Uzunca bir süredir, duygusal ilişkilerde bir erkekten alınması en zor şeyin şefkat olduğunu düşünüyorum. Yaş ve statü farkı gibi, erkeğin üstünlük durumlarında kolaylıkla ortaya çıkan ancak “eşit”ine yönelemeyen türden bir koruma hissinden bahsetmiyorum. Amaç odaklı, sonunda tahakküm ve nefrete bağlanan “lovebombing”den de bahsetmiyorum. Arzu ile sevgiyi keskin çizgilerle ayırarak kadınları kategorize eden, kalbi, kafası ve uçkuru ayrı kompartımanlarda seyahat eden, “melek”i sevdirip “fahişe”yi arzulatan patriyarkal hissiyat, farklı yollarla ikisini de nesneleştirir. “Melek”, erkeğin mülkü ve namusu olduğu için sevilir, “fahişe” arzulanır; gerçek şefkatse ikisine de duyulmaz. Patriyarkanın erkeğin içinde en iyi yetişmesine izin verdiği şey, öfke ve nefrettir.
Bir kadınla gerçek bir ilişki kurabilmek için ondan türlü bakımdan üstün olduğunu hissetme ihtiyacı duymayan, iletişimi bir pasif ya da aktif agresyon cehennemine çevirmeyen, hayattan alamadıklarını hayatındaki kadından tahsil etmeye kalkışmayan, sevgiyle arzuyu aynı anda duyabilen erkek şefkati çok nadir rastlanan bir şey…
Kadınlara durmaksızın her tür seçimlerine, en çok da “doğru erkeği bulma ve elde tutma sanatı”na dair öğütler veriliyor. Dişi kuşların yaptığı yuvalar düzenli olarak vahşice darmadağın edilirken de her konuda kadınlar suçlanıyor. Kadınlara verilen öğütler, genellikle onları “ataerkil makbul”ün hizasına çekmek ve doğumdan ölüme yaşadıkları her ciddi sorunun sorumlusu ilan etmek amacı taşıyor. Doğru adamı (muhafazakâr yaygın anlayışa göre ailelerinin onlar için seçtiği kişiyi) seçebilmiş olsalardı, o saatte orada olmasalardı, o şekilde giyinmeselerdi, özetle patriyarkanın kurallarına boyun eğmiş olsalardı şiddet görmeyecekleri, katledilmeyecekleri iddia ediliyor. Bu iddia sosyal medya yorumlarından mahkemelere, iktidar söylem ve politikalarından cinsiyetçi haber diline, türlü kanalla, her olayda yeniden üretiliyor. “Çiçek, böcek” söylemleri altında kadın eve ve dar alana hapsedilmeye çalışılıyor, kutsal annelik güzellemeleri yine aynı şeye hizmet ediyor. Kadın bir arzu/nefret nesnesi olarak sunulup şeytanlaştırıldığında da, makbul kadın olarak övüldüğünde de aslında daima bir nefret söyleminin parçası oluyor.
Şiddetin önünü açan şey değersizleştirmedir. Kadın “erkeğin mülkü/namusu ya da ahlaksız/şeytan kadın” olarak lanse edildiğinde aşağı yukarı eşit derecede erkek şiddetine açık hale getiriliyor. Ataerkil pazarlığa boyun eğmek zorunda bırakılmış kadınlar çocuk yaşlarda yapılan evliliklerde yıllar süren, göz yumulmuş sistematik tecavüz ve şiddete mahkûm ediliyor. Toplumun her kesiminden her kadın, en çok dört duvar arasında ve en yakınları olan erkekler tarafından şiddete uğruyor ve katlediliyor. Kadın cinayetlerinin pek azının faili, klinik anlamda psikopat. Sıklıkla iddia edildiği gibi şizofreninin kadın cinayetleri ve şiddetle doğrudan bir ilgisinin bulunduğuna dair bir veri yok. Kadınları birtakım psikopat caniler ya da şizofrenler değil, kışkırtılmış olağan erkeklik öldürüyor.
Son dönemde “incel” diye tanımlanan genç erkeklerin, internetin karanlık dehlizlerinde kadın nefreti ve düşmanlığı saçan dünyalarını giderek artan biçimde gerçek hayata, sokağa dökmeye başlamış gibi görünmeleri yeni bir tür korku dalgası yarattı.
19 Ağustos’ta Arda Küçükyetim, Eskişehir’de beş kişiye bıçakla saldırıp saldırı anını da sosyal medyadan canlı yayınladı. 4 Ekim’de Semih Çelik; İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’i vahşice katlettikten sonra intihar etti. Büyük dehşet uyandıran bu olayların genç faillerinin ortak noktasının, incel gruplarla bağlantılı olmaları olduğu ortaya çıktı. Böylece incel grupların yarattığı potansiyel tehlikenin farkına varılırken bir yandan da şiddeti ayrıksılaştırıp depolitize etmek için de yeni bir yol açıldı. Hasta ruhlu adamlardan sonra şiddeti politik bağlamından arındıracak yeni reçeteler de bulunmuş oldu: Alkol ve madde bağımlıları, inceller ve birtakım yeni ucubeler, saykolar, “evlerden ırak” tehlikeler…
Oysa incel şiddeti ve cinayetleri de politiktir.
Son günlerde üzerine çok konuşuldu, yine de kavramın neyi ifade ettiğinden bahsedelim. Batı’da 2000’lerde ortaya çıkan “incel”, involuntary celibate (istemsiz bekar) kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşmuş bir tanım. İstediği halde cinsel ve/veya romantik partner bulamayan, erkekleri anlatıyor. Bu (çoğunlukla çok genç) erkekler kadınlarla ilişki kuramamalarının suçunu kadınlara ve feminizme atıyor. Kadın hareketiyle birlikte güçlenen kadınların erkeğe temel hakkı olan (!) cinsel hizmeti vermeyecek seçim özgürlüğüne kavuşmuş olmasını, cinsellikten mahrum oluşlarının sebebi olarak görüyorlar. Bir yandan da “hipergami”, “servet avcısı” gibi terimleri sürekli dolaşımda tutarak, kadınların statü ve para sahibi, güçlü, kaslı, aşırı yakışıklı erkekleri tercih ettiğini söylüyorlar. İnternette sık sık “yakışıklı bir yüze ve kaslara sahip olmadığı için” kadınlar tarafından seçilmediklerinden dert yanan erkeklere rastlıyoruz. İşin ilginç tarafı, geleneksel Alfa erkekliğin kıstaslarından uzak oldukları için seçilmediklerini düşündükleri halde öfke ve nefretlerini bu erkeklere ya da mesela kapitalizme değil, yine kadınlara yönlendiriyorlar. Bir barda, sokakta hatta internette karşısına çıkan, hiç tanımadığı bir kadına “en temel hakkımı bana vermiyor çünkü yeterince cazip değilim” düşüncesiyle, nefretle yaklaşabiliyor bu erkekler!
İnternetin derinliklerinde pek çok platformda kurdukları gruplarda toplaşarak kadın nefretlerini ve kadınlara yönelik ağır şiddet fantezilerini paylaşıyorlar. Belirli kadınları hedef gösteriyor, taciz ediyor, ellerinde herhangi bir türden görsel malzeme varsa bazen tehdit ve şantaj da yapabiliyorlar. Sosyal medyada fikirlerini dile getiren bir feministseniz zaten gönderi başına ortalama on incel düşüyor. Ama metroda kendi kendine seyahat halindeki kadın da bu nefretten payını rahatlıkla alabiliyor.
Incellerin bir kısmı da madde bağımlısı ve klavye başından ayrılıp gerçek suçlar işleyenler arasında bu oranın arttığı söyleniyor.
Özetle inceller, kendilerine ve hayatlarına duydukları sevgisizlik ve nefreti olduğu gibi kadınlara yönlendiren, suça ve şiddete şu veya bu oranda eğilimli, bu anlamda da “toksik” falan denilip geçilemeyecek kadar tehlikeli bir kitle.
Bu kadar kadın cinayetinin işlendiği bir ülkede tutup incellerle empati falan yapacak değiliz ancak nedenleri doğru tahlil etmek, gerek incelliğin bir sebep değil sonuç olduğunu gerekse de tipik kadın düşmanlığından göründüğü kadar net çizgilerle ayrılmadığını anlamak bakımından önemli. Burada hemen bu önlemleri alacak olanların kadınlar olmadığını da ekleyelim. Bir kadının “kendisini katletmeyecek erkeği” tam tespit edebilmesi mümkün olmadığı gibi bir incelin musallatlığından da kaçınması mümkün değil. Discord gibi platformları kapatmak da bir çözüm olmadığı gibi yeni kapatma ve sansürlere bahane riski taşıyor. Yeterince “sakıncalı” biçimde öksüren birinin bile sabaha karşı evinden alınabildiği ülkede potansiyel suçlu incellerin tespitini sağlayacak önleyici mekanizmalar rahatlıkla üretilebilir. İşe, katledilen çoğu kadının öncesinde defalarca yaptıkları şikayetleri görmezden gelmemekle, başlanabilir.
Kadın cinayetlerinin temel sorumlusu, cezasızlık politikası ve kadını mümkün her bakımdan değersiz, ikincil kılmaya çalışan nefret dili. 6284 uygulansa, “İstanbul Sözleşmesi” kaldırılmış olmasa, eril öfke ve nefret asla kendinde her geçen gün daha rahat katliam gücü ve cesaretini bulamayacaktı. Evde çorbanın tuzu eksik diye kocası tarafından katledilen kadından, son günlerde hayata yeni bir eril şiddet biçimi olarak yansıyan incel cinayetlerine, bütün kadın cinayetleri politiktir.
Inceller gökten zembille inmediler. Patriyarka, tüketim kültürü ve ülke koşullarının bir ürünü olarak ortaya çıktılar. Öncelikle, küçük yaşlardan beri erkekler, toksik erkekliğin her nevi aparatıyla donanırlarsa, değerli ve seçilebilir olduklarına inandırılıyor. Kadınlara da çok yanlış ve tuhaf bir Alfa erkeklik değer olarak olarak benimsetiliyor. Seven erkeğin ağır derecede kıskanmasının şart olduğu, oturup uzun uzun sohbet edilecek biri olamayacağı, önemli olanın her türlü “güç” olduğu öğretilirken, şefkatin kapsayıcı gücü neredeyse tamamen devre dışı bırakılıyor. Bu örüntüler öyle bir aşk ve cinsellik anlatısı oluşturuyor ki bakıyorsunuz neredeyse hiç sevgi yok içinde. Ülkede yaşamak o kadar tuhaf bir şeye dönüştü ki, sevgiden inatla bahsetmenin de politik olduğunu düşünmeye başladım, girizgahımın nedeni buydu.
Türkiye açısından koşullar gerçekten kötü. Gençlerin iki kutu biraya paraları yetmezken kolaylıkla uyuşturucu bulabildikleri, genç işsizliğinin çok yaygın olduğu, ortak etkinlikler ve günlük hayatın çoğu alanının pahalılık nedeniyle çoğu gence kapalı, sanal dünyalarda kolaylıkla onla, yirmiyle çarpılan öfke ve nefret olanaklarınınsa sonuna dek açık olduğu bir ülkedeyiz. Ülkedeki yaygın geleceksizlik ve umutsuzluk hissi bir yandan tuhaf ve ikiyüzlü bir hedonizm ve deneyim oburluğuna yol açıyor, diğer yandan da hem ölüme hem de şiddete yatkınlığı beraberinde getiriyor. Incellik kadın düşmanlığından ırkçılığa bir paket halinde geliyor zaten. Kadınlar, çocuklar, LGBTI+lar ve hayvanlar için daima en büyük tehlike, giderek yükselen sağcı ve ayrımcı nefret ortamı ve söylemi.
Inceller, kadın düşmanlığının yeni yüzlerinden biri olarak giderek artan biçimde gündeme gelecek gibi görünüyor. Çözümse, öncelikle kadına şiddetin her alanında olduğu gibi önleyici ve cezalandırıcı politikaları uygulamaktan geçiyor. Gençler için bir gelecek tahayyülü oluşturmaya yardımcı umut kapıları açmaksa sadece bu açıdan değil, ülkenin bütün geleceği açısından hayati önemde.