Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçim çalışmaları için alanlara ''inmişken'' yeniden dillendirdi ‘’sessiz devrim’’ kavramını; AK Parti, iktidara geldiğinden beri sessiz devrim yapmıştı. Ana akım medya ve kimi bürokratlar tarafından 2023 genel seçimine yönelik AK Parti ve sessiz devrim arasında kurdukları olumlu ilişkiye dair söylemleri bir süredir dolaşımda aslında. 2013 yılında Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’nın bastığı, ‘’Türkiye’nin Demokratik Değişim ve Dönüşüm Envanteri 2002-2012’’ de Sessiz Devrim adını taşıyordu; AK Parti tarafından tasarlandığı belirtilen ‘’sosyal restorasyon işlevi gören demokratikleşme politikaları’’[1] karşısında Batılı güçler, Türkiye’de bir sessiz devrim olduğundan bahsetmişlerdi. AK Partililer, bu kavramı sahiplenmişler, insan hakları, ekonomik göstergeler vb. hususlarında yaptıkları ‘’atılımları’’ sessiz devrim meselesi üzerinden anlatır olmuşlardı. Ama 2017’ye gelindiğinde, 2003-2012 arasındaki döneme ve “Çözüm Süreci”ne kısmen odaklanan bu kitap ve onun Kürtçe versiyonu müsteşarlığın sitesinden sessizce kaldırılmış, www.sessizdevrim.org.tr sitesi de kapatılmıştı. 14 Mayıs’ta gerçekleşecek seçim yaklaşırken tedavüle yeniden sokulan sessiz devrim kavramı, aslında kavram Ronald Inglehart tarafından açımlandığı 1970’lerde dahi sıkıntılıydı. 1972 yılında kaleme aldığı makalesinde Inglehart[2], gelişmiş endüstriyel Avrupa toplumlarında, özellikle savaştan sonraki orta sınıf kuşağın, kimi değerlerinde olumlu yönde değişmeler olduğunu, ki bu değişimlerin radikal denilebilecek değişimler olduğunu yazıyordu. İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Belçika ve Hollanda üzerine yürüttüğü çalışmalar, savaş sonrası görece refah içinde yaşayan orta sınıf kuşağın, ekonomik güvensizlik yaşamadığı için, radikal sosyal değişimlerden yana olduğunu, sol partileri desteklemeye ve politik olarak aktif olmaya daha yatkın olduğunu belirtiyordu. Bunun tersine alt sınıf, sağ partileri desteklemeye eğilimliydi. 1977 yılında yazdığı kitapta, bu görüşlerini geliştiriyordu.[3] Ekonomik ve teknolojik gelişmelerin, savaş durumundan uzaklığın, eğitim olanaklarının artmasının ve medyanın etkinlik alanını çoğaltmasının, orta sınıf üzerinde kişisel farkındalığın, özgüvenin ve politik katılımcılığın artışı gibi etkiler yarattığını, bunun da toplumda ‘’hayat tarzı’’na dair konuların daha ön plana çıkmasına, sınıf çatışmalarının azalmasına, ulus-devletçilikten uzaklaşılmasına, siyasal olanın birkaç elit tarafından değil aktif politik bireyler tarafından belirlenmesine katkı sunduğunu yazıyordu. Olagelen bir sessiz devrimdi. Gidişat, gelişmiş endüstriyel Avrupa toplulukları için olumlu bir tablo çiziyordu.
2018 yılında kaleme aldığı kitapta Inglehart, sessiz devrimin nasıl ve neden ters teptiğini anlattı.[4] Özellikle ekonomik güvensizlik, toplumlarda otoriter refleksleri arttırmış, ırkçılığı, öteki düşmanlığını çoğaltmıştı. Ekonomik zenginlik sayılı kişilerde toplanmış, toplumun geri kalanı fakirleşmiş ve bu durum İngiltere’de Brexit, Fransa’da National Front gibi partiler, ABD’de Donald Trump’ın yükselişi gibi sonuçlar doğurmuştu. Inglehart, sessiz devrim meselesine yaklaşırken, kapitalizmin insanlar üzerinde yaratmaya muktedir olduğu olumsuz sonuçları Marx üzerinden okumayı tercih etmemişti. Marx, Kapital’de endüstriyel patolojiden/sosyal hastalıktan bahseder; kapitalizm, insanların emeklerine yabancılaşmasına, atomize olmalarına, mal fetişizmine, ruhun özgürlüğünün yitimine yol açıyordur. Marx’a göre, sosyal organizmada bir kanser gibi büyüyen bir hastalığa tekabül eder kapitalizm. Neuhouser[5], Marx’ı endüstriyel patoloji ve aslında sosyal patoloji açımlamasına iten ve Kapital'de detaylıca ele aldığı kapitalizmin beş özelliğini sıralar: Kapitalizm, doğayı tamamen soyut amacına uygun olarak baştan aşağı yeniden yaratır ve gelecekteki insan yaşamının koşullarını baltalamakla tehdit eder, kapitalist büyüme, ritim, hız, biçim ve boyut açısından ölçüsüz ve kontrolsüz olma eğilimindedir, kapitalizmde emeğin işbirlikçi toplumsal doğası, emek verenlerden gizlidir, emek faaliyeti insan özneler tarafından değil, bilinçsiz piyasa güçleri tarafından belirlenir, üretimin belirleyici amacı olan değişim değeri, yalnızca tesadüfen, üretenlerin ihtiyaçlarını gözetir. Inglehart sessiz devrim üzerine yazılar kaleme alırken, gelişmiş endüstriyel toplumlara dair tutunduğu olumlu öngörüleri, kapitalizmin olumlu toplumsal etkilerine dair öngörüleri ile örtüşüyordu. Elde ettiği sınırlı bulgu üzerinden, insanların o ‘’gelişmişlikte’’ ‘’erdemli’’ davranacaklarını varsayıyordu. Fakat kendisinin de 2018’de teslim ettiği gibi, sonuç öyle olmadı. Marx haklı çıkmıştı. Kapitalizm, toplumları hastalandırmıştı.
Aynı şey Türkiye için de geçerli. AK Parti, 2002’de iktidara geldiğinde, 1980 yılından itibaren palazlanan neoliberal ekonomi politikalarına daha da hız vermek, bu politikaların toplumsal göstergelerini arttırmak istiyordu, nitekim başarılı da oldu. Kapital, belirli bir kesimin elinde toplandı, toplum fakirleşti, insanlar emeklerine yabancılaştı, ırkçılık, yabancı düşmanlığı arttı, endüstriyel patoloji, Türkiye’yi kanserleştirdi. Gelişmiş endüstriyel toplulukların sessiz devrimlerinin sonucu, daha fazla toplumsal eşitsizlik, daha fazla toplumsal ötekileştirme, daha fazla sınıf çatışması olmuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğerleri, sessiz devrim meselesini seçim öncesi yeniden sahiplenmeden evvel, belki bu minvalde yeniden düşünmeli... Zira olan bitenin, toplumsal çöküşün sorumluluğunu üzerine almış, kabullenmiş oluyorlar. Belki de çevresinden birileri, sessiz devrimin ne menem bir şey olduğunu söylemeli cumhurbaşkanına! Bu satırları kaleme alıyorken, aklıma Foucault'un parrhesiayı (açık sözlülük) tartıştığı kitabı geliyor.[6] Foucault, Helenistik dönemde, Helenistik monarşilerin yükselişiyle birlikte, kralın görevini kötüye kullanmasını önlemek için sessiz yığınların da yararına olacak şekilde, sarayda bir parrhesiastesin, yani hakikati söyleyen bir danışmanın bulunmasının önemsendiğini belirtir. Bu monarşik parrhesia oyunundaki sessiz çoğunluk, yani halk adına söz söylenendir; parrhesianın belirdiği yer monarşilerde agora değil, kralın sarayıdır. Halbuki Foucault'un belirttiği üzere parrhesia sözcüğü ilk kez Yunan edebiyatında Euripides'te (M.Ö. 484-407) karşımıza çıkmış ve benzer eserlerde, hakikati söyleme edimini gerçekleştiren parrhesiastesin dürüstlüğünün ispatı olarak cesareti gösterilmiş ve örneğin, bir filozof, bir hükümdara, tirana hitap ederse ve tiranlığının rahatsız edici olduğunu, adaletle bağdaşmadığını söylerse, yani risk alırsa ancak parrhesiastes olunabileceği yazılmıştır. Ya da başka bir örnek, bir vatandaşın agorada çoğunluğu eleştiren bir fikir beyan etmesidir. Bizim örneğimizde, yani cumhurbaşkanına sessiz devrimin aslında pek de güzel bir anlama gelmediğinin belirtilmesi için, saraydan bir parrhesiastes gerekecektir ve fakat her zaman -politik kültürümüz gereği de- ''ayağının kaydırılması'' riski vardır, Helenistik dönemde olduğu üzere...
[1] Türkiye’nin Demokratik Değişim ve Dönüşüm Envanteri 2002-2012’’, 2013, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, s. 24.
[2] Inglehart, Ronald, 1971, “The Silent Revolution in Europe: Intergenerational Change in Post-Industrial Societies, The American Political Science Review”, 65(4), s. 991-1017.
[3] Inglehart, Ronald, 1977, The Silent Revolution: The Changing Values and Political Styles Among Western Publics, Princeton University Press.
[4] Inglehart, Ronald, 2018, Cultural Evolution: People’s Motivations are Changing and Reshaping the World, Cambridge University Press.
[5] Neuhouser, Frederick, 2023, Diagnosing Social Pathology: Rousseau, Hegel, Marx and Durkheim, Cambridge University Press.
[6] Foucault, Michel, 2012, Doğruyu Söylemek, 3. Baskı, çev. Kerem Eksen, Ayrıntı Yayınları.