Antakya Tarihî Dokusunu Kaybediyoruz!

Şubat ayı sonlarından bu yana, kalabalık bir grup gönüllü korumacı, mimar ve plancı ile Antakya'nın devasa sorunlar paketi içinde tarihî kent merkezini koruma kollama işini sürdürmeye çalışıyoruz. Kültür Bakanlığı ve Çevre Şehircilik Bakanlığı ile de diplomatça iletişim kurmaya çalıştık, itişmeden olması gerekenleri benimsetmeye gayret ettik. Ama geldiğimiz noktada, bize "evet" dedikleri hiçbir konuda samimi olmadıkları ve alanı "tertemiz" boşaltarak tarihî kenti yeniden inşa etmeye niyetli oldukları çıktı ortaya. Bu büyük bir suç olmanın ötesinde, dünya mirası olan bir zengin birikime de büyük haksızlık. Nelerin yapılması gerektiğiyle ilgili kısa-uzun derdimizi ifade etmeye çalıştık birçok vesileyle. Ama bugünün en acil derdi, yıkımları daha fazla ilerlemeden durdurmak. Diğer konular, zamana yayılarak kısa-orta-uzun vadelerde programlanabilir. Yapıları kurtaramazsak, zaten geriye uğraşılacak pek de bir şey kalmayacak. Durumun vahametinin anlaşılması için sözü konu ile ilgilenen ve farklı uzmanlıklardan oluşan Antakya Kentsel Sit ekibinin değerlendirmesine bırakıyorum.

 

6 Şubat 2023 Depremi ve Antakya Kentsel Sit Alanı

Antakya kentsel sit alanı, 2.300 yılda, birçok medeniyetin karşılaştığı, buluştuğu, yeşerdiği bir mekândır. Bu mekân, 2.300 yıllık kültürel karşılaşmaları içine alarak, katmanlarından süzerek günümüze ulaştırmıştır. Ta ki 6 Şubat 2023 depremine kadar yaşam, burada 2.300 yıl kesintisiz devam etmiştir.

6 Şubat depremi sonrasında da hayat yeniden burada başlamış, kente dönebilenlerin ilk uğradığı yer olmuştur. Zira kentli için Antakya burasıdır. Nüfusun artışı ve modern hayatın öngördükleri sonucu bu alan dışında büyüse de burası daima Antakya’nın kalbi olmuştur.

Bir kültür mirası ve bir hukuk terimi olarak “kentsel sit” diye tanımlanan alan, Antakya halkı için kentsel kimliğin ve kentsel hafızanın vücut bulduğu ve yaşadığı yerdir. İkametin, sıradan günlük hayatın devam ettiği bu alan kentin ekonomisini de ayakta tutmaktadır. Ticaretin, sosyal ve kültürel hayatın merkezidir.

Antakya, Anadolu’da İslâm fetihleri ile en erken karşılaşmış, Türkiye Cumhuriyeti’ne en son katılmış, tarihinde bir yıla yakın “Hatay Cumhuriyeti” olarak yönetilmiştir. Anadolu’yu doğuya ve güneye bağlayan yolların kavşağındaki konumu, farklı dinlerden ve kökenlerden insanının oluşturduğu ortak kültürü ile kendine özgü, renkli ve özel bir yapıya sahiptir.

Antakya kentsel sit alanı, toprak altında, Helenistik, Roma, Bizans, erken İslâm ve Haçlı döneminin maddi kültür mirasını barındırırken toprak üstünde, Memluk, Osmanlı, Fransız İşgali ve Cumhuriyet döneminin kültür mirasını günümüze taşımış ve yaşatmıştır. Bu dönemlerden günümüze ulaşan yapıların birçoğu özgün işlevleri ile kullanılıyor. Yaklaşık 800 yıllık bir kültür mirası, bu alanda maddi ve manevi unsurları ile yaşamaya devam ediyor. Bütün bu süreçteki siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel değişimler ve gelişmelerin yansımalarını ve etkilerini kentin dokusunda, bileşenlerinde, yapıların mimari biçimlenmeleri, işlev, malzeme, teknik, bezeme ve üslupsal özelliklerinde izlemek mümkündür.

Şüphesiz Antakya’nın maddi kültür mirası, 6 Şubat 2023 depremi ile büyük yara almıştır ve bu onarılması kolay bir yara da değildir. Ne var ki yukarıda kısaca açıklanan hususlar bu mirasın korunmasının gerekliliğini ve önemini ortaya koymaktadır. Üzücü olan ise 6 Şubat depremi sonrasında tahrip olan bu kültür varlıklarının sıradan bir enkaz muamelesi görmesi, moloz olarak tanımlanması ve kepçelerle kaldırılmasıdır. Son günlerde çekilen hava fotoğrafları, sit alanında oluşan büyük boşlukları ortaya koymaktadır. Deprem sonrası, Kültür Bakanlığı’nca oluşturulan kazı başkanlığının yaptığı açıklamalar ve sunumlar, bu mirastan kitabeler, ikonalar, üzerinde bezeme bulunan taş gibi “nitelikli” bulunan malzemelerin özel bir alana taşınıp tasnif edildiği öğrenilmektedir. Oysa 2863 sayılı yasaya göre “kentsel sit”, “mimari, mahalli, tarihsel, estetik ve sanat özelliği bulunan ve bir arada bulunmaları ve bir bütün olarak o yerleşmenin ait oldukları dönemin yaşam biçimini gelecek nesillere aktarmaları sebebiyle teker teker taşıdıkları kıymetten daha fazla kıymeti olan, kültürel ve tabii çevre elemanlarının (yapılar, bahçeler, bitki örtüleri, yerleşim dokuları, duvarlar, sokak ve meydanlar vb.) birlikte bulundukları alanlar” olarak tanımlanmıştır. Kazı Başkanlığı’nın zor şartlarda, fedakârca yaptığı çalışmaları ancak “yangında ilk kurtarılacaklar” olarak değerlendirmek ve takdir etmek mümkündür.

Antakya kentsel sit alanı sokakları, caddeleri, meydanları, mahalleleri, çarşıları, dinî, sivil ve kamu yapıları ile bütün olarak korunmalıdır. 6 Şubat depreminde tahrip olan yapılar, 2863 sayılı yasaya uygun şekilde, depremsellik de gözetilerek restore edilmeli ve yaşatılmalıdır. Ne var ki “enkaz kaldırma”, “kültür molozu kaldırma, ayıklama” gibi terimlerle ifade edilen ve süregelen güncel faaliyetler böyle bir restorasyonu gerçekleştirmeye imkân vermemektedir. Niteliksiz yapılarla yıkıntıları birbirine karışmış malzeme yerinde, çok sayıda arkeolog, sanat tarihçisi, mimarlardan oluşan ekiplerle gerçekten bir kazı hassasiyetinde belgelenmeli ve ayrıştırılmalıdır.

Yerinde korunmaya alınan seçili birkaç yapının restorasyonu, “kentsel sit” kavramı kapsamındaki bütüncül bir koruma ve yeniden ayağa kaldırmadan çok uzaktır. Sit alanı içinde, sadece tescilli kültür varlıklarına odaklanıldığı izlenmektedir. Oysa kentin tarihini, mimari özelliklerini tanımayan, ilgili dönemlerin uzmanı olmayan kişilerce çeşitli dönemlerde yapılan tescillerin gerçekten tescile değer kültür varlıklarının birçoğunu göz ardı ettiği konunun uzmanlarınca kolaylıkla fark edilir. Üstelik bir alanda, tekil olarak özel bir nitelik taşımadığı için tescile layık görülmeyen ancak geleneksel mimarinin özelliklerini taşıyan, onunla uyumlu olan birçok tescilsiz yapı da kentsel sit kavramı kapsamında ve doku bütününde önem taşımaktadır ve korunmalıdır. Tarihsel süreçte, çeşitli etmenlere bağlı olarak kentin geçirdiği evrimler, mimari biçimlenişler ancak böyle okunabilir ve geleceğe taşınabilir.

Antakya kentsel sit alanı, bir ören yerine dönüşmemelidir. Bu alan son yıllarda turizm açısından da büyük bir atılıma sahne olmuştur. Birçok yapı kafe, restoran, özel müze, butik otele dönüşmüştür. Yaklaşık on-on beş yıl önce, ünlü mozaik müzesini gezmek ve diğer ilçelerdeki ören yerlerini ziyaret etmek için birkaç saatini burada geçiren turistler, Antakya sokaklarında gezer, evlerinde konaklar, yer içer, alışveriş yapar olmuşlardır. Turistler için burayı ayrıcalıklı ve özel kılan en önemli özelliklerinden biri ise içinde gezdikleri bu dokunun aynı zamanda güncel olarak kendi halkıyla yaşamakta olan bir yer olmasıdır. Birkaç süslü yapı ve ibadethaneyi görüp geçmek turistler için de asla aynı cazibeyi sağlamayacaktır. Kendi otantik dokusu ve yapısı içinde yaşayan ortamların, kentliyi en az rahatsız eden, dört mevsime yayılan ve en çok para bırakan turistlerin tercihi olduğu bilimsel araştırmalarla ortaya konmuştur. Mütevazı ölçekte, yürünebilir mesafedeki bir alanda, bütün evreleri ve renleriyle yaşayan, aslına uygun fizikî dokusunu ve kültürünü yaşatan bir Antakya’nın bu açıdan avantajları tartışılmazdır.

6 Şubat depreminin getirdiği tahribatın boyutları, zaten kolay olmayan, hassas, incelikli bir iş olan koruma ve restorasyon alanlarında büyük boyutlu bir planlama ve girişim gerektirir. Bunu yapabilecek yeterli uzmanlar, kurum ve kuruluşlar Türkiye’de ve dünyada mevcuttur. Gerekli olan bunları bir araya getirmek, süreci yönetecek bir sistem, bir eylem planını kararlılıkla yapmak ve finansmanı sağlamaktır. Antakya, tarihsel, fiziksel, sosyal ve kültürel özellikleri ile bunu fazlası ile hak etmektedir. Birkaç süslü yapısı, biblo gibi sergilenecek kitabeler, ikonalar, bezemeli taşları ile değil, bütün tarihî dokusu ile geleceğe uzanmayı hak etmektedir. Gerekirse Türkiye’de tecrübeli kazı ekipleri, restoratörler, finansmanın önemli bir bölümü Antakya’ya yığılmalıdır.

Depremin meydana getirdiğinden daha fazlasına neden olan, onun geride bıraktığı izleri dahi silen uygulamalara, enkaz, moloz kaldırmalara acilen son verilmelidir. Antakya kentsel sit alanı, sokakları, caddeleri, meydanları, çarşıları, mahalleleri, dinî, sivil ve kamu yapıları ile özgün yapısına uygun olarak ayağa kaldırılmalı, bunların özgün kullanıcıları, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatı ile yaşatılmalıdır. Bu ülkemiz ve dünya kültür mirası için olduğu kadar Antakya halkı, Antakyalı kimliği ve aidiyeti için bir borçtur.