Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Biden, Rusya’da “rejim değişikliği” çağrısında bulundu; bu, daha önceki ABD önderliğindeki rejim değişikliği haçlı seferlerini anımsatması gereken bir açıklama –diğer birçoklarının yanı sıra Şili (1973), Irak ve Afganistan. Mutedil bir biçimde ifade etmek gerekirse, bunlar hiç de tam anlamıyla başarılı olmamıştır. Ama bugün incelememizi hak eden rejim değişikliği girişimi, ABD’nin en hırslı ve en son değişim talebiyle en alakalı olanıydı, ki bunu görmeyi çok isteriz çünkü bu, otuz yıl önce Rusya’yı ve Ukrayna’yı kucakladı.
ABD, Birleşik Krallık ve diğerlerinin sahada yaptıklarına rastlantısal olarak şahit olduğumu söyleyerek bu makaleye giriş yapayım. 1990 yılında, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) adına Moskova’da, Sovyetler Birliği dağılırken bir rapor olarak ortaya çıkan, emek siyasası üzerine uluslararası bir konferans düzenledim. Daha sonra, ILO tarafından bölgedeki hükümetlere, hüsnü tabir kabilinde “komünizm”den “piyasa” ekonomisine geçiş olarak adlandırılan, toplumsal ve çalışma siyasaları konusunda tavsiyelerde bulunmak üzere kurulan bir programın yönetimine atandım.
Budapeşte merkezli, yaklaşık dört yıl boyunca Rusya, Ukrayna ve komşu ülkelerin üst düzey bakanları ve yetkilileriyle etkileşime girerken, aynı zamanda ABD’den ve diğer ülkelerden ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlardan iktisatçılar ve yetkililerle çok sayıda toplantı yaptım. Bu ikinci grubun tümü rejim değişikliğine kendini adamıştı. Garip bir deneyimdi. Pahalı rejim değişikliği planlarını meşrulaştırmaya yardımcı olmada rol oynayan Kraliçe II. Elizabeth, Edinburgh Dükü ve Hollanda Kraliçesi ile bile tanıştım.
Daha başından itibaren olanlara şiddetle karşı çıktım ve bu yönde çok sayıda konuşma yaptım; makaleler ve kitaplar yayımladım. Bugün, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinin kısmen o dönemde ABD’nin önderlik ettiği neoliberal stratejiye atfedilebileceğine inanıyorum. Olanların kesin detayları önceden kestirilemezdi ama o zaman, bugünün bataklığına yol açan fay hatlarının bu stratejide yattığı açıktı. Bunu ifade etmenin bir yolu, Stalinizm hakkında endişelenmeyi bırakmayı başaramaması ve yeniden canlanması için verimli bir zemin yaratmasıdır.
Şok Doktrini
Peki, yabancıya yönelik strateji neydi? Farklı savunucularının birbirinden farklı görüşleri olmasına rağmen, Harvard, LSE ve başka yerlerdeki iktisatçılar tarafından desteklenen ve tek bir amaç, Rusya ve Ukrayna’yı kapitalist ekonomilere dönüştürmek için tasarlanmış, “şok tedavisi” olarak bilinen bir doktrini yüceltti. Bu, üç temele dayanıyordu. İlk olarak, “sosyalist” güçlerin yeniden bir araya gelip reformu engellemesi için zaman kalmaması için piyasa yanlısı reformların hızla uygulamaya konulması gerektiği düşünüldü.
İkincisi, daha teknik bir öncül, Rusya (ve Ukrayna) hükümetini mikro-iktisadi (yapısal) siyasadan önce ve ona bağlı kalmaya zorlamak için yardım koşulsallığıyla desteklenen makro-iktisadi siyasaya öncelik verilmesi gerektiğiydi. Bu, yapısal reform için makro istikrarın gerekli olduğu şeklindeki ortodoks iktisadi görüşe dayanıyordu. Uluslararası Para Fonu’nun baskın mantığı buydu. Üçüncü öncül, makro-iktisadi reformların belirli bir sıralamasının olması gerektiğiydi. Bu üç öncülün birleşimi kelimenin tam anlamıyla ölümcül, kibirli hataydı.
Şok tedavisi danışmanlarının Moskova, Kiev, St. Petersburg ve başka yerlerdeki etkinliklerinin çılgınlığı sırasında ne yazdığını açıklamadan önce, ILO görevime atanır atanmaz Rusya’daki (1991-1994) ve Ukrayna’daki (1992-1996) yüzlerce sınai işletmesinin ayrıntılı bir araştırmasını ve her iki ülkede binlerce haneyi kapsayan kapsamlı hane anketlerini yürütmek için fonları seferber ettiğimizi belirtmeliyim. Aslında veriler, şok tedavisi doktrininin bağlamını ve sonuçlarını haritalandırdı. Bu çok önemli bir görev gibi görünüyordu ama şok tedavisi danışmanları kanıt endişesi duymadan harekete geçti.
Budalalık ve Kibir
Bu, kibirli bir budalalığın uygulanmasıydı. Sıralamadaki ilk reform grubu, fiyat sübvansiyonlarının (enerji hariç) kaldırılmasıyla birlikte fiyatların serbestleştirilmesiydi. Unutulmamalıdır ki üretim çökmüş, kuşaklar boyu sıkı fiyat denetimleri var olagelmiş ve üretim yapısı tekelci niteliklere sahip, tüm sektörlere ve bölgelere hâkim dev sanayi kuruluşlarından oluşuyordu.
Fiyat serbestleştiriminin etkisi bu nedenle olağanüstü bir hiper enflasyon patlamasıydı. Biz Ukrayna’da çalışırken, bir yılda enflasyonun %10.000’in üzerinde, Rusya’da ise %2.300’ün üzerinde olduğu tahmin ediliyordu.[1] Yoksullaştırma öldürücüydü. Milyonlarca insan vaktinden önce öldü; Rusya’da yaşam beklentisi erkeklerde 65’ten 58’e, kadınlarda 74’ten 68’e düştü; ulusal intihar oranı ABD’nin diğer ülkelere göre yüksek seviyesinin üç katına çıktı.
Kolektif bir inkâr durumunda, Batılı iktisadi “danışmanlar”, azimlerinde neredeyse Stalinistti. İkinci siyasaları, para talebini dizginleyerek ve devleti zayıflatarak enflasyonist baskıyı sıkıştırmak gibi çifte amacı olan kamu harcamalarını kısmaktı. Bu, artan ölüm ve hastalık oranını yoğunlaştırma sonucunu hemen elde etti ama bugün tüm dünyayı etkileyen başka bir şey daha yaptı. Kamu sektöründe ücretler ve maaşlar o kadar düştü ki, devlet işlevini yitirdi. Bu, kleptokratların [ülkenin kaynaklarını çalmak için iktidarı kullananlar –ç.n.] içinde büyüdüğü bir boşluk yarattı. Hükümet bakanlarının ailelerini besleyebilmek için 50 dolar rüşvet istediğini hatırlıyorum. Bunlar, St. Petersburg’un yeni Birinci Belediye Başkan Yardımcısı, yani Vladimir Putin tarafından yönetilen eski KGB memurlarıyla arkadaş olan acımasız gangsterlerin kolay avıydı.
Uygun bir hukuk sistemi tarafından desteklenen profesyonel bir kamu hizmetinin çekirdeğine umutsuzca gereksinildiğinde, devlet karşıtı ideolojinin aptallığı ne kadar vurgulansa azdır. Ama RCA’ların tek istediği, “demokrasinin ve serbest piyasaların kök saldığı” bir “Rus Patlaması”na yol açtığını düşündükleri tam anlamıyla gelişmiş kapitalizmdi.
Kitlesel Özelleştirme
Şok tedavisi sıralamasının üçüncü dayanağı toplu özelleştirmeydi. Konfeti gibi dağıtılan özelleştirme “hisse”leriyle biraz şaka gibi başladı. St. Petersburg Belediye Başkanı tarafından bana verilen bir tanesini hâlâ bir yerlerde saklıyorum. Ama çok geçmeden Vahşi Batı yağmasına dönüştü. Dünya Bankası, USAID, Londra’daki yeni Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ve diğer yabancı kuruluşlar, geçişi hızlandırmak için, yeni “girişimci”lere büyük meblağlar tahsis etti. 15 binden fazla devlet firması satıldı; kleptokratlar bir gecede oligark oldu; onların ABD’li ve diğer yabancı “danışman”ları multi-milyoner oldu. Bu, suçun Atlantik boyunca yayıldığı zamana denk düşüyordu.
Bunun nasıl söylendiği konusunda yine de ihtiyatlı olmak gerekir. Ama “rejim değişikliği” topluluğundaki önde gelen iktisatçıların yükselen oligarşiyle bağlantılı olduğu ve milyonlarca dolar kazandığı yaygın olarak biliniyordu. Sonunda, birkaç akademisyenin içeriden bilgiye dayalı ticaretini kabul ettiği, Massachusetts Yüksek Mahkemesi’ne bir dava getirildi. Mütevazı para cezaları ödediler, Harvard çok daha fazlasını ödedi ama asıl paranın yıldız kariyerine devam etmesine izin verildi. Emin olun, o ve diğerleri çok iyi iş çıkardı.
Bu arada, “şok”tan sonra “tedavi” olarak nitelendirilen sıralamanın dördüncü aşamasının garip bir başlangıcı vardı. Bu, standart neoliberal çizgilere dayanan yeni bir sosyal politika sistemi inşa etmek olarak pazarlandı; yani emeklilik sistemlerinden ve eğitimden başlayarak olabildiğince çok özelleştirmeye sahip bir refah devleti. Bazılarımızın başından beri savunduğu gibi, kapsayıcı bir toplumsal koruma sisteminin kurulması, herhangi bir “şok” siyasadan önce yapılmalıydı. Duyarsızca, sosyal politikaların uygulanması daha sonraya bırakıldı ve daha sonra bitmek bilmeyen gecikmelerle ancak düzensiz bir şekilde yapıldı.
Katliam
Katliam elle tutulur cinstendi. Bu dönemde, olanların çılgınlığını örnekleyen iki olay meydana geldi. 1992’de, Dünya Bankası tarafından simgesel bir hendeği olan bir Hollanda kalesinde düzenlenen Doğu Avrupa ülkelerinden maliye ve eğitim bakanlarına bir konferans vermek üzere bir “iş piyasası uzmanı” olarak davet edildim. Orada, bakanlara dış krediler ya da hibeler istiyorlarsa hangi siyasaları uygulamaya koymaları gerektiği anlatılırken dinledim.
Diğer olay ise daha da tuhaftı. 1993 yılında, ABD büyükelçisinden beni dışişleri bakanlığında brifing vermek üzere Washington’a davet eden bir telefon aldığımda, Fransa’da Doğu Avrupa için asgari ücretler ve temel gelir politikaları üzerine küçük bir konferansa başkanlık ediyordum. Biraz araştırdıktan sonra kabul ettim ve kendimi dışişleri bakanlığının bodrum katında buldum. Uzun bir masada bir “bakıcı”yla otururken, diğer tarafta oturmak için on iki adamın geldiğini görünce şaşırdım. Bir dışişleri müsteşarının başkanlığında, kendilerini tek tek tanıttılar ve çoğu CIA dedi.
Onlara siyasalarının felaket olduğunu, çok sayıda Rus ve Ukraynalının şok tedavisi sonucu öldüğünü ve rapor ettiklerinin aksine gerçek işsizliğin yaklaşık %25 olduğunu; işsizliğin işletmelerin sübvansiyon talep etmek için, işçilerin iş deneyimi kayıtlarını ellerinde tutmaları nedeniyle gizlendiğini söyledim. Siyasi düzeyde birlikte çalıştıkları insanların derinden yozlaşmış olduğunu ve neo-faşizme doğru bir yalpalamadan kaçınılması için sıradan insanlara doğrudan yardım sağlamaya odaklanmaları gerektiğini savundum.
İşletmelerin yeniden yapılandırılmasının yanı sıra düzenleme ve mevzuat kurallarının ikamesinin makro-iktisadi reformlar ve özelleştirmeden önce gelmesi gerektiğini savundum. Dünya Bankası ve önde gelen RCA iktisatçılarının işsizlik olmadığına dair iddialarını elimden geldiğince küçümsedim ve bir Dünya Bankası raporundaki “ilk beklentilerin aksine, işsizlik sadece düşük değil, aynı zamanda düşüyor” ifadeyle desteklenen, işsizlik oranının sadece %1 olduğunu iddiasından[2] yola çıkarak Dünya Bankası’nın işsizlere yardım etmeyi amaçlayan büyük bir krediyi kesmesinin çılgınlık olduğunu savundum.
Bu çok saçmaydı. Neoliberal stratejinin basitçe kleptokrat bir kapitalizm, küresel olarak şekillenmekte olan öldürücü bir rantiye kapitalizmi biçimi yaratmak olduğu açıktı. Bir oligarkların plütokrasisinin yanı sıra (iyi bir toplum inşa etmeye çalışan eğitimli insanlar dahil) küçük bir maaş, (yaşlanan, atavistik) lümpenleşmiş bir proletarya ve hızla büyüyen bir prekaryayla yeni bir sınıf yapısı ortaya çıktı. Ukrayna’daki oligarklar bölündü, Rusça konuşan büyükbaşlar, Ukraynaca konuşan oligarklarla mafya tarzı bir çatışmada Rus meslektaşlarıyla ittifak kurdu. Yörüngelerinde birkaç Bulgar, Rumen ve diğerleri de vardı ve kısa süre sonra hepsi Londra, Wall Street ve başka yerlerdeki finansal ve diğer plütokratlarla rahatça kaynaşabileceklerini gördü.
Yiyici Kleptokrasi
Dışişleri Bakanlığı toplantısından sonra Macaristan’a döndüm. Birkaç ay sonra, çalışma bakanlığına brifing vermek üzere Washington’a davet edildim. Daha sonra benim için bir kokteyl düzenlediler ve arkalarda dışişleri bakanlığı brifinginde bulunan iki CIA görevlisini gördüm. Onlara ilk brifingden sonra ne olduğunu sordum. Biri bana komplocu bir şekilde, “Açıkçası, ona kadar gitti… ve o sana inanmıyor,” dedi. Başkan Clinton’u kastetmişti.
Bundan birkaç ay sonra, Rusya’da seçimler yapıldı ve neo-Stalinist ultra-milliyetçi Vladimir Jirinovski’nin Ukrayna’nın işgalini savunan yeni partisi, ABD destekli neoliberal partinin dibe çökmesiyle, oyların yüzde 23’ünü aldı. CIA yetkililerinden birine tek satırlık bir telgraf gönderdim, “ABD Dışişleri Bakanlığı şimdi bana inanıyor mu?” Daha sonra bunun alaycı bir eğlenceye neden olduğu söylendi.[3]
Özetle, rejim değişikliği stratejisi rüşvetçi bir kleptokrasi yaratmıştı ve buna paralel olarak bugün küresel olarak, plütokratların büyük siyasi partileri ve siyasetçileri kendi çıkarları doğrultusunda finanse ettiği ahlâki olarak savunulamaz bir rantiyeci kapitalizm biçimine sahibiz. Bu şimdiye kadar tasarlanmış en serbest olmayan piyasa ekonomisidir ve bu tanım ne kadar uygun olursa olsun, Birleşik Krallık’ı Dünyanın Kâhyası olarak görmek yeterli değildir. Devlet derinden yozlaşmış durumda ve prekaryayı dünyanın her yerinde harekete geçirebilecek yeni bir ilerici, dönüştürücü siyaset ortaya çıkana kadar bataklıktan çıkmayacağız.
Rusya’nın işlediği kötülük sadece askerî yollarla yenilmez. Elbette hepimiz inanılmaz cesur Ukraynalıları takdir etmeli ve desteklemeliyiz. Ama başarılması gereken, kendi toplumlarımızın dönüşümüdür. Ekolojik bir distopyaya ve pek çokları için gülünç derecede eşitsiz ve güvensiz bir varoluşa doğru olan aceleye yanıt olarak, siyasetteki ilericiler, rantiye kapitalizmini ortadan kaldırmak için tutarlı, iyi ifade edilmiş bir stratejiye sahip olmalıdır.
Bugün neoliberalizm birincil düşman değil. Bugün, küresel plütokrasiye ve açgözlü yağma üzerine kurulu rantiye kapitalizm sistemine ilkeli muhalefete dayalı yeni bir radikalizmin zamanıdır. Yeni bir Rönesans’a ihtiyacımız var, şenliği, müşterekleştirmeyi, cumhuriyetçi özgürlüğü ve eşitliği canlandırmak için. Şimdiye kadar, Britanya’da ve başka yerlerde, bu dönüştürücü görü, eski sol partilerin aşırı pragmatizmi tarafından engelleniyor. Ancak, doğa boşluktan nasıl nefret ediyorsa, insanlık durumu da öyle. Ulusal sınırları aşan ve ekolojik bir biçimde yeniden dağıtıcı olan ilerici bir isyana ihtiyacımız var. İnsan filizlenmeyi görebilir ama onların yeşermesi için zamana ihtiyaç olduğunu da bilmesi gerekir.
[1] Bunlar ve aşağıdaki istatistikler, o zamanlar iki kitap için derlenmiştir. Bkz. G.Standing (ed.), The Ukraine Challenge: Reforming Labor Market and Social Policy [İşgücü Piyasasını Reformdan Geçirmek ve Sosyal Politika] (Budapeşte, ILO-UNDP, 1994); G.Standing, Russian Unemployment and Enterprise Restructuring: Reviving Dead Souls [Rus İşsizliği ve Kurumsal Yeniden Yapılandırma: Ölü Ruhları Canlandırmak] (Londra, Macmillan, 1996).
[2] Bu görüş, Jeffrey Sachs ve Anders Aslund gibi önde gelen şok tedavisi savunucuları tarafından desteklenmiştir. Referanslar için kitabıma bakın.
[3] Jirinovski, ironik bir şekilde 6 Nisan 2022’de, Ukrayna’yı işgal etme hayalini gerçekleştirerek, Covid’den ölümüne kadar Duma’da kaldı. İlk partisi, yakın olduğu Fransız sağcı siyasetçi Jean-Marie Le Pen tarafından finanse edilmişti.
Bu makale 21 Nisan 2022’de Brave New Europe’ta yayımlanmıştır.
Çeviren: S. Erdem Türközü