Seçimin şaşırtmadığı kişi kalmadı denilebilir. Türkiye'nin ana akım muhalefeti, geçen yılki hezimetin ardından teselli ikramiyesine kavuşurken; amortiyi de kaçırarak tarihin tozlu sayfalarına karışmak tehlikesi ile yüzleşenler oldu. Bu yazıda seçim sonuçlarının katalizörlerine bakacağız.
Çözünen makro-anlatı
Öncelikle iktisadi vaziyetin asıl etken olduğuna kanaat getirmek hiç de zor değil. Fakat bir sene önce yaşadığımız seçimde görmediğimiz değişim rüzgârı ve dip dalgayı bu denli sert tecrübe etmek, şok ediciydi. Çünkü, iktisadi parametrelerin "tabana yansıyan kısmının" olumsuz yöndeki on aylık serüvenine rağmen 14 Mayıs seçimlerinden önceki iktisadi vaziyet de yeterince yılgınlık yaratacak potansiyeldeydi. Neden bir önceki seçimin sonuçları, bu seçimin sonuçlarıyla mukayese ettiğimizde 2014 seçimlerinin sonuçlarına daha yakındır? Ülkece tecrübe ettiklerimizin damarlarımıza yavaş yavaş zerk ettiğini hissetmemize rağmen bu sonuç neden ani bir freni andırdı? Burada, bam telini bulmaya yarayacak sorular bunlardır diye düşünüyorum.
Göze çarpan ilk şey, seçimler arasında oluşmuş idrak farkıdır. Bugün genel seçimler, seçmene ülkenin makro-kimliğinin teşekkülü hususunda bir soru soruyorken; yerel seçimler seçmeni bu kaygıdan uzaklaştıran, nispeten "ferahyâb" eden seçimlerdir. Sanıyorum ki, Cumhuriyet tarihinde genel seçimlerden bir sene sonra gerçekleşen hiçbir yerel seçim bir sene önceki seçimin katılım oranını da geçememiştir. Çünkü genel seçimler öncesi biriken stres atıldıktan sonra bir sene asla aynı şevkin tazelenmesi için yeterli değildir (aslında, bu da Türkiye tarihinin en muktedir iktidarına 2027 erken seçimleri için bir ışık tutma olabilir).
Böyle olmasının yanında makro-kimliğe dair soru, geçen seçimde devleşerek adeta bir "dönüm noktasına" evrilmişti. Bu soru, iktidar tarafından iktisadi kaygıları örtbas etme mekanizması olarak kullanıldı ve işe de yaradı. Suni bir milli güvenlik problemiyle muktedirler kendilerini korumuş oldular. Bunun böyle olduğunu, 2023 seçimleri öncesinde kamuoyuna yöneltilen iktisadi gidişat anketlerinden de anlayabiliriz. İktidar bloku çoğunluk oyunu almış olmasına rağmen toplumun en az üçte ikisi gelecek aylarda iktisaden olumsuz bir gelecek çiziyordu. Bu, iktisadi parametreleri ikinci planda bırakan milli güvenlik kaygılarını harekete geçiren bir mekanizmanın varlığına delil olarak gösterilebilir. Ancak bu seçimde, yerel seçim idrakine binaen bu mekanizma çalıştırılamazdı ve çalıştırılamadı da. Bu suni istinat duvarı yıkılınca gündelik hayat, sandığa yansıdı ve bizi şaşırtan sonuçlara yol açtı. Yani siyasi bir cam tavan kırılmış olabilir, fakat eğer bu bir genel seçim olsaydı muhtemelen muhalefet açısından bu kadar büyük bir başarıya şahit olmazdık. Ayrıca Kılıçdaroğlu yerine Özel’in gelmesi, hem CHP içerisinde en azından görünürde bir değişim algısı yarattı hem de “la‘hasümüt’” bir CHP lideri, geleneksel seçmenin bazı önyargılarını yıkmasına meşruiyet aracı oldu.
En asıl faktörün makro-anlatının çözünmesi olmasının yanında, on aydır şahadet ettiğimiz geçmişe nazaran çok daha istikrarlı bir şekilde uygulanan parasal sıkılaşma da sandığa tezahür etti diyebiliriz. Çünkü parasal sıkılaşma icabınca toplumun bazı kesimleri, kaynaklardan bir önceki seçim dönemine göre çok daha az pay aldılar. Böylece iktidar blokunun, "siyasi su birikintisi" üzerinden atlayıp kendine çekidüzen verme hesabı da çarşıya uymamış oldu. Yine de uzun süredir tabana yayılmakta olan iktisadi problemlerin yalnızca bir yerel seçim kaybettiriyor olması iktidar açısından çok büyük bir siyasi başarıdır denilebilir.
Siyasi dikotomi ve tecziye
Suni makro-anlatının çözünmesinin bucağına salıncak kurmuş olan iktisadi parametrelerden bahsettik. Bunlara bağlı olarak öfkeli seçmenin bir kısmının sandığa gitmediğini gözlemleyebiliyoruz fakat seçim, "ittifaklar arası geçiş yoktur!" ahkamı kesilecek kadar düz bir seçim değildi. Eğer böyle olsaydı bazı illerde CHP'nin geçen seçimlerdeki oyunun, o zaman ittifak ettiği partilerin oylarıyla birlikte sayıldığında bile bugünkü oy sayısının yarısına erişemediğini görmezdik. Yani önceki seçimlerde Cumhur İttifakı seçmeni olan birçok kişi sırf ceza vermek gayesiyle gidip iktidar bloku adayının karşısındaki en güçlü aday olan CHP adayına oy vermiş diyebiliriz. "Ceza" doğru bir ifade midir? Bana kalırsa öyledir. Bunu, birbirine sosyolojik olarak yakın bölgelerde dünya görüşü ve geldiği siyasi gelenek bakımından bambaşka portreler çizen farklı partilerin kazanmalarından anlayabiliyoruz. Elbette her ilin dinamiği kendi içerisinde özel ve biriciktir, ancak büyük resme baktığımızda kuru gürültünün ve boş hamasetin artık insanların karın gurultusunu bastırmaya yetmediğini görüyoruz. Seçmen, iktidar blokunun adayı karşısında en kuvvetli aday olarak kimi görmüşse onu tercih etmiş gibi duruyor.
Bunun yanında belediyecilikte mega proje devrinin bir süreliğine kapandığını söylemek doğru olabilir. Hem bütçeye dayalı iktisadi yoksunluk hem de tabana yayılmış sefalet, yeni bir "iaşe belediyeciliği" yarattı. Ankara'da Mansur Yavaş'a yönelik eleştirilerin bir kısmı bu yönden yapıldıysa da hiçbir işe yaramamış gözüküyor.
Düşük profilli adaylar
İktidarın seçimlerdeki başarısızlığının sisteme bağlı genel bir çöküş durumu olduğu bariz olsa da özellikle İstanbul ve Ankara'da çıkarılan adayların tüm Türkiye sathında yarattığı mide bulantısı hiç de azımsanacak bir etken değildi. Aday gösterildiği gün kazanabileceği dahi konuşulan ve bazıları tarafından favori gösterilen Murat Kurum, gün geçtikçe hem Ekrem İmamoğlu'nun siyasi karizması hem de kendi lideri Erdoğan'ın şahlığı altında ezilen bir piyon imajı çizdi. Kurum, geçen birçok seçimde Kemal Kılıçdaroğlu'na izafe edilen karikatür tiplemenin bu seçimdeki temsilcisi olurken, Erdoğan da ilk defa partisinde kimsenin sivrilmesine müsaade etmeyen sisteminin kurbanı oldu.
Ankara'da Turgut Altınok'un adaylığı ise sıradan iktidar bloku destekçilerini argümansız bırakan bir gelişmeydi. Böyle bir karakterin varlığı, sokaktaki AKP-MHP seçmenini huzursuz eden, onların hayatını verdiği davanın kaymağını yiyen bir efendiyi görmeye mecbur bırakan bir yozlaşmışlığın işareti gibiydi.
Bu iki başat adayın bu denli rahatsız edici olması, iktidar bloku seçmenine birinci derecede tesir etti. Bugün CHP seçmeni için Ekrem İmamoğlu nasıl 81 ilde parlayan ve oy vermeye teşvik eden bir figür ise bu iki aday da o derecede heves kırıcı figürler olarak düşünülebilir. Tüm bunların akabinde seçimin elden gittiğine kanaat getirip kendisini ve bakanlarını seferber eden Erdoğan, bilhassa İstanbul özelinde büyük bir iticilik yarattı. Bu, heterodoks ve hafif bir mağduriyet olsa da 1'e 17 algısı CHP'ye yaradı diyebiliriz. İstanbul, bunun en şiddetli yaşandığı il ise de birçok ilde bunun görülmesi yine bir tepki yarattı. Tabii bu nafile çabaların eleştirilmesi pek de akılcı değil. Çünkü AKP yönetimi, sonradan birden fazla kişinin beyanına göre bu denli büyük olmasa da bir hezimet bekliyor idi. Bunu, Erdoğan'ın oy kullandığı esnada verdiği beyanattan da hissetmek mümkündü. Sık aralıklarla gerçekleşen seçimlerin ve propaganda sürecinin, halkı ve kendisini yorduğunu itiraf ediyor ve defansif bir tutum sergiliyordu. Bu beyanat, birkaç saat sonraki olumsuz sonuçlara karşı bir ön alma olarak da algılanabilir.
Yeniden Refah faktörü
Erdoğan DEVA, Gelecek ve Saadet'i, seçmeninin tahayyülatında CHP'nin yanına sıkıştırmayı becermiş ve partisinden neredeyse dirhem oy koparmalarına müsaade etmemişti. Fakat Yeniden Refah'ın reformizmle uzaktan yakından alakası olmadığı gibi AKP'den daha sert olması, hormonsuz, organik bir sağ parti olması ve en önemlisi de bu partinin 2023'te Cumhur İttifakı'nda olup yerel seçimler öncesi de birçok defa muhatap alınmış olması, zaten AKP'den sıkılmış seçmen için meşru bir sığınak olduğu hissiyatını verdi. Parti, gelen eli çok iyi oynadı ve seçimler öncesi ittifak için asla karşılanamayacak popülist talepler sunarak oyunu daha da arttırdı. Parti, Şanlıurfa ve Yozgat'ı AKP'nin elinden almasının yanı sıra birçok noktada üçüncü, dördüncü parti vasfıyla kazanmasını da engelledi. Teşkilatlanma hızı, büyüme ivmesi ve potansiyeliyle şu anda Erdoğan'ın dizginlemesi gereken ilk faktörlerden birisidir diyebiliriz.
Bununla birlikte geçen seneki Cumhur İttifakı oyu %49,5 civarında iken, bu seneki Cumhur İttifakı oyu %41'e gerilemiş durumda. Yeniden Refah, yeniden sorulacak bir makro-kimlik sorusunda Erdoğan tarafını seçebilir olsa da bunu birçok şey kopararak yapabilmek kabiliyetine çoktan erişti. Bu tarz mecburiyetler, Erdoğan'ı radikal uçlardan çekerek kopartacak kadar uzak köşelere bağımlı kılabilir. Hoş Erdoğan bunu Sinan Oğan ile HÜDA-PAR arasında bile başarabilmişti. Ancak 2027 sonrası siyasi iklim nasıl olacak bilmek pek zor. Ayrıca 1989 yerel seçimlerindeki hezimetten sonra meclisteki çoğunluğunu kullanarak bir nevi "köşke kaçan" Özal gibi Erdoğan da yeni anayasa için son bir gayret sarf edecek gibi duruyor.
Seçimin birinci sırada kaybedeni olan İYİ Parti, tam anlamıyla bir çözünme sürecine girmiş gözüküyor ancak ben Zafer Partisi'nin çıkardığı sese paralel olmayan oy oranını ilginç buluyorum. Buna rağmen mültecilerin yoğun olduğu ilçelerde %3'leri aşan oy oranı dikkate değer bir reaksiyon parıltısı olarak göze çarpıyor. Ayrıca il genel meclislerinde de azımsanmayacak bir oya sahip oldular. Ümit Özdağ'ın seçimin akabinde yaptığı "çekirdek kitlemiz" açıklaması, özellikle partiye teveccüh gösteren gençlere yenilgi duygusu hissettirmemeye yönelikti.
Seçimden sonra DEM'e karşı Demokles'in kılıcı işlevi görmesi beklenen kayyımlar halen bir seçenek olarak kenarda duruyor. Van'da yaşanan hukuksuzluk şimdilik çözülmüş gözükse de DEM, seçimlerde yeterince gösteremediği kitleselliğini ispata uğraşmalı.
Seçimden önce ve sonra tuhaf bulduğum söylemlerden birisi de muhalefet adına çok başarılı geçmiş bir yerel seçimin erken genel seçim getireceği iddiasıdır. Bunun kesinlikle mantıktan uzak olduğunu söylemek gerekir. Eğer erken bir genel seçim gelecekse bile bununla uzaktan yakından alakası olmayan bir sebepten kaynaklanacağı kesindir diyebiliriz. Yerel seçimlerin erken genel seçime yol açtığı Türkiye'ye 2017'de bir rejim değişikliğiyle veda ettik. Yerel seçimlerde muhalefetin ele geçirdiği mekanizmaların iktidar blokuna yaratacağı sıkıntılar, direkt etki yönünden uzaklaştı da demek mümkündür. Merkezî otoriteyi besleyen mühim muslukların kesilmesi, iktidarın gelecek tahayyülünde, plan ve programında aksamalar meydana getirse de rekabetçi bir otoriter rejimdeki hükumetin, hükumet etme vasıflarına dokunmayacağı açıktır. 2024 Türkiye'sinin televizyonlarında her akşam arz-ı endam eden "feylosofların" hâlâ 90'lar siyasi jargonuyla konuşması fazla komik duruyor.
Velhasıl-ı kelam, Türkiye tarihine geçen ilginç bir seçim yaşadık. İktisadi buhranın sandığa en açık bir şekilde tezahürüne şahit olduk. İnsanlar, belki de bu bir yerel seçim olduğundan ve bu sefer kulaklarının hemen arkasında o kadar da büyük bir manipülasyon vasıtası olmadığından daha normal bir seçim atmosferinde sandığa gittiler. İktidar bloku seçmeni iktisadi buhrana geç de olsa bir reaksiyon göstererek gönlüyle aklı arasına bir mesafe koydu ve bu mesafe 31 Mart akşamı sandığı dile getirdi:
kaddim yây oldu,
bağrım nây oldu
işim vây oldu,
aşkın elinden[1]
[1] Yunus Emre.