Yaygın adı Kürt sorunu, gerçekte bir Türk sorunu olan tıkacımız yerinden kıpırdamadıkça, memlekette demokrasiye dair pek bir şey hallolamayacak. Çözüm sürecinde Kürdi kaygıların Türklere geçebilmesi gerek ve bunun için Türkî coğrafyada bir siyasal tercüme desteğine ihtiyaç var; bu kadarında hemen herkes hemfikir. Tercüman kim/ler olur, olmalı sorusu ise, Kürt coğrafyasını bölüyor. Bu tercüman ile Kürt hareketinin ittifakına, basitçe “üçüncü ittifak” diyelim. “AKP merkezli ve CHP merkezli ittifakların dışında kalan” anlamına, nötr bir terim kullanalım.
Türkiye solundan 70’lerde ayrışan ve kapsayıcı manada Kürt Hareketi olarak anılan seküler-Kürdî akım ile Şeyh Sait geleneğinden gelen ve kendi içinde dönüşen, parçalara ayrılan İslâmi-Kürdî akımın, batıdaki doğru tercümanın kim olacağı konusundaki tasavvurları hayli farklı, doğrusu taban tabana zıt.
Yeşil Sol Parti’nin Ankara’da HEDEP’leştiği 15 Ekim 2023 tarihine denk düşen Diyarbakır Aksa Tufanı mitingi esnasında İslâmi-Kürdî kanattan bu soruya iddialı bir yanıt geldi. HÜDA-Par, birinci ittifak içindeki işbirliğini pragmatik manada seçim listesinden yararlanmanın ötesine taşıyarak, AKP’yi bizzat “batıdaki tercüman tercihimiz” olarak lanse etti. İktidar partisine bu rolü tevdi ederken “doğuda alınmış ve oradan ilan edilmiş bir inisiyatif” görüntüsü vermeye özen gösterdi. Bu iddiasını taşıyacak gücü vardır, yoktur, apayrı konu. Ama bu lansman ne anlama gelir, ona bakarak başlayabilir, sonra asıl konuya, diğer kanada dönebiliriz.
HÜDA-Par, adının henüz Hizbullah olduğu 90’lı yıllarda, devlet-İslâm-sentezcisi karakterini kanıtlamıştı. Bu mitingle, öncelikle çok parçalı/çok kavgalı Kürdî siyasal İslâm geleneğinin içinden sıyrılarak, bu kesime liderlik iddiasını ortaya koymuş; Kürt toplumuna Cumhuriyet tarihinde ilk kez kendini iktidar bloku içinde konumlandırma ve sorununu buradan kavramlaştıma imkânı sunmuş; ve İslâmi-Kürdî kesim adına kapsayıcı anlamı ile Kürt Hareketi sıfatına da talip olmuş oldu. Kürtlerin doğal içgüdü ile mağdur ve mağlup konumundansa egemenler arasında yer almayı tercih edeceği hesabına yattı. Kürtlerin iktidarla sinerjisi kartına oynuyor. Doğunun kolektif hafızasında Hamidiye Alayları gibi örnekleri var.
Aksa Tufanı Mitingi iç politikaya dönük idi; Diyarbakır yerel seçim kampanyasına start verildi, Büyükşehir’e talip olundu. Cumhur İttifakı bu seçime, İstanbul gibi, Ankara gibi asılma niyetini belli etti: Buradan çıkartacağı sonuç ile Kürt Hareketi sıfatını üstlenmeye, en azından bundan kendine bir pay koparmaya oynuyor. Bu çıkış ile, Diyarbakır’ın ulusal siyaset içindeki konumu, alıştığımızdan farklı şekilde vurgulanmış oldu. Devlet-İslâm-sentezci Kürdî HÜDA-Par, İslâmi siyaseti Kürt coğrafyasına kurumsal olarak taşımaya, üniter Cumhuriyet sürüm 2’nin çimentoluğuna talip oldu: Birinci ittifakın seçimlerden hemen önce ilk bakışta sıra dışı görünebilecek bir şekilde HÜDA-Par’ı içerecek şekilde genişlemesine MHP’nin kerhen onayı, ancak yenilenmiş bir üniter devlet projesi üzerinden okunabilir.
Kürt Hareketi olarak adlandırdığımız, sayısız parti kurmuş ve an itibarıyla HEDEP’e dönüşmüş olan sol milliyetçi seküler Kürt Hareketi ise 2015 Haziran’ından bugüne içine düştüğü sıkışmışlık durumunu aşacak stratejileri geliştirmekte zorlanıyor. Bu hareket 80/90’larda SODEP/SHP/CHP geleneği içinde örgütlenmeye çalışmış, Türkî coğrafyaya dert anlatacak tercümanı doğrudan parçası olduğu yapının kendisinde aramıştı: Süreç, doku uyuşmazlığı nedeni ile hüsranla sonuçlanmış, kurucu devlet partisi geleneği, Kürt hareketini kusmuş, bağımsız örgütlenmeye mecbur bırakmıştı.
Bağımsız örgütlenmenin bir tür “organik” sonucu, batıda Kürdî hassasiyete tercüman olabilecek tek bir akım kalmıştı: 70’li yıllarda silahlı hareketi de içinden çıkarmış olan Türkiye Solu. Kürt Hareketi’nin bağımsız örgütlenmesi ile birlikte, Türkiye siyasetinin sol kanadındaki hareketler kabaca üç gruba ayrıştı. Bir uç, ana akım ulusalcılığa yanaşarak, Türk Solu’na evrilirken, karşı uçtaki hareketler “bileşenler ve müttefikler” haline geldi; üçüncü grup, arafta asılı kaldı.
Bu durumun devletin pek işine geldiği aşikâr: 12 Eylül ile kolu kanadı kırılmış olan sol hareket, Kürdî duyarlılık teması üzerinden üç parçaya bölünürken toplumla sağlam, etik ve ikna edici bir ilişki kurma yeteneğini yitirdi. Kürt Hareketi tek kulağı biraz ağır işiten bir tercümanla yola koyulmuş oldu. Diğer yakadan bakınca görünen de farklı değil: Sol fikriyat, Kürt toplumunu da -bu toplumun son yıllardaki göz kamaştırıcı dönüşümüne rağmen- bütünü ile kucaklayabilecek kapasitede sayılmaz. Kürdî coğrafyadaki ana akım seçmen, batıdaki tercümanın Türkiye solu olmasına daha çok “kerhen rıza” gösterir gibi; partinin halini ihtiyatla gözlemliyor. Türkiye sol hareketi devlet nezdinde ayıplı olmanın ötesinde, Kürdî ana akım seçmenin ortalama değerleri açısından da hazmı görece zor bir ortak sayılabilir. Bu harekete “batıdaki müttefik ve tercümanımız” olarak rıza gösterilmesi biraz da kolayına görmezden gelinemeyen “dağdaki torunun hatırı”nadır.
Ana akım Kürt seçmen nezdinde batıdaki solun tercümanlık işlevi silahlı hareketin ayağının altından halı çekildiği ölçüde sorgulanır hale geliyor. Bu sorgulamanın doğal sonucu, Kürdî + batıdaki sol ittifakın iki ana bileşeni arasında belirli bir makas oluşuyor. Kürdî merkez seçmen sopa/havuç taktiği ile terbiye edilerek İslâmi hegemonik blok üzerinden temsil edilme fikrine giderek ısındırılıyor. Devlet Kürt merkez seçmene kayyımla ölümü göstermişti, şimdi “adres göstereceğimiz başganlar eliyle sıtmaya razı olasınız” demeye getiriyor. 2024 yerel seçimlerinde Diyarbakır, Batman ve diğerleri çantada keklik olmayabilir.
Seküler Kürt siyaseti ise, son kırk yılda temsiliyet ve hassasiyet tercümesi işini sırası ile önce cumhuriyetçi, sonra sol hareketlere ihale ederek yol aldı. Mevcut eğilim, böyle gider ise, bu cephanenin tükenme riskine işaret ediyor. Bu gidişatla sol milliyetçi seküler Kürt Hareketi’nin, Kürt Hareketi kavramı ile kapsayıcı özdeşlik iddiasında gedik açılabilir.
Bunun ötesinde, gidişatın tüm Türkiye’yi etkileyecek bir sonuca yol açması da muhtemel. Tüm yurttaşları ilgilendirmesi gereken ana sorun da bu: daha derin, tarihsel ve muhtemelen geri dönüşsüz bir kopuş. Ülkenin süresiz şekilde iki ittifaklı (nihai aşamasında: iki partili) bir siyasi rejime sıkışması tehdidi kapıda. ABD benzeri bu siyasi model, gerçekte siyasetsiz toplum anlamına gelir ve Cumhuriyet’in kurucu çekirdeğinin asli hülyası olduğu söylenmelidir. Seçilmemişlerin zihnî ve fiilî konfor alanından kıpırdamaksızın sürekli iktidar düşü diyelim. Önce Atatürk tarafından, sonra İnönü/Bayar arası anlaşma ile ve son kez 12 Eylül yönetimi tarafından denendi, hepsi de tepeden inme girişimlerdi, tutmadı. Bu kez seçmen iradesi ile tabandan kurulması ihtmali gündemde: Seçimleri görünürde hangi ittifak kazanırsa kazansın, gerçekte devletin kazanması garanti olacak, dinamik bir toplumun sürekli dönüşen gerçekliği ve talepleri ile üniter konforun ezberci ataleti arasındaki makas ülkenin tepesinde saatli bomba misali baki kalacaktır; yönetim krizinin kurumsallaşması rejimi de denebilir.
Türk tipi başkanlık rejimi, hâlâ, parlamentoda en az üç ittifaka birden alan açıyor: Cumhuriyetçiler siyasi arenadaki Kürdi arızayı geçmişte “tatava yaptırmayarak” aşmayı denemişti. 2023 seçimleri ile birlikte, yeni anayasayı da fiilen ve sessizce arkalarına alarak süreci yeni bir aşamaya evrilttiler; rejimi iki ittifaklı modele dönüştürme işinin taşeronluğuna soyundular: Altılı masa ve seçim öncesi pompalanan “ilk turda alamazsak ...” paniği ile EÖİ’yi (Emek ve Özgürlük İttifakı) yedeğe alma siyasetleri iki kamplı siyasi rejimin toplumsal rıza temelinde inşasında yeni bir aşamaya geçtiğimize işaret ediyor.
Kılıçdaroğlu’nun oluşturduğu yeni CHP’nin işlevine bu çerçeveden bakmayı deneyebiliriz. Seçimlerde iktidar karşıtı kitlenin “adamdan kurtulma arzusu” üzerinden homojenleştirilmesi motifi ön plana çıktı. Böylesi bir negatif hedefe odaklanma siyaseti, rejimi “onu seçtirmeme” ana fikri üzerinden iki ittifaklı çoğulculuk-karşıtı bir düzene evriltmek ve bu işi toplumsal rıza ile ve geri dönüşsüzce halletmek için elverişli zemin sağladı. Bu noktada Kılıçdaroğlu’nun hakkını vermek lazım: İnönü'den bu yana devlet partisinin işlevini en iyi kavramış genel başkan olduğu söylenebilir. Bu işlev seçim kazanmak ya da yaşam tarzı savunusu değil, rejim mühendisliğidir. Seçim yenilgisi teferruattır, yeni rejim işinin tamamına erdirilmesi, üçüncü ittifağın rıza ile ve kalıcı tasfiyesi aslidir. Yenilgiye rağmen koltuğa yapışma olarak algılanan tavrın özü, rejim işini kemali devletle tamamına erdirme iradesidir. İmamoğlu’nun CHP’nin yeni misyonunun farkında olmadığını gösterecek bir emare yok, ama yöntemleri kuşkusuz farklı olacaktır. Bu ekibin popülistçe bir hırsla bir sonraki seçimi kazanmaya fazlaca odaklanmasının rejim inşası projesinde yol kazalarına yol açması riski Kılıçdaroğlu’nun uykularını kaçırmaktadır, mesele koltuk sevdası değildir. CHP içi iktidar mücadelesi sorusunun yanıtı, şemsiye işini kotarmaya hangi yöntemin ve ekibin daha ehil olduğu sorusu üzerinden verilecektir. İkili rejim bir kez oturduktan sonra ittifaklar mekaniğini iki şemsiye partinin iç düzenlerine tam kilitleyerek kontrol altına alan Amerikan tipi bir modele evrilmesi de olasıdır.
Buradan bakınca çoğulcu rejimin bekası açısından, en azından kalıcı bir üçüncü siyasal blokun gerekliliği görülüyor. Mevcut koşullarda bu blok, Kürt hareketi etrafında şekilleniyor: Üçüncü ittifakın oy erozyonu sadece kendi siyasi taleplerinin sistem dışı kalması sonucunu vermekle kalmaz, bizzat çoğulcu rejimin süresiz şekilde askıya alınması riskini içerir. Kürt hareketinin kendi hedeflerinin ötesinde, çoğulcu rejimin bekasına dair sorumluluğu bu momentte belirginleşiyor. Sorumluluk Kürt seçmene karşı da, kendisine oy vermeyecek batıdaki seçmene karşı da geçerlidir, gereğince taşınması Kürt Hareketi’nin ulusal platformda 2015 öncesi barış süreci kapsamında kazanmış olduğu ve kendisini %13’lere taşıyan meşruiyete yeniden kavuşması için de fırsattır.
Türkiyelileşme hedefi terk edilmediğine göre, üçüncü ittifakın müttefikler politikası her zaman masadadır, koşullara uyarlanmalı, güncellenmelidir. Son seçim gerilemesine yanıt, kendini daha da izole eden bir yanıt olamaz, çıkış yönü ittifak mimarisini gözden geçirme, zenginleştirme, çeşitlendirme olmalıdır. Emek ve Özgürlük İttifakı, son seçimlerde hasar gördü. İttifak kendini yeniden icat etmeli, açılım yapmalı. Doğu ve batı kanatları daha dengeli biçimde oluşmayan bir üçüncü ittifaktan ne müttefiklerine ne memlekete bir hayır gelir.
Yenilenmiş bir üçüncü ittifakın asgari ortak paydası ya da tanımlayıcısı ne olmalı? Seçimler sonrası gelinen noktada iki müttefikin kendi kimliklerine birer ibare ataması ve bunları “X ve Y İttifakı” formatında yan yana iliştirerek yeni seçmenlere ulaşması olası değil. Yenilenmiş bir üçüncü ittifak, kendisini Türkiye Solu ile sınırlamayacak, bu çerçevenin ötesine de taşıyacak esnekliğe sahip olabilir mi? Solun, içinde kendi varlık ve serpilme alanını bulacağı, ama sol dışı siyasetlere de kapısı açık bir ittifak inşa edilebilir mi? Bileşenleri itibarıyla esnek, duruşu itibarıyla ilkeli bir ittifakın ortak paydası hangi temelde tanımlanabilir, yenilenmiş bir ittifak nasıl bir yol haritası ile inşa edilebilir?
Üçüncü ittifakı yeniden tanımlayacak ortak payda hem önümüzdeki yerel seçimlerde iş görmeli hem de Türkiye’yi geleceğe taşıyacak bir vizyona işaret etmeli. Hem batıda hem doğuda işlemeli, ittifakın iki ayağı üzerine dengeli basmasına hizmet etmelidir. Solun Kürt sorununa vicdan ve empati temelindeki yaklaşımı olumlu, ve olmazsa olmaz, ancak “filantropik”, duygusal niteliği ile handikaplı ve yetersizdir: Kürdî duyarlılıklar için, batıdaki hayatlara doğrudan değen, karşılıklı ortak çıkarlar temelinde kader birliğini tanımlayacak “Türkçe bir karşılık” bulunmalıdır. Yenilenmiş üçüncü ittifak, doğu ve batıdaki seçmenin varoluşsal sorunlarını aynı dilden ifade etmelerine alan açmalı, iki seçmen grubunu göz hizasında buluşturmalıdır.
Yeni ittifak kendini Emek ve Özgürlük kavramlaştırması içinde konumlandıramayan, ancak Kürdî duyarlılık ile temas alerjisi olmayan her bir birey, platform ve hareketi kendine çekmek için gerekli adımları atmalıdır. AKP/HÜDA-Par ittifakının ünitarizm-tazeleyici mantığını açığa düşürebilmeli, Kürdî coğrafyada beklenmesi olası devlet destekli siyasal heyelana panzehir olabilmelidir. 2023’te Cumhur ittifakına çaresizlikten oy vermiş seçmenin aklını çelmeyi asgari bir hedef olarak önüne koymalıdır.
Batıda tek adam cenderesine, doğuda ise kayyımlık müessesesine yönelik alerji şeklinde ifadesini bulan siyasi tepki, özünde merkeziyetçi yönetim modelinin açmazlarına ve onun kurumsal krizine yöneliktir. Yenilenmiş bir üçüncü ittifakın ortak paydası Türkiye’nin merkeziyetçi yönetimden kaynaklanan yapısal krizine kalıcı ve kurumsal bir yanıt oluşturma temelinde şekillenebilir: tüm coğrafyalardaki seçmenler için, ülkenin yönetim modeli ile ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda ortaya çıkan özgün sorunlar arasındaki bağı deşifre eden bir ortak payda. Muhalefetin ihtiyacı, adil ve iyi yönetişimi vaat edecek, kendini birisine karşıtlık üzerinden değil, bir yönetim vizyonu temelinde var edecek, kendini önerdiği yönetim modeli ile isimlendirecek, ayağını yere sağlam basan, yenilenmiş bir üçüncü ittifaktır. Bu çerçevede yenilenmiş bir üçüncü ittifak, son seçimler sonrasında dağılmış, ya da kâğıt üstünde hâlâ var görünse de anlamsızlaşarak gevşemiş birinci ve ikinci ittifakların tabanlarından ve hatta kimi bileşenlerinden destek devşirme ve ortaya son seçimlerden daha iyi bir performans çıkarma potansiyeline sahip olacaktır.
Bir ittifak, bileşenlerine kazandırır ise kazanır. Kürt Hareketi için kazancın tanımı Türkiyelileşme açısından, bu projeyi çok boyutlu hale getirmek, hareketi yeni bir aşamaya taşıyarak kendini ülke içinde farklı kesimlere anlatabilme imkânlarını ve meşruiyet tabanını geliştirmek olurdu. Kürt coğrafyasında ise seçmen tabanının özlem ve talepleri ile daha gerçekçi bir bağ kurma imkânına kavuşurdu. Yeni baştan düşünülecek bir ittifaka davet edilmesi olası batı kökenli sol, yeşil, liberal, İslâmi, seküler, Alevi, azınlık hakları temelli, tekil temalı akım ve grupların ilk aşamada daha makul cüsseli yapılar olmaları kaçınılmaz görünüyor. Bunlar açısından kazanç öncelikle birer kuluçka alanına kavuşmak olarak görünecektir. Hoyrat coğrafyamızda bu imkân, kuşkusuz çok değerli. Ancak bu alanda birbirlerine ve Kürt coğrafyasının aktörlerine fiilen değerek yeni bir ortak yaşam vizyonunu hayata geçirme ve sınama ihtimali ise, bir nebze bile gerçekleşse tüm ülkenin çıkarına -altılı masanın yaptığı kâğıt üstünde varsayılan, gerçekte yanına bile uğramadığını seçim sonrası öğrendiğimiz şey.