Duman, Toz ve Asbest

Pazarcık, Defne ve Samandağ…

7.7, 6.4 ve 5.8…

Görünmeyen ve bilinmeyen yüzüyle de “Duman”, “Toz” ve “Asbest”…

***

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre depremden etkilenen bölgede 1,4 milyonu çocuk olmak üzere 23 milyon kişi yaşamaktaydı. Beşyüz kilometre çapındaki bir coğrafyada, Türkiye ve Suriye’de, erkek ve kadın, genç ve yaşlı, zengin ve yoksul binlerce insan ve aynı zamanda hayvan, börtü böcek ve çiçek ve ağaç vardı.

Tıpkı 1998’de Adana Ceyhan’da, 2003’de Bingöl’de, 2010 ve 2020’de Elazığ’da olduğu gibi…

Belki de yakın zamanda Adana, Bingöl ve hatta İstanbul’da olacağı gibi…

***

Depremde önce enkaz ve ölüm vardır. Bir de yardım talebi…

Bir de tarih boyunca her yardım talebine ses veren hekimler, hemşireler, eczacılar vardır. Onlar ki bir yanıyla kendileri ya da yakınlarının yaralarını sarmaya çalışırken, diğer yandan da ettikleri yeminlerinin gereğini yerine getirmeye çalışarak kendilerinden yardım talep eden insanlara koşarlar.

Bir de koşamayan sağlık çalışanları vardır. Onlar, Antakya’da ya da İskenderun’da yaşandığı gibi, çalıştıkları hastanenin enkazının altında can verirler hiç kimseler duymadan. Onlarca yıl “depreme dayanıksız” olduğu raporlanmış hastanelerde hastalarına şifa olmaya çalışırken yaşamlarından olurlar. Sessizce, kimsesizce, dilsizce…

***

Sonra arama kurtarma çalışmaları başlar deprem bölgesinde. Yaşamlarını yerin altında sürdüren madenciler, bu kez bir maden göçüğünde kalan arkadaşlarını değil, göçen binalardaki insanları yerin altında çalışmanın deneyimiyle kurtarmaya koşarlar. Resmi ya da sivil, gönüllü ya da zorunlu kurtarma görevlileri ve ordu mensupları da adeta savaş geçirip de enkaza dönüşmüş toprak yığınından can çıkarmaya çalışırlar.

Pazarcık depreminde olmadığı gibi…

***

Sonra bir dolu yaralı çıkar enkazdan soluk alan.

Sonra bir dolu insan çıkar enkazdan soluk almayan.

Saatler ilerler, yaşam şansı azalır ama umut bitmez. Her yığının başında saatlerce beklenir. Seslere kulak verilir. Akıllı cihazlar bir ısı ve kalp atışı arar onlarca metre derinlikte.

Canlı kurtarılanlar susuz ve elektriksiz sahra hastanelerde yaşatılmaya çalışılır memleketimde. Çünkü yıkılır depremde hiç yıkılmaması gereken hastaneler…

***

Sonra yaşam durur. Enkaz moloza döner.

Elbette mümkün olduğunca geç… Çünkü enkaz umut taşır yaşamaya dair.

Moloz, ölüm demektir.

***

Moloz aynı zamanda toz demektir. Toz deyip geçmeyin. Toz öldürür.

Artık herkes biliyor depremin değil, binaların öldürdüğünü. Ama kimseler bilmiyor enkazdan canını kurtaranları, enkazdan kurtarılanları tozun öldürdüğünü.

Toz görünmez katildir; sessizce, fark etmeden, sinsice, yıllar içerisinde öldürür depremden canını zor kurtaranı.

Toz

Deniz kenarında göz alabildiğince uzayan bir kumsalda trilyonlarca kum tanesi vardır. İşte o kum tanelerinden sadece bir tanesinin büyüklüğü 90 mikrondur.

90 mikron: küçücük, gözle görülmez bir küçüklük ama saç kılından büyük.

Saç kılının çapı 50-70 mikrondur. Bir kum tanesinde büyük, havada asılı kalan tozun çapından küçük…

Havada asılıp kalan, hafifliğinden dolayı yere düşmeyen, elin tutamadığı, gözün göremediği bir toz vardır. O toz ki solunan havayı kirletir. O toz ki yıkılmış molozların yanında yaşamak için alınan her bir nefesle bedenin içine girer.

Çapı 10 mikrondan büyük olanları burun yakalar ve daha öteye gitmesine izin vermez. Ancak havada asılı kalan tozun büyüklüğü küçüldükçe tehlikesi de o oranda artar. Çapı 2,5 mikrondan küçük olanlar ise sadece akciğere ulaşmakla kalmaz, akciğerden kan damarlarına ve oradan da tüm vücuda dağılır.

Pazarcık depreminden sonra yapılan hesaplara göre 1 milyar metreküp moloz yığını oluşmuş. Tam 104 milyon ton bina atığı varmış.

1 milyar metreküp… Erciyes Dağı kadar yani. Solunursa Erciyes Dağı miktarındaki toz yaşayan milyonları da öldürecektir -sessizce. Yıllar sonra insanlar ölürken defin raporlarında astım, kronik bronşit, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, akciğer kanseri, mesane kanseri, inme, kalp krizi, kalp ritim bozuklukları ya da Alzheimer yazacak olsa da inanmayın o raporlara. Çünkü tüm bu hastalıkların asıl nedeni Pazarcık, Defne ya da Samandağ depremi sonrası havaya karışıp orada asılı kalan tozdur.

Tıpkı deprem bölgesindeki çocuklarda otizm sıklığını arttıracak olması gibi…

Tıpkı deprem bölgesindeki gebelerin erken doğum yapmasına ve doğacak çocukların gelişmesinin geri olmasına yol açacağı gibi…

Asbest

Toz, lanettir. Toz, hastalıktır. Toz, ölümdür.

Ama her toz aynı oranda kötü değildir. Tozun ehveni şerri yoktur ama en kötüsü asbesttir. O asbest ki iyi yalıtım malzemesi olduğu için yıllarca binalarda ve gemilerde kullanılmıştır. Dahası Türkiye’nin coğrafyasında doğal olarak bulunur. Adına “Höllük Toprağı”, “Ceren Toprağı” ya da kısaca “Aktoprak” der Anadolu insanı. Coğrafyamızdaki asbest yetmezmiş gibi bir de Nae Sao Paulo gemisi ile getirilmeye kalkışılır Brezilya’dan hiç utanılmadan…

Deprem, tıpkı kentsel dönüşüm gibi, asbest sorununu var eder. Çünkü zamanında binalarda kullanılan asbest, o binaların depremle yıkılması sonrası saçılır ortama, karışır havaya, oradan da her soluk alıp vermeyle ciğerlere… Oysa asbest lifi akciğer, gırtlak, yumurtalık, akciğer ve karın zarı kanserine yol açar. Bu nedenle yıkıntılar kanser saçar deprem bölgesinde -hem de 20-30 yıl sonrasına. Çünkü solunan bir adet asbest lifi dahi yirmi ya da otuz yıl sonra etkisini gösterir insanda. O nedenle 2050’lerde akciğer ya da akciğer – karın zarı kanserinden ölenlerle hatırlamak gereklidir Pazarcık, Defne ya da Samandağ depremlerini.

Duman

Duman, boşuna fısıldamadı kulaklarımıza, “haberin yok ben ölüyorum / dermanım yok ben ölüyorum” diye. Adı ile müsemma bir grup olarak belki de kastediyordu dumandan boğulup ölenleri. Depremin ortasında soğuktan ısınmak için çadırda yakılan kömür sobalarından açığa çıkan karbonmonoksit gazıyla ölenleri. Ya da Pazarcık depremi sonrası İskenderun körfezinde otuz saat boyunca durmaksızın yanan konteynırlardan havaya karışan ölümcül dumandan hastalanıp ölecek olanları.

Deprem sonrası pek çok nedenden yangınlar çıkar. Hangi nedenle olursa olsun yangınlar karbonmonoksit, uçucu organik bileşikler, polisiklik aromatik hidrokarbonlar, ozon, petrol, plastik, asbest, toz ve kurşun salar havaya, oradan da her soluk alıp vermeyle ciğerlere…

O nedenle deprem sonrası erken dönemde insanların boğazı yanar, gözleri yaşarır, burnu akar ve daha önceden var olan akciğer hastalıkları alevlenir. Ama bu kadar değildir yaşanacak sorunlar. Çünkü bilimsel araştırmalar kalp kökenli hastalıklar ve deprem sonrası yaşanan ölümler ile havaya zehir saçan yangınlar arasında doğrudan ilişki olduğunu göstermiştir.

Korunma

Herkes, hepimiz yıkılan binaların ölümcül etkisine bakıyoruz günlerdir. Soluğumuz kesiliyor yaşanan yıkımdan. Ama bilmeliyiz ki soluğumuzu kesen olaylar zinciri an itibariyle tozla, dumanla, asbestle devam etmekte Adıyaman’da, Antakya’da, Malatya’da, Maraş’ta…

O nedenle korumak gerekir insanı, ağacı, kuşu ve börtü böceği. Korunmanın ilk adımı da yıkılmayacak biçimde inşa etmektir binaları. Evlerin, barınmamızı sağlayan yuvalar olması yerine tabutluk olmasına izin vermemektir yaşamanın ilk koşulu. Affetmemektir kolon kesenleri, suyun üzerine bina yapanları, betondan ve demirden çalanları ve “İnşaat Ya Resullullah” diyenleri…

Sonra olduğunda bir yerlerde deprem ya da sel, hızlıca, organize biçimde, el birliğiyle dayanışmaktır. Devletin müşfik elini görebilmektir afet bölgesinde.

Ama aynı zamanda dikkat etmektir etraftaki toza ve dumana. Enkaz kaldırılırken herkesin N95 ya da N97 maskesini kullanmasını sağlamaktır. İnsan olmanın kahramanlığıyla dayanışmaya koşanları korumaktır çizme, kask ve koruyucu gözlükle. Molozları, inşaat atıklarını insandan, kuştan ve yaşayan doğadan uzak yerlerde depolamaktır. İnsan atıklarını Asi Nehri’ne salmamaktır. Sulak alanları ve tarım yapılacak yerleri kirletmemektir tozla, asbestle. Kömürün dumanında zehirlememek için depremzedeyi ısıtmaktır geçici barınma alanlarını elektrikle. Çadırlar arasında mesafe bırakmaktır yangınlar olmasın diye.

Ve herkesten önce korumak ve gözetmektir savunmasız olanları: Depremin öncesinde kronik hastalığı olanları, çocukları, gebeleri, yaşlıları, kadınları ve toplumun tüm ötekilerini…

Depremin kırıp geçtiği binalarda yaşayan insanı, o insanlar arasında toplumun göz ardı ettiklerini, kırılgan grupları yıkıp geçmemektir velhasıl bütün mesele.