen bir devlete kredi sağlayanlar sınıfıgelişir. Borsanın sermayeleşmesi ve hisse senetlerinin alınıp satıldığı piyasaların varlığı nedeniyle, senetler, senet sahiplerinin elinde uydurma/sanalbir sermaye haline gelir: Mali piyasalardaki devirler, alışverişler, spekülasyonlar, senetlerin bu “uydurma/sanal” niteliğini daha da güçlendirir ve para fetişizmini besler.
Ücretlilerin tasarruflarına tuzak
Marx’ın yazdığı dönemde, bankaların büyümesi, esas olarak sanayi kapitalistlerinin yatırdıkları paralarla, şirketlerin kasaları ve yatırıma gitmeyen kârlarıyla gerçekleşti. Ancak “parasal tüm tasarruflar ve bütün sınıfların kullanılmayan paraları bankalara yatırılacak. Bu küçük miktarların her biri, kendi başına, izole bir şekilde bir para sermayesi olarak hareket edemez ama bu miktarlar bir araya getirildiğinde önemli bir tutar oluşur ve mali bir güç haline gelir”. Marx, ücretlilerin tasarruflarına yönelik tuzak konusunda uyarıda bulunur: “Tasarruf Sandığı, hükümetin çalışanların büyük bir kısmını elinde tutmak için kullandığı altından bir zincirdir.” Bu zincir, “İşçi sınıfının Tasarruf Sandığı üyesi kesimi ile Sandığa üye olmayan işçiler arasında bir bölünme yaratır’’. İşçiler böylelikle “düşmanlarının eline, mevcut düzeni muhafaza edebilmeleri için bir silah vermiş oluyor”. Bu durum her zaman çok tayin edici bir noktadır. Başlangıçta, aidat ödeyerek emeklilik sigortasına ‘’sıradan’’ üye olan işçiler, istemeden de olsa, sonunda, kaynağı çalışan ücretlilerin gelirinin sömürülmesi mekanizmasında rol almış olurlar.
Rantiye finansçı
Mali birikim arttıkça “faiz -ki o dönemde mali gelirin egemen biçimiydi- kâra oranla özerk hale geliyordu”. Ayrıca, hisse senedi sahipleri ve yöneticileri, üretimin dışında kaldıkları müddetçe, bir süre sonra aslında bütün toplumun en tepesine çöreklendiler. Balzac okuru olan Marx, rantiye finansçıyı onun ağzından anlatırken şöyle der: “Para, değer yaratma özelliğine sahiptir, tıpkı, son derece doğal olan bir süreçte armut ağacının armut vermesi gibi…’’ İşte bugün böyle bir yanılsama içinde olan sermaye komuta merkezine yerleşti. Sermaye bu nedenle de çok güçlü ve gücünden kat kat fazla zarar verici bir konumda. Bankalar, mali krizlerin doğumu sürecinde merkezdeydi. Mali olarak değer kazanması talep edilen paranın büyük bir kısmını merkezileştirirken, bankalar kredi operasyonlarını öyle bir şekilde yaygınlaştırabilirlerdi ki, “iki kat, hatta bazen üç kat gelir sağlayabilecek her sermaye, her kredi, farklı şekillerde, farklı ellerde değerlendirilsin”. Bu mekanizma, senetleştirme yöntemiyle en üst düzeyine ulaştırıldı.
Peki bankalar, hükümetleri ama aynı zamanda çok sayıda yurttaşı her zamankinden daha çok bu mekanizmaya mutlaka uymaları konusunda nasıl ikna etti? Para fetişizmi fikrinin toplum içinde geniş bir şekilde yaygınlaştırılmasının rolü çok önemli. Ama aynı şekilde, üretim devir daiminin kredi alışverişlerine çok sıkı bir şekilde bağımlı olması da önemli bir faktör.
İşte tüm bu nedenlerle, yurttaşları, Marx’ın maliye konusunda yazdıklarını okumaya teşvik etmeliyiz. Marx, bu konudaki ayrıntılı tahlil ve görüşlerini Kapital’in üçüncü cildinin on altıncı bölümünde kaleme almıştı.
Türkçeye çeviren ve sunan: Ragıp Duran
Not: Chesnais’nin bu makalesi Le Monde’un Mart-Nisan 2018 tarihli “Karl Marx: Boyun Eğmez” başlıklı özel sayısında yayımlandı (s. 77-78).