Foto Gagin, İzmir Yahudileri ve Karataş: Hafıza Uyanışları?

Pierre Nora, 1980’lerden günümüze dek bir hafıza kabarması yaşandığını iddia eder.[1] Anma çağı olarak tanımladığı bu dönemde, pek çok hafıza uyanışı yaşanır; bu uyanışlar, tarihin hızlanması ve demokratikleşmesi sebepleriyle ortaya çıkmıştır. On dokuzuncu yüzyıldaki endüstriyel ve sosyal modernleşme, kişilerin geçmişleriyle olan ilişkilerini kökten değiştirmiştir. Şimdiki zaman, hızlı bir şekilde geçmiş zamana dönüşür; geçmiş de hızla unutulur ve yok olur. Tarihin hızlanması sebebiyle, hafıza ortamları (milieux de mémoire) yok olmuş; bu sebeple ulusal hafıza mekânlarının (lieux de mémoire) kurulması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Özellikle ulus-devlet odaklı bir tarih anlayışının hakim olduğu bu süreçte, farklı topluluklar için geçmiş artık geleceğin garantisi değildir çünkü onların geçmişi, ulusal hafıza mekânlarında yer bulamayabilir ve geleceğe taşınamayabilir. Geçmiş-şimdi-gelecek eksenindeki devamlılığı sağlamak için hafıza ön plana çıkmış ve geçmişi, geleceğe taşımak âdeta bir hatırlama görevine dönüşmüştür.[2] Özellikle, tarihleri yok sayılan, inkâr edilen ve/veya unutulan topluluklar için bu hatırlama görevi ayrı bir önem taşır. Hafıza uyanışları sayesinde kendi tarihleriyle yeniden kurdukları ilişki, hem yaşadıkları haksızlığın hatırlanması ve hatırlatılması hem de grup kimliği ve aidiyetinin güçlenmesi anlamına gelecektir. Çeşitli toplulukların hafıza uyanışlarıyla, demokratikleşen tarih yeni hafıza uyanışlarının da yolunu açmıştır.

Kısa bir süredir, İzmir’de Yahudi tarihine ilişkin yeni bir hafıza uyanışına tanık oluyoruz. İzmir’deki Yahudi toplumunu “daha görünür hale getirmek” amacıyla organize edilen Despertar İzmir Kültürlerarası Festivali; ismini Ladino dilindeki uyanış anlamına gelen despertar kelimesinden alıyor.[3] Hiç şüphe yok ki bu festival kapsamında düzenlenen etkinlikler, kentteki Yahudi kültürünü ve hafızasını canlandırıyor, hatta belki de kentin tarihine ilişkin farklı bir uyanışı cesaretlendiriyor. Despertar İzmir Kültürlerarası Festivali’nin ilgi çeken etkinliklerinden biri “Foto Gagin Gözünden İzmir Yahudileri ve Karataş” isimli sergi oldu; bir süredir farklı sinagoglarda düzenlenen sergileri takiben bu sergi de Etz Hayim Sinagogu'nda düzenlendi. Serginin ilginç bir hikâyesi var. Selim ve Sarit Bonfil, İzmir Yahudileri hakkında sözlü tarih çalışmaları yaparken kendi aile albümlerinde keşfettikleri fotoğrafların izlerini sürmeye başlıyorlar. Fotoğrafların, 1900’lü yılların başlarında Karataş’ta açılan Foto Gagin fotoğraf stüdyosunda çekilmiş olduğu anlaşılıyor. Bu stüdyo, 1902-1968 yılları arasında özellikle Karataş’ta yaşayan İzmir Yahudilerinin günlük yaşamlarına, kültürel ve sosyal etkinliklerine dair pek çok fotoğrafın çekildiği bir yer. Dolayısıyla Foto Gagin’in fotoğraf arşivi, Karataş’taki İzmir Yahudilerini hatırlamak için bir fırsat sunuyor.

Foto Gagin’de çekilen fotoğraflar, İzmir’in kent hafızası açısından, kentin çokkültürlü tarihini hatırlatması sebebiyle oldukça önemli. Maurice Halbwachs tanımladığı kolektif hafıza terimi ile bireysel hafızanın ancak belirli bir toplumsal çerçeve içinde şekillenebileceğini vurgular. Dolayısıyla her hatırlama pratiği dahil olduğumuz toplumun çeşitli dinamikleri ile ilişkili hale gelir.[4] Peki bu toplumsal çerçevenin dışında kalan ve bu çerçeveye dahil edilmeyenlere ne olur? Çerçeve dışında kalanlar unutulacaktır çünkü hatırlamak gibi unutmak da toplumsal bir edimdir.[5] Sergide, kolektif hafızanın kayıt dışı bıraktığı eski Karataş ve oradaki çokkültürlü yaşam, günlük yaşamdan kareler eşliğinde keşfedilebiliyor; hatta sergideki bilgi panolarından birinde, Foto Gagin’e giderek peçelerini çıkarıp fotoğraf çektiren Müslüman kadınlardan bile bahsediliyor. Selim Bonfil verdiği bir röportajda diyor ki:

En çok dikkatimi çeken konu o dönemde Karataş’ta yaşayan Yahudi, Müslüman, Rum, Ermeni ve bütün azınlıklar arasındaki sevgi ve saygı. Aralarındaki bağ o kadar kuvvetliymiş ki fotoğraflara bakınca kimin Yahudi kimin Müslüman olduğunu ayırt etmenin imkânı yok.[6]

Sergide, yitirilen ve unutulan çokkültürlü yaşama dair bir özlem duygusu hissediliyor. Karataş’ta, Selim Bonfil’in bahsettiği birlikte yaşam artık görünür değil. Üstelik, Bonfil’in yakın zamanda çektiği Karataş fotoğraflarında semtin mimari dönüşümüne dair bir eleştiri gizli; eski Karataş’ın bahçeli yalı evlerinin yerini alan apartmanlar semtin görüntüsünü radikal bir biçimde değiştirmiş. Dolayısıyla yeni Karataş hem birlikte yaşam açısından hem de mimari ve kentsel estetik açısından geçmişteki cazibesinden pek çok şey yitirmiş bir semt haline gelmiş. Bu nostaljik hatırlamayı, Svetlena Boym’un nostalji üzerine yaptığı ayrımla açabiliriz.[7] Boym’a göre, restoratif (yeniden kurucu) ve reflektif (düşünsel) olmak üzere iki çeşit nostalji vardır. Restoratif nostalji, eve geri dönmeyi ve evi yeniden kurmayı hedefleyen bir hatırlamayı tanımlar. Amaç, mutlak gerçeği korumaktır. Dini ve milli anlatılarda sıklıkla yer alır. Reflektif nostalji ise mutlak gerçeği sorgulayan eleştirel bir bakış açısı sunar. Ne geçmiş zamana ne de orada kalan eve geri dönülemeyeceğini kabul eder ancak eve duyulan özleme, geçmişte kaybedilenlere ve acıya odaklanır. Serginin hissettirdiği özlem duygusunu, reflektif nostalji kavramı ile açıklamak mümkün. Sergi, Eski Karataş’a geri dönme arzusundansa, eski Karataş’ı neden özlüyoruz sorusu üzerine düşündürüyor. Boym’un bahsettiği nostalji ve ilerleme arasındaki ilişki, bu soruya cevap verirken bize ışık tutabilir. Boym’a göre güzel yönleriyle hatırlanan geçmiş geri getirilemez ve üstelik şimdiki zaman da geçmiş zaman gibi olmadığı için hayal kırıklığı yaratır. Bu imkânsızlık durumu içinde geçmiş özlemle anılır. Serginin eski Karataş’ı özlemle anması aslında yeni Karataş’ta artık var olmayan çokkültürlü kent kimliğine duyulan bir yas gibi düşünülebilir. Peki neden Karataş çokkültürlü kimliğini kaybetti? Sergide, başarılı bir fotoğraf stüdyosuna sahip olan Aleksandro Gagin’in ve tüm ailesinin, 1940-1954 yılları arasında, adım adım İzmir’den ayrılarak bir kısmının Arjantin’e bir kısmının ise İsrail’e göç ettiğini öğreniyoruz; ancak bu kaybın ve göçün sebepleri konusunda dikkat çekici bir sessizlik var. Belki de sergiye gelen ziyaretçileri sorular sormaya teşvik eden bilinçli bir tercih olarak da okuyabiliriz bu sessizliği.

Karataş’ın dönüşümü hakkındaki sessizlik, İzmir’in kent hafızasındaki boşluklar üzerine düşünmeyi ve çalışmayı gerektiriyor. Neden Yahudiler İzmir’den göç etti? Yahudilerin kitlesel göçü, öncelikle 1922 İzmir Yangını sonrasında başladı. İzmir Yangını üzerine yapılan akademik çalışmalar gösteriyor ki ulus-devlet inşası sırasında İzmir’in çokkültürlü yaşamı bilinçli bir şekilde yok ediliyor ve hatta resmî tarih anlatılarından da silinmek suretiyle unutturuluyor.[8] Öyle ki, 2022 yılında düzenlenen Despertar İzmir Kültürlerarası Festivalinin amacı İzmir’deki Yahudi toplumunu “daha görünür hale getirmek”; kentin bir parçası olan Yahudi toplumu, kente yeniden kendini hatırlatma ihtiyacı duyuyor. Siren Bora’ya göre, İzmir’deki Yahudi göçüne sebep olan üç önemli olay daha var: Yirmi Kur’a İhtiyat (1941), Varlık Vergisi (1942) ve 6-7 Eylül Olayları (1955).[9] Ayrımcı askere alma ve vergi uygulamaları ve sonrasında gelen şiddet, yağma ve tecavüz; yaşanan tüm bu adaletsizliklerin üzerine Yahudi toplumundan büyük bir kesim, tıpkı Müslüman olmayan diğer topluluklar gibi, çareyi göçte buluyor. Ayhan Aktar’ın belirttiğine göre, 1927 yılında, 81.872 olarak kaydedilen Yahudilerin sayısı, 1955 yılında 45.995’e düşmüş.[10] Peki bu adaletsizliklerle dolu geçmişe dönüp bakmamak ve hâlâ bu adaletsizliklere kayıtsız kalıp inkâr habitus’unda imtiyazlı bir şekilde yaşamak yeni bir adaletsizliğe sebep olmuyor mu?[11] Bugün yaşanılanı, epistemik adaletsizlik olarak görmek pekâlâ mümkün; José Medina, epistemik kibir, tembellik ve kapalı fikirlilik gibi epistemik kusurları tanımlarken, imtiyazlı grupların bu kusurlar “sayesinde” süregelen adaletsizliklere kayıtsız kalabildiklerini anlatır.[12] Bunca zaman İzmir’in kent hafızasında yer alan boşlukların doldurulamaması, yani geçmişle yüzleşilememesi sadece tarihsel adaletsizliğe maruz bırakılan kuşağı değil, sonraki nesilleri de etkiler. Gagin ailesi ve İzmirli Yahudilerin göçüne dair sessizlik, süregelen epistemik adaletsizliğin bugünkü kuşaklar üzerindeki sessizleştirici etkisini ve bütün bu haksızlıklara maruz kalmış topluluklar üzerindeki baskısını da gösteriyor.

Geçtiğimiz aylarda düzenlenen “Holokost Sergisi” ve 2018 yılında düzenlenen “Anne Frank: Günümüz İçin Bir Tarih” sergilerine kıyasla daha çok ilgi çeken “Foto Gagin Gözünden İzmir Yahudileri ve Karataş” Sergisi, ziyaretçileri İzmir’in kent hafızasına eleştirel gözlerle bakmaya teşvik ediyor. Belli ki kent sakinleri, kentin unutulan çokkültürlü tarihine karşı ilgili; artan talep üzerine, serginin gösterim tarihinin uzatılmasını bu şekilde yorumlayabileceğimiz kanısındayım. Peki kolektif hafızanın kayıt dışı bıraktığı İzmir Yahudilerini, eski Karataş’ı ve oradaki çokkültürlü yaşamı da kapsayan yeni bir sosyal çerçeveye ihtiyaç duyuluyor mu? Birlikte yaşamın yitirilmesine sebep olan tarihsel adaletsizliklerle yüzleşmek nasıl mümkün olabilir? Son dönemde, gerek düzenlenen sergiler gerekse diğer etkinlikler kolektif hafızanın daha kapsayıcı olmasına katkıda bulunuyorlar. Üstelik sadece sergiler değil, restorasyon geçiren sinagoglar da bu açıdan önemli. Sergilerin düzenlendiği Portekiz Sinagogu ve Etz Hayim Sinagogu Kemeraltı’nda bulunuyor. Tıpkı eski Karataş gibi, eski Kemeraltı da İzmir Yahudilerinin önemli yaşam alanlarından biriydi ve her iki semt de dönüşüm geçirerek çokkültürlü kimliğini büyük ölçüde kaybetti. Bu sebeple artık faaliyette olmayan sinagoglar, bu sergilerle beraber birer hafıza mekânı haline geldiler; resmî ve egemen anlatıların kamusal hafıza üzerinde kurduğu baskı sebebiyle, unutulan geçmişi eğrisiyle doğrusuyla hatırlatma ve tarihin hızla silip süpürebileceği anılara bir alan açma ihtiyaçlarıyla dönüştürüldüler.

Bu dönüşümü Pierre Nora’nın yukarıda kısaca değindiğim bakış açısından yola çıkarak yorumlamak mümkün elbette. Fakat Nora’nın hafıza mekânı kavramını analitik ayrımlar yapmamızı güçleştiren bir genişlikte kullandığını da görmemiz gerekir. Nora’ya göre bir topluluğun hafıza mirasına katkı sağlayan her şey (anıt, müze, arşiv, etkinlik, sembol, renk vs.) bir hafıza mekânı olabilir.[13] Hafıza konusuna daha net ayrımlarla bakmamızı öneren Jenny Wüstenberg ise kamusal alanda bir anma pratiği hedeflenerek kurulan ve/veya meydana getirilen müze, anıt, anma levhaları, sanatsal kurulumlar, tarihsel bilgi içeren işaret levhaları vb. çalışmaları hafıza mekânı olarak görüyor. Bu mekânların yurttaş inisiyatifleri tarafından dönüştürülmesi son derece önemli çünkü Wüstenberg’in vurguladığı gibi bu tür inisiyatifler ve genel olarak sivil toplum aktivizmi kamusal hafızanın demokratikleşmesinde hayati bir rol oynuyor. Sanıyorum ki, sinagogları restorasyondan geçirmek suretiyle kamusal yaşama kazandırmak ve bu tür kamusal etkinlikler düzenlemek sinagogları, yeni hatırlama pratiklerini harekete geçiren hafıza mekânları olarak görmeyi mümkün kılıyor. Dolayısıyla Etz Hayim Sinagogu'nda, Foto Gagin’in fotoğrafları eşliğinde eski Karataş’ın ete kemiğe bürünmesi, kent sakinlerinin çarpıcı bir hatırlama deneyimi yaşamasına olanak tanıyor. İzmir Yahudilerini hatırlamak ve kent hafızasını onların maruz kaldıkları haksızlıkları içerecek şekilde genişletmek, yeni hafıza uyanışlarını da cesaretlendirecektir.  


[1] Pierre Nora, “Reasons for the Current Upsurge in Memory”, Olick J.K. vd. (ed.), The Collective Memory Reader içinde, Oxford University Press, 2011, s. 437-441; Siobhan Kattago, “Introduction: Memory Studies and Its Companions”, S. Kattago (ed.), The Ashgate Research Companion to Memory Studies içinde, Ashgate Publishing Limited, 2015, s. 1-19.

[2] Claudio Fogu and Wulf Kansteiner, “The Politics of Memory and The Poetics of History”, R. N. Lebow vd. (ed.), The Politics of Memory in Postwar Europe içinde, Duke University Press, 2006, s. 284-310.

[3] İzmir Musevi Cemaati (İzmir Yahudi Toplumu), “İzmir Musevi Cemaati’nin Kapsayıcı Liderlikle Güçlendirilmesi”, https://www.izmirjcc.org/despertarizmir

[4] Maurice Halbwachs, On Collective Memory, Chicago University Press, 1992 [1925]; Paul Connerton, How Societies Remember, Cambridge University Press, 1989.

[5] Jan Assmann ve John Czaplicka, “Collective Memory and Cultural Identity”, New German Critique, Vol. 65, 1995, s. 125-133.

[6] “Foto Gagin Gözünden İzmir Yahudileri ve Karataş sergisi İzmirliler ile buluşacak”, Haber İzlenim, 14 Mart 2022, https://www.haberizlenim.com/foto-gagin-gozunden-izmir-yahudileri-ve-karatas-sergisi-izmirliler-ile-bulusacak-28728h.htm

[7] Svetlena Boym, The Future of Nostalgia, Basic Books, 2002.

[8] Biray Kolluoğlu Kırlı, “Forgetting the Smyrna Fire”, History Workshop Journal, Vol. 60, 2005, s. 25-44; Emre Gönlügür ve Devrim Sezer “Therapeutic Forgetting, Agonistic Remembrance: Conflicting Memories of Izmir’s Kültürpark and Contested Narratives in Contemporary Turkey”, Memory Studies, Vol. 14(2), 2020, s. 1-27; Ahenk Yılmaz vd. (ed.), İzmir Kültürpark’ın Anımsa(ma)dıkları Temsiller, Mekanlar, Aktörler, İletişim Yayınları, 2015.

[9] Ferda Balancar, “İzmirli Yahudiler ve Birinci Judeira”, Agos, 12 Nisan 2021, https://www.agos.com.tr/tr/yazi/25546/izmirli-yahudiler-ve-birinci-juderia

[10] Ayhan Aktar, Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları, Aras Yayıncılık, 2021.

[11] Talin Suciyan. Modern Türkiye’de Ermeniler, Aras Yayıncılık, 2018.

[12] José Medina, The Epistemology of Resistance Gender and Racial Oppression, Epistemic Injustice, and Resistant Imaginations, Oxford University Press, 2013.

[13] Pierre Nora, “Between Memory and History: Les Lieux de Mémoire”, Representations, Vol. 26, 1989, s. 7-24.