“Ahmet Hamdi Tanpınar muhafazakâr mıydı?” sorusu gündeme geldiğinde nedense hemen Besim F. Dellaloğlu’nun şu cümlesini hatırlıyorum: “Ben, Tanpınar’ın muhafazakâr olduğunu düşünmüyorum.”[1] Bunu Türkiye muhafazakârlığı bağlamında mı, yoksa Batılı muhafazakârlık bağlamında mı diye anlamaya çalıştığımızda, Türkiye bağlamında muhafazakâr olmadığı şeklinde anlaşılmasını istiyor gibidir Dellaloğlu. Pek çok yazı ve söyleşisinde, Tanpınar’ın özellikle bir gerici, Batı’ya karşı bir reaksiyonercilik içinde görülemeyeceğini, hatta bunun yanında Batıcı da olmadığını sıklıkla dile getirir.
Batı ve Türkiye bağlamında muhafazakârlığın ayrışan yönleri olduğuna kuşku yok. Ama bu, onların hiç kesişmediği, aynı düştüğü yerleri olmadığı anlamına da gelmiyor. Bildiğimiz anlamda bir “gerici” değildir. “Değişerek devam etmek, devam ederken değişmek” onun neredeyse şiarıdır, özellikle şimdiye bakarken… Peki geçmişe bakarken?
Geçmişi, maziyi, tarihi asla kendisi olarak görmek istemez Tanpınar. Özgür Taburoğlu, Tanpınar Sözlüğü adlı çalışmasında söz konusu göremeyişi şöyle betimler:
Tanpınar’ın kendisi de Mümtaz[[2]] gibi, bu Şarklı tiplemeyle benzer şekilde, arada dünyayı masallarla, efsanelerle görmek ister. Garplı’nın eşyayı, derin ve yüksek, uzak yerlerden alıp maddesel, bedensel bir realitenin parçası yapmasına bazen katlanamaz. Mümtaz için hamleli ruh hâli, rüyanın, masalın bitmemesiyle mümkündür. Nuran’la[[3]] gezinirken, İstanbul’un yıkıntıları, bedbaht insanları arasında bile bu masalı görmeye devam eder. Eşyaya yakından bakarken, onun maddesini değil de ruhunu duymak ister (italikler benim).[4]
Geçmişi maddesinden değil, ruhundan yakalamak ister Tanpınar. Çıplak madde ile karşılaşmayı asla istemez. “[G]eriye bakışla hatırlar her şeyi ve adlandırmayı/anlamlandırmayı şimdide kurar,”[5] der Ata Hacımale onun için. Aslında “Tanpınar ne geçmişin ne de geleceğin derdindedir; hep hâlin peşindedir.”[6] Bu nedenle geçmişi, bugünde onu görmek istediği şekilde görür, olduğu gibi görmeye katlanamaz. Görmek, âdeta onda bir büyülü yorumdur.
Nurdan Gürbilek’e göre Tanpınar okurları, onun “geçmişi hep ‘saltanat’, ‘azamet’, ‘hazine’, ‘ihtişam’, ‘haşmet’ gibi sözcüklerle anlattığını…”[7] bilirler. Geçmişi anlatırken Tanpınar’ın efsunlu kelime dağarcığı çok daha zengindir oysa: sır, ayna, sular, akis, muhayyile, terkip, zaman, kadın, mûsıkî, hatıra, rüyâ vb. Bu kelimelere bakılırsa geçmiş, onda “yekpâre, geniş bir ân”dır[8], parçalanamaz bir bütündür. Zaman/sürem içinde bir hikâyeye kavuşur geçmiş. İşte tam da geçmişi parçalanamaz bir bütün, sürem, yekpâre gördüğü bu noktada, onun muhafazakârlığını tekrar gündeme getirmek gerekir. Bu nokta onun Türkiye bağlamında nasıl muhafazkâr olduğunun ve aynı zamanda Batı muhafazakârlığı ile de nasıl kesiştiği/örtüştüğü nokta olacaktır zira.
Diğer yandan Gürbilek de, “Tanpınar’da Hasret, Benjamin’de Dehşet” adlı yazısının başında Tanpınar ile Walter Benjamin’in hayatı ve yazılarındaki benzer temalarını aktarırken, yazının sonuna doğru sıra tarihe, geçmişe bakışa geldiğinde benzerlik bulutu dağılır ve yerini ayrılığa, hatta zıtlığa bırakır. Geçmişe bakış, Tanpınar’ın muhafazakârlığı söz konusu olduğunda hakkında bir türlü karar verilememe halini sona erdiren nirengi noktasıdır âdeta.
Gürbilek’e göre, Tanpınar’ı Benjamin’le zıt düşüren yer, Benjamin’in Son Bakışta Aşk adlı kitabının “Tarih Kavramı Üzerine”den alıntıladığı şu cümlesidir: “Hiçbir kültür ürünü yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın.”[9] Tanpınar “geçmişi bir büyük hazine, bir muhteşem miras, bir ‘zafer ve ganimet çiçeği’ olarak anlatmaktan vazgeçme[zken]”[10], Benjamin’de “bu kültürel zenginlikler, hiç istisnasız, dehşet duygusuna kapılmadan düşünülemeyecek bir kökene sahiptir”. Benjamin’e göre tarihsel maddecinin görevi, “tarihin havını tersine taramak”[11] iken, Tanpınar “Bursa’da Zaman”da, “binlerce erin” “şanlı hikâyesi”ni yazar.[12] “Kültürel mirası da aynı şekilde ‘zafer alayı’ ve ‘ganimet’ terimleriyle düşünür.”[13]
Tarihi, “yekpâre, geniş bir ân” olarak gördüğünüzde galiple duygudaşlık kaçınılmaz olduğu gibi onun “zafer alayı”nın içinde ve “ganimet”li tarafta olmanız da kaçınılmazdır. “O halde galiple duygudaşlık ise daima hükmedenlerin işine yarar [hükmedilenlerin, emekçilerin, üretimde bulunanların ve yoksulların değil.].”[14] Tanpınar, Benjamin ile karşılaştırıldığında taban tabana zıt -biri yönetenlerin, diğeri yönetilenlerin; biri galibin, diğeri mağlubun; biri ganimetlinin, diğeri yoksulun- bir konuma düşerken aynı zamanda biri ilerici, diğeri de herhalde ilerici olmayan konuma düşmek durumunda kalmalı. Eğer Benjamin ezilmişin yanında durduğu için ilericiliğinden kuşku duyulmayacaksa ilericiliğin zıddı olan konuma da neyi kondurmak gerektiğini düşünmek gerekir. Sabahattin Hilav’ın, “Tanpınar’ın, felsefî idealizmden, bağnaz dinî düşünceden, tepeden inmeci ve otoriter siyasi görüşlerden her zaman uzak kalmasını bilmiş bir yazar olduğu söylenebilir”[15] görüşünü aktardıktan sonra kararı elbette mukayese yapabilen okurlarına bırakmak yerinde olacaktır.
Ancak Hilav’ın dikkat çektiği başka hususlar daha önemli olsa gerek. Ona göre Tanpınar, “üretim kavramına önem verdiği halde, ‘üretim tarzı’ kavramına yaklaşama[mış] ve toplum üzerinde durduğu halde, ‘sınıf’ kavramına ulaşama”mıştır.[16] Yine aynı şekilde:
Üretim kavramına çok yaklaştığı halde, Tanpınar, genel “ekonomik şartlar” kavramından, global ve soyut “üretim” fikrinden kurtulamıyor. Bu kavramların altında yatan ve onları soyutluktan kurtararak özel gerçeklerin anlaşılmasını sağlayacak olan “üretim tarzı” kavramına ulaşamıyor. Aynı şekilde toplumu sınıflar ve çatışmalar olarak değil, genel ve soyut bir “imparatorluk”, bir “devlet” ya da bir “millet” olarak görüyor.[17]
Hilav, Tanpınar’ın burada sadece geçmişe değil de günümüz toplumuna da baktığında kavramsal derinleşmeyi başaramadığını söyler. Başarılamayan kavramsal derinlik, Tanpınar’ın özellikle geçmişe/tarihe bakarken, hatta günümüze de geçmişin içinden veya tarihin uzantısı olarak baktığı için maruz kaldığı mesafeli hal olsa gerek. Gariptir ki, Tanpınar’ın kendisinin de bizzat eleştirdiği, toplumun aşması gerektiğini düşündüğü ve buradan hareketle yaratılmasını istediği yeni insandan beklediği “eşyaya tasarruf ediş”tir. Eşya ile değil sadece, zaman ve çevreye de tasarruf etmesini ister verimli/üretken yeni insanın.
Ancak tarihe yekpâre, teklik, bütünlük içinden bakıldığında, ondaki çelişkiyi ve en az iki tarafının (yöneten-yönetilen, ganimetli-ganimetsiz, rantçı-emekçi, zengin-yoksul, zalim-mazlum, galip-mağlup vs.) olduğunu da göremeyen yine aynı Tanpınar’dır. Çünkü gerek topluma ve gerekse tarihe bakışta çok uzak bir konumda veya mesafededir kendisi. Değil tasarruf etmek, görmeye bile gücü yetmez. Tarihi devindiren çelişkiyi göremediği için şimdiyi de göremez. Çünkü şimdi, onda geçmişin sonu, son halkasıdır. Geçmişi göremeyecek kadar mesafeli oluşu demek, tarihi devindiren çelişkiyi görüp anlatmak yerine tarihi çelişkisiz “âhenk”liği ve “yekpâre”liği içinde tasavvur etmek demektir. Geçmiş, âhenkli bir bütünlük/yekpârelik içinde olduğunda ondaki birbirine zıt kuvvetler (rant-emek, galip-mağlup, zenginlik-yoksulluk vs.), negatiflikler ortadan kalkacak ve tarihin pürüzsüz devinmesi/çalışması sağlanarak verimli insana, yeni insana, Batı’yı var eden, sanayileşmesini sağlayan, rasyonel, kalkındıran insana hızlıca ulaşılacaktır.
Hilav gibi Hilmi Yavuz da benzer ve fakat daha spesifik bir tespitle Tanpınar’ın iktisadi bakışını emek, üretim, tüketim ve sınıf kavramları üzerinden analiz eder.[18] Buna göre Tanpınar’da emek-iş, mazide toplumla âhenkli bir şekilde çalışan âhiler üzerinden ele alınırken onları işçi veya zanaatkâr olarak göremez. Yavuz burada, “Tanpınar’ın, ‘emek’ ile ‘aklîleşme’ kavramları arasındaki çelişkiyi fark etmemiş olduğunu söyle[r]”. Ona göre benzer çelişkiyi Tanpınar’ın sınıf kavramında da görebiliriz. Orta sınıfın olmayışını Huzur ve Beş Şehir’de olumlarken, Mehmet Kaplan’a yazdığı Mektuplar’da “burjuvazinin olmayışını olumsuz bir gelişme olarak okumak gerekecektir”.[19] Dolayısıyla, der Yavuz, “karşımızda ‘sınıf’ kavramı konusunda iki Tanpınar var: Beş Şehir’deki Tanpınar, İhsan’a eklemlendiğinde ideal yapı, Ortaçağ esnaf loncalarıdır; Mektuplar’daki Tanpınar İhsan’a eklemlendiğinde ise ideal yapı, sanayileşme ve Kapitalizm…”[20]
Tanpınar’ın bu çelişkileri göremeyişini Hilav, “kişisel özelliklerinden çok, içine düşmüş olduğu siyasi çevrede ve resmî ideolojinin zorlayıcı etkileri[ne]” bağlar.[21] Ancak tekrarlanan çelişkileri içeren Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanını Demokrat Parti ikliminde yazar. Tanpınar’ın etkisinde kaldığı resmî ideolojinin, “teoride ya da söylem düzeyinde sınıfsız ya da sınıfların barış içinde yaşadığı bir toplum varsaysa da uygulamada sınıflardan birini, yani emekçi sınıfı… ikinci planda kabul ettiği aşikârdır (italikler benim)”.[22]
Enis Mutlu Atak’a göre Tanpınar metinlerini ideolojik kılan, onun emek konusundaki sessizliğidir. Emeğin “halk” içinde eritilmesini, “emekçi sınıfı yüzeysel sefalet manzaralarına hapseden… Tanpınar’ın [bu] ideolojik konumunu Kemalist korporatizm” olarak belirler.[23] Kendi tezinden hareketle Atak, “özgün Türkiye tecrübesinde de benimsenmiş olan” korporatizmi şöyle özetler:
[B]ireycilik karşıtlığı, toplumun bireye önceliği, birey ve gruplar için haklardan önce ödev ve yükümlülüklerin gelmesi, sınıfsız toplum ideali, meslek bazında ve iş bölümü temelinde örgütlenen, fedakâr, diğerkâm, çalışkan ve ahlâklı beylerden oluşan, disiplinli, düzenli, uyumlu toplum, belli statülerle belirlenen ve inşa edilen toplum-içi hiyerarşi, devletçilik, milliyetçilik, anti-liberal kapitalizm, anti-sosyalizm, kalkınmacılık, ilerlemecilik, ulus içinde organik birlik, bütünlük ve beraberlik, ahlakçılık ve özel mülkiyetin kutsallığı unsurlarını temel değerler olarak almış bir ideolojidir.[24]
Dayanışmacı bir korporatist olması bir yana onun özellikle geçmişe bakarken maddeyi görme, onunla hesaplaşma yerine -ki mazi ile hesaplaşma niyetini çeşitle yerlerde ifade eder- onu sadece ruhundan yakalama girişimlerinin kökeninde Bergson düşüncesinden etkilenmesinin yattığı söylenebilir. Ancak Cumhuriyet’in kurucu ideolojisine yön verenlerin genellikle Auguste Comte takipçileri olduğu düşünülürse Bergson ruhiyatçılarının görece sessizliği daha iyi anlaşılabilir. İşte Comte ve Bergson taraftarlarını bu aşamada birbirlerine lehimleyeninin korporatizm olduğu ileri sürülebilir.
Sadede gelecek olursak; Tanpınar’ın sermaye birikimci, emeğe karşı sessiz ve ithal ikameci bir kapitalist, maddi ve manevi anlamda kalkınmacı, mal stoklanmasına karşı ahlâkçı, modernleşme karşıtı bir modern ve rahatlıkla da bir muhafazakâr olduğu söylenebilir. Daha da özetleyecek olursak Tanpınar; modern bir muhafazakâr kapitalisttir.
Gerçek bir şimdi vizyonu, bir Türkiye gerçekliği sunmak için ortaya koyduğu eserlerden onun üç kelimede özetlenen mirasını daha çok maziye ve topluma bakarken mesafeliliğinden dolayı gündelik hayatın ve geçmişin maddi gerçekliğini yeterince göremeyişinde ve buradan hareketle de bir mesafe insanı ya da mesafeli insan olduğunun belirtilmesinde yadırganacak bir şey olmasa gerek.
[1] Besim F. Dellaloğlu, Zamanın İçinden Zamanın Dışından, Timaş, İstanbul, 2022, s. 237.
[2] Mümtaz, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanının baş karakteri.
[3] Nuran, Mümtaz’ın âşık olduğu Huzur romanı karakteri.
[4] Özgür Taburoğlu, Tanpınar Sözlüğü, Doğu Batı, Ankara, 2019, s. 19.
[5] Ata Hacımale, “‘Geçmiş Zaman Elbiseleri’nde epifanik anlar: Kayıp mazi ve endişe”, Birikim, Sayı: 397, İstanbul 2022, s. 50.
[6] Taburoğlu, Tanpınar Sözlüğü, s. 14.
[7] Nurdan Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası, Metis, İstanbul, 2016, s. 125.
[8] Ahmet Hamdi Tanpınar, “Ne İçindeyim Zamanın”, Bütün Şiirleri içinde, Dergâh, İstanbul, s. 19.
[9] Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası, s.127. Alıntılanan cümlenin geniş bağlamı için bkz. Walter Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine”, Son Bakışta Aşk içinde, sunuş ve hazırlayan: Nurdan Gürbilek, Metis, İstanbul, 2018, s. 43-54.
[10] Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası, s. 125.
[11] Benjamin, Son Bakışta Aşk, s. 47.
[12] Tanpınar, “ Bursa’da Zaman”, Bütün Şiirleri içinde, s. 50.
[13] Gürbilek, Benden Önce Bir Başkası, s. 126.
[14] A.g.e., s. 126.
[15] Selahattin Hilav, “Tanpınar Üzerine Notlar”, Bir Gül Bu Karanlıklarda içinde, haz. Abdullah Uçman ve Handan İnci, 3F Yayınevi, İstanbul (Tarih belirtilmemiş [2008]), s. 199.
[16] Hilav, “Tanpınar Üzerine Notlar”, Bir Gül Bu Karanlıklarda içinde, s. 193.
[17] A.g.e., s. 194.
[18] Hilmi Yavuz, “Tanpınar ve İktisat”, Tanpınar Zamanı: Son Bakışlar içinde, haz. Handan İnci, Kapı, İstanbul, 2012, s. 141-147.
[19] Yavuz, Tanpınar Zamanı: Son Bakışlar, s. 146.
[20] A.g.e., s. 147.
[21] Hilav, “Tanpınar Üzerine Notlar”, s. 194.
[22] Enis Mutlu Atak, “Kolektif Arayışlar ve Huzur: Tanpınar ve Metinleri Merceğinden Genel İdeoloji”, Bir Ses Ormanı: Ahmet Hamdi Tanpınar Kitabı, haz. Turgay Anar vd., Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, 2022, s. 503..
[23] Atak, “Kolektif Arayışlar ve Huzur: Tanpınar ve Metinleri Merceğinden Genel İdeoloji”, s. 506-507.
[24] Atak, a.g.m., s. 508-509.