Milan Kundera, "L'ignorance" kitabında nostaljinin Yunanca'daki "nostos"(geri dönüş) ve "algos"(acı) kelimelerinden türetildiğini ifade ederek nostalji mefhumunun hissî kökenine işaret eder. Kundera'nın bu etimolojik tenviri, nostalji hissinin çoğu zaman neden can yakıcı olduğunu da gösterir. Zaman ve mekan tarafından zaptedilmiş insan, tüm çırpınışlarına rağmen çoktan geçmiş olana bir türlü erişememekte ve bu durumun bünyesinde meydana getirdiği huzursuzluk ve acıyla baş başa kalmaktadır.
Tabii nostaljinin verdiği ıstıraba dikkatlice bakıldığında; bunun, sahiden geçmişe ulaşamamaktan neşet edip etmediğinden pek emin olunamaz. Muztarip birey, geçmişe özlem duyacak halde teşekkül etmiş karakteriyle bir imkan bulabilse ve hasretini çektiği günlere dönebilse yine de mutlu olamaz. Çünkü özlemin asıl membaı, bireyin geçmişte bıraktığı devasa hissî ekosistem değil o ekosistemde var olmuş ve onu ilk ve biricik olarak deneyimlemiş kendisidir. Velhasıl birey aslında zaman ve mekana sıkışmış "başka bir kendini" özlemektedir. Bu noktada; o özlemin giderilmesi, doyurulması veyahut hazla neticelenmesi imkansızdır. Ancak bu noktada bir anlığına da olsa eski, klasik bakış açısı terk edilip nostaljinin başlı başına özerk bir varlık alanını işgal ettiği düşünülürse belki de doyurulmaya hiç teşne olmaksızın ve tabii olarak mutsuzlukla sonuçlanmaya mecbur olmaksızın varlığını sürdürebilecek bambaşka bir hissî paradigma olduğu görülebilir. İnsan, bir nevi geçmişi idealize ederek "kaybedilmiş cennetleri" yaratmakta ve belki de gelecekte nostaljisi yapılabilecek bir yeni zamanın tuğlalarını döşemektedir.
Bu yaygın insan duygulanımının toplumsallaşmış halini görmek de pek tabii mümkündür. Mesela "Neo-Osmanlıcılığın", bu hissî damardan beslendiği söylenebilir. Bir Neo-Osmanlıcı, 16. yüzyıla falan özlem duyuyor değildir. Zaten çağdaş paradigmalara geri dönülemez şekilde entegre olmuştur. Yalnızca imparatorluğun şahsında kendisinin eski şaşaalı günlerini yad etmekte ve özlemektedir. Bu tür özlemlerin ne derece gerçeklerden ve rasyonel düşünceden beslendiğinden emin olmak zor olsa da en nihayetinde toplumsal nostalji vardır ve bireyin ıztırabının toplumsallaşmasını sağlar. (Toplumsal nostaljinin teşekkülünde historiyografinin önemine değinmek gerekir. Tarihin nasıl yazıldığı gerçeği, doğal olarak nostaljinin şekillenmesinde mühim rol oynayacaktır.)
Son zamanlarda ise Z kuşağı çevrelerde göze çarpan yeni bir nostalji temayülü de 2000'ler nostaljisidir. Birçok kişinin "Daha 2000'li yıllardan bu yana ne geçti ki nostaljisi olsun?" diyesi gelecektir. Lakin çevresel faktörlerin de tesiriyle hızlanan nostalji inşası, yeni de değil epeydir iş başında. Hatta Türkiye'nın sosyal medya geçmişi ayrıntılı olarak tetkik edildiğinde bu nostaljinin, 2017-2018 gibi filizlenmeye başladığı görülecektir.
Tabii evvela 2000'li yıllar nostaljisinin ne olduğunu anlamak gerekiyor. 2000'li yıllar nostaljisi; "tekevvün" penceresinden, Türkiye'nin 2001 sonrası devamlı büyüme yönünde seyreden iktisadi gidişatının yarattığı toplumsal refaha, kalkınmaya ve özgürlük ortamına karşı bugünden bakıldığında hissedilen toplumsal özlem olarak tarif edilebilir. Gerçekten de bugün sokağa çıkılıp her kesimden yirmi yaş üstü insana sorulacak olursa kahir ekseriyet (oybirliği olmamasının sebebi, Atatürk dönemini kasteden asr-ı saadet anlatısı olabilir.) kabaca 2002-2013 arasını Türkiye Cumhuriyeti'nin altın yılları olarak anacaktır.
Belirli bir zaman aralığının nostaljisinin itici gücü, elbet ki o zaman zarfında çocuk olanlardır. İnsanlar geçmişi idealize ederler; ancak çocuklar ideali geçmişe çevirirler. Tazecik bir beynin gölgesinde tecrübe edilenlerin muğlaklığı ve akılda kalanların müphemliği; çocuklara, anları gelecekte bir harikalar diyarına dönüştürmek fırsatını tanır. Haliyle, 2000'li yıllar nostaljisinin motoru, henüz o dönemler çocuk olanlardır. 2000'li yıllar da bugün Z kuşağı olarak adlandırılan kitlenin çocukluğuna denk geliyor. Bu sebeptendir ki, son birkaç senede özellikle genç erişkinler arasında bu yılları takdis eden bir ortak söylem zuhur etmiştir. Peki ne oldu da henüz yirmilerinde olan bu insanlar bu kadar erkenden nostaljinin beyhude akıntısına kapılıverdiler?
Aslına bakılırsa birçok şeyde olduğu gibi bunun da "birazcık" küresel bir akım olduğunu söylemek mümkün. Meme kültürü vasıtasıyla 2018 dolaylarında internet literatürüne girmiş olan "doomer" kavramı; henüz yirmili yaşlarda hayattan ümidini kesmiş, boşluğa düşmüş ve adeta yaşlanmış bir genç tasvir eder. Nostalji hissinin Amerika çıkışlı Batı muadili olarak gördüğüm "Doomerism"de daha çok -tıpkı bizde de olduğu gibi- bir refah dönemi sonrasında iklim krizi, nükleer(savaş) endişesi, doğa kirliliği, iktisadi yetersizlik -toplumsal sınıfların artık kastlara dönüştüğünü ve artık iktisadi-sosyal kaderini yırtıp geçmek fırsatının tükendiğini vurgular- gibi konularda çaresizlik hissi yaygınlık kazanır. Kabaca artık dünyanın elden gittiği ve bundan sonra hiçbir gayretin onun ihyasına fayda etmeyeceği hissi hüküm sürer. Bu noktada Doomerism, Türkiye'de aynı yaş grubunun benimsediği nostalji hareketine kıyasla daha karamsardır. Bunun sebebi, dünya genelinde gençleri tedirgin eden ortak konuların ülkelere göre farklılık gösteren ehemmiyet sıraları olabilir. Türkiye'deki genç, ülkesinin en fazla on sene sürecek rasyonel bir politika ile iflah olacağını ancak kendisinin gençliğini kaybettiğini düşünmekte iken Batı dünyasında bu iaşe fanusunun dışındaki sistemin de kokuşmuş olduğu vurgulanıyordur. Bu farklar haricinde iki tarafta da ortak olarak sık sık eski günler yad edilir, bugünlerin eskisi kadar güzel olmadığının üzerinde durulur. Twenty One Pilots'ın içinde "Good Old Days" sözleri geçen "Stressed Out" şarkısı ile yapılan "editler", Türkiye dahil birçok ülkede popülerdir. Ülkemizdeki editlerde iktisadi gerçeklik fazlaca ön plandadır. Bu videolarda; 2000'li yıllardan dolar kuru ve restoran fiyat bilgileri, market katalogları ve envaiçeşit ürünün ucuzluğuna vurgu yapan ilanlar gösterilir. Dönemin dinamizmi ile yakından alakası bulunan konserlere, festivallere ve şenliklere de yer verilir.
İngilizce "felaket tellalı" manasına gelen "Doomer"a istemsiz olarak Türkiye kültürel alanında bir karşılık da türetilmiştir. O günün siyasi konjonktüründen hareketle nükteli bir şekilde icat edilmiş olan "ÖBTÖ"(Öldük Bittikçi Terör Örgütü), ülkemizde her olayda en kötü ihtimali beklemekte olan siyaseten pesimistleri tanımlar.
Buradan hareketle dünya gençliğinin senkronik bir şekilde tecrübe ettiği psikolojik bir buhranın varlığına kanaat getirmek pek de zor değil. Ancak kavramları tümel ve bütünsel yapılara isnat etmek pek hoş olmadığından küresel tesiri kabul edip Türkiye’ye dönerek bitirelim.
Tabii değinilmesi gereken bir diğer nokta da “Eski Türkiye”den “Yeni Türkiye”ye geçiş sürecinde yaşanılan –ve dünyanın yaşadığına kıyasla çok daha şiddetli olan– tabii kalite düşüşünün, genç zihinlerde geçmişe özlemi tetikleyici bir rol oynadığıdır. Bu rol, siyasetin ve sosyal oyun alanının AKP iktidarı ile eskiye nazaran ciddi şekilde toplumsallaşmasının neticesinde eski, kontrol altındaki tek kanallı dönemde göze çarpmayan Türkiye gerçeklerine ani bir maruz kalmanın yarattığı şok olarak tarif edilebilir. Genç, tek kanallı dönemi veyahut Türkiye’de belirli bir statükonun hüküm sürdüğü –ve doğal olarak siyasi ve toplumsal kaliteyi regüle edebilmek imkanını elinde bulundurduğu– 90’ları yaşamamış olabilir fakat gencin zihnindeki Türkiye ideasını şekillendiren kurulu kültürel iktidarın yavaş da olsa yıkılması 2016’yı bulduğundan hayatında yalnızca tek bir partinin iktidarında yaşamış gençlerin dahi ciddi bir kültürel şok geçirdiği söylenebilir.
Türkiye’nin tecrübe ettiği bu kültürel dönüşümün gençlere ne denli tesir ettiği ve nostalji mefhumunu yine ne denli harladığı, sosyal medyada devamlı olarak paylaşılan eski televizyon programlarından, dizilerden ve röportajlardan alınmış kesitlerden idrak edilebilir. Bu kesitlerin bazıları; günümüzde televizyonda görülürse müstehcen, tuhaf ve ayıp karşılanacak şeyler olarak hissedildiğinden olsa gerek “gün geçtikçe geriye gidiyoruz” idraki, gençler arasında yayılmıştır. Herkesin çok düzgün bir Türkçe konuştuğu eski TRT röportajları ise genel kalite düşüşünün alameti olarak yorumlanmaktadır. Tabii burada, insan kalitesinin aslında hep aynı çizgide seyrettiği ancak mevzubahis röportajlarda “Postmodern Çağ”da sağlanması mümkün olmayan bir kontrolün varlığının bu illüzyona sebep olduğu akla gelmez. Aslında bu illüzyon, özünde İslamiyet olan Doğu toplumlarında da sıkça görülür. 1960’larda; İran’da ve Afganistan’da çekilmiş ve toplumun ortalamasına uzak marjinal bir kesimden olduğu belli olan mini etekli kadın fotoğrafları paylaşılıp “heyhat! nereden nereye” denilir. Halbuki mini etek henüz hiçbir köye girmemiş ve aslında toplumun marjinal kesimi kendine yaşanılabilir, güzel bir fanus yaratmıştır. Bu fanus, demokrasi ve endüstrileşmenin eş zamanlı volesiyle parçalanınca yaşanılacak şey; şokun etkisiyle, “eski normali” özlemektir. Ancak idrak edilemeyen şey, özlemi çekilen şeyin toplumun ortalaması için hiçbir zaman “normal” hale gelmemiş olduğudur.
Türkiye'nin 2000'li yıllarının sahiden de nostaljisi yapılmaya değer bir zaman dilimi olduğuna vurgu yapmama rağmen nostalji mefhumunun tabiatı gereği hiç değinilmeyen karanlık köşelerin varlığına da değinmek gerekir. Mesela failinin başıboş bir serseri değil de devlet içerisinde belirgin şekilde kümelenen bir çete olduğu anlaşılan Hrant Dink suikasti. Belirttiğim üzere nostalji, bir idealizasyon işleminden ibaret olduğundan zihin tarafından yalnızca hatırda kalması istenenler muhafaza edilir. Bilhassa 90’lar nostaljisi, bu riyaya daha sıkı sıkıya sarılmaktadır. Toplumun bir kesimi için “nesîm-i nevbahâr” esmekte iken başka bir kesimi cehennemi yaşamaktadır. 2023 seçimlerinden sonra mağlubiyetin hıncıyla sıkça tesadüf ettiğimiz “benim tuzum kuru!” edebiyatı; aslında bu toplumsal güdünün -yalnızca istediğini görmek güdüsünün- canlı bir dışavurumuydu. Toplumsal empati kabiliyetinin fazla olmaması; ortak hüzün anlarının, sahiden de yalnızca tüm toplumun azap içinde kıvrandığı “terminal dönemlere” denk gelmesine sebep olur.
Türkiye, hiçbir döneminde bize pek de şeker bir gündem sunmadı. Lakin 2000'li yıllar; belki de bu nostaljinin bugün ve gelecekte diğer nostaljilere göre daha şiddetli bir şekilde zuhur etmesini sağlayacak bir şey daha gerçekleştirdi. Türkiye'de farklı dönemlerin siyasi nostaljilerinin beslendiği bir damarın da farklı kesimlerin maddi ve manevi ranttan istifadesi olduğunu görüyoruz. İşte 2000'li yıllar nostaljisinin gelecekte belki bir adım daha ileride olmasına sebebiyet verecek özelliği de önceki yıllarla mukayese edildiğinde farklı kesimlere sunduğu “daha ortak” rahat ve refahtır. Zaten bu iki olayın kesişiminin de bir tesadüf olarak görülmesi doğru olmayacaktır. Zira Türkiye'nin sosyal ve iktisadi felahı için zaruri olan en önemli adımların, toplumsal tansiyonu düşürecek ve ortak bakışı kuvvetlendirecek sosyal reformlar olduğu şüpheye yer bırakmayan bir hakikattir.