Jahrein Vak’ası

Geniş bir gençlik kitlesi için son bir ayın en can alıcı meselelerinden birisi; "Jahrein" mahlasıyla maruf sosyal medya fenomeni, yayıncı Ahmet Sonuç'un tutuklanması oldu denilebilir. Tanımayanlar için Sonuç, on yılı geçkin bir süredir internette açtığı oyun yayınlarıyla meşhur olmuş bir internet fenomeni. Asıl etkin olduğu diğer platformların yanında pek de aktif olarak kullanmadığı YouTube kanalının ulaştığı toplam görüntülenme sayısı neredeyse 200 milyon. Tabii asıl ününü, yaptığı yayınlardan alınan kesitlerin başkaları tarafından paylaşılmasına borçlu olduğuna bakılırsa ulaştığı gerçek görüntülenme sayısının bu sayıdan katlarca fazla olması gerekir. Bu sayı, ürettiği içerik ile birlikte incelendiğinde tahminim Sonuç'un 12-35 yaş aralığındaki erkeklerin azımsanmayacak bir kısmı tarafından en az bir kere izlenmiş olduğudur. Sonuç, 2020-2021 itibariyle yaptığı oyun yayınlarının yanı sıra siyasi içerikli yayınlar da yapmaya başladı. 14 Mayıs seçimlerine giden süreçte Kemal Kılıçdaroğlu'nu ve Ali Babacan'ı da kanalında konuk ettikten sonra 2023 seçimleri öncesinde birden fazla siyasi tavır sergilemesiyle dikkat çekti. "Müstehcenlik" suçundan tutuklanan Sonuç, zaten gündem üzerine yaptığı sivri yorumlarla uzun süredir belirli aralıklarla gündeme geliyordu.

Öncelikle belirtilmesi gereken şey, bu tutuklamanın akıl ve mantık ile izah edilebilecek hiçbir tarafının olmadığıdır. 2021 senesinde yaptığı bir yayından alınan kesitin sosyal medyada dolaşıma sokularak tutuklamanın maddi delili olarak gösterilmesi, tartışmanın çıkış noktası olan müstehcenlik hususunda kendisinden bambaşka bir konumda olan ve -taze yaşanmış bir olayın aktörü olarak- çok daha fazla tepki çeken bir kişiyle birlikte gözaltına alınması; birçok makul insanda Sonuç'un sanki tertiplenmiş bir hukuki şovun mağduru olduğu intibaını bırakıyor. Ayrıca mevzubahis tutuklamanın hem iktidara yakın medyada hem de muhalif medyada haklı bir eylemmiş gibi servis edilmesi, tutuklama aleyhinde elle tutulur bir kamuoyunun oluşmasını engellemiş gibi gözüküyor. Alışageldiğimiz bu tarz sosyal-hukuk muharebelerinde, tutuklanan kişinin suçluluğu üzerinde her iki siyasi kampın da aynı şeyi savunarak mutabakata varmasına pek de aşina değiliz. Bu bakımdan tecrübe edilen şey, istisnai bir hadiseydi. Fakat tüm bunlar incelenirken göze ciddi bir anti-demokratik tavır da çarpıyor. Özellikle de muhalif gençlere bakıldığında. Bunu, olay özelinde tetkik etmek için "Jahrein" karakterini ve sosyal mevzularda yarattığı tesir fanusunu incelemek gerekir.

"Eskişehir'de Bir Nazi: Nefret İklimi ve Körükleyicileri" isimli yazımda, yeni dönemde sosyal medyada toplumsal nefret iklimini körükleyen "neo-şeyhler" olduğundan bahsetmiştim.

"Bu gözleme cuk oturan bir şekilde dünya genelinde -özellikle ABD'de- olduğu gibi Türkiye'nin de sosyal medya gökkubbesinde gençlere tavsiyelerde bulunan, nasihatler veren ve toplumun hep birlikte izlediği can alıcı mevzularda köşeli hüküm veren fetva makamları bir hayli fazladır. Sosyal medyada yüz binlerce takipçisi olan bu “neo-şeyhler”; genellikle güncel siyaset ve her koldan ona bağlanan birçok konu üzerine radikal, müfritane “Yeni-Sağ” tandanslı yorumlar yapmaktalar."

Bana kalırsa "Jahrein" figürü de bunların en göze çarpanı ve hatta yaptığı iş gereği -ürettiği video ve yayın kayıtlarının internette kalması sayesinde- sıradan bir oyun yayıncısından sıkı bir fetva makamına dönüşüm süreci açıkça izlenebildiğinden, iktidarların "kırmızı çizgileri" toplumun damarlarına nasıl yavaş yavaş zerkettiğinin ibretlik bir misaliydi. Burada anahtar sözcük "kırmızı çizgiler”dir. Gençlerin radikalleşmesinde en önemli husus budur. Çünkü “kabul edilemezler” arttıkça diyalog zemini ortadan kalkar ve düşmanlık başlar. Sonuç da 2015 senesinde takipçileri için sempatik bir oyun yayıncısı iken şimdilerde uzlaşmaz tavırlarıyla gençler arasında kutuplaşmanın baş aktörlerinden birisi. Bu tarz figürlerin dönüştüğünü gösteren sivri çıkışların altında; maddi-manevi menfaat veyahut samimi öfke yatabilir. Kaldı ki ben, sorumluluktan uzak ve toplumu kutuplaştırıcı bulduğum söylemlerin çoğunun samimi bir "vatanseverlik" ile söylendiğine kaniyim. Fakat bu “samimiyet”, başlıbaşına bir haklılaştırma gerekçesi olamayacağı gibi kitleselleşmiş figürlerin iyi niyet taşlarını toplumun geri kalanına göre daha dikkatli döşemeleri gerekir.

Sonuç, son bir senede özellikle Twitter'da pek aktifti. Bu, en doğal haliyle bir şahıs olarak kitleselleşmenin sonucudur denilebilir. Çoğu insan, artık eskisi gibi dar bir çevreyle muhatap olmadığında hakkında ne yazılmış ne çizilmiş merak eder. O sebeptendir ki toplumda saygınlığı kabul edilmiş çokça kişi, nam saldıkları asıl işlerinin yanında sabah akşam Twitter'da millete laf yetiştirmek gibi bir ek mesai de edinmiş durumdadır. Sonuç da sivri söylemlerinin bir kısmını insanlara yanıt olarak Twitter'da sarfetti. Ayrıca bunu yaparken gençlerin hatırı sayılır bir kısmına tesir eden bir figürün sorumluluğundan uzak bir şekilde karşısındakilerin kişilik haklarına saldırdı, hakaret etti ve ayrıca bir kısım insanı hedef de gösterdi. Bir konuda tartıştığı kişinin anne-babasının sosyal medya hesaplarını tarayıp toplumun ekseriyetinin hoş karşılamayacağı paylaşımlar bularak bu paylaşımları o kişiye karşı kullandı. Selahattin Demirtaş'ın annesinin sağlık durumunun kötüye gittiği haberine galiz bir küfür imasıyla tepki gösterdi, tartıştığı kişilere karşı kitlesini kullanarak küçük çaplı sosyal linç eylemleri gerçekleştirdi. Bugün tıpkı kendisinin cebelleştiği gibi bir hukuksuzlukla sınanmış Merdan Yanardağ hakkında tutukluluğunun devamını destekleyen paylaşımlar yaptı. CHP'nin bu hukuksuzluğa tepki olarak Silivri'ye gönderdiği heyete hakaret etti.

Ancak Sonuç'un en göze çarpan eylemi; kendisine hakaret eden herkese dava açması ve bunu adeta bir gelir kapısına dönüştürmesiydi. Burada pek ilginç bir şey yok gibi gözükebilir ancak kendisi de Twitter'da birçok kişiye hakaret ediyordu. Fakat hakaret ettiği hesaplar, siteye gerçek ismiyle kaydolmamış kişilerin hesaplarıydı. Böylece karşılıklı bir küfürleşmede bir tarafın kişilik haklarına yapılan saldırı hukuken suç teşkil ediyorken diğeri etmiyordu. Hatta kendi beyanına göre açtığı bir hakaret davasından dolayı hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı olan bir şahsın uzlaşma talebini yeteri kadar para veremediği gerekçesiyle reddederek hapse girmesini dahi sağlamıştı. Takipçilerine bu acımasız eylemini bir zafer kazanmışçasına zevkle anlatıyor ve gelecekte kendisiyle muhatap olacak herkese gözdağı veriyordu.

Bunların yanında geçtiğimiz 1 Mayıs'ta Taksim'e yürümek için polisle karşı karşıya gelen ve “2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu'na muhalefet”, “terör örgütü propagandası yapmak” ve “kamu görevlisine direnme” suçları sebep gösterilerek tutuklanan bir sosyal medya fenomeni hakkında takipçisinin sorduğu "Nefret ediyorum ama bu adamın tutuklanmasını doğru mu yapar?" sorusuna "Yok yapmaz. Ama eğlenmeyeceğimiz anlamına gelmez. Keyiflendik." yorumunu yapmıştı.

Belki de yalnızca küçük bir kısmını saydığım ve onu kendi yankı odasında güçlü ve rahat kılarken toplumun büyük bölümünün gözünde sevimsizleştiren bu davranışları neticesinde Sonuç'u uğradığı hukuksuzluk karşısında hiçbir kesim sahiplenmedi ve neredeyse kimse savunmadı. Çıkan sesler de pek cılız kaldı. Bunun bir sebebi de uzun zamandır hukukun/hukuksuzluğun işine gelen kısımlarına sarılarak kitlesine aşıladığı konformist biat kültürüydü. Öyle ki tutuklanmasının akabinde kitlesinden bir kısım insan dahi "polisimize karşı gelmek olmaz" tavrını benimsedi. Aslında bu tavır, iktidarın 2016 sonrası güttüğü kırmızı çizgileri bol, güçler birliğine inanan bir milli güvenlik devleti yaratmak politikasının en tabii neticesiydi. Haliyle sert doktrinlerle bezenmiş bu yeni idrak, hakim söylemlere sarıldığından mevcut nizamı kendi yanında sandı; çıkarı doğrultusunda babasını dahi tanımayacak en büyük zorbaya karşı toplumsal dayanışmanın önemini kavrayamadı.

Tabii söylenmesi gereken son şey, Sonuç'un tutuklanmasının ardından muhalif gençlerin sosyal medyada yansıttıkları sevincin de büyük bir yanlış olduğudur. Kötülüklerin ve çirkinliklerin müsebbibinin aynı kötülük ve çirkinlikle muhatap olması, insanlarda tab'an önlenemez bir neşeye ve keyfe sebebiyet veriyorsa bile en azından dış dünyaya yansıtılacak tavırda bir toplumsal sorumluluk gözetmek mühimdir. Zaten kurumsallaşmış, bağımsız ve adil bir hukuki yapının tesisi için zaruri olan bireysel tavır da birine karşı sempati beslemeden onu savunabilmek veyahut sevilen kişiyi mahkum edebilecek olgunluğa erebilmek olsa gerek. Bu noktada münferit olaylar üzerinden atılacak günlük stres, adaleti sağlamak yolundaki temel prensiplere zarar verir. Bu bana, spor yöneticilerimizin Türkiye’deki futbol iklimini bugünkü rezil haline taşımış olan riyakarlıklarını çağrıştırıyor. Lehine yapılan hatalardan memnun olup aleyhine hata yapıldığında isyan eden kulüplerimiz nasıl hiçbir zaman adil bir hakem yönetimi istemek hakkına sahip olamayacaklarsa, hukuku prensiplerle değil de gündelik husumet veya kızgınlıklarla ele alanlar da adalete ihtiyaç duyduklarında çok geç olacaktır.