Mao’nun ölümünün ardından liderliği üstlenen 75 yaşındaki Deng Xiaoping tarumar bir ülke devralmıştı. On yıldır süren Kültür Devrimi herkesin birbirine şüpheyle bakıp neredeyse gölgesinden korktuğu bir kaos ortamı yaratmıştı. Çin, kişi başına milli gelirin 165 dolar dolar olduğu,[1] açlık tehdidinin kol gezdiği bir üçüncü dünya ekonomisiydi.
İstikrarsızlığın had safhada olduğu bu dönemde Deng’in 1978’te başlattığı Reform ve Açılım (改革开放) politikası belki de Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) son şansıydı. Devlet kontrolünde kapitalist ekonomiye geçiş sürecini gayet temkinli bir şekilde, “nehri taşları hissederek” geçmek suretiyle (摸着石头过河)[2] gerçekleştirdi.
1990’ların ortalarına gelindiğinde bu model artık rüştünü ispatlamıştı. Büyük bir dönüşümün yaşandığı ülkede kişi başı milli gelir yirmi yıl öncesine göre nereyse beş kat artmıştı.
2012’de Xi Jinping liderliği devraldığında ise çok daha parlak bir tablo söz konusuydu. Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) artık dünyanın ikinci büyük ekonomisiydi.
Bütün bunlar da ÇKP’nin maharetiyle gerçekleştirilmişti!
Sıra, 1840’ta açılmış olan aşağılanma parantezinin kapatılmasına gelmişti artık.
***
Xi Jinping “Çin Rüyası” (中国梦) kavramını Kasım 2012’de ÇKP genel sekreterliğine gelişinden hemen birkaç gün sonra ortaya attı. Pekin’deki Çin Ulusal Müzesi’ni ziyareti sırasında kullandığı bu kavramı “Çin Ulusunun büyük yenilenmesini gerçekleştirmek, Çin Ulusunun modern tarihteki en büyük hayalidir,” diye açıkladı.
Çin’i bir zamanlar olduğu gibi tekrar dünyanın en müreffeh, en ileri ve lider ülkesi yapmak diye özetlenebilecek bu rüyanın birkaç katmanı olduğu söylenebilir.
Öncelikle bu rüya ülkenin ortak bir kimlik duygusu altında konsolidasyonunu hedefliyor. Açık altmetninde ise şanlı geçmişin yeniden kazanılmasının ancak ÇKP’nin hünerli elleriyle mümkün olduğu var.
Xi Jinping’in 1 Temmuz 2021’de ÇKP’nin 100. kuruluş yılı münasebetiyle yaptığı konuşmada rüyayı şöyle anlatıyordu.[3]
Çin ulusu büyük bir ulustur. 5 bin yıldan uzun bir geçmişe sahip olan Çin, insan uygarlığının ilerlemesine silinmez katkılarda bulunmuştur. Ancak 1840 Afyon Savaşı’ndan sonra Çin yavaş yavaş yarı sömürge, yarı-feodal bir topluma indirgendi ve her zamankinden daha büyük yıkımlar yaşadı. Ülke yoğun bir aşağılanmaya, halk büyük acılara maruz kaldı ve Çin Uygarlığı karanlığa gömüldü. O zamandan beri ulusal canlanma, Çin halkının ve Çin ulusunun en büyük rüyası olmuştur.
(…)
Partinin sağlam öncülüğüne sarılmalıyız. Çin’in başarısı Parti’ye bağlıdır. Çin ulusunun yüz seksen yılı aşan modernleşme tarihi, Parti’nin yüz yıllık tarihi, Çin Halk Cumhuriyeti’nin yetmiş yılı aşan tarihi, ÇKP olmasaydı yeni Çin’in de, ulusal kalkınmanın da olamayacağına dair yeterince kanıt sağlıyor. Parti, tarih ve halk tarafından seçilmiştir. Parti önderliği, Çin karakterli sosyalizmin tanımlayıcı özelliğidir ve bu sistemin en büyük gücünü oluşturur.
Yani “Çin Rüyası”, “Aşağılanma Yüzyılı” parentezinin kapatıldığının ifadesidir demek yanlış olmaz
Yeniden canlanan büyük Çin dünyada da hak ettiği yeri almalıdır. Xi daha başkan yardımcısıyken bu konudaki tutumunu ortaya koymuştur. Düşük profilli dış politikayı bir kenara bırakacağı mesajını Washington’da Muhtar Kent ve Henry Kissinger’ın da katıldığı bir yemekte, ABD-Çin ilişkisini “büyük güçler arasındaki yeni tür ilişki (新型大国关系)” olarak tanımlayarak ortaya koymuştu.[4]
Daha yirmi yıl kadar önce Deng Xiaoping’in düşük profilli kalmayı tavsiye eden yaklaşımı bir kenara kaldırılıyordu: “Durumu sakince gözlemleyin. Pozisyonunuzu sıkıca koruyun. Sorunlarla sakin bir şekilde başa çıkın. Kapasitenizi gizleyin ve uygun ânı bekleyin. Asla alenen liderliğe talip olmayın. Fark yaratın (冷静观察,稳住阵脚,沉着应付,韬光养晦,绝不当头,有所作为).[5]
Bugünkü Çin’i anlama anahtarlarından biri: ÇKP
Çin’i parti devleti diye tanımlamak muhtemelen yeterli olmaz. Devlet dahil örgütlenmenin söz konusu olduğu her türlü beşeri alan ÇKP tarafından “mas edilmiştir”, soğurulmuştur. ÇKP hayatın her alanına, toplumun tabiri caizse kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiştir. Yaşadığınız sitede parti komitesi vardır, çalıştığınız fabrikada da. Devlet aygıtı partinin uzantısı gibi çalışır.
ÇKP’nin konumunu anlamak için iki resme bakmak sanırım yeterince aydınlatıcı olur.
Çin Halk Cumhuriyeti'nin (ÇHC) 70. kuruluş yıldönümü münasebetiyle 1 Ekim 2019 Pekin’de yapılan geçit törenlerinde şeref kıtası üç bayrak taşıyordu. En öndeki ÇKP’nin bayrağıydı. ÇHC bayrağı ise ikinci sıradaydı!
Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. kuruluş yıldönümü törenlerinde parti bayrağı en önde yer aldı. Onu ülke bayrağı ve Çin Halk Kurtuluş Ordusu bayrağı takip ediyordu.
Bir diğer resim ise bir savaş gemisinde askerlerin ÇKP bayrağı üzerine yemin töreni. Partiye bağlılık vatana bağlılığın önkoşuludur neredeyse.
Kısacası toplumsal denklemin “ÇKP ≥ ÇHC” şeklinde olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Gerçeği Arayış (Qiúshì) dergisinde yayımlanan bir fotoğraf ve resimaltı: “Partinin ordu üzerindeki mutlak liderliği, halk ordusunun temeli ve güçlü bir ordunun ruhudur. Fotoğraf, 29 Haziran 2021'de Hong Kong’da bir savaş gemisinde, subayları ve askerleri parti bayrağına üzerine yemin töreninde gösteriyor.”
Parti’nin evrilen ideolojisi
Deng Xiaoping ekonomik büyümeyi gerçekleştirme aracı olarak piyasa ekonomisi unsurlarını kullanmayı içeren Reform ve Açılım (改革开放) sürecini başlattıktan kısa bir süre sonra 1982’de Çin Karakterli Sosyalizm’i (中国特色社会主义) dillendirmeye başladı. Bir anlamda teori arkadan geliyordu:
Planlamanın piyasa güçlerine oranı, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki temel fark değildir. Planlı bir ekonomi, sosyalizme eşdeğer değildir, çünkü kapitalizmde de planlama vardır; piyasa ekonomisi kapitalizm değildir, çünkü sosyalizmde de piyasalar vardır. Planlama ve piyasa güçleri, ekonomik aktiviteyi kontrol etmenin araçlarıdır. Sosyalizmin özü, üretici güçlerin özgürleşmesi ve gelişmesi, sömürü ve kutuplaşmanın ortadan kaldırılması ve herkes için nihai refahın elde edilmesidir. Bu kavram netleştirilmelidir. Menkul kıymetler ve borsa iyi mi kötü mü? Herhangi bir tehlike içeriyorlar mı? Bunlar kapitalizme özgü mü? Sosyalizm bunlardan faydalanabilir mi? İnsanların çekincelerini muhafaza etmelerine izin veriyoruz, ancak bunları denemeliyiz. Bir ya da iki yıllık denemeden sonra uygulanabilir oldukları kanıtlanırsa, bunları genişletebiliriz.
(...)
Çin tarzı sosyalizme giden yolda ilerleyeceğiz. Kapitalizm yüzyıllardır gelişiyor. Oysa sosyalizmin inşasına şunun şurasında ne zaman başladık ki?[6]
Çin Karakterli Sosyalizm zaman içinde ekonomi alanındaki “revizyonu” açıklamanın ötesine evrildi. Bugün mesela “orduyu Çin karakterleriyle güçlendirmekten” bile söz edilebiliyor.
***
1980’lerde ve 1990’larda ekonomideki serbestleşmenin kaçınılmaz olarak siyasi alana da sirayet edeceği hem Batılı politikacılar arasında hem de ÇKP’nin aksaçlıları arasında alıcısı olan bir görüştü.
Bu görüş gelişmiş bir ekonominin ön şartının Batılı anlamda bir demokrasi olduğu iddiasını da zımni olarak içeriyordu aslında.
Bu bağlamda 1980’lerde Çin’de “Demokrasi olmadan ülke kalkınabilir mi?” yolunda akademik tartışmalar başladı.
1985’te 30 yaşında ülkenin en genç doçenti olan Wang Huning işte bu dönemde Fudan Üniversitesi’nde siyaset bilimi üzerine çalışmalarıyla dikkat çekti. Üniversitesi dergisinde yayımlanan “Modernleşme Sürecinde Siyasal Liderlik Yollarının Analizi” adlı makalesi ve ardından basılan Karşılaştırmalı Siyasi Analiz kitabında hızlı ekonomik büyümeyi sağlama ve sosyal kaynakları etkin bir şekilde yönlendirmede merkeziyetçi bir siyasi yapının demokratik ve ademimerkeziyetçi bir yapıdan daha başarılı olacağı tezi vurgulanıyordu.[7]
1988’de akademik bir program çerçevesinde ABD’ye altı aylık bir gezi yaptı. İlk üç ayı Iowa Üniversitesi’nde geçirdikten sonra üç hafta da Kaliforniya’daki Berkeley Üniversitesi’nde bulundu. ABD’de kaldığı süre içinde otuzun üzerinde şehri ve yirmiye yakın üniversiteyi ziyaret etti. Daha sonra gözlemlerini Amerika Amerika’ya Karşı kitabında topladı.
“Yeni otoriterci” görüşleriyle hızla sivrilen Wang 1995’te ÇKP’nin o zamanki genel sekreteri ve devlet başkanı Jiang Zemin tarafından da “keşfedildi” ve onun yakın çalışma ekibine dahil oldu.
Bugün Politbüro Yürütme Komitesi üyesi ve ÇKP’nin beş numaralı ismi olan Wang Huning, Xi dahil son üç başkana danışmanlık yapmış, son otuz yılda ÇKP’nin hem iç hem de dış ilişkileri bağlamında ideolojisinin şekillendirilmesine birinci derecede katkıda bulunmuş bir kişi. ÇKP’nin yeni rolünü tanımlayan, 2002’de o zamanki başkan Jiang Zemin tarafından açıklanıp 16. Kongre’de onaylanan Üç Temsil teorisini[8] geliştiren isimlerden biri olduğu gibi Xi’nin sıklıkla dile getirdiği “Çin Rüyası”nın da teorisyeni.
“Aydınlanmış bir otokrasi”nin Çin için en doğru yönetim olduğuna inanan Wang, başkanın da uzun süre görevinde kalması gerektiği düşüncesinde.
Son derece mazbut bir kişi olan, hatta parti kademelerinde yükselmeye başladıktan sonra bütün eski iş ve meslek arkadaşlarıyla ilişkisini kesen, çalışkanlığı ve erdemliliğiyle tanınan Wang partinin teorisinin yanı sıra üst düzey kadrolarının şekillendirilmesinde de önemli rolü olmuş biri.
***
Wang yeni büyük Çin’in dünya sahnesinde de mevcut cüssesiyle mütenasip bir rolü olması gerektiği görüşünde. Mesela onun yönetiminde çıkan partinin teorisi dergisi Gerçeği Arayış’ta (求是 - Qiúshì) yayımlanan “Marksist Askerî Teorinin Çinleştirilmesinde Yeni Bir Sıçrama” adlı makalede bunun izlerini görmek mümkün.[9]
Çeşitli güvenlik sorunları birbiri ardına zuhur ediyor. Hegemonyacılık, güç politikaları ve yeni müdahalecilik... Yükselen dünyanın gelişimi çalkantılı yeni bir değişim dönemine girdi. Çağdaş Çin, büyük bir ülkeden güçlü bir ülkeye doğru gelişmenin kritik bir aşamasındadır. Ülkemiz ne kadar gelişir, ne kadar büyürse karşılaşacağı dış direnç ve baskı da o kadar büyük olacaktır.
(…)
Bu on yılda, proaktif bir mücadele modeli şekillendirdik. Ordunun tamamı yeni dönemde misyon ve görevlerini kararlılıkla yerine getiriyor, askerî mücadeleleri istikrarlı ve esnek bir şekilde yürütüyor, dış askerî provokasyonlara ve alakalı acil durumlara etkin bir şekilde yanıt veriyor. "Tayvan bağımsızlığı" ayrılıkçı eylemlerini caydırıyor, sınır kontrolünü ve işgal karşıtı mücadeleleri güçlendiriyor, Doğu Çin Denizi Hava Savunma Tanımlama Bölgesi’ni tesis ediyor, Güney Çin Denizi'nde düzenli muharebe devriyeleri düzenliyor, kararlı bir mücadele ruhu ve pratik eylemlerle ulusal egemenliği, güvenliği ve kalkınmanın çıkarlarını savunuyor.
“Doğu yükseliyor, Batı çöküyor”
Özellikle Covid salgının hemen ertesinde Batı’da yaşanan kaos ortamı “aydınlanmış otokrasi”nin demokrasilere galebe çalacağı görüşünü pekiştirmişti. Bu dönemde “yükselen Doğu, düşüşteki Batı (东升西降)” retoriği çokça boy göstermeye başladı. Mao’nun “Doğu rüzgârı Batı rüzgârına üstün gelir (东风压倒西风)” sözünden mülhem bu ifade ABD ve geniş anlamda Batı demokrasilerinin dünyaya liderlik etmekten aciz hale geldiği iddiasını taşıyor.
ÇKP’nin algısına göre mevcut dünya düzeninin doğası gereği Çin’e düşman olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü tek meşru yönetim biçimi olarak demokrasiyi destekleyen bu sistem, Çin'in otoriter devlet yapısını aşağılayıp dünya sahnesindeki konumunu görmezden geliyor. Bu bakış açısına göre daha da kötüsü, mevcut statüko ABD'ye ve ortaklarına aşırı diplomatik, ekonomik ve ideolojik baskı imkânı sağlayarak Çin'i bunlar karşısında savunmasız bırakıyor. Bir başka ifadeyle mevcut küresel düzen ABD hegomanyasına yönelik ve Çin’i kontrol altına almak, bastırmak, kuşatmak için elinden geleni yapıyor.[10]
Nitekim Xi Jinping’in çok da ortalığa çıkmayan parti içi konuşmalarında bunu görmek mümkün. Örneğin 19. Merkez Komite’in 5. Genel Kurulu’nda, partinin ilçe düzeyinde yönetici kadrolarına yönelik özel seminerde “dünyadaki kaosun en büyük kaynağı ABD’dir” ve “ABD, Çin’in kalkınması ve güvenliği için en büyük tehdittir” gibi değerlendirmeleri dile getirmişti.[11]
Tayvan meselesi
Nixon Temmuz 1971’de Kissinger’ı Çinle gizli görüşmelere başlaması için görevlendirdiğinde iki taraf da öncelikli meselelerini masaya koydular. ABD için öncelikler Vietnam Savaşı’nın sona erdirilmesi ve Sovyetler Birliği’ne karşı Çin’i yanına alarak bir denge arayışıydı. Çin içinse Tayvan.
Şubat 1972’de bu kez Nixon’ın Çin’i ziyareti sırasında hazırlanıp imzalanan Şangay Ortak Bildirisi’nde Tayvan konusuna da yer verildi. ABD, Tayvan’ın ÇHC’nin bir parçası olduğunu kabul ediyordu.[12]
1979’da Carter yönetimi ÇHC ile resmî diplomatik ilişkileri başlattığında imzalanan ikinci ve 17 Ağustos 1982’de Reagan döneminde imzalanan üçüncü ortak bildirilerde de Tayvan konusu benzer lafızlarla ifade edildi. ABD de Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğunu kabul ediyor fakat ÇHC’nin Tayvan üzerindeki egemenliğini tanımıyordu.
Yani ortada “Tek Çin” diye bir konsept vardı ama, herkesin tanımı farklıydı: ÇHC bunu “Tek Çin İlkesi (一个中国原则)” olarak niteliyor ve Tayvan’ı kendi toprağı kabul ediyordu. ÇHC’ye göre Tayvan ülkenin isyankâr bir eyaletiydi. ABD ise “Tek Çin Politikası (一个中国政策)” olarak isimlendiriyor ve Tayvan boğazının her iki tarafının da tek bir Çin’in parçası olduğunu “kabul etmekle” birlikte Tayvan’ı ÇHC toprağı olarak tanımıyordu.
ABD o zamandan beri bu stratejik muğlaklık politikasını sürdürüyor. Bir taraftan Tayvan’ı bir devlet olarak tanımıyor ama bir devletle olan ilişkilerden çok da farklı olmayan türden ilişkileri yıllardır sürdürüyor.
Dünyadaki mevcut statükodan zaten memnun olmayan Çin için Tayvan bu anlamda zurnanın zırt dediği yer.
Konunun Çin tarafından nasıl algılandığını anlamak için sanırım şu örnek durumu açıklar: Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği kampında yer alan Küba ABD’yi ne kadar rahatsız ediyorsa ABD kampındaki Tayvan da Çin için o denli büyük bir rahatsızlık kaynağı denebilir.
Toprak bütünlüğünün yanı sıra konunun Çin açısından bir başka önemi de Tayvan Boğazı’nın dünyanın en önemli su yollarından biri olması. Halihazırda dünyada faal olarak taşımacılık yapan yaklaşık 5.400 konteyner gemisinin %48’inin 2022 yılının ilk yedi ayında Tayvan Boğazı’ndan geçmiş olması[13] buranın Çin için ne kadar hayati olduğunun da bir göstergesi.
Güney Çin Denizi meselesi
Bu bağlamda Çin’in yeni jeopolitik stratejisinin önemli öğelerinden bir diğeri olan Güney Çin Denizi meselesine bakabiliriz.
Geçmişi 1947’ye kadar uzanmasına rağmen Xi Jinping’in döneminde özellikle 2013’ten itibaren bu konudaki ihtilaflar çok daha sık gündeme gelir olur.
Aralık 1947’de daha milliyetçi hükümet iktidardayken oluşturulan bir harita ile Çin, kıyılarının binlerce mil uzağında Malezya, Vietnam, Filipinler’in 24 mil açığına kadar olan ve Güney Çin Denizi’nin yaklaşık %90’ını kapsayan büyük bir bölgeyi tarihsel gerekçelerle kendi egemenlik alanı ilan etti.
Çin bu tezini Güney Çin Denizi’ne kıyısı olan tüm devletlerin Ming Hanedanlığı dönemindeki haraçgüzar konumlarına dayandırır. Çin’in iddiasına göre bu devletler Güney Denizi üzerindeki egemenlik haklarını Çin’e bırakmışlardır.
Haritada görüleceği gibi kendi kıyılarından binlerce mil uzaktaki alanlarda egemenlik iddiasını temellendirmek için Çin 2013 yılından itibaren kendi kıyılarından yüzlerce mil uzaktaki mercanlar ve kayalıklar üzerinde yapay adalar inşa etmeye başladı. Bu adalara askerî üstler kurup silahlandırdı.
Güney Çin Denizi'ne kıyısı olan ülkelerin egemenlik alanı talepleri
Yaklaşık olarak 3 milyon kilometrekarelik alana yayılan Güney Çin Denizinde zengin hidrokarbon yatakları olduğu biliniyor.
Bunun yanı sıra bu su yolunu kullanarak yapılan deniz ticaretinin yıllık hacmi 5 trilyon doları buluyor. Bu rakam tüm dünyadaki deniz taşımacılığının yaklaşık üçte birine tekabül ediyor. Çin’in toplam enerji ithalatının %80’i, toplam ticaretinin ise yaklaşık %40’ı Güney Çin Denizi üzerinden gerçekleşiyor.
Çin kendi egemenliği altında gördüğü bu sular konusunda tüm bölge devletleriyle itilaflı durumda. Filipinler kendi kıyılarına yakın olan Scarborough Sığlığı ile ilgili konudaki itilafı Uluslararası Tahkim Divanı’na götürmüş, Çin Divan’ın kendi aleyhine 2016’da verdiği kararı tanımadığını açıklamıştı.
Bölge ülkeleri dışında ABD, Japonya, İngiltere, Avustralya da uluslararası sular olarak gördükleri bu bölgede deniz gücü bulundurup Çin’in egemenlik iddialarını tanımadıklarını her fırsatta gösteriyorlar.
Bugünkü Çin’i anlamanın bir başka anahtarı: Toprak bütünlüğü hassasiyeti
Toprak bütünlüğünün ÇKP’nin “tabu”larından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hong Kong’un yeni statüsünün belirlenmesi için müzakereler başlamadan önce Demir Leydi namıyla bilinen dönemin İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher Çin’e devrinden sonra bile buranın İngiliz idaresi altında kalmasını kabul ettirebileceğini umuyordu.[14]
24 Eylül 1982’de Deng Xiaoping ile yaptıkları görüşmede bu hayalinin ne kadar beyhude olduğunu anlayacaktı: Deng müzakereler olumlu sonuçlanmazsa en fazla iki yıl içinde Çin’in Hong Kong’u geri alma kararını tek taraflı olarak ilan edeceğini söyleyerek askerî çözüme başvurmaktan kaçınmayacaklarını net olarak ortaya koydu.[15]
1980’lerde henüz çok zayıf bir orduya sahipken bile toprak bütünlüğü konusunda savaşı göze alan ÇKP’nin bugün farklı davranması bahis konusu olamaz. Bu yaklaşımın ifadesini 2019 Temmuz’unda açıklanan Çin’in Yeni Dönemde Ulusal Savunması adlı beyaz kitapta sıralanan “kırmızı çizgiler”de bulmak mümkün.[16]
- “Tayvan bağımsızlığına” karşı çıkmak ve bastırmak
- “Tibet bağımsızlığı” ve “Doğu Türkistan”ın kurulması gibi ayrılıkçı hareketlerin savunucularına karşı sıkı önlemler alıp bastırmak
- Ulusal egemenliği, birliği, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini korumak
- Çin'in denizcilik haklarını ve çıkarlarını korumak
Çin’in temel çıkarlar (核心利益) olarak nitelediği toprak bütünlüğü konusundaki tavizsiz tutumu göz önünde bulundurulduğunda, Tayvan ve Güney Çin Denizi’ndeki iddialarından vazgeçmeyeceğini söylemek kâhinlik olmasa gerek.
Doğrusu Çin’in beklentileri “barışçıl yöntemlerle” karşılanacakmış gibi de gözükmüyor.
[1] 1976 verisi, Dünya Bankası, https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?locations=CN
[2] “Taşları hissederek nehri geçmek (摸着石头过河)“, bizdeki “yoğurdu üfleyerek yeme”nin muadili sayılabilecek, temkinli bir şekilde ilerlemek anlamında kullanılan anonim bir söz. 1984’ten itibaren Deng Xiaoping tarafından sıkça kullanıldığı için popülerleşmiştir.
[3] 习近平:在庆祝中国共产党成立100周年大会上的讲话: http://www.xinhuanet.com/2021-07/15/c_1127658385.htm
[4] “Work Together for a Bright Future of China-US Cooperative Partnership”, 15 Şubat 2012, Washington D.C., https://www.fmprc.gov.cn/mfa_eng/gjhdq_665435/3376_665447/3432_664920/3434_664924/201203/t20120302_587430.html
[5] Aslında 700’lerde yaşamış olan İmparator Xuanzong’a ait Çince dört karakterden oluşan (韬光养晦) bu sözü Deng bu şekliyle geliştirmiştir.
[6] “Excerpts from Talks Given in Wuchang, Shenzhen, Zhuhai and Shanghai”, 18 Ocak-21 Şubat 1992, http://www.china.org.cn/english/features/dengxiaoping/103331.htm
[7] “Xi Jinping adviser has long pushed for powerful leadership”, The New York Times, 29 Eylül 2015.
[8] “Üç Temsil” ÇKP’nin rolünü tanımlar: Partinin her zaman temsil edip gereğini yapmak durumunda olduğu üç önemli öğe vardır: ülkenin üretici güçlerinin geliştirilmesi, ileri Çin kültürüne yönelim ve Çin halkının önemli çoğunluğunun temel çıkarları.
[9] 马克思主义军事理论中国化的新飞跃, 求是 (Qiúshì), sayı 15, 1 Ağustos 2022.
[10] “How China Wants to Replace the U.S. Order”, The Atlantic, 12 Temmuz 2022.
[11] 在县级领导干部学习贯彻党的十九届五中全会专题研讨班上的发言, https://web.archive.org/web/20210226222555/http%3A%2F%2Fwww.qiliannews.com%2Fsystem%2F2021%2F02%2F25%2F013341147.shtml
[12] “The United States acknowledges that all Chinese on either side of the Taiwan Strait maintain that there is but one China and that Taiwan is a part of China.” Joint Communiqué of the United States of America and the People's Republic of China (Shanghai Communiqué), 28 Şubat 1972, https://digitalarchive.wilsoncenter.org/document/121325
[13] “Taiwan Tensions Raise Risks in One of Busiest Shipping Lanes”, Bloomberg, 2 Ağustos 2022.
[14] “In Hong Kong, Mixed Memories of Thatcher”, The Wall Street Journal, 9 Nisan 2013.
[15] “The secret negotiations that sealed Hong Kong's future”, CNN, 22 Haziran 2017.
[16] 新时代的中国国防, http://www.gov.cn/zhengce/2019-07/24/content_5414325.htm