- Bu yaz memlekette sökün eden çiftçi tepkileri, -bazısı “isyan” denmeyi hak ediyor-, “mevsim normallerinin” dışında görünüyor, yanılıyor muyum? Türkiye’nin yakın tarihi içinde gerçekten bu tepki dalgasının altı çizilecek bir farkı, bir anlamı var mı?(Bunu sorarken, yakın dönemden öte, Türkiye’nin modern tarihindeki köylü hareketleri içinde de kısaca mukayeseli bir değerlendirme yapmanızı isterdim.)
- Bu yaz gerçekten de mevsim normallerinin çok dışında bir çiftçi isyanıyla karşı karşıyayız. Henüz genelleşmiş bir isyan olmasa bile ülkenin pek çok yerinde çiftçilerin bireysel yahut toplu bir şekilde farklı türde eylemler gerçekleştirdiğini yaşıyoruz, görüyoruz. Daha önceleri daha çok medya ve sosyal medya üzerinden gösterilen, görülen çiftçi tepkileri şu an ülkenin gündemine çok hızlı bir şekilde girip güçlü bir söze dönüşebiliyor. Örneğin tek başına bir çiftçinin bir kooperatif binası bir alım yeri önü, bir kamu kuruluşu önünde ürünlerini döktüğü haberlere yansıdığında, bu daha önceleri münferit gibi görünen eylemler şu an daha geniş o çiftçi isyanı dediğimiz sürecin bir parçası olarak okunuyor. İnsanlar bugün Türkiye'de çiftçilerin bir eylemlilik içerisinde olduğunu farklı biçimlerde hissediyor. Münferit yapılan bir eylem ya da daha doğru ifade edecek olursak gösterilen bir tepki bile bu Çiftçi İsyanının bir parçası olarak zihinlerde anlam kazanıyor. Sokak röportajı kıvamındaki tarlalarda yapılmış röportajlar bile bu isyanın münferit ya da tekli değil kolektif sözcülüğü olarak topluma mesajını iletiyor.
Tabii esas olan çiftçilerin örgütlenerek kolektif bir şekilde ve üretim araçlarından biri olan traktörleriyle sokaklara çıkması, ana yolları işgal etmesi, yol kapatması, jandarma ile, valilikle karşı karşıya gelmesi, tarım bakanı ile görüşmesi ve bunu yalnızca tek bir yerde değil çeşitli yerlerde ve tek bir çatı altında değil daha çok da kendi bağımsız örgütsüz örgütlenmesi ile yapıyor olması. Yani bu eylemlere bakan kişiler doğrudan çiftçileri görüyor. Tarım bakanının söylediği gibi bu eylemler muhalefet partilerinin doğrudan organizasyonu değil. Bunun da doğal bir sonucu olarak bu eylemlere yönelik geniş bir sempatinin olduğu söylenebilir. Hatta bunun bir isyan olmasında bu sempatinin de etken olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye toplumunda kötü bir intibaya sahip olan isyan ifadesi Çiftçi İsyanı olarak son derece meşru, son derece haklı bir eylemlilik olarak algılanıyor ve değerlendiriliyor.
Bu isyanın altı çizilebilecek önemli unsurlarından bazılarını düşünecek olursak birincisi bugün çiftçilerin iflas ile doğrudan yüz yüze gelmiş olmalarıdır. Daha önceki dönemlerde çiftçiler bir üründen zarar etse bile diğerleri ile bu zararı kompanse edebiliyordu. Bugün Türkiye'de neredeyse bütün tarım ürünlerinde çiftçiler büyük zarar ediyor. Ürettikleri ürünleri maliyetini çıkaramıyorlar. Hasat etmek daha zararlı bir şeye dönüşmüş durumda. Büyükler büyük, küçükler küçük kaybediyor. Gerçek bir gıda kriziyle yüz yüzeyiz. Ama iyi de, burada hasat edilemeyen şey gıda ürünü, çöpe dökülüyor, israf ediliyor, tarlada sürülüyor. Bunun pek çok farklı duygulanımı var dolayısıyla. İkincisi bununla bağlantılı olarak marketlerde kentlerdeki gıda fiyatları çok yüksek. Tarla ile market arasındaki fiyat farkı ve ayrıca kentte yaşayan insanların alım gücünün düşmesi, çiftçilerde de bir tepkiye yol açmış durumda. Üçüncüsü bunların hepsi ile ilişkili olarak içinde olduğunuz ekonomik kriz, orta vadeli program, acı reçetenin ilk hedeflerinden birinin çiftçiler olduğunu gösteriyor. Çiftçiler de bunu görüyor, hissediyor. Son olarak evet muhalefet partileri de belirli bölgelerde bu çiftçi tepkisini bir erken seçim meselesine dönüştürme noktasında aktif çalışıyorlar.
Bu ölçekte bir çiftçi eylemliliği daha önce Türkiye'de, en azından son dönemde yaşanmadı. Pek çok zaman örnek verilen 2006'da fındık üreticilerinin Ordu'da yaptıkları eylem, esas olarak bir ürün odağındaydı. O dönem ziraat odalarının daha etkin bir şekilde farklı ürün grupları için eylemlilikler organize etmeleri söz konusu olsa da, bu kapsamda, yüzlerce traktörler yol kesecek radikallikte değildi bu eylemler. Böylesine yaygın, etkin ve radikal bir çiftçi isyanı Türkiye’nin son 25 yıllık tarihinde görülmedi.
Bu isyanın ayırt edici temel özelliği, bölgesel bazlı eylemlilikler olarak yaşanmasına rağmen kendini ulusal ölçekli bir isyan karakterinde göstermesidir. Küresel tarım-gıda rejimi Türkiye'de ulusal çaplı bir kriz içindedir ve bu rejimin bir parçası olan üreten yani çiftçi kesimi bu krize kendi meşrebince cevap vermeye çalışmaktadır.
- Sebeplerini genel olarak akledebiliyoruz: Genel ekonomik kriz, pahalılaşma, tarımsal üretimin daralması, küçük üreticiliğin himaye edilmekten çoktan çıkması… Bunlar bir birikim mi oluşturdu veya daha özel, daha somut etkenlerden mi söz etmek lazım?
Esas olarak genel ekonomik krizin ve orta vadeli Mehmet Şimşek programının bedelinin doğrudan çiftçilere yansıtılmasının bir sonucunu yaşıyoruz. Bu program kendini kamuoyuna enflasyonu düşürme hedefiyle anlatıyor. Bu hedefi gerçekleştirecek yollardan biri gıda enflasyonunu düşürmekse, fiyatları baskılamak için çiftçinin eline geçen parayı kesmek istiyorlar. Marketlere baktığımızda ise bambaşka bir tablo söz konusu. Bilakis fiyatlar arasında uçurum var. Ama çiftçiler iflas ediyor. Bu da ülkenin gelecek üretimini riske atıyor.
Tabii birike birike gelişen bir süreç olduğunu söylemek mümkün. Tarımın krizi yeni değil, tarımda yaşanan sorunlar yeni değil ; çiftçiler ve özellikle küçük çiftçiler 25 yıllık süre zarfında adım adım iflasa ve tasfiyeye sürüklendiler. Sözleşmeli çiftçilik de yıllar içinde gelişerek çiftçileri bu endüstriyel tarım düzenine bağımlı hale getirdi. Bugün yaşadığımız endüstriyel tarım sisteminin daha çok yerleşik olduğu bir dönemin doğrudan sonuçları. Küresel piyasa ile eklemlenmiş, öncelikleri ve ihtiyaçları küresel sermayenin, holdinglerin çıkarlarıyla tariflenmiş bir tarım politikası mevcut sürecin asli yaratıcısı olarak görülmeli. Bu tarım politikasının özünde, fiyatların küresel piyasa üzerinden baskılanması var. Bu fiyatlar üretim maliyetlerinin çok altında, çiftçilerin borçlanma ve mülksüzleşme olgusunu derinleştiriyor. Anadolu coğrafyasının küresel fabrikanın bir parçası haline gelmesi ile birlikte tarım sektörü de buna bağlı olarak yaşadığı dönüşümle bugünkü mevcut üretim rejimini yarattı. Çok fazla örnek verilebilir ama buğdayı ithal eden bir ülke konumuna gelmek sanırım Anadolu coğrafyasının kadim ürünlerinden biri olan buğday üzerinden bugünkü gerçekliği anlamamız için son derece sembolik bir örnek olarak düşünülebilir. Hakeza, piyasada buğday fiyatı devletin açıkladığı taban fiyatının da altına düştü. Taban fiyatın fiili bir gerçekliği yok ve bu durum çiftçinin üretim yapma koşullarını ortadan kaldırıyor.
- Memleket sathında diyoruz ama... Kaba bir haritayı, nasıl çizeriz? Hangi bölgelerde yoğunlaşıyor, nereler daha sessiz? Bununla beraber, ürünlere göre bir tasnif yapabilir miyiz – özellikle “ajitasyonu” yüksek ürünler?
- Burada ikiye ayırmak isterim. Birincisi, buğday üreticilerinin Bilecik’te başladığı, o zaman çok görülmemiş olan, sonrasında Temmuz sonu itibariyle İzmir Kınık’ta başlayan traktörlü, konvoylu eylemler. Bu eylemler daha çok işlemelik üretim yapan, örneğin İzmir Kınık, Bursa Karacabey, Mustafakemalpaşa’da domates üreticilerinin yaptığı eylemlerdi. Karacabey ve Mustafakemalpaşa sözleşmeli domates üretiminin yoğun yapıldığı bölgeler. Kınık’ın yeraldığı Bakırçay ovası da aynı şekilde, sözleşmeli domates, biber ve yanında karpuz, kavun, pamuk gibi “ova” ürünlerinin yoğun üretildiği bölgeler. Kınık’ta başlayan süreç medyada “domates isyanı” olarak da yer buldu. Daha sonra Burdur, Aksaray, Maraş illerinde benzer eylemler görüldü. Bu eylemlerde de çiftçiler traktörleriyle konvoylar yaptı, yolları kapadı, bölgedeki firmalarla, kaymakamla, valiyle, bakanla doğrudan pazarlığa girdi, taleplerini doğrudan ifade edip çözüm yollarını zorladılar. Karacabey’de gerçekleşen, yaklaşık 1600 traktörün katıldığı, tüm yolların kesildiği eylem sanırım son dönemin en güçlü, en ciddi, en doğrudan taleplere odaklanan eylemidir.
İkinci tür eylemlerde ise bir tür basın açıklaması veya miting formatı, çağrıcısının muhalefet partilerinin doğrudan yahut dolaylı olarak yaptığı eylemler olarak görülebilir. CHP’nin Rize’de çay, Giresun’da fındık, Antep’te fıstık mitingleri buna örnek. Bunların devamı gelecek gibi görünüyor. Tüm-Köy-Sen Malatya’da kayısı için benzer bir çağrı yaptı, bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Bu tip eylemin daha ilginç bir türü Bandırma Aksakal’da yapıldı. Muhalefet vekilleri ve ilçe teşkilatlarının çağrısı ile geniş bir kitle toplandı, jandarmanın yoğun baskısı altında traktörleriyle geldi çiftçiler. Vekiller öne geçerek sembolik Ankara yürüyüşü başlattı. Daha sonra da eylemi kendi inisiyatifleriyle bitirerek çiftçileri geri gönderdiler. Bir nevi eylemi sönümlendirdiler. Siyasetin çiftçilerin doğrudan eylemi karşısındaki konumuna buradan da bakabiliriz.
Özetle, Ege’de domatesle başlayan traktör kervanı, güney Marmara’da da domatesin yanına kavun-karpuzu katarak İç Anadolu’ya uç verdi, ilham oldu. Devamının geleceğini düşünüyorum.
- Bu protestolar kendiliğinden tepkiler gibi görünüyor; öyle mi, ne kadar öyle? Hangi toplumsal aktörler müdahale edebiliyor? Veya hangi aktörlerin yapıp ettikleri, dolaylı olarak da olsa, bu hareketleri nasıl etkiliyor, biçimlendiriyor? Bunu sorarken, ayrı ayrı, moda tabirle hem “kurumsal muhalefet”i, hem radikal toplumsal muhalefeti kastediyorum
- Kendiliğinden bir süreç olduğunu söylemek istemem, ancak bütünlüklü bir aktörün bu süreci örgütlediğini söylemek zor. Bazı yerlerde CHP ve İyi Parti olmak üzere çeşitli muhalefet partilerinin il ve iç örgütlerinin milletvekillerinin doğrudan bu süreçlerde çiftçinin sözünü ifade etme veya eylemleri organize etmede destek olduğunu görüyoruz. Çok kısıtlı yerde olsa da Ziraat odalarının kısmi ve daha çok yatıştırmaya yönelik bir çabası olduğunu ancak bazı bölgelerde bu çabanın dışına çıkmak zorunda kaldıklarını, çiftçilerin basınç yaptığını biliyoruz. Pek çok yerde çiftçilerin doğrudan kendi ilişki ağlarında, işte sosyal medyada örgütlendikleri gruplarda, üretici gruplarında, WhatsApp gruplarında bu konuları uzun zamandır konuştuğunu tartıştığını buralarda bu tarz eylemliliklerin örgütlenmesine yönelik çaba gösterdiklerini söyleyebiliriz. Bu süreçler içerisinde sizin kurumsal muhalefet olarak adlandırdığınız muhalefet partileri dışında sosyalistlerin devrimcilerin aktif bir rol oynadığını söylemek mümkün değil. Köylüler ve çiftçiler arasındaki örgütlenme düzeyimiz son derece düşük olduğundan, birkaç lokal çabada kısmi etkilerimiz olmakla birlikte genel düzeyde bu eylemlilik sürecinin örgütlenmesinin dışında olduğumuzu söylemek mümkün. Çiftçiler kendi örgütlenmeleri yoluyla yüzlerce traktörü hareket ettirebilecek düzeydeler, bizimse bir kaç yerde basın açıklaması yapmak dışında bir gerçekliğimiz henüz yok.
- Geçtiğimiz yıllarda da dikkat çekici parlamalar olmuştu, fakat bunlar siyasal bir sonuç doğurmamıştı; kalıcı bir toplumsal örgütlenmeye de varmamıştı. Bu defa farklı bir şeyler olabileceğine dair işaretler görebiliyor musunuz?
- Muhalefet partilerinin erken seçim dediği bir dönemde siyasal ekonomik toplumsal krizin de giderek derinleştiği bir konjonktürde çiftçilerin bazı eylemlerde hükümet istifa dediklerini görüyoruz. Çiftçiler AK Parti'nin toplumsal ve siyasal meşruiyetini sağladığı önemli bir kesim. Bu açıdan çiftçilerin AK parti hükümetine karşı farklı bir siyasal arayışa girmeleri bir siyasal sonuç üretebilir. Hakeza son dönem CHP mitinglerinin doğrudan üretici grupları üzerinden tasarlanmış olması da bunu gösteriyor. Çayda, fındıkta, fıstıkta, patateste yapılan ve daha yapılacağını da öngördüğümüz bu mitinglerin bir yandan üreticilerinin yaşadığı sorunları ifade etme bir yandan da hükümeti erken seçime zorlama gayreti olduğunu düşünüyorum. Bu siyasal sonucun çiftçilerin kalıcı örgütlenmesine yönelik içinde olduğumuz çabaları engelleme riski de var. Zira tarihsel olarak çiftçiler arasında kalıcılığı olan özörgütlenmeyi inşa etmeyi hedeflemiş ancak bunu başarılı bir şekilde hayata geçirmiş bir toplumsal örgütlenme yok. Böylesi krizli konjonktürlerde çiftçilerle mevcut siyasal muhalefete yedeklenme çabası dışında daha uzun erimli, sınıfsal bir örgütlenme perspektifinin inşa edilmesi gerekir. Kalıcı bir toplumsal örgütlenme yaratabilmek için buna yönelik bir çaba, bir emek, bir bedel gerekiyor. Kırsal sınıflarla ilişkimizi derinleştirmek bu yönde gerçek, samimi, sahici ilişkiler kurmak, seçimci olmayan bir siyasetin, bir örgütlenmenin inşa edilebileceğine yönelik inançla ve bu doğrultuda sürekli bir ilişkilenme faaliyeti geliştirmek gerekiyor. Bizim Tarım-Sen olarak yapmaya çalıştığımız şey de tam olarak budur. Hangi partiye oy verdiği ile asla ilgilenmeden, haksızlık yaşamış, emeği gasp edilen çiftçinin sözünü herhangi bir muhalefet partisinin siyasasına eklemlenmeden, kendi özgücüyle ve öz örgütlenmesi ile kendi bağımsız siyasasını oluşturmaya katkı sunmak. Çiftçilerin örgütlenmesi, güçlenmesi, hakkını alması bu ülkenin işçi sınıfı ve izleyenleri için büyük bir kazanım olacaktır. Bizim açımızdan esas siyasal sonuç da burada. Bugün küresel tarım gıda rejimine karşı kazanım elde etmek, Türkiye işçi sınıfının holdinglere karşı kazanım elde etmesinin bir parçasıdır.