Son günlerde gündemde olan TİP ile HDP arasındaki liste tartışmasının birkaç boyutu var: TİP, kendi toplumsal meşruiyet zeminini genişletmeye, yanlış anlaşılsın istemem ama, HDP’ye, daha çok da ülkenin batısından yıllarca Demirtaş’ın şahsına emanet edilen oyları kendinde toplamaya çalışıyor. Dahası CHP’nin hemen solunda pozisyon alarak radikal demokrat bir parti ile (ılımlı) sosyalist bir parti arasında salınıyor ve bu alanda biriktiğine inandığı reaksiyoner toplumsallığı kendine kanalize etmek istiyor. “Meşhur” isimler zeminin genişletilme çabasının halkla ilişkiler boyutunu ifade ediyor. TİP, D'Hondt sisteminin seçim bölgeleri ve hatta tek tek seçmenler üzerinde “micromanagement”ı meşru ve dahası zorunlu kılmasını bu yaklaşımının olgusal dayanağı olarak sunuyor. Bu toplumbilimsel yaklaşımın ikinci bir amacı da TİP’i sosyalist solun çatı partisi haline getirmek. Nasıl HDP kendi başına –Türkiye partisi olma çabasına karşın öncelikle– bölgedeki Kürdî parti ve hareketlerin bileşkesini temsil ediyorsa TİP de benzer bir girişimi gençlik, emek ve kadın mücadelesinin aktörleri için temsil etmeye çalışıyor. Özellikle –dar grupçu olsun olmasın– çeşitli düzeylerde kurumsal kimlik kazanmış sosyalist parti ve yapılanmalara verilen milletvekili adaylık kontenjanları bunun gösterenlerinden. TİP bunu ya küçük partileri kendi içinde eritmek ya da durumu olumlu yorumlayacaksak bu partilerin kadrolarını kendi siyasetinde merkezileştirmek ve bu sayede onları dinamik kılmak istiyor.
Bunun karşına HDP’nin mevcut ve yasaklı kadrolarından itirazlar yükseliyor. Bu isimler argümanlarını kimi zaman politik doğrucu kimi zaman sitemkâr, kimi zaman da sert şekillerde dile getirseler de aslında çok yalın bir varsayımı dillendiriyorlar: “Ortak liste kazandırır” diyor HDP çevreleri. Tüm bu süreçte parti tabanlarıysa özellikle sosyal medya üzerinden birbirlerine hiç de hoş olmayan kimi ifadeleri peşi sıra dizmekte beis görmüyor.
Bu yazı çok kısa olacak, o yüzden hemen sadede gelmek isterim: TİP yanlış yapıyor. Ama bunun nedeni sadece “ortak listenin kazandıracak” olması değil; TİP’in olguyu dönüştürmek yerine onu kendi parti çıkarlarının dayanağı kılması, siyasetin alanını daraltanlarla aynı dalga boyunda düşünüyor olması. Doğrusu bu şaşırtıcı. TİP listelerini en az 41 ilde ayırarak aslında HDP’nin (bu seçimlerde Yeşil Sol Parti) Türkiye partisi haline gelme çabasına fiilen ket vuruyor. Yıllardır meşru siyaset zemini daraltılmış toplumsal bir hareketin, demokratik siyasetin meşru ve kurucu unsurlarından biri haline gelme çabasını zora sokuyor. Onu olsa olsa bölge ve kimlik siyasetinin içinde tutmak isteyenlere de istemeden omuz veriyor. Seçim barajının %7’ye düşürülmüş olmasıyla bu harekete verilen toplumsal desteğin şişmiş hacminin daralacağını düşünürken, açığa düşecek unsurların kendisine kanalize olacağı gibi son derece iyimser ve doğrusu tam da bu sebeple son derece riskli bir hırsla hareket ediyor.
Dahası TİP’in matematik hesapları iki bilinmeyenli denklemin sadece bir tarafında odaklanmış durumda. Bu hesap sadece HDP’ye değil, açık bir şekilde kendine ve gariptir devşirdiği artık oylarla CHP’ye de kaybettirebilir. Seçim sisteminde geçen yıl yapılan değişikliğin öncelikle bu artık oylara göz diktiğini ve bu sistemin HDP başta olmak üzere topyekûn muhalefetin aleyhine işlediğini anımsamalıyız. Ne var ki dile getirdiğim üzere vekil hesabı her ne kadar meclis çoğunluğu için son derece önemli olsa da önem vermemiz gereken meselenin bu olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan demokratik toplumsal muhalefeti bir kolunda Kürt, diğer kolunda emek, gençlik ve kadın olarak bölme girişimindeki tuhaflık. Dahası siyaset alanı son derece daraltılmış HDP’yi, itelendiği yerde terk etmekle sonuçlanacak bu girişimin orta vadede Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesine verebileceği zararı da şimdiden kayda geçirmemiz gerekiyor.
Peki, TİP’in kendi parti çıkarlarını gözetmesi, kendi siyaset alanını genişletme çabası meşru değil mi? Kim bunun aksini iddia edebilir? Ama mevcut durumda bu çabanın kendini ifade etme tarzında da bir yanlış var. Oysa parlamentoda TİP’e açılacak alan Yeşil Sol Parti aracılığıyla gayet arttırılabilir. Üstelik Yeşil Sol Parti adı, olduğunu düşünmüyorum ya, sahiden toplumun HDP alerjisi varsa, en azından bir seçim için bu alerjinin baskılanmasını pekâlâ sağlayabilir. Burada şunu söylemeden de geçemeyeceğim: HDP’nin TİP’in kendisine koyduğu %3’lük hedefi baştan kısmen gerçekleşmiş kabul etmesi ve yaklaşık olarak bu oranda vekili onlara ayırması bu olasılıkta olmazsa olmaz. Ama bu tartışma partiler arasında hiç gerçekleşmiyorsa bir garip, gerçekleşip kamuyla paylaşılmıyorsa doğrusu iki parti için de ayıp.
Aktörlere anımsatmamız gereken husus eğer Kürt meselesi diye bir meselemiz olmasaydı oy oranlarına bakmaksızın HDP ve TİP’i iki eşit parti olarak görüp 87 seçim bölgesini mümkün olduğunca partilerin eşit paylaşmalarını dahi talep edebilirdik. Ama işte tam da Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl yollardan Meclis çatısı altında toplumsal mutabakatla çözülebilmesi için de HDP’yi gözetmek ve onun her şeye karşın Türkiye partisi haline gelme çabasına alan açmak durumundayız. Dahası Meclis çoğunluğunun sağlanması ve sorunun çözümü için HDP’ye olduğu kadar CHP’ye, daha doğrusu CHP’nin mevcut vizyonuna da destek vermeliyiz.
Bu da bizi yazının başına getiriyor: HDP’nin meşru ve yasal siyaset zemininin daraltılması ve marjinalize edilerek “kabul edilebilir” siyasetin dışına atılmasına karşı çıkmak ve her türlü baskıya karşı ona destek vermekle birlikte, partinin emaneti aslî kılma sürecinde yine de aksadığını kabul etmemiz gerekiyor. Yıllar içinde HDP’nin çokkültürlü değil, kültürlerarası bir siyasete evrilmesi, kimliklerin çoğulluğunu ve geçirgenliğini daha inandırıcı şekilde tespit etmesi, kadrolarını bu yeni duruma göre iyice uyarlaması gerekirdi. Bölgede, çeperinde ve tüm Türkiye’deki neoliberal dönüşümü okumakta ve ona uyarlanmakta daha atılgan olmalıydı. Eğer tüm bunlar gerçekleşmiş olsaydı bugünkü tartışmada haklı argümanlarını da daha güçlü bir şekilde dile getirebilirdi. Dilerim bu, Türkiye’nin yeni yüzyılında gecikmeden gerçekleşir.