Cumhuriyetçi Bir Diriliş mi Yaşıyoruz?

31 Mart 2024 yerel seçim sonuçları zannedersem herkes için büyük bir sürpriz oldu, belki de en çok günün kazananı CHP için. Zaytung şaşkınlığı ironik bir şekilde Türkiye’yi “borderline tipi bir demokrasi” olarak tarifliyor: On ay önce bir şekilde oy vermiş, arada kayda değer nesnel hiçbir değişim olmamasına rağmen şimdi tam tersini seçmiş bir ülke, borderline değil de ne olabilir? Gerçekten, özellikle sosyal medyada mizahla işlenen şaşkınlığa az gülmedik seçim gecesi ve sonrasında. Ancak bu on ay içindeki “dönüşüm”, onun öngörülemez sürpriz olmasını inkâr etmeden rasyonel bir şekilde de açıklanabilir. İlerleyen satırlarda bir açıklama önereceğim.

***

Birinci neden, 2018’den beri mevcudiyetini koruyan AKP’nin parti olarak seçimsel erozyonu. Bu da AKP seçmen tabanının artan memnuniyetsizliğini yansıtmaktadır: Bu memnuniyetsizlik öncelikle ekonomik durumla ilgili olmakla birlikte, artan kutuplaşma, yaygın yolsuzluk, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve dinin siyasallaşması ile de ilgilidir. Ancak Erdoğan partisinin üzerinde heybetle duruyor ve bu nedenle AKP erozyondan henüz etkilenmedi. Memnuniyetsiz seçmenlerin çoğu şu âna kadar iktidar bloğundaki diğer partilere yöneldi. “Negatif kimlikleşme”, yani kendini esas olarak “diğer tarafı” reddederek tanımlama, bir nevi sarsılsa da büyük ölçüde devam etmiştir, özellikle 2023 Mayıs seçimlerinde.

AKP’nin bu erozyonu, 2024 yerel seçimlerinde de devam etmiştir. Gerileyen seçime katılım oranı ve çoğalan geçersiz oy kullanımı ile YRP’nin Yozgat ve Urfa’yı kazanmasına kadar varan yükselişi bunun bir ifadesidir.

Ancak CHP’nin neden bu kadar güçlendiği sadece bunlarla açıklanamaz.

Ankara ve İstanbul’da CHP’nin son beş yıldaki başarılı yerel siyaseti, bu şehirlerde AKP yanlısı ve karşıtı bloklar arasında zaten yumuşamış olan kutuplaşmanın CHP lehine daha da kaymasında kilit unsur olmuştur. Tabii bir de ekonomik koşullar, özellikle kiralar meselesi, İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde çok daha vahimdir. Seçim sonuçlarının ikinci nedeni de budur. Beş yıl büyükşehirleri yöneten AKP olmadığında her şeyin boşa gitmediğini de göstermiştir. Aksine, kamu hizmetleri ve popülist yeniden dağıtım politikaları, AKP’ye bağlı İslâmcı örgütlere ve girişimcilere iltimas geçilmeden daha fazla kaynak sağlandığı için gelişmiştir. Negatif kimlikleşmeyi körükleyen polarizasyonun öznel psikolojisi bir nevi depresyona benzer; durumun çarpıklığını ancak o durumdan çıktıktan sonra anlarsınız. İstanbul ve Ankara’daki Cumhur İttifakı seçmeni böyle bir süreçten geçmiş sanki.

Seçim sonuçlarının üçüncü bir nedeni de 2018’de kurulan Millet İttifakı’nın aşağıdan, yani parti liderlerinden ziyade seçmenler tarafından fiilen devam ettirilmesi ve sol muhalefet bloğundan kısmi destek almasıdır. Kanımca bu gelişme 31 Mart 2024 yerel seçimlerinin en şaşırtıcı ve sevindirici sonucudur çünkü seçmenin, yani muhalif halkın güçlü direncini göstermiştir, ki bu hiç de öngörülebilir bir sonuç değildi. Mayıs 2023’teki seçim yenilgisinden bu yana muhalefetin resmî siyaset alanındaki gelişmeler, muhalefet partilerinin Erdoğan’ın zaferini kabullendikleri ve artık sadece eski müttefikleriyle iktidar mücadelesinde küçük mevziler kazanma peşinde oldukları izlenimini veriyordu. En sonunda muhalefet ittifakları da bunun yüzünden dağıldı gitti zaten. Bunun aslında harekete geçirici olmaktan ziyade moral bozucu bir etkisi oldu.

Tabii burada DEM’i bir nevi ayrı tutmak gerekiyor. Özellikle 14-28 Mayıs süreci ve sonradan ortaya çıkan ZP/Ümit Özdağ ile imzalanan protokol, ama öncesi de beliren CHP’nin sağa oynayarak sağdan oy koparma umudu ile milliyetçi-muhafazakâr eğilimi ve Kürtleri cepte keklik olarak görmesi, doğal olarak büyük tepkilere yol açtı. Bu gerçekliği, DEM’in bu süreci nasıl yönettiğine dair tartışmaları sürdürürken asla unutmamak lazım.

Ancak, muhalif seçmenlerin moral bozukluğuna rağmen, ne bu durum ne de muhalefetteki bölünme seçim sonuçlarına yansıdı. Tam tersi oldu. Eski ana muhalefet ittifakının seçmenleri neredeyse tamamen CHP lehine oy kullandı ve diğer partilerin fırsatçılığını cezalandırdı. Daha küçük muhalefet partileri –ZP, DEVA, GP, SP vs.– kelimenin tam anlamıyla silindiler. Kürtler batıda CHP’yi, doğuda ise kendi partilerini destekledi. Kürdistan’da DEM’in seçime bağımsız girme kararı güçlü sonuçlara yol açtı ve birçok il geri kazanıldı. Taşınan seçmen hilesi olmasaydı veyahut muhalefet bu seçim darbesine karşı ortak bir pratik geliştirseydi, DEM’in Kürdistan galibiyeti daha da büyük olacaktı. Şimdi, siyasallaşmış yargı DEM’in Kürdistan’daki zaferini yine baskıcı yöntemlerle ezmeye çalışıyor. DEM’i ve Kürtleri ezmek dışında bu hamlenin mantığı eski olduğu kadar bariz: CHP’yi DEM konusunda açık tavır sergilemeye zorlamak. DEM’i savunursa PKK’cı olarak yerden yere vurulacak, savunmazsa Kürtler ondan soğuyacak, fiilî muhalif ittifak darbe alacak hesabı. CHP tarafından da pompalanan milliyetçiliğin nasıl da bumerang gibi geri dönüp kendisini vurduğuna dair bir örnek bu.

Burjuva muhalefetine benzer bir durum sol ve sosyalist partiler için de geçerliydi: Küçük iktidar oyunlarına ve oportünizme daldıkları ve kendi seçim başarıları uğruna “büyük resmi” -iktidar bloğunu geriletmek- tamamen göz ardı ettikleri yerlerde cezalandırıldılar. Bu özellikle TİP için geçerli: İşte Hatay/Gökan Zan rezaleti, Defne ve Kadıköy’deki hezimet, ama TKP/Maçoğlu’nun performansı da bir nevi böyle okunabilir. Ancak, solcuların ve sosyalistlerin AKP’ye (ve CHP’ye) gerçekçi bir alternatif oluşturmak için birlikte çalıştıkları yerlerde, bazen kazanabildiler –örneğin Hatay-Samandağ’da–  veya kayda değer başarılar elde ettiler –işte Gebze’de Erkan Baş veyahut TKP etrafında Hatay-Defne’de oluşan ittifak (ki burası da bir nevi TİP ve SOL’un küçük hesapları yüzünden kaybedildi).

***

Özellikle birinci ve ikinci nedenlerin neden AKP liderliğindeki Cumhur İttifakı’na ve Erdoğan’ın Mayıs 2023’te cumhurbaşkanlığı adaylığını kaybetmesine yol açmadığı çok önemli bir soru. Bunun için, dördüncü olarak, birkaç konjonktürel neden görüyorum.

Mayıs 2023’te iktidar bloğunun seçmenleri bir kez daha umutlarını iktidar koalisyonuna bağladı. Yoksa o zaman da halkın ekonomik durumu kötüydü ve anketler de halkın bunu böyle algıladığını ortaya koydu. Ekonomist analizler, genellikle insanların yalnızca doğrudan ekonomik nedenlerle siyasi olarak hareket etmedikleri veya oy vermedikleri, ekonomik koşulların özneleşme ve kimliklikleşme aracılığıyla ve bunların belirlediği beklentiler tarafından filtrelendiği gerçeğini göz ardı etmektedir. Aradan geçen zamanda nüfusun çoğunluğunun ekonomik durumu iyileşmedi. Mayıs 2023 seçimlerinden sonra AKP, klasik neoliberal kemer sıkma ve deflasyon politikalarına tam olarak tutarlı olmayan bir dönüş yaptı. Bu nedenle sık sık “melez” bir ekonomi politikası rejiminden bahsedilmektedir. Bu melezliğin nedeni belli: Sert bir geçiş finansal bir kriz yaratırdı, ayrıca devlet harcamaları ile seçmen en azından 2024’e kadar rejim tarafında tutulması gerekiyordu. Mehmet Şimşek’in “şu yerel seçimler bir geçse” yakınmalarını herkes biliyor. Bu “melezlik”, ekonomik programın hedeflerinin aksine iç talebi çok da artırmamasına ve ihtiyaç kredisi büyümesini kısa bir dönem sonra baskılamasına rağmen, enflasyon oranının yeniden şiddetle yükselmesi gibi çelişkili sonuçlara yol açtı.

Bir yandan nüfusun çoğunluğu için sürdürülemez bir ekonomik durumun devam etmesi, diğer yandan da iktidar bloğunun politikalarının bir iyileşme getireceğine dair umudun kaybolması, AKP’nin hegemonik gücünün daha da azalmasında önemli bir rol oynamıştır. Ki bu seçimlerde seçilecek olan, zaten -Erdoğan ne kadar sahaya inse de- AKP idi. Aynı zamanda CHP’nin İstanbul ve Ankara’daki başarılı performansının meşruiyetinin ülkenin geri kalanına daha güçlü bir şekilde yayılmasını sağladı. Bu nedenle iktidar bloku seçmenlerinin CHP’ye oy vermesi artık 2023 Mayıs’a nazaran daha kolaydı.

Ayrıca yerel seçimler hep, ülkenin merkezî kurumları ve “büyük ideolojik ve kimliksel” meseleler hakkında karar verilmediği için, sapmalara ve “deney/emanet oylara” daha açıktır. Bu nedenle yerel seçimlerde kutuplaşma daha az belirgindir.

Son olarak, CHP içindeki değişimin harekete geçirici bir etkisi olduğu görülmektedir. CHP Özgür Özel altında siyasi inisiyatif kazanamasa, parti içi kavgalar ve muhafazakârlığa yatkınlık devam etse de[1], özellikle Ekrem İmamoğlu’nun güçlü bir lider olarak yükselen rolü önemli olmuş gibi görünüyor. Ülkedeki durumla ilgili artan hayal kırıklığı ve hoşnutsuzluk, parti kimliği veya programatik içerik yerine güçlü liderlerin tehlikeli bir şekilde artan cazibesine yol açmaktadır.[2]

***

Özetle, farklı faktörlerin bir araya gelmesi 31 Mart 2024 seçim sonuçlarına yol açmıştır. AKP'nin ekonomik durum nedeniyle devam eden seçmen erozyonuna ek olarak, CHP son beş yıldaki başarıları sayesinde özellikle İstanbul ve Ankara’da negatif kimlik bariyerlerini eskisine nazaran daha da büyük bir oranda yıkabilmiştir. Moral bozukluğuna rağmen, muhalif seçmenler iktidar bloğunu geriletmek için şaşırtıcı derecede güçlü bir irade gösterdi ve kendi kamplarındaki aşırı tikelci ve fırsatçı güç hesaplarını cezalandırdı. Tüm bunlar, seçmenlerin AKP’ye duyduğu güvenin ekonomik gelişmeler nedeniyle çökmeye devam ettiği, yerel seçimlerin potansiyel “deney” niteliğinin kutuplaşmayı zayıflattığı ve böylece bir değişime olanak sağladığı, İmamoğlu ve yeni CHP liderliğinin ise en azından değişim ve güçlü kişilikler görüntüsünü yayabildiği benzersiz bir konjonktürde gerçekleşti.

Ancak, tüm bu münferit faktörler bir arada ele alındığında, 2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi, genel olarak görece küçük değişimlere de yol açabilirdi. Nispeten büyük değişikliklere yol açmış olmalarının “borderline tipi bir demokrasi” ile pek ilgisi yok; ama ülkedeki toplumsal çelişkileri şiddetlendiren ve öngörülemeyen sıçramalara olanak tanıyan hegemonya kriziyle çok ilgisi var. Güç dengelerinin şiddetli fırtınalar ve dengesizliğin üzerinde kurulduğu bir ortamda, o denge beklenmedik bir şekilde de değişime uğrayabilir. Kimlikler ve öznellikler temelde istikrarsız hale gelmiştir, rejim seçmeni de, muhalif seçmeni de şiddetli pozitif ve şiddetli negatif duygular arasında gitgel içinde ve bu nedenle elverişli bir konjonktürel iklimde değişime açıktır. Öngörülemeyen, ancak gerçekleştikten sonra geçmişe bakıldığında açıklanabilecek sıçramalar olasılığı artıyor. Hakikaten, Gezi de öyle bir olay değil miydi?

Sağcı, aşırı sağcı ve İslâmcı muhalefet partilerinin seçimlerde ortadan kaybolması, onlar olmadan da muhalefetin mümkün olduğunu etkileyici bir şekilde göstermektedir. Ayrıca AKP’yi yenmek için herkesi memnun etmek gerektiği yönündeki liberal tezleri de çürütmektedir. Daha mikro bir örnek olarak, Tanıl Bora’nın vurguladığı gibi, “açık” bir genç mühendis kadın ile Üsküdar’ı kazanmak da bu yönde güçlü bir işarettir. 31 Mart 2024 yerel seçim sonuçları, uygun bir konjonktürel iklimde ikna edici bir alternatifin kazanabileceğini ve eskinin yok olup gidebileceğini gerçekci bir ihtimal olarak ortaya koyuyor. Öte yandan, bugünün CHP’si de 1980’den bu yana hakim olan genel sağa kayışı, şu anda en otoriter ve otokratik biçimine karşı dursa bile, bir nevi destekliyor. Köklü bir alternatif oluşturma fırsatını değerlendirmemesi büyük tehlikeleri de beraberinde getiriyor.

Bu bir yandan, AKP ve MHP’nin yeniden “icraat” yapabilmeleri, yani özellikle geniş halk kitlelerinin ekonomik durumunu iyileştirebilmeleri halinde CHP’nin ve genel olarak muhalefetin seçmen desteğini yeniden kaybedebileceği anlamına geliyor.

Öbür yandan, özellikle Batı’daki Kürt oyları emanet oylar sayılır, Millet İttifakı’nın diğer partilerinden gelen oylar ise Cumhur İttifakı’na muhalefet odaklı stratejik oylardır, Cumhur İttifakı tabanından gelen oylar ise kaygan oylardır. Vurguladığım gibi CHP bu oyları tepki, performans ve konjonktür bileşimi üzerinden üstüne çekmiştir, ama nereye götürdüğü müphemdir. Soldan ve sağdan, Mustafa Kemal ve peygamberden, sosyal demokrasi ve “rasyonel ekonomi politikası”ndan konuşan çok geniş ve eklektik bir ideolojik ve programatik kaygan zeminde konumlanıyor bugünün CHP’si. Dolayısıyla “Cumhuriyetçi diriliş” derken, aslen daha ancak CHP’nin parti olarak kaygan bir zeminde seçimsel olarak yükselişini görüyoruz. Yoksa zamanında Atatürk’ün döneminde otoriter-modernist-devletçi, 70’lerde Ecevit’le solcu, Baykal’la ise seküler sağcı bir biçimde olduğu gibi tutarlı ifadeye bürünmüş bir “Cumhuriyetçi diriliş” yok ortada.

Ancak daha ciddi olanı, CHP’nin ülkedeki sağa kayışa potansiyel olarak katkıda bulunmasıdır. CHP hâlâ Kürtlere ve hepimize demokratikleşme vaadi ile sağcılara ve gelenekçilere milliyetçi-muhafazakâr bir teklif arasında gidip gelebilir. Ancak, özellikle ulusal düzeyde daha fazla zafer kazandıkça veyahut rejim tarafından Van’daki gibi veya savaş politikaları konusunda daha da fazla saf tutmaya zorlandığında, sözlerini eylemlerle desteklemek zorunda kalacaktır. Bu durumda dengeyi sağlamak daha da zorlaşacak, hatta imkânsız hale gelecektir. Sağa kayış CHP’nin de katkısıyla devam ederse, Türkiye’nin demokratikleşme perspektifini bulandıracaktır. Buna ek olarak CHP, kendisinin de çok daha az “melez” bir şekilde program haline getirdiği bir ekonomi politikası, yani neoliberal ortodoksi, şu an AKP tarafından uygulanıyor. AKP’nin seçimlerdeki çöküşünün başlıca nedenlerinden birinin bu olması boşuna değildir: bu politikanın halkın yaşam standardı üzerinde feci etkileri vardır ve bu nedenle sol bir perspektiften reddedilmeye devam edilmelidir.

CHP için olduğu gibi demokratikleşmenin garantörü olan sol için de benzer fırsatlar ortaya çıkmaktadır. Az sayıdaki seçim başarısı, solun da başarılı bir pratik ve strateji ile kendisini topluma demirleyebileceğini gösteriyor. Muhalif seçmenler değişim için güçlü bir irade olduğunu gösterdi; toplumsal mücadeleler hız kesmeden devam ediyor; hatta 8 Mart ve Newroz gibi önemli etkinliklere bu yıl çok daha güçlü bir katılım oldu. Ve işte hepimizin önünde gerçekleşen ve aslında bütün Türkiye için de ortaya koyulan Van Direnişi. Ancak bunu başarmak için solun küçük hesapların dışına çıkması gerekiyor. Büyük resmi ve karşı-hegemonyanın kurulmasını gözden kaçırmadan kendi perspektifleri için mücadele etmelidir.


[1] Örneğin bkz. İmamoğlu tarafından milliyetçiliğe ve dindarlığa “demokratik” bir içerik vermeye çalışılan şu söyleşi: https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/imamoglu-kendi-ozume-turklugume-hayranim-kendi-dilime-cok-tutkuluyum-hal-hatir-soracak-kadar-kurtce-ogrenmeyi-sorumluluk-kabul-ediyorum,43965. Yaratılanı yaradandan dolayı sevmek, insanı Allah’ın kulu olarak görmek, Türk etnik ideolojisinin mitolojilerini yeniden üretmek nasıl demokratik olabilir? Demokrasiye giden bundan daha düzgün bir yol varken neden buradan ilerlemek gerekir?

[2] https://yetkinreport.com/2024/03/16/secmen-siyasetten-bikti-kim-benim-icin-kavga-edecek/; https://t24.com.tr/yazarlar/bekir-agirdir/31-mart-oncesi-son-durum-genel-secimin-tekrari-mi-yoksa-gelecegin-habercisi-mi,44107


Fotoğraf: AP