YÖK’ün Yükseköğretim Bilgi Yönetim Sistemi’nde yer alan güncel verilerine göre Türkiye’de 129’u devlet üniversitesi, 74’ü vakıf üniversitesi ve 4’ü vakıf meslek yüksek okulu olmak üzere toplam 207 üniversite bulunmaktadır. 2020-2021 eğitim yılında 4.676.657 lisans (örgün, ikinci, uzaktan ve açık öğretim), 3.114.623 ön lisans (örgün, ikinci, uzaktan ve açık öğretim), 343.569 yüksek lisans (örgün, ikinci, uzaktan öğretim), ve 106.148 doktora (örgün öğretim) olmak üzere toplam 8.240.997 öğrenci bulunmaktadır.[1] Bu sayılar YÖK’ün “Allah bin bereket versin” diyerek ellerini ovuşturduğu verilerdir. Bu hasılat sevincini 2020 YKS yerleştirme sonuçları raporunda[2] görebiliyoruz. 2020 yılına gelinceye kadar gerek kontenjan sayılarında gerekse yerleşen öğrenci sayılarında sürekli bir artış görüldüğünü, doluluk oranlarının eski sistemin (YGS-LYS) kaldırıldığı 2018’den itibaren sürekli arttığını ve 2020 yılında %95’e yaklaştığını söylüyor bu rapor. Gelişme olarak gördüğü sayısal verileri, bilimsel zemine dayalı geliştirdiği yeni sistem, rasyonel ve gerçekçi kontenjan planlamaları, kalite eksenli büyümeyi öncelikli kılması, yükseköğrenimin erişilebilirliğinin artması gibi halüsinatif (sanrısal, gerçekte var olmayan anlamında) nedenlere bağlayıp esasında bu “esnaf zihniyeti”nden kendi adına bir övünç çıkarmaya çalışmıştır. Fakat eğitimin uzaktan yapıldığı pandemi deneyimi sonrası YÖK’ün verilerine baktığımızda, yüksek kontenjanlar ve düşük puanlarla oluşturduğu piyasada “gel vatandaş, ucuzluğa gel!” şeklindeki esnaf politikalarının işlemediğini görüyoruz. Çünkü 2021 yılında[3] bütün üniversitelerde bir önceki yıla göre sınava giren ve yerleşen aday sayısı azalmış, çoğu üniversitedeki sosyal bilim programlarından bazılarına (örneğin sosyoloji) neredeyse hiç öğrenci gelmemiş, dolayısıyla boş kontenjan sayısı artmıştır. YKS barajının düşürülmesine, öğrencilere ikinci ve üçüncü ek yerleştirme hakları verilmiş olmasına rağmen yine de birçok bölüme öğrenci gelmemiştir.
2021 yılındaki YKS sonuçlarına göre öğrenci gelmeyen bölümlerden biri de sosyoloji idi.[4] Okuduğum ve sonra da hoca olarak çalıştığım bölüm olması nedeniyle ondan örnek vermek istiyorum. Yaptığım araştırmaya göre 84 devlet üniversitesinde ve 24 vakıf üniversitesinde toplam 153 sosyoloji programı var. Bunlara ilaveten Anadolu, İstanbul ve Atatürk üniversitelerinde açık öğretim sosyoloji programları bulunmaktadır. Vakıf üniversitelerindeki sosyoloji programlarının yarısına, devlet üniversitelerindekinin ise üçte birden fazlasına öğrenci gelmedi. Buna mukabil bütün üniversitelerdeki diş hekimliği, tıp, hukuk ve sağlık bilimleri fakültelerinin öğrenci sayısında herhangi bir düşüş yaşanmadı. Bilhassa ilahiyat fakülteleri, en düşük öğrenci sayısı 90, en yüksek öğrenci sayısı 316 olmak üzere 2021 yılında rekor öğrenci sayısına ulaştı. Bu tablo bize, istihdamı olan veya olması muhtemel programların öğrenciler tarafından tercih edildiğini gösteriyor. Sosyolojinin istihdamı olmamasına, dolayısıyla öğrenci kaybetmesine rağmen, bazı üniversitelerdeki sosyoloji programlarının tercih edilmesindeki ısrarı nasıl açıklayacağız? Öğrencilerin örneğin Giresun’daki, Ordu’daki, Yozgat’taki, Erzincan’daki veya benzeri bir ildeki bir üniversitede sosyoloji okumak yerine puanı daha yüksek olan, kendisini daha çok üniversite öğrencisi olarak hissedebileceği şehirlerdeki, diplomasının daha prestijli olabileceğini düşündüğü üniversiteleri (devlet veya vakıf) tercih ettiklerini görüyoruz. YÖK rasyonel ve gerçekçi planlamalar yapamıyor ama öğrenciler kendi ilgilerine, gelecek tahayyüllerine ve paralarına göre daha rasyonel ve gerçekçi tercihler yapıyorlar.
2022 YKS sonuçlarının 2021’den daha iyi olacağını sanmıyorum. YÖK, piyasada (özellikle taşra üniversiteleri ve butik özel üniversiteler) bunca ucuzluk (düşük puan-yüksek kontenjan) varken neden halen rağbet görmediğine kafa yormak yerine, sayısal verilerdeki düşüşün endişesiyle müşteri memnuniyetini sağlamak üzere yeni bir karar aldı? Bu karara göre, 2022 yılında Yükseköğretim Kurumları Sınavı’ndan (YKS) ön lisans ve lisans programlarını tercihte 150 ve 180 olan TYT ve AYT baraj puanları uygulaması kaldırıldı. Tıp, diş hekimliği, eczacılık, hukuk, mimarlık, mühendislik ve öğretmenlik programlarını tercih edebilmek için gerekli olan en düşük başarı sırası koşulu uygulanmaya devam edecek. Sınav süresi de 135 dakikadan 165 dakikaya çıkarıldı. Zaten puanlar yeterince düşmüştü. Örneğin taşra üniversitelerindeki sosyoloji bölümlerine 200 ve altı puan alan öğrenciler yerleşiyor. Son beş yılda Ankara, İstanbul ve İzmir’deki kurumsal ve daha büyük üniversitelerdeki sosyoloji bölümlerine yerleşen öğrencilerin başarı sıraları oldukça geriye çekildi, ama öğrenci sayılarında bir düşme olmadı. Öğrenciler halen büyük bir şehirde okuyabilmek için buraları tercih ediyorlar. Baraj puanı kaldırılmadan önce neredeyse bütün üniversitelerde öğrenciler daha düşük başarı sırasından yerleşmeye başlamıştı. Çok az üniversitede tıp, diş hekimliği, eczacılık, hukuk, mimarlık, mühendislik ve öğretmenlik programlarına giren öğrencilerin başarı sırası aynı kaldı. Baraj puanının kaldırılması ile yükseköğretimde zaten çoktan başlamış olan niteliksizleşme katlanılmaz hale gelecek.
YKS barajının kaldırılma kararı niçin alındı?
İktidar, pandemi dönemindeki uzaktan eğitimin (hem Milli Eğitim okullarında hem de üniversitelerde) ve pandemi öncesindeki Milli Eğitim politikalarının vahametinin üstünü örtmeye çalışmak için böyle bir karar aldı. Çünkü pandemide uzaktan eğitime geçilmesiyle birlikte Türkiye’deki eğitim sisteminin yarattığı sınıfsal eşitsizlikler aşikâr hale geldi. Şefika Feza Orhan’ın ve Derin Yoksulluk Ağı’nın[5] yaptığı araştırmaya göre pandemi döneminde devlet okullarına giden çocukların uzaktan eğitimi takip etmelerini sağlayacak ne teknik araç gereçleri (bilgisayar, tablet ve internet) ne de uygun aile ortamları vardı. Hatta bazı aileler okullar açıldığında çocuklarını okula gönderemeyeceklerini beyan etmişler. Dolayısıyla ilkokuldan liseye kadar devlet okullarındaki yoksul öğrencilerin eğitimdeki başarıları dramatik bir şekilde düştü ve okuldan kopuşlar baş gösterdi. Bu nedenle 2021 ÖSYM verilerine göre öğrencilerin %68’i 150 ve üzeri puan alırken %32’si baraj altında kaldı. Genel liseler ve bir hınçla sayıları artırılan[6] İmam Hatip Liseleri baraj altında kalan öğrenciler yetiştirdiler. Bu kadar açık bir başarısızlığın bir şekilde bertaraf edilmesi gerekiyordu. Dolayısıyla baraj puanlarını kaldırarak sorunu çözeceklerini, hatta bir başarı hikâyesi olarak bunu seçim yatırımına dönüştüreceklerini düşünüyorlar, ama yanılıyorlar. Barajın kaldırılması ile öğrenciler üniversitelere koşmayacaklar. 2021 yılındaki boş kalan kontenjanlar öğrencilerin sadece düşük puan almalarıyla ilgili değildi. Düşük puanlı öğrenciler dahi hangi üniversite veya hangi bölüm olursa olsun okumaktan yana değiller. Öyle olsaydı taşradaki sosyoloji bölümlerinin tercih edilirliği bu kadar azalmazdı. Sadece sosyoloji değil, fen-edebiyat ile iktisadi ve idari bilimler fakültelerinin çoğu bölümleri de bundan mustarip. Ayrıca öğrenciler zaten kısıtlı maddi kaynakları nedeniyle alacakları diplomanın harcayacakları paraya değmesini istiyorlar. Çalıştığım bölümde bu yıl, pandemi döneminde memleketlerinde çalışmaya başladıkları işlerini yüz yüze eğitimin başlamasıyla bırakmak istememeleri, yarım dönem devam ettikten sonra para yetiştirememeleri, sosyoloji eğitimini zor bulmaları gibi çeşitli nedenlerle okulu bırakan öğrenciler oldu.
YKS barajının kaldırılması kimlerin işine yarayacak?
YKS barajının kaldırılması, yolcu garantili havalimanları, müşteri garantili otoyollar ve köprüler gibi üniversitelere de öğrenci garantisi vermenin bir yoludur. Bu garanti söylenildiği gibi sadece vakıf üniversitelerinin patronlarını değil, ikinci öğretim ücreti nedeniyle taşra üniversitelerinin hocalarını ve ilahiyat gibi öğrenci kontenjanında sınır tanımayan fakülteleri de sevindirir. Parası ve elinde bir miktar puanı olan öğrenci iyi bir devlet üniversitesinde şansı olmadığını bildiğinden, taşrada da okumak istemiyorsa rahatlıkla vakıf üniversitelerini tercih edebilir fakat vakıf üniversitelerinin de her bölümünün tercih edilirliği çok olmayacaktır. Öğrenciler alacakları diplomanın uzun vadede işe yarar olup olmayacağını hesap edeceklerdir mutlaka. Bu nedenle 2022 YKS tercihlerinin, rağbet gören bölümler ve üniversiteler temelinde 2021’den farklı olacağını sanmıyorum. Fakat buralarda kontenjanlar artığında öğrenci sayıları artacaktır. Yoksul öğrenciler ekonomik krizin arttığı bu dönemde daha da yoksullaşacakları için üniversite onlar için erişilebilir olmayacak. Yazının başında bahsettiğim 2020 raporunda üniversitelere erişilebilirliğin artmasından övünen YÖK, 207 üniversiteyle dahi yükseköğrenime erişilebilirliği yoksul öğrenciler için olanaklı hale getiremedi.
Ben taşra üniversitelerinden bahsetmek istiyorum. Binayı kondurup üstüne bir de tabela çaktın mı üniversite olmuyor, iki hocayı bulup içine koyduğunda da bölüm olmuyor ama AKP yaptı ve oldu işte. YÖK’ün övünerek bahsettiği yeni sistemi sayesinde taşra üniversiteleri ile bir yükseköğretim simülasyonu yaratıldı. Ne hocası ne öğrencisi üniversite eğitiminin gerektirdiği mesaiyi ve emeği harcamakta kendini sorumlu hissediyor. Öğrenciler her geçen yıl daha düşük puanlarla üniversiteye geldikçe bu sorumluluk daha da azalıyor. Laboratuvar, kütüphane, ucuz yemek ve barınma imkânlarından ve eğitime tutku duyan öğrencilerden mahrum olan taşra üniversitelerinin bu durumu eğitimin yapıldığına dair bir izlenimin yaratılmasını ve korunmasını gerektirir. Üniversite açılış törenlerinde üniversitenin ne kadar büyüdüğü, öğrencinin, bölümlerin, fakültelerin sayısının artışı ile anlatılır ve üniversite yönetimleri bundan kendilerine bir övünç çıkarırlar. Tıpkı YÖK’ün 2020 yılı YKS sonuç raporunda %95 doluluk oranından övündüğü gibi. Esnaf zihniyetinin her iki örneğinde nicelik, gelişmenin temel göstergesi sayılır. Şimdi de YÖK’ün baraj puanını kaldırarak övünmeye hazırlandığı şey aynıdır. Halbuki YÖK başkanına göre, baraj puanının kaldırılmasıyla kontenjanlara daha fazla talep olacak, bu durum rekabeti artıracak, dolayısıyla eğitimin kalitesinden ve liyakatten ödün verilmeyecek. Matematikte 1’den başka ortak bir sayıya bölünmeyen iki sayının aralarında asal olması gibi bu sıralanan nedenler zinciri de iktidarın seçim yatırımı olma ortaklığı dışında aralarında hiçbir mantık silsilesi kurulamayacak denli aralarında asal ifadelerdir. Bu kararın ardından iktidarla iltisaklı gazete yazarları da koro halinde bu ifadeleri tekrar edip YÖK’ü alkışladılar ama nitelikli eğitim alkışla olmaz.
Her yıl gittikçe düşen puanları ve pedagojik sınırlılıkları ile akademik bir eğitimin, hele de sosyoloji eğitiminin gerektirdiği okuma, düşünme, tartışma ve yazma gibi mesai gerektiren işlere oldukça yabancı olarak üniversite eğitimlerine başlayan öğrencilerle sosyoloji eğitimini sürdüremez bir hale geldim. Pandemi döneminde verdiğimiz uzaktan eğitimden beridir derslerimin içeriğini, sorumlu tuttuğum okumaları hafiflettim. Sınavda sorduğum soruları basitleştirdim: tartışınız, değerlendiriniz, eleştiriniz, karşılaştırınız dediğim sorulardan vazgeçtim. Onun yerine özetleyiniz veya kısaca anlatınız diyorum. Bunlar öğrencilerle yaşadığım gerginlikleri bir nevi azalttı ama kendimle yaşadıklarımı artırdı. Öğretmenin ve öğrencileri derslerden geçirmenin basit ve kısa yolunu aramaktan gerilediğimi, düşüncemin zenginleşmediğini, bu durumun bir akademisyen olarak kendime dair bakışımı tutarsızlaştırdığını hissediyorum.
Sonuç olarak üniversitelerin ve öğrenci sayılarının artması kaliteli bir yükseköğretimi, demokratikleşmeyi, yükseköğretimin yoksul kesim için erişilebilir olmasını sağlamadı. Üstelik baraj puanlarının kaldırılması bu sorunları ve sınıfsal eşitsizlikleri daha da aşikâr hale getirecek. YÖK’ün puan meselesini bertaraf etmesi, yükseköğretimin uzun zamandır bir simülasyona dönüşmüş olduğu gerçeğinin, ilkokuldan üniversiteye devlet okullarında eğitimin niteliksizliğinin ve diplomalı genç işsizliğinin kabulünden ve iktidarın bu sorunlara çözüm üretmek gibi bir derdinin olmamasından başka bir anlama gelmez. Fakat öğrencilerin önündeki tek engelin puan olmadığını, AKP’nin kendi yarattığı eğitim sisteminde boğulacağını 2022 YKS sonuçları bize gösterecek.
[1] Tablo 1. Öğrenci Sayıları Özet Tablosu, 2020-2021, istatistik.yok.gov.tr.
[2] “Yükseköğretim Kurulu 2020 Yılı Yükseköğretim Kurumları Sınavı Yerleştirme Sonuçları Raporu”, https://www.yok.gov.tr/HaberBelgeleri/BasinAciklamasi/2020/yks-yerlestirme-sonuclari-raporu-2020.pdf.
[3] “2021 YKS Yerleştirme Sonuçlarına İlişkin Sayısal Bilgiler”, https://www.osym.gov.tr/TR,21286/2021-yks-yerlestirme-sonuclarina-iliskin-sayisal-bilgiler.html. 2020 verileri için bkz. “2020 YKS Yerleştirme Sonuçlarına İlişkin Sayısal Bilgiler”, https://www.osym.gov.tr/TR,21286/2021-yks-yerlestirme-sonuclarina-iliskin-sayisal-bilgiler.html.
[4] Sosyoloji bölümlerinin tercih edilmesindeki belirgin azalmaya dair analizler yapmaya çalıştığım yazı için bkz. https://www.mukavemet.org/sosyoloji-bolumlerinin-tercih-edilirligindeki-dramatik-dusus/
[5] “COVID-19 Sürecinde Uzaktan Öğretme Süreci İle İlgili İlk ve Ortaöğretim Öğrencilerinin Algıları ve Duygularına Yönelik Bir Analiz.” Diğeri, Derin Yoksulluk Ağı, Açıkalan ve Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından Kasım 2020’de yayımlanan çalışma. Proje ekibi, Elif Göçmen, Güliz Kalender, Hacer Foggo, Selen Yüksel, Şevval Şener ve Şeyma Duran.
[6] Serpil Sancar’ın hazırladığı Din Hizmetlerine Erişimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kitabındaki verilere göre Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne bağlı İmam Hatip Ortaokulu sayısı 2006-2017 döneminde %510, toplam öğrenci sayısı %444 artmış; İmam Hatip Liseleri okul sayısı %219, toplam öğrenci sayısı %435 artmıştır. Her iki eğitim düzeyinde artış 2006-2017 arasındaki kadar olmasa da 2019-2020 döneminde devam etmiştir. 2019-2020’de okulların %53’ü genel, %34’ü meslekî ve %13’ü dinî eğitim veren okul. Öğrencilerin %61’i genel, %28’i meslekî, %11’i dinî eğitim görüyor.