Millet İttifakı ve Sağlık Hizmetleri

Subcomandante Marcos, yıllar önce Chiapas’tan, “Hayır’ımız Tek, Evet’imiz Birbirinden Farklı” diyerek seslenmişti tüm insanlığa. Ne acı ki, onun kapitalizme tek vücut hayır derken kullandığı karşıtlığı yıllar sonra biz, Yücel Demirer’in layıkıyla tanımladığı üzere, “yüzünü faşizme dönmüş” bir rejim için kullanıyoruz. Bu nedenle bir masanın etrafından toplanan altı ayrı siyasi partinin birlikteliğini öncelikle ortaklaşılan “hayır” cevabı temelinde ele almak ve 30 Ocak 2023 tarihinde açıklanan “Ortak Politikalar Mutabakat Metni”ni bu perspektiften değerlendirmek gerekli.

Öte yandan eğer Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün olur da “şahsım rejimi”nden parlamenter sisteme geçilebilirse kişisel arzular, yargılar, sanrılar ve hırslar yerine parti(lerin) programatik hedefleri önem kazanacaktır. Bu bağlamda değişim gerçekleşirse kıymeti şahıstan menkul hedef ve amaçlar yerine, belirli bir çevrede önceden tartılışmış ve mutabakat sağlanarak yazılı biçimde kamuoyuna açıklanmış belgeler parlamenter rejimde yürünecek yol haritasını oluşturacaktır. Kuşkusuz şekillendirilen bu “yol haritaları”, her sorunu çözen “siyaset üstü” metinler olmayıp, aksine siyasetin işleyeceği zemini tarifleyen dokümanlardır. İşte bu yazıda Millet İttifakı’nın politikalar konusundaki Mutabakat Metni’nin sağlık hizmetlerine ait bölümlerinin, ittifakı oluşturan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) ile ittifakın dışında olan Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) yayımladığı sağlık politikası metinleri ışığında analiz edilmesi ve önümüzdeki dönemin sağlık siyasetinin hangi yönde evrileceğinin ortaya konulması amaçlanmıştır.

Mutabakat öncesi

Bilindiği üzere CHP, 5 Mart 2022 tarihinde sağlık hizmet alanının farklı paydaşlarını bir araya getirerek bir forum düzenlemiş ve forum sonrasında ulaşılan metni “Türkiye Sağlık Forumu” ismiyle kamuoyuyla paylaşmıştı. Yayımlanan 328 sayfalık kitabın son bölümü ise “CHP Ne Yapacak?” başlığını içeriyordu. Bu bölüm, iktidar olması halinde CHP’nin sağlık hizmetlerinde yapacağı değişikliklerden oluşuyor.

Demokrasi ve Atılım Partisi, partinin genel başkanı Ali Babacan ve Sağlık Politikaları Başkanı Aysun Hatipoğlu’nun imzaları ve “Herkes İçin Erişilebilir ve Adil Sağlık Hizmeti” mottosuyla 56 sayfalık “Sağlıkta Atılım Eylem Planı”nı 30 Haziran 2022 tarihinde açıkladı.

Türkiye İşçi Partisi ise 7 Temmuz 2022’de partinin bilim kurulu tarafından hazırlanan politika belgesini, “Türkiye’nin Sağlık Sorunları ve Çözüm Önerisi: Sağlıkta Yeni Sosyalleştirme Programı” başlığıyla yayımladı. Partinin Sağlık Politikaları Çalışma Grubu tarafından hazırlanan 34 sayfalık bu program üç bölümden oluşuyordu.

Sağlık ama nasıl?

Millet İttifakı tarafından 244 sayfa olarak yayımlanan Mutabakat Metni’nde en sık “eğitim” kelimesinin tekrarlandığını biliyoruz. Bu kelimeyi ise “kamu” ve “sağlık” kelimeleri takip ediyor. Ancak niteliksel analiz yapıldığında “kamu” kelimesinin sağlık hizmetlerini vurgulayacak biçimde doğrudan hiç kullanılmadığı görülüyor. Bununla birlikte metinde yer alan kamu kurumlarının verilerinin şeffaf biçimde açıklanacağına ve kamu ile özel üniversitelerin standartların belirlenerek destekleneceğine ait hükümler kamu sağlık hizmetlerini dolaylı biçimde etkileyecek hususlardır.

Oysa CHP tarafından açıklanan programda, “CHP tarafından uygulamaya konulacak sağlık sistemi her yurttaşa eşit, herkes için ücretsiz, herkesin erişebildiği ve nitelikli sağlık hizmeti sunulan kamucu bir sistem olacaktır” vurgusuyla ifade edilmişti. Sağlık hizmetinin kamucu yönü TİP’in politika belgesinde ise daha radikal biçimde, “geçiş dönemi haricinde özel sağlık kurumlarının olmayacağı bu sistemde tüm birimler kamusal ve merkezi planlama dahilinde hizmet sunacaktır” vurgusuyla yer almıştı. Sağlık sisteminin kamucu yönü konusundaki bu güçlü vurgular DEVA tarafından yayımlanan eylem planında yer almıyor. Aksine DEVA, “Sağlık Bakanlığı’nın temel rolünü ‘politika yapıcı’ olacak şekilde yeniden tanımla”mak ve “Özel sağlık hizmet sunucularının sağlık sistemindeki rolünü art”tırmayı taahhüt ediyor.

Bakmak ve görmek

Aynı konuya bakan farklı kişi ve örgütlerin farklı çözüm önerileri geliştirmesi doğaldır. Çünkü birey ve örgütler baktıkları pencereden sorunu görür ve o çerçeve dahilinde çözüm yolu önerirler. Bu bağlamda söz konusu üç partinin sağlığa hangi pencereden baktıkları yayımladıkları dokümanların giriş bölümünden anlaşılıyor. Genel olarak CHP ve TİP, son yirmi yıldır uygulamada olan Sağlıkta Dönüşüm Programı’na karşı çıkarken, DEVA Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın 2000’li yıllarının başındaki dönemine sahip çıkıyor, ancak “takip eden dönemde sinerji yaratacak şekilde hayata geçirilemedi”ğini ve bu nedenle “Yakalanan başarılar(ın) sürdürülebilir olmadı”ğını ifade ediyor. CHP, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) vurguladığı sağlık sisteminin yapıtaşları çerçevesinde Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın sağlık hizmet alanındaki ticarileştirmeye nasıl yol açtığını ve bu bağlamda sağlık ölçütlerini nasıl kötüleştirdiğini ayrıntılı olarak veriler temelinde aktarıyor. TİP ise, CHP’den farklı olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminden başlayarak dört ayrı dönemde Türkiye’nin sağlık sistemini analiz ediyor. TİP de CHP gibi Sağlıkta Dönüşüm Programı dönemine eleştirel yaklaşarak bu dönemi “Neoliberal Dönem” olarak tanımlıyor. Millet İttifakı tarafından yayımlanan Mutabakat Metni’nde ise Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin tarihi, yapılanması ve gerekçelerine girilmemiş, konu daha teknik kapsamda ele alınmıştır.

Ücret(siz)

Mutabakat Metni’nde “ücretsiz” kelimesi hiç yer almazken, “sınıf” kelimesi sadece tarım topraklarının sınıflandırılması, okulların sınıfları, hâkim ve savcıların statüleri, şirketlerin tasnifi ve iş kollarının tehlikesi bağlamında kendisine karşılık bulmuştur.

Oysa ücret ve ücreti/geliri belirleyen sınıf kavramı, sağlıklı hali doğrudan belirleyen bir etmendir. Bu kapsamda yurttaşa sunulacak sağlık hizmetinin ücretli ya da ücretsiz olması onun hizmete erişimini de doğrudan etkileyen belirleyicidir. Eğer Mutabakat Metni’nde de ifade edildiği gibi “kimsenin sağlık hizmetlerinden mahrum bırakıl”maması amaçlanıyorsa ve “nitelikli sağlık hizmetlerinin herkes için erişilebilir” olması hedefleniyorsa sağlık hizmetlerinin erişimini zorlaştıran ve engelleyen en önemli sorun olan ücretli sağlık hizmet sunumunun sonlandırılması gereklidir.

Randevu alamama, sağlık birimine olan fiziksel uzaklık ve ekonomik nedenlerden dolayı ihtiyacı olduğu halde sağlık hizmetlerini kullanamama anlamına gelen ve literatürde “karşılanmamış sağlık hizmeti gereksinimi” olarak ifade edilen konu ülkemiz açısından büyük bir sorundur. Mutabakat Metni, bu sorunlardan ilk ikisine çözüm önerirken, üçüncü sorun olan ekonomik nedene bir çözüm yolu önermiyor. Oysa veriler, ülkemiz için ekonomik nedenlerden dolayı karşılanmamış sağlık hizmet gereksiniminin %14,7 olduğunu ortaya koyuyor.

Böylesi geniş bir grubun sağlık hizmetlerine erişmesinin önündeki en büyük engellin kaldırılmasının tek yolu onlara sunulacak sağlık hizmetinin ücretsiz olmasıdır. Zaten bu nedenle “CHP Ne Yapacak?” başlıklı bölümde, “CHP tarafından uygulamaya konulacak sağlık sistemi her yurttaşa eşit, herkes için ücretsiz, herkesin erişebildiği ve nitelikli sağlık hizmeti sunulan kamucu bir sistem” olarak tariflenmiş ve ayrıca aynı dokümanda, “Sağlık hizmetlerine, tıbbi tedaviye, ilaca ve tıbbi malzemeye erişimin önündeki başta katkı payı, ilave ücret ve fark ücretleri olmak üzere bütün finansal engellerin” kaldırılacağı belirtilmiştir. TİP tarafından yayımlanan sağlık politikaları belgesinde ise sunulacak sağlık hizmeti, “Herkes için parasız, eşit, bilimsel, nitelikli, erişilebilir, anadilinde” olacak biçimde tariflenmiştir. 

Ancak bu ifadelerin aksine Mutabakat Metni’nde engelli yurttaşların kullandığı protez ve ortezlerin Sosyal Güvenlik Kurumu katkı paylarının günün şartlarına göre güncelleneceği ve “Muayene, reçete, ilaç katkı payı ile tıbbi malzemelerdeki ücret farkı uygulamaları”nın yeniden değerlendirilerek yaşanan sorunların çözüleceği belirtiliyor. Söz konusu metinde sağlık hizmetlerine erişimdeki finansal sorunları çözebilecek en önemli adım emeklilere yöneliktir ve bu gruptan sağlık hizmetleri için katılım payının alınmayacağı vaat ediliyor. Bununla birlikte hem CHP, hem DEVA tarafından yayımlanan metinlerde olduğu gibi temel teminat paketinin “kanser, kan hastalıkları, romatizmal hastalıklarda kullanılan akıllı ilaçlar, biyoteknoloji, DNA teknolojisi, immunoloji ve benzeri yeni nesil ilaç ve tedavi süreçlerine erişebilmesi”nin sağlanacak şekilde düzenlenecek olması da kısmen olumlu bir adımdır. Çünkü söz konusu vaat, bir yandan “teminat paketi” uygulamasını meşrulaştırarak sağlık hakkını “temel” ve “temel olmayan” temelinde sakatlarken, diğer yandan bugün sorun yaşanan kimi alanları “temel paket” içerisine dahil ederek sağlık hizmet erişimindeki kimi engelleri kısa dönem için ortadan kaldırıyor.

Sağlık sistemi yapılanması

Mutabakat Metni’nde sağlık hakkının, “açık bir anayasal hak” olarak düzenleneceği ve “kimsenin sağlık hizmetlerinden mahrum bırakılmayacağını(n) güvence altına al”ınacağı belirtiliyor. Bu çerçevede sağlık hizmetlerinin herkes için “nitelikli, erişilebilir ve adil” olacağına vurgu yapılıyor. Erişimdeki “coğrafi farklılıklar” bir sorun olarak tanımlanıyor ve bu farklılıkları ortadan kaldıracak uygulama planı yapılacağı ifade ediliyor.

Koruyucu sağlık hizmetlerinin önceleneceği, hizmet sunumunun odak noktasının birinci basamak olacağı, sevk zinciri altyapısının hazırlanacağı, muayene sürelerinin DSÖ’nün standartlarına ulaştırılacağı, aile hekimi başına düşen nüfusun azaltılacağı, Aile Sağlık Merkezleri’nin hizmet kapasitelerinin güçlendirileceği, tıbbi ve sosyal rehabilitasyon merkezlerinin sayılarının arttırılarak sisteme dahil edileceği, tüm paydaşların katılacağı Sağlık Danışma Konseyi’nin kurulacağı, uzaktan sunulan ve sunulacak olan sağlık hizmetinin yasal altyapısının şekillendirileceği, acil sağlık hizmetlerinin sadece acil vakalar için kullanılmasının sağlanacağı, yeni Şehir Hastaneleri’nin yapılmayacağı, eskilerinin analize tabi tutulacağı, üniversite hastanelerinin “kendi bütçelerini oluşturmaları ve yönetebilmeleri”nin sağlanacağı ve askerî hastaneler ile silahlı kuvvetler sağlık tesislerinin yeniden açılacağı Mutabakat Metni’nde sağlık sistemi yapılanması dahilinde kendisine yer bulan unsurlardır.

Söz konusu metnin sağlık hizmet yapılanması açısından en büyük dezavantajı yapmayı istediği değişiklikleri içeren konteksin bütünüyle tarif edilmemiş olmasıdır. Oysa sağlık hizmet yapılanması, ulaşılmak istenen hedefler doğrultusunda net biçimde tanımlanan bir zemin üzerine inşa edilmelidir. Mutabakat Metni’nde ise konuya ağırlıkla teknik açıdan yaklaşılmış ve sistem tarifinden ziyade var olan sorunların çözümüne yönelik adımlar ifade edilmiştir. Kuşkusuz bu durum ittifak yapılanmasının bir sonucudur ve anlaşılabilir bir durumdur.

Oysa ittifakın içerisi ya da dışarısındaki partilerin yayımladığı politika belgelerinde sağlık sisteminin yapılanması mevcut metinden oldukça farklıdır. Örneğin CHP’de bu konu “sağlık hakkı” yaklaşımında, basamaklandırılmış ve basamaklar arasında ilişkilerin açıklıkla tariflendiği bir biçimde, “şeffaflık ve hesap verilebilirlik” temelinde, “ekoloji ve iklim krizi”ni gören bir bütünsellikte, “toplumun gereksinimlerine ve demografisi”ne uyacak bir çeşitlilikte, kırsal ve kentsel farklılıkta, ekip hizmeti vurgusunda, birimlerin görev ve sorumluluklarını tanımlayacak bir içerikte ve “Bütün Politikalarda Sağlık” kapsayıcılığında tariflenmiştir.

Türkiye İşçi Partisi’nin politika belgesinde ise sistem yapılanması; sermaye birikim vurgusu, emek sömürüsü, toplumsal ilişkilerin metalaştırılması, tüketim kültürü, çarpıtılmış bireysellik vurguları eşliğinde “radikal bir sosyalleştirme” zemininde tariflenmiştir.

Demokrasi ve Atılım Partisi tarafından yayımlanan eylem planında ise konu, bizatihi Genel Başkan Babacan’ın da vurguladığı gibi, “alınamayan randevular”, “konulamayan teşhisler”, “yapılamayan ameliyatlar”, “bulunamayan ilaçlar” ve “göç eden hekimler” temelinde ağrılıkla sorun eksenli ve teknik temelde ele alınmıştır. 

Risk faktörlerine yaklaşım

Tütün ve madde kullanımı, obezite ve hava kirliliği ülkemiz açısından birey ve toplum sağlığını bozan kimi risk faktörleridir. Bu nedenle bir ülkenin tedavi edici sağlık hizmetlerinin yetkinliğinden daha önemlisi sağlığı bozan bu risk faktörlerini azaltma konusunda hayata geçirdiği politikalardır. Ancak Türkiye bu alanda oldukça kötü durumdadır. Yakın zaman önce OECD tarafından yayımlanan “Health at a Glance: Europe 2022” başlıklı rapora göre Avrupa’da 2010-2020 yılları arasında sigara kullanım oranı artan tek ülke Türkiye’dir. Benzer biçimde 2009-2019 yılları arasında yirmi yedi Avrupa ülkesinde hava kirliliğine bağlı erken ölüm oranlarında %23 azalma gerçekleşmişken, Türkiye’de bu konuda bir azalma sağlanmamıştır. Hava kirliliğine bağlı erken ölümleri önleme açısından Türkiye, Avrupa’nın en başarısız üçüncü ülkesidir. Bu nedenle iktidar olmayı hedefleyen siyasi parti ya da ittifakların bu konulardaki politika önerileri her bir yurttaş açısından kritik önemi haizdir.

Millet İttifakı tarafından yayımlanan Mutabakat Metni’nde bu konu, obezite karşıtı mücadelenin bir parçası olarak “Ulusal Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı” çerçevesinde okul temelli, “sağlıklı yaşam ve sağlık okuryazarlığı” vurgusuyla farkındalık temelli, “Ulusal Diyabet Önleme ve Kontrol Programı” bağlamında sağlık hizmetleri temelli, “Bağımlılıkla Mücadele Merkezi” çatısı altında sağlık hizmet sunumu temelli, uluslararası “Tütün Kontrolü Çerçeve Sözleşmesi” ve “MPOWER” ile ulusal “Tütün Ürünlerinin Zararlarının Önlenmesi ve Kontrolü Hakkında Kanun” atıfları ışığında “zarar azaltımı” politikaları temelli ele alınmıştır. Hava kirliliği konusu ise sadece “Kentleşme” bölümünde “belediye araçlarını sensörleştirme” ve “açık veri” paylaşımı temelinde gündeme gelmiştir. Öte yandan Mutabakat Metni’nin “İklim Değişikliği, Doğa Hakları ve Çevre” bölümünde yer verilen politikalar -özellikle “gelecek nesillerin ‘ekosistem hakkı’nın anayasal güvence altına” alınması- değerlidir.

Bu bölümde yer alan politikalar arasında tütün kontrolü yönünden yaşama geçirileceği ifade edilen “zarar azaltımı” yaklaşımı çok sorunludur. Çünkü Mutabakat Metni’nde vurgulandığı üzere, “sigara ile mücadelede dünya genelinde kabul görmüş zarar azaltımı politikaları” öncelikle dünya genelinde kabul görmüş bir politika olmayıp, aksine Dünya Sağlık Örgütü’nün kabul etmediği ve karşı çıktığı bir tutumdur. Bizzat tütün endüstrisi ya da onların fonladığı paravan örgütler tarafından önerilen bu “zarar azaltımı” politikasının Mutabakat Metni’nde övgüyle yer almış olması çok dikkat çekicidir. Öte yandan CHP ve TİP’in sağlık politikası metinlerinde yer almayan bu önerinin DEVA’nın yayımladığı eylem planında, “Sigara kullanımı ile mücadele için uluslararası sağlık otoritelerince onaylanmış alternatif çözümleri ve riski azaltım politikalarını destekleyeceğiz,” cümlesiyle yer aldığı görülüyor.

Sağlık emekçileri

COVID-19 pandemisinin ilk dönemlerinde alkışlanan, ancak sonrasında yeniden yoğun iş yükü ve şiddet ile baş başa bırakılan ve en son Hatay başta olmak üzere güvensiz sağlık kurumlarında çalıştıkları için enkaz altında kalarak yaşamını yitiren sağlık emekçilerine yönelik politikalar da Mutabakat Metni’nde kendisine yer bulmuştur. Bu kapsamda ifade edilen vaatlerin hemen hepsi sağlık emekçilerinin uzun yıllardır ifade ettikleri sorunlara karşılık gelen ve sonuç alıcı adımlardır. Fakat metinde yer alan ve sağlık çalışanları arasındaki iş barışını bozan, onları tükenmeye ve sağlığı ticarileştirmeye neden olan performans sisteminin kaldırılmak yerine yeniden düzenleneceğinin ifade edilmesi hem çalışanlar, hem toplum sağlığı açısından büyük bir sorundur. Öte yandan “salgın hastalık durumları için ‘illiyet bağı’ şartı”nın sağlık çalışanları için kaldırılacağının belirtilmesi, son olarak COVID-19 salgınında hayatını yitiren ve resmî sayısı hiçbir zaman açıklanmamış yüzlerce sağlık çalışanının hatıraları kapsamında vurgulanması gereken değerli bir adım olacaktır.

Sözün sonu

Dünyanın hiçbir makul ve aklı başında ülkesinde, siyasi iktidara aday olan siyasi parti ve ittifakların vaatleri arasında, “Cumhurbaşkanı uçaklarını satıp yangın söndürme uçağı alacağız” kararı yer almaz ve daha önemlisi, alması halinde de geniş toplum kesimleri tarafından bu vaat büyük alkışlarla karşılanmaz.

Uzun söze gerek yok; Türkiye böylesi bir garabette ve karanlıkta yol alıyor. O nedenle beklenti ve çabamızı akıl dışı bu siyasi ortamın öncelikle sona ermesi yönünde kullanmak gerekiyor. Bu beklenti ve çaba, akıl dışı siyasi ortamı değiştirme iddiasında olanların her iddiasını kabul etmek anlamına gelmemeli elbette.

Ne öğrenilmiş çaresizliğin “yeter ki gitsin, ne gelirse gelsin” teslimiyetçiliği, ne de sinizmin “buradan bir şey çıkmaz” ukalalığı yolumuzu var edebilir.

Başka bir sözü ve yolu var etmek gerekiyor… el birliğiyle.