Fransa’da Aşırı Sağın Patronlarla Uyum Arayışı, İktidara Gelişin Fragmanı mı?

Fransız büyük patronlarla öğle yemekleri, jeopolitik meselelerde giderek artan biçimde Atlantikçi konumlanma, serbest ticaret uygulamalarına karşı muhalefetin büyük ölçüde yumuşaması… Anketlerdeki yüksek oy oranlarıyla dikkatleri çeken Ulusal Birlik (Rassemblement National) sermaye çevreleriyle giderek daha fazla yakınlaşarak ve Florian Philippot döneminden kalan yönelimlerini kesin bir biçimde terk ederek kendini potansiyel iktidarına hazırlıyor. İster iş dünyasından isimlerle yapılan görüşmeler olsun, ister programatik değişiklikler veya diğer aşırı sağ partilerle ittifaklar geliştirme olsun, RN bu tür meselelerde şimdiye kadar daima ihtiyatlı bir tutuma sahipti, nitekim bunların sonucunda ilk kaybedenin kendi alt-orta sınıfa mensup seçmenleri olacağının fakındadır. Peki partinin Avrupa Parlamentosu seçimleri için oluşturduğu listenin başındaki aday Jordan Bardella son zamanlarda nerede? Seçimlerin favori adayı son haftalarda televizyon ekranlarında yayınlanan hiçbir tartışmaya katılmadı ve yerine alt sıralardaki adayları gönderdi. Elbette söz konusu yayınlara katılmayı kabul ettiği takdirde diğer tüm adayların ana hedefi kendisi olacaktı ve dolayısıyla kazancı az ancak maliyeti yüksek bir hamleden kaçınmayı tercih etti.

Tabii bu süre içerisinde çeşitli sosyal medya kanalları aracılığıyla çeşitli toplantı ve videolar yayınladı. Ancak Marine Le Pen’in halefi tüm bu süre içerisinde mesaisini, her şeyden önce, bu zamana kadar RN iktidarına oldukça soğuk bakan bir grubu ikna etmeye çalışmaya harcamış görünüyor, yani patronları.

Patronları Cezbetme Operasyonu

MEDEF'e, PME Konfederasyonuna, Orta Ölçekli İşletmeler Hareketi (METI)’ne, FranceInvest'e veya Croissance Plus'a yönelik yapılan resmi görüşme ve konuşmaların yanı sıra, Le Pen'in partisinin genç ve başarılı lideri, Fransız iş dünyasının birçok önemli figürüyle gizli öğle yemekleri düzenledi. MEDEF'in eski başkanı Pierre Gattaz'dan, EDF ve Veolia’nın eski CEO'su Henri Proglio'ya ve Dassault grubunun üyelerine kadar, iş dünyasından giderek daha fazla şahsiyet, RN’nin iki lideriyle daha fazla iletişim kurmak istiyor. Ethic adlı işveren hareketinin lideri Sophie de Menthon, Jordan Bardella'nın kampanya direktörü Alexandre Loubet ve RN milletvekili Sébastien Chenu, gizli buluşmaları planlamak ve şık restoranlar ayarlamakla görevlendiriliyorlar.

Kuşkusuz, söz konusu işveren çevrelerinin motivasyonları farklılık gösteriyor: Bazıları, son 10 yılda bu sosyal grup lehine uygulama ve düzenlemeleri iki katına çıkarmasına rağmen, Macron karşısında hayal kırıklığına uğramış durumdayken, diğerleri ise esas olarak "her ihtimale karşı" RN ile temaslarını geliştirmeye çalışıyor. Tüm yumurtaları aynı sepete koymamaya alışkın olan büyük iş dünyasının önde gelen liderleri, Macron sosyal demokrat ve merkez sağ seçmenlerin ana gövdelerini kendi politik projesi etrafında bir araya getirmeden önce, hem Sosyalist Parti (PS) hem de sağ (UMP/Les Républicains) ile uzun yıllardır temaslarını sürdürüyorlardı. Ancak mevcut dönem sona eriyor gibi görünüyor: önümüzdeki başkanlık seçimlerinde tekrar aday olma şansından yoksun olan devlet başkanı, potansiyel halefleri arasındaki ego savaşıyla karşı karşıya. Édouard Philippe, Gabriel Attal, Gérald Darmanin, Bruno Le Maire… pek çok aday var ama hiçbiri gerçek manada öne çıkmayı başaramıyor. Varlıklarını büyük ölçüde kamu ihaleleriyle sürdüren Fransız büyük patronlar için, tamamen Macron yanlısı cepheye bel bağlamak bu dönemde riskli görünüyor. Dolayısıyla RN ile ilişkileri geliştirmek çıkarlarının korunmasını sağlamanın gerekli bir yolu olarak değerlendiriliyor.

Aşırı sağ parti onları ayartmak için artık iki kat daha fazla çaba sarf ediyor. Öncelikle parti, her ne kadar Fransızların alım gücünü savunduğunu iddia etse de maaşların artırılmasına net bir biçimde karşı çıkıyor. Benzer şekilde, asgari ücretin artırılmasına veya maaşların enflasyona endekslenmesine sistematik biçimde itiraz ediyor ve sosyal güvenliğin düzgün işlemesini sağlayan sosyal katkı paylarının düşürülmesi yoluyla elde edilen ücretlerde artış vaadinde bulunmayı tercih ediyor, bu konuda Macron cephesine benzer bir biçimde konumlandıklarını söyleyebiliriz. Yine satın alma gücü konusunda, parti France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa) ve müttefiklerinin önerdiği fiyatların dondurulması önerisine de karşı çıkıyor ve 2024 yılının başında harekete geçen çiftçilerin temel talebi olan tarım ürünlerinde asgari fiyat belirlenmesine ilişkin oylamada çekimser kaldı. Ayrıca RN'nin Net Sıfır Emisyon yasasına ve daha genel olarak patronların, yatırımlarını engellediği gerekçesiyle, sürekli şikâyet ettiği çevre düzenlemelerine kesin muhalefetini de hatırlatmak gerekir. Parti aynı zamanda son dönemlerde sağlık, inşaat ve otomotiv gibi sektörlerdeki lobilerin taleplerini de çeşitli vesilelerle aktarmaya özen gösteriyor. Son olarak, her ne kadar 60 yaşında emekliliğe kısmi geri dönüş taraftarı olduğunu beyan etse de RN, Macron'un önderlik ettiği reforma karşı düzenlenen sendikal seferberlikleri hiçbir zaman desteklemedi.

Philippot Döneminin Tasfiyesi

Le Pen cephesi, söz konusu grupların çıkarlarını sürekli olarak savunmanın yanında Fransız patronlara başka önemli olumlu sinyaller de gönderiyor. Marine Le Pen’in Bernard Arnault’un gazetesi Les Echos’da yayınlanan ve kamu borçlarına dair onlarca yıldır duyduğumuz tüm liberal klişeleri tekrarladığı köşe yazısını özellikle hatırlatmak gerekir. Hepsinden önemlisi, parti nihayet etrafını gösterişli CV’lere sahip gölge danışman ordusu ile çevrelemeyi başarmış görünüyor. Üst düzey kamu görevlileri, eski bakanlık danışmanları ve büyük şirketlerin yöneticilerinden oluşan bu “Horatii Çemberi”, parti liderlerine medeniyetler çatışması ile ekonomik liberalizm savunusu arasında salınan raporlar sunuyor. Bu gizli kabinenin liderliğini ise haftalık dergi Marianne’ı devralmaya niyetli olan, Belçika’daki vergi kaçağı aşırı muhafazakâr milyarder Pierre-Edouard Stérin’in yatırım fonu Otium Capital’ın genel müdürü François Durvye yapıyor. Durvye’nin 2022 başkanlık seçimlerinin ikinci tur sürecindeki tartışmalara hazırlanmak için malikanesinde ağırladığı isimler arasında Marine Le Pen’in yanı sıra Jean-Philippe Tanguy gibi bazı kilit danışmanlar da vardı. ESSEC çıkışlı ve Nicolas Dupont-Aignan'ın partisinden gelen Somme bölgesi milletvekili, özellikle ekonomiye ilişkin konularda mecliste ve medyada partinin en aktif isimlerinden biri olarak öne çıkıyor.

Bu büyük servet sahiplerinden ve ekonomik kuralsızlaştırma takıntılılarından oluşan ekiple, Marine Le Pen ve Jordan Bardella, nihayet Florian Philippot döneminden kalan sayfayı kesin bir biçimde çevirmeyi başarmış görünüyor. 2017 yılına kadar Marine Le Pen'in sadık bir yardımcısı olan ENA mezunu siyasetçi, sadece partininin ana akımlaşma sürecine katkıda bulunmakla kalmamıştı; aynı zamanda sağ-sol ayrımını aşma ve 2005 referandumundaki ‘hayır’ kampını birleştirme amacı güden bir iradeyle RN’nin programını egemenlik teması etrafında şekillendirerek ağırlığını koymuştu. Dolayısıyla parti 2017 yılına kadar bir tür Euro’dan çıkış önerisini, Frexit referandumunu ve hatta Nato’nun askeri komutasından ayrılmayı savunan bir pozisyona sahipti. Avrupa ve Atlantik cephesinin tamamen terk edilişi açıkça savunulmasa da Boyun Eğmeyen Fransa’ya benzer biçimde parti parasal, askeri, ekonomik ve siyasi bağımlılık durumlarını kıyasıya eleştiriyordu. Bu miras artık büyük ölçüde tasfiye olmuştur. Philippot ve ekibi partiden ayrılır ayrılmaz Euro’dan çıkış ve Frexit vaatlerinden vazgeçildi. Bunun temel sebebi, söz konusu önerilerin partinin oylarını çekmeye çalıştığı ve istikrar arayışına takıntılı geleneksel sağ seçmeni, özellikle de emeklileri korkutmasıdır.

Patronların ve özellikle de ihracata dayalı üretim yapan grupların geçmişten beri RN’ye ilişkin en büyük çekincelerinden biri olan serbest ticaret anlaşmalarına karşı muhalefet de artık büyük oranda yumuşatılmış durumdadır. Elbette parti, küreselleşmenin kaybedeni olan alt-orta sınıflar için hassas bir mesele olduğundan, bu konuda bir denge kurma arayışı içerisinde olmak zorunda kalıyor. Bu nedenle RN, Avrupa programında kavramın neleri kapsadığını net bir biçimde ortaya koymadan Avrupa pazarında ‘adil rekabeti’ ve AB anlaşmaları tarafından resmi olarak yasaklanmış olan kamu alımlarında ‘ulusal öncelik’ ilkesini savunuyor. Söz konusu vaatlerin, özellikle de ikincisinin, yerine getirilmesi için köklü bir reform yapmaya ihtiyaç duyulacaktır. Elbette, partinin bu zorluğu aşmak için alacağı önlemler de yok değildir; özellikle Fransa anayasasına Avrupa hukuku karşısında tekrardan öncelik verilmesine ilişkin bir referandum düzenlemek veya Avrupa Komisyonu'nun devlet başkanlarının bir araya geldiği bir organ niteliğindeki konsey sekreteryasına dönüştürülmesi fikri gibi. Ancak söz konusu öneriler Avrupa Birliği’nin uluslarüstü bir proto-devlet yerine sahici bir “uluslar Avrupa’sı” olması yönünde oldukça ilginç bir niteliğe sahip olsa da başarılı olabilmesi için diğer devletlerin desteğine ihtiyaç duymaktadır.

Bu açıdan RN kâğıt üstünde kıtadaki diğer aşırı sağcı müttefiklerine güvense de bunların hepsi korumacı politikaları desteklemeyebilir. Avrupa Parlamentosu’nda RN’nin de içerisinde yer aldığı “Kimlik ve Demokrasi” grubu üyelerinin yüzde altmışının AB ile Yeni Zelanda arasındaki son ticaret anlaşmasına kabul oyu vermiş olması bize bunu kanıtlıyor. Benzer bir durum ocak ayının sonunda ve çiftçi eylemlerinin devam ettiği dönemde Şili ve Kenya ile yapılan anlaşmalara ilişkin oylamada da yaşandı; RN çekimser kaldı, diğer ortakları ise her iki metni de büyük ölçüde onayladı. Tüm bu olgular partinin korumacı vaatlerine ciddi şekilde şüpheyle bakmamız için yeterlidir.

Partinin jeopolitik meselelere ilişkin tutumuna dair son dönemdeki belirsizlikler de dikkat çekicidir. Kendisine 2014 yılında toplam 11 milyon Euro değerinde iki kredi veren Rus yönetimine karşı kuşkusuz borçlu olan Marine Le Pen uzun süredir, İtalyan müttefiki Matteo Salvini gibi, Kremlin ile yakınlaşmayı savunan bir çizgidedir. Nitekim söz konusu pozisyon özellikle Kırım’ın ilhakına verilen destek ve 2017 yılının mart ayında, başkanlık seçimlerinden hemen önce, Vladimir Putin ile yapılan bir dizi görüşme ile somutlaşmıştır. Rus diktatöre karşı uzun süredir hayranlık besleyen Marine Le Pen son iki yıldır ise Ukrayna’ya gönülsüz bir bağlılık göstermek zorunda kalmış durumdadır. Moskova'ya yönelik ekonomik yaptırımların etkisizliğini belirtse ve devam eden savaşın siyasi amaçlar doğrultusunda istismar edilmesini eleştirse de konuya ilişkin önerileri muğlak ve çelişkilerle dolu kalıyor. Bu tereddütlü tutumlar şüphesiz partinin lideri Jordan Bardella'nın selefine karşı yürüttüğü nüfuz savaşının da bir yansımasıdır; Marine Le Pen’in bu konudaki daha nüanslı tavrının karşısında kendisini birçok kez açıkça Atlantikçi kampta konumlandırdı ve NATO'nun tüm organlarında kalınmasını yana olduğunu ifade etti.

Avrupa Aşırı Sağının Yeniden Yapılanması

Bu Atlantikçi ve Avrupa yanlısı dönüş, partinin Jean-Marie Le Pen liderliği dönemindeki orijinal çizgisine bir tür dönüş anlamına geliyor. O zamanlar kendisini "Fransız Reagan" olarak adlandıran ve ekonomik açıdan oldukça liberal bir programı üstlenen Marine Le Pen'in babası aynı zamanda, o dönemde Doğu Avrupa'da mevcut olan komünist yönetimlere karşı bir siper olarak gördüğü NATO ve Avrupa inşasının ateşli bir savunucusuydu. Sola yönelik bu açıktan muhalefet, partinin ilk kez milletvekilleri çıkardığı ve beş yerel bölgede destek karşılığında geleneksel sağ tarafından kendilerine bazı başkan yardımcılıkları sunulduğu 1986 ile 1988 yılları arasında siyasi izolasyon durumundan çıkılmasına olanak sağlamıştı. Bu kısa dönem dışında, gelenseksel sağ Sarkozy döneminden beri sürekli olarak zayıflamasına rağmen, tüm sağ partilerin birleşmesini engelleyen "cordon sanitaire" en azından resmi olarak olarak hala devam ediyor.

Bu açıdan 2024 Avrupa seçimleri bir dönüm noktası olabilir. Aşırı sağ gerçekten de kıta genelinde ilerleme kaydediyor ve geleneksel sağ ile aşırı sağ arasındaki anlaşmalara dayanan hükümetlerin sayısı giderek artıyor (İtalya, İsveç, Finlandiya, Hırvatistan vb.). Çeşitli skandallar neticesinde zayıflayan Avrupa Parlamentosu’ndaki sağ grup “Avrupa Halk Partisi” (PPE)’nin üyesi ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von der Leyen, iktidarda kalabilmek için, aşırı sağcı “Avrupalı ​​Muhafazakarlar ve Reformistler” grubuyla (CRE) bir ittifaka girme fikrini dışlamıyor ve bir yılı aşkın süredir, CRE grubunun en büyük parçası olan Fratelli d'Italia (İtalya’nın kardeşleri) partisinin lideri ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni'ye yakınlığını gösterme fırsatını hiç kaçırmıyor.

Polonya Hukuk ve Adalet Partisi (PiS), İsveç Demokratları ve İspanyol Vox partisini de bir araya getiren bu grup, Avrupa Parlamentosu'ndaki “Kimlik ve Demokrasi” (ID) adı verilen diğer aşırı sağ gruptan iki açıdan ayrışıyor: dış politika ve geleneksel sağla ittifak kurma arzusu. CRE grubuna üye partiler Atlantikçi pozisyonlarını ve sağın birliğine açık olduklarını her zaman teyit ederken, ID grubundaki partiler daha Rusya yanlısı ve çeşitli konularda aşırı radikal görülen tutumları nedeniyle izole edilmiş durumdalar. Bu ikinci grupta özellikle Fransız Ulusal Birlik (RN) ve Matteo Salvini’nin liderliğini yaptığı Lega’nın yanı sıra Alman AfD'yi de görüyoruz. Bu sonuncusu ittifak kurma açısından giderek daha az tercih edilir hale geliyor: Almanya'da yaşayan iki milyon yabancı kökenli insanın ‘tersine göçünü’ planlamak için gizli bir toplantı düzenlendiğinin ortaya çıkmasının ardından, AfD son zamanlarda SS’lerin bir kısmını yeniden aklamaya çalışmasıyla dikkatleri üzerine çekti.

Kendi ana akımlaşma stratejisini baltalayan bu müttefikle karşı karşıya kalan RN, tıpkı Lega ve Viktor Orban'ın Fidesz'i gibi 9 Haziran’dan sonra ID grubundan ayrılmaya ve CRE'ye katılmaya karar verdi. Söz konusu yeniden yapılanma 19 Mayıs'ta Madrid'de gerçekleşen büyük bir mitingde sahnelendi, Avrupa aşırı sağının liderleri, aralarında Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei’nin ve Netanyahu hükümetinden bir bakanın da bulunduğu figürlerle bir araya geldi. "Viva 2024" adını taşıyan bu güç gösterisi, ortak bir muhafazakâr duruş merkezli bağları güçlendirmeye yardımcı oldu. Marine Le Pen'in buradaki dikkat çeken varlığı, Fratelli d'Italia veya Vox gibi açıktan Atlantikçi olan partilere yaklaşma isteğini gösteriyor. Bu durum, RN'nin Rusya ile ilişkileri konusunda endişeli olan belirli bir seçmen grubunu rahatlatabilir.

Daha Az Düzen Karşıtı Ama Giderek Genişleyen Bir Seçmen Kitlesi

Söz konusu saygınlık kazanma stratejisi, aynı zamanda, RN’nin Avrupa Parlamentosu seçimleri için hazırladığı listeye AB dış sınır yönetiminden sorumlu kurumu Frontex’in eski müdürü olan, ENA ve ENS mezunu Fabrice Leggeri gibi isimlerin de dahil olmasıyla şekillendi. Medya tarafından geniş çapta gündeme getirilen bu atılım, parti tarafından deneyimli ve dolayısıyla "ciddi" profillere dayanarak yönetme yeteneğinin bir başka kanıtı olarak sunuluyor. Ancak bu "deneyim" tartışmalıdır; Fabrice Leggeri, Frontex'in birçoğu insan kaçakçılığına karışan milislere mensup Libya sahil güvenliği iş birliğine girerek insanlık suçlarına ve işkenceye yardım ve yataklık eylemlerinde bulunduğu yönünde suçlamalarla karşı karşıyadır. Öte yandan, Leggeri’nin Frontex'i yönettiği dönemde RN’nin kurumu "kaçakların yardımcısı" olarak nitelendirerek kaldırılmasını talep ettiğini hatırlatmamız gerekiyor. 

RN'nin, özellikle alt sınıflara mensup Fransızları zenginlere karşı savunmayı iddia eden söylemleri ile programının ve kullandığı oylarının gerçekliği arasındaki muazzam tutarsızlıklarına rağmen, strateji işe yarıyor gibi görünüyor. Aşırı sağ parti, düzen karşıtı seçmenlerden oluşan yoksul tabanını korumanın yanı sıra, giderek daha fazla orta sınıf ve emekli seçmenin ilgisini çekiyor. Bu son seçmen kategorisi genellikle belirleyici oluyor: Gençler ve en yoksulların seçimlere katılımı bir hayli düşükken, yaşlılar büyük oranda oy kullanmayı tercih ediyor. Seçmenlerin yaklaşık %50'sinin çekimser kaldığı Avrupa seçimleri gibi ara dönem seçimlerinde bu durum daha da belirginlik kazanıyor. Emeklilerden oluşan seçmenlerden alınan desteğin artışıyla beraber Bardella, partisinin uzun süredir seçimleri kazanmasına engel olan bu alanı fethetmeyi başarmış olacak. Bir sonraki başkanlık seçiminde RN zaferi henüz kesin değilse de söz konusu olasılık giderek artıyor. Macroncu cepheye duyulan kesin öfke ve hayal kırıklığı ve “RN'yi hiç denemedik” argümanı bu dönüşümde açıkça önemli bir rol oynasa da hem alt-orta sınıf hem de burjuva oylarının Le Pen’in partisi lehine eklemlenmesini basitçe “masayı ters çevirme” arzusu olarak değerlendirmek meseleyi fazla basite indirgemek olur. Güney Fransa'daki bazı RN destekçisi seçmenlerle görüşmeler yapan araştırmacı Félicien Faury'nin gösterdiği gibi, parti, neoliberal reformların acısını, "yardımlarla kayrılan” yabancılardan çıkarmayı amaçlayan ortak bir söylem etrafında farklı toplumsal sınıfları bir araya getirmeyi başarıyor. Örneğin parti daha fazla sosyal konut inşa etmeyi reddediyor ancak daha fazla Fransız'ın bundan yararlanması için göçmenlerin sınır dışı edilmesini talep ediyor. Irkçılık bir yana, bu tür tezlerin artan popülaritesi Fransızların bir konudaki teslimiyetiyle doğrudan ilişkilidir: ne yaparsak yapalım, eninde sonunda liberal reformlar uygulanacaktır.

Fransızları başka bir toplumun mümkün olabileceğine ikna etmek için solun yapacak çok işi var. Bardella ve Le Pen'in savunduğu fikirlerin bu denli popülerleştiği bir durumda partinin olası gizli ajandalarına veya geçmişine yönelik korkulara oynamak artık işe yaramıyor. Aşırı sağın iktidara geldiği takdirde gerçekte hangi çıkarları savunacağını gösterebilmek için RN'nin çelişkilerine ve anti-sosyal gündemine her zamankinden daha fazla dikkat çekilmesi gerekiyor. Ancak bunun için söz konusu “sol”un güvenilirlik bariyerini aşma sorumluluğu hâlâ devam ediyor. Bugün tekrardan Hollande’cılığa dönüş hayali kuran birtakım sosyal demokratların yıllarca “mutlu küreselleşme”, “Avrupa rüyası” kılıfı altında uyguladığı anti-sosyal politikaların ve ihanetlerinin RN'nin ilk yükselişinin başlıca nedenleri olduğunu unutmamak gerekir.


Bu yazı 31 Mayıs 2024 tarihinde Le Vent Se Léve’de yayınlanmıştır.

Çeviren: Hakan Özbilen