‘Çok hızlı gidiyoruz, ruhlarımız geride kalıyor’.
Bulutların Ötesinde (Michelangelo Antonioni, 1995)
İnternetin ortaya çıktığı dönemdeki bilgiye erişimin demokratikleşmesi beklentilerinin neredeyse boşa düştüğü bir sürecin içinden geçiyoruz. Bu yeni epistemoloji, bilgiye erişmek şöyle dursun, bilginin hakikat anlamına gelen tarafının içini boşaltarak önümüzden hızla akıp giden kanaatler ve imajlardan müteşekkil bir bilişsel evren yarattı. Bu yüzeyselleşmenin en önemli çıktısı ise derinleşen toplumsal eşitsizlikler karşısındaki kayıtsızlık ve hatta bu eşitsizliklerin mağduru olan toplumsal gruplara karşı geliştirilen hınç. Bilgiyle kurulan ilişkinin dönüşümü düşünme eylemi için gereken mesafeyi giderek daraltıyor ve insanları otoriter iktidarların kolay manipüle edebildiği pasif alıcılara dönüştürüyor. İnternetin dönüşüm hızına bakınca 2010ların başlarında dünyanın çeşitli yerlerinde sosyal medyada örgütlenen direnişler çok eskide kalmış gibi görünüyor. Artık internet, apokaliptik felaketlerin eşiğinde verebileceği daha fazla ekran süresinden başka bir şeyi olmayan bireylerin savunmasız gruplara yönelttiği nefret söyleminin bir mekânı. Her ne kadar bu trend yükselişte olan küresel faşist hegemonyayla uyumlu olsa da burada görünenin ötesinde dikkat çeken şey, bu zehirli fikirlerin hem üretilmesi hem dolaşımda kalması hem de kolayca alıcı bulabilmesine olanak veren kültürel ve toplumsal ortamın yeni kodları. Yani Fredrick Jameson’ın geç kapitalizmin kültürel mantığı dediği şeyi bir adım daha öteye taşıyacak olan Anna Kornbluh’un ‘çok geç’ kapitalizme içkin olan bir tarz ya da üslup olarak tanımladığı ‘dolayımsızlık’ durumu.
Henüz yakın bir zamanda kaybettiğimiz, içinde yaşadığımız çağın ruh halini en iyi kavrayan düşünürlerden biri olan Fredrick Jameson’a göre kapitalizmin son evresinde sanattan, tarihten veya siyasetten söz ettiğimizde aslında tarihselliğin yitiminden, yüzeysellikten ve kitle kültürünün hegemonyasından bahsediyoruz. Bütün bunlar David Harvey’in ekonomik, Jameson’ın kültürel açıdan ele aldığı, postmodernizme özgü zaman-mekân sıkışmasının bir sonucu. Kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle üretim ilişkilerini dolaşım ilişkileri üzerinden organize eden kapitalizmin yeni versiyonu, küreselleşme yoluyla bizleri imge ve enformasyon bombardımanına tutarak nüfuz edilmedik bir boşluk bırakmadı. Artık şeylerle aramızda bir mesafe yok, her şey şimdi ve burada, hazır ve nazır. Başta ilgi çekici gibi duran, dünyanın en ücra köşeleri birbiriyle bağlantılı devasa bir köye dönüşümü kaçışı olmayan bir mevcudiyet yarattı. İletişimsel kapitalizmin bir değerleme yöntemi olarak metaların siber uzamdaki dolaşımını keşfinden beri karşı konulamaz bir akışın içinde sürükleniyoruz. Bu hız ve hareket kültürü—sanal versiyonu ‘online olmak’ olan—daimi bir müsaitlik halini dayatıyor. Kornbluh’un bir günün bitimsiz bir şekilde kendini tekrar etmesini konu olan Groundhog Day filmini hatırlatarak kurguladığı zombi olgusallığı [zombie phenomenality] metaforundaki gibi: uykusuz bir günün içinde sürekli çalışıyor, sürekli tüketiyor, sürekli cevap veriyoruz[1]. Mark Fisher da artık kimsenin canının sıkılmamasının ekonomi-politiğine incelikli bir ironiyle değindiği kısa yazısında[2], “kapitalist siber uzamın 7/24 yoğun ortamında artık beynin atıl kalmasına müsaade edilmez, bunun yerine kişi düşük yoğunluklu uyaranların bitimsiz akışında daima boğulmalıdır”, der. Bütün aralıklardan sızan ve bireyi bir dakika bile boş bırakmayan bu enformasyon akışı, artan eşitsizlikler karşısında ortaya çıkması beklenen eleştirel ve radikalleşme potansiyellerini dikkatimizi şimdiye yönlendirerek ehlileştirmeye ve sönümlendirmeye artık daha çok muktedir[3]. Bir toplumsal kriz anında yapay zekayla yaratılmış bir görseli Instagram hikâyelerinde paylaşarak siz de kendinizi görevinizi yapmış, yeterince radikal hissedebilirsiniz.
Kornbluh bu doğrudanlık ve derinliksizlik durumunu bizim dünyayı anlamlandırmamıza vesile olan dolayımın kaybı olarak niteler: yani dolayımsızlık. Önce dolayımdan başlayalım. Verili olanın, dayatılanın ötesindekini kavramak için her zaman bir eleştirel mesafeye, aracıya ve temsile ihtiyaç vardır. Dilin en temel işlevi de buradan temellenir, etrafımızda olup biteni sözcükler aracılığıyla anlarız. Sanat da bu sebeple ortaya çıkmamış mıdır zaten? Örneğin yaşanmış bir olayın, bir deneyimin ya da bir duygunun resmedilmesinde bir ortaklaşma, bağ kurma, anlamlandırma yani aslında dolayımlama ihtiyacı yok mudur? Soyut olanın, vücuda gelmez olanın kavranması ve aktarımında çoğunlukla dil dolayımından geçirilmesi yetmez, aynı zamanda teori ya da sanatsal formların aracılık ettiği başka temsiliyetler işe koşulur. Antigone tragedyası olmadan gömülme ve yas tutma hakkından bahsedebilir miydik? Oysa uzunca bir süredir Antigone’lar hayatımızda yok. Filistin’de bombalanan çocuk ve yetişkinlerin ortalığa saçılan cesetlerinin cep telefonlarımızın ekranlarına ancak bir kaydırma süresi kadar uğradığı bu doğrudanlıkta ne soykırımın kendisi üzerine ne de bütünlüğü bozulmuş bedenlerin gömülme hakkına dair tefekkür edecek bir vaktimiz ve mesafemiz var artık. İmge ve enformasyon bombardımanının açık hava hapishanesine doldurulmuş insanların üzerine yağan bombalara eşlik ettiği bir eşzamanlılıkta, çevremizdeki felaketlere karşı eşi görülmemiş bir yabancılaşma etkisine maruz kalıyoruz. Bütün bunlar dolayımın ortadan kalkmasının bir sonucuyken, elbette Kornbluh’un da vurguladığı üzere çağımızın felaketlerinin dikkatimizi çekmesi için bir alegoriye ya da aracıya ihtiyacı yok. Dolayımsızlık ideolojisi, der Kornbluh, “hakikatin çekirdeğini barındırıyor: ne düşünsel ne de eylemsel olarak mesafe alamadığımız dehşet verici koşullara saplanıp kalmış durumdayız, her şey dikkatimizi celbeden bir felaket”[4]. İklim krizi, yerinden edilmeler, savaşlar ya da soykırımların yoğunluğu sebebiyle içinde bulunduğumuz andan ötesini göremiyoruz, şimdiki zaman kendisini tek gerçeklik olarak dayatıyor. İngilizce’de dolayımsızlığa karşılık gelen immediacy kelimesinin bir diğer anlamı aciliyet. Pekâlâ birbiriyle bağlantılı: aracısız, doğrudan, kestirmeden giden, yani acil. Fakat dolayımsızlığın sonucu olan bu aciliyetin bizim radikal çözüm yolları örgütlememize engel olması şöyle dursun, her şeyin çok geç olduğuna çoktan ikna olmuş bulaşıcı bir umutsuzluğu kapitalist sistem lehine dolaşımda tutuyor.
İnsanları bir arada tutan kurumların dolayımlayıcı işlevlerinden geri çekilmesi toplumlar için yalnızlık ve çaresizlik hissini derinleştiriyor. En temel kurum olan devlet, toplumsal refahın adil dağıtımındaki ve yurttaşlarının hak ve hizmetlere eşit erişimindeki garantörlük rolünden geri çekilerek yalnızca sermayenin serbest dolaşımı ve birikimini kolaylaştıran görünmez bir zor aygıtına dönüşmüş durumda. Diğer yanda siyasi partilerin çoktandır, diyelim Lenin’den beri, dünyayı değiştirmenin aracı olmaktan çıktığı, onun yerine rant bölüşüm merkezleri haline geldiği, eski usul örgütlenmenin demode ve küçümseyici anlamda romantik bulunduğu ve toplumsal aidiyetlerin siber uzamda bir araya gelen anonim kimliklerden oluşan klanlara indirgendiği bir güzergahtayız.
Tarihsizlik ve geleceksizlik anlatıları arasında sıkışmış insanlara ‘self-care’ [özbakım] ve bir tür esenlik endüstrisinin pompaladığı ‘anda kal’ tavsiyeleri boşuna değil. Dolayımın boşa düşürüldüğü ve kolektivizmin çözülmeye yüz tuttuğu bir paradigmada herkes kendisiyle baş başa. İklim krizi türümüzün devamı için bir eko-anksiyete mi yaratıyor, kaygılarınla baş edebilmek için hemen bir meditasyon atölyesine kaydol, nefesini kontrol et ve anda kalmaya çalış. Bu tutum aynı zamanda Kornbluh’un bireyselleştirilmiş epistemoloji dediği yöntemle de paralel ilerler. Toplumsal meselelerin özünü anlamaya dair bu bireyselleşmiş çabanın içerisinde neler yok ki: herkesin kendi araştırmasını yapması, alternatif gerçekler, sahte haberler, internet komploculuğu, hakikat yerine kanaatçilik, iki-tarafçılık, karizma kültleri, nihilist mutlakiyetçilik ve daha niceleri. Bu eğilimler tahakküm ilişkilerinin değişmezliğini örtük bir şekilde besliyor[5].
Aynı zamanda internet üzerinden örgütlenen alt-right hareketlerinin yükselişinin sebeplerini de buralarda aramak mümkün. Jameson, komploya yatkınlığı yoksul insanların dünyayı bilişsel olarak haritalama gayreti olarak açıklar[6]. Postmodernizmin parçalı yapısı, yani sistemsel bütünlüğü kavramamıza engel olan aşırılıkların, metaların, imgelerin, anlatıların yahut deneyim fetişizminin üzerimize boca edilmesi, insanların dünyada nerede durduklarını, hangi koşullar ve eşitsizlikler içinde olduklarını ve bunların daha makro yapılarla ilişkili olarak sebeplerinin ne olduğunu fark edebilmelerini engelliyor. Bu yüzden örneğin kitlesel göçlerin toplumların demografik yapılarını değiştirmeye yönelik küresel bir komplo hareketi olduğuna inanmak sermayenin hareketinin giderek daha fazla insanı yerinden etmeye meyilli olduğunu düşünmekten daha zor. Öğrenmeye ve kavramaya aracılık eden, düşünsel faaliyetleri dolayımlayan kurumsal yapıların, teorinin ve öznel deneyimlere indirgenmiş sanatın içinin boşaltılması sürdürülebilir bir anti-entelektüalizme mahkum ediyor bizi. Üniversite fikrinin giderek bir tefekkür mekânı olmaktan çıkarılıp en kestirme yoldan kapitalist piyasaya entegre olmanın aracısız bir yolu haline gelmesi de bu çoraklaşmanın en hayati sebeplerinden biri.
Sonuçta, bir Gülten Akın şiirindeki gibi durup ince şeyleri anlamaya kimsenin vakti yoksa eğer, artık kendisi de politik tahakkümün bir parçası olmuş hız kültürüne direnmek, sanatın, teorinin ve eleştirinin dolayımlarını geri kazanmaya çalışmak ve bunda ısrar etmek mücadelemizin bir parçası olmalı. Dünyanın giderek düzleştiği bir politik atmosferde acelecilik ve dolaşımın düşünsel mesafeyi ve kolektivizmi silikleştiremediği bir araya gelişler ve karşılaşmalar örgütlemek, en az toplumsal dönüşüm ve devrimlerin niteliğine kafa yormak kadar elzem. Kendi gündemlerimize gömülmüş izole ve gelip geçici öznellikler yerine kapitalizmle mücadele karşısında başkalarıyla paydaş olmaya, zincirlendiğimiz makro yapıların kolektif öznesi olduğumuzu hatırlamaya ihtiyacımız var.
[1] Anna Kornbluh (2023). Immediacy, or The Style of Too Late Capitalism. Verso
[2] Mark Fisher (2022). Kimse Sıkılmıyor, Her Şey Sıkıcı. https://terrabayt.com/kultur/kimse-sikilmiyor-her-sey-sikici/
[3] Jodi Dean (2014). Komünist Ufuk. Yapı Kredi Yayınları
[4] Anna Kornbluh (2023). Immediacy, or The Style of Too Late Capitalism. Verso
[5] A.g.e.
[6] Fredric Jameson (1988). "Cognitive Mapping." Marxism and the Interpretation of Culture 348