Kamuoyunun kadın ve çocuk cinayetleri haberlerine olan ilgisi bugünlerde belki de tarihin en yüksek seviyesinde. Sadece kadın ve çocuğa yönelen şiddet vakaları değil, sokak hayvanlarının başlarına gelen feci şeyler de kamuoyu tarafından iştahla tüketiliyor. İlgi bir olay üzerinde yeteri kadar yoğunlaşırsa “gelen tepkiler üzerine gözaltısı” yapılıyor. Faili (kimi zaman şüpheliyi) kodese sokan bir gücümüz olduğuna kanaat getiriyoruz. Kedileri tekmeleyerek öldürenlere, köpek yavrularını canlı canlı toprağa gömenlere, kadınları sokak ortasında sıkıştırıp cinsel saldırıda bulunanlara gün yüzü göstermemeye kararlıyız. Yeter ki gündemde tutalım. Kolektif bir ruhumuz var. Olağanüstü olayların çekiciliğine çaresizce kapılıveren bireysel ruhumuzdan biraz farklı bu. Kayıp olduğu söylenen bir kız çocuğunu arıyoruz, hep birlikte ve bıkmadan günlerce. Sonra dere yatağında cesedini buluyoruz ve dayanılmaz bir meraktan beslenen ilgimize küçük kızın sökülen dişleri, dizin altından koparılan bacağı mazhar oluyor. İzlemeye devam etmezsek gündemden düşer ve bu bir felaket olur inancındayız. Kafamızı başka tarafa çevirme lüksümüzün olmadığının bilincindeyiz. Çünkü batan gemi seyredilir.
Hayır, Bu Bir İnfial Değil!
“İnsanın özel varoluşu, iç tehlikelerinin kıyısında gemisinin batışını gözden kaçırabilir, ama devlet gemisinin veya dünya gemisinin batışı gibi bizleri şaşırtan büyük batışlar hâlâ varlığını sürdürür,” der Blumenberg, Gemi Batıyor, Seyrediyorlar isimli o şahane kitabında.[1] Kadın, çocuk, sokak hayvanı cinayetleri bence infial yaratmıyor. Şaşırma, merak, ilgi ve merhametle harmanlanmış öfkeye infial denmez. Şaşırtıcı felaketler bize bir mesafeden ve belli bir tasarım içinde sunulduğunda Lucretius’un isabetle söylediği gibi genelde hoş duygular ve merhamet hissi uyandırır.[2] Artık seyirci de oyunun parçasıdır ama mesafe felakete, vahşete estetik bir boyut katar ve seyirci etik boyutu bir yana bırakır. İşte son günlerde Türkiye’deki bu seyir ve seyran, en vahşi cinayetlere, yıkıcı şiddete uzak durarak doyum sağlamayı ya da haz duymayı beceren bir tipe dönüştürme potansiyeli taşıyor her birimizi. Bu bir infial değil. İnfial olsaydı evlerde barklarda duramazdık. Çoğumuz evimizde güvenli bir alandayız ve buradan izlerken her şey oyun gibi görünüyor. Oyuna katılmak için sahneye doğru boğazı yırtılırcasına bağırıyor kimilerimiz: “Yeter artık, nasıl bir toplum olduk, idam gelsin, cezalar ağırlaştırılsın, şeriat gelsin” nidaları, hezeyanlar ve âdeta adresi şaşırmış evcil bir öfke. İnfiale dönüşmeyen bir tür seyirci tepkisi. Üzülüyoruz, hem de çok. Hesap sormaya söz veriyoruz. Ama aslında nasıl hesap sorulur bilmediğimiz için merakımıza yeniliyoruz. Soruyoruz, cevap verin! Narin’in katili kim? Anneyle yasak aşk yaşadığı söylenen amca mı? Diğer yenge de mi müdahilmiş olaya? Görmemesi gereken birtakım şeyler görmüş zavallı küçük kız. Bir de abi var, o da şüphe uyandırıyor.
İştahımızı kabartan ayrıntılar gece gündüz bize servis ediliyor, hepsini silip süpürüyoruz. Birbiriyle tutarsız bir sürü hikâye duyuyoruz ama olsun servis devam ettiği sürece masadan kalkmamaya kararlıyız. Ah o ayrıntılara olan iştahımız yok mu? İkbal’i surlara kendisiyle birlikte çıkmaya nasıl ikna etmiş katil? Surların üzerinde genç kızın kafasını kesip aşağıya attığına göre her yeri kan revan içinde olmalıydı, kan izleri nerede? Sokak kameralarından bulalım zorla mı çıkarmış surlara? Burası çok önemli. Çünkü kadın cinayetlerinde mağdurun “makbul kadın” olmasına göre hüküm kurma, yerli milli yasadır bu topraklarda. Başına gelen korkunç şeyleri izlemeye devam etmemiz için o kadının masum olması, erkekliğin kitabına göre şiddeti hak etmemiş olması gerekir. Biz burada kadınları şiddeti hak etmeyen makbul masumlar ve şiddete uğramasında kendi payı olan homo sacerler olarak ayırırız. Öldürülmeyi hak eden homo sacer kadınların yası tutulmayacağı için failine indirimli göstermelik bir ceza veririz. Eril şiddet tabii ki her durumda cezalandırılmaz. Yoksa başka türlü patriyarkal ailedeki devletin temsilcisi erkek, kadın ve çocuklar üzerindeki tahakkümünü nasıl devam ettirecek? Seyirciliğimiz bu koşullar altında bakiyse devam edelim. Mesela küçük kızın cinayetini araştırırken deliller neden toplanmadı ve delillerin yok edilmesine göz yumuldu, soruşturmada ihmali olan kurum ve kişiler kimler sorusunu sormadan itirafçı ifadesi kovalayalım. Çuval? Çuval nerede? Hafiyelik ne hoş ne zarif bir faaliyet, üstüne başına kan bulaşmadan kadersizlerin hikâyelerinde önemli kişi olabiliyorsun. Ve beklenen son, kamuoyunun ayrıntılara duyduğu iştah manipüle edilerek Narin soruşturmasında soruşturma dosyasına giren her beyan, henüz tüm deliller toplanmadan, tüm şüpheliler belirlenmeden ortalığa saçıldı ve soruşturma sulandırıldı. Seyircilerin tepkilerine göre ifade değiştirdi itirafçılar ve dahi taktik değiştirdi şüpheli avukatları. Ceza muhakemesi Müge Anlı’nın algoritmasıyla işlemez, işletilemez. O rahat seyirci koltuklarına bir kez oturunca izlencelik bağımlısı olmak işten bile değil. Sahi biz ne istiyoruz, neyi talep ediyoruz?
Erkek Değil, Gerçek Adalet!
Adalet, hukukun nihai amacıdır. Adalete doğru yola çıkıp güzergâhı hukuku bypass ederek çizerseniz sonuç intikam, hınç ve linç olur. Barbarlaşırız. Linç de Tanıl Bora’nın dediği gibi en aşikâr medeniyet kaybıdır.[3] Seyirci koltuğuna gömülerek adalet talep edemeyiz. Yargılama etkinliğinin amacına ulaştığı doğru değerlendirme için yargıcın kimin/neyin adına yargılama yaptığı ya da kendisini kime/neye karşı sorumlu hissettiği sorularının yanıtı önem kazanır. Kuçuradi bizi bu konuda uyarır: Yargıcın insanlık adına, insanın değerini ya da onurunu koruma adına, kendisini insana ya da vicdanına karşı sorumlu hissederek karar vermesi gibi kendini ait hissettiği grubun değer yargılarını ölçüt yapıp kendisini bu gruba ya da kamuoyuna karşı sorumlu hissederek yargıya varması da sorunludur.[4] Yargılayan, toplumsal onay için, tribünlerden alkış için, kamuoyunu tatmin etmek saikiyle yargılamaz, yargılarsa bu yargılamanın amacı adalet olmaz. “Gelen tepkiler üzerine tutuklaması”, bir nevi adaletin yerini bulması değil, ayan beyan medeniyet kaybıdır. Diğer taraftan bu ilgi ve tepkilerin manipüle edilerek soruşturmanın sulandırılmasına vesile edilmemiz korkunç bir şeydir. Rahat koltuğunda otururken bak nelere alet edildin sayın seyirci?
Hayır, İdam ya da Şeriat Eril Şiddeti Durduramaz!
Gemi sahiden batıyor, seyir mi edeceğiz? Seyirci koltuğu konforuyla idam gelsin nidaları, şeriat talepleri nasıl da yükseliyor böyle zamanlarda. Seyirci baş edemediği katarsis açlığıyla “ekstrem tenakuzlara” savruluyor. Oysa idam cezasının olduğu toplumlarda kadın ve çocuk cinayetlerinin azaldığını gösteren hiçbir veri yok. Aksine eril şiddetin idam cezasına, ağır cezalara rağmen yükseliş gösterdiği çok örnek var dünyada.[5] Hiç lafı uzatmadan idam insan haklarına aykırıdır ve caydırıcı bir ceza değildir. Şeriat korur mu çocukları kadınları? Namahremden uzak kozanın içinde yaşayarak güvende olmaları sağlanabilir mi? Narin’in aile evinde öldürüldüğünü ortaya koyan delilleri analiz eden raporlar az önce servis edildi. Narin’i öldüren namahrem değilmiş. Şaşırmadık çünkü çocukları öldürenlerde olduğu gibi kadın cinayetlerinde de fail kadınların evli olduğu erkek, boşandığı erkek, birlikte olduğu erkek, ayrıldığı erkek, doğurduğu erkek, aynı anadan babadan doğma kardeşi erkek… 2023’teki verileri Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu topladı. Aşağıdaki veriler kadınlar için en güvensiz ve şiddet dolu olan yerin ev, en riskli ilişkinin evlilik olduğunu ortaya koyuyor.
Katarsis ihtiyacıyla kitlelerden yükselen daha ağır cezalar, idam, şeriat talebi iktidarın konsolidasyonuna yarayışlı ama sorunun çözümüne hiç faydası yok. Eril şiddet toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanır ve cezasızlıktan beslenir. Kadınların adalete erişiminin daraltılmış olduğu toplumlarda erkekler patriyarkanın kendilerine tanıdığı, kadınlara ve çocuklara psikolojik, ekonomik, fiziksel ve cinsel şiddet uygulama yetkilerine sıkı sıkıya yapışırlar. Modernite, kapitalizm, değişen rejimler erkeğin kadın ve çocuklar üzerindeki denetim yetkisiyle el ele mutlu mesut geçinip gider. Kadınlar yanlış erkeği seçtiği için öldürülmüyor, kadınlar yanlış zamanda yanlış yerde oldukları için öldürülmüyor, eşitlik istedikleri için öldürülüyor. Boşanmak istiyor kadınlar mesela. Kimi zaman da sadece eril şiddete muktedir olduğunu test etmek için erkeklik provası yapan bir incel tarafından öldürülüyor. İkbal’in kafasını kesip surdan atarken, bedenini parçalara ayırırken katil Semih Çelik’in yaptığı gibi. Katilin, toplumsal cinsiyet eşitliğini reddeden “manosphere”lerde (erkek alanlarında), kendisi gibi “yoksul” ve “çirkin” olmalarını kadınlara erişememelerinin önündeki en önemli engel gören erkeklerle iletişim halinde olduğunu tespit etmiş polis.[6] Bu erkek öfkesi ve kadın düşmanlığına dayanan ideoloji internet siteleri, bloglar ve sosyal medyada kadınlara dijital şiddet uyguluyor. İntikam pornosu ve ısrarlı takip mağduru kadınlar, fail incelleri katil Semih Çelik’i sosyal medyada öven mesajlarından tetiklenerek günlerdir ifşa ediyorlar. İncel gruplar mercek altında, gözaltılar başladı yazıyor bazı haber siteleri. Hayvanlara zarar verme videoları, kadınlara kişisel verilerini ifşa tehdit mesajları, kadınlara fiziksel zarar verme tehdit videoları akıyor günlerdir bu grupların. Daha erkek hissetmek için hayvana, kadına çocuğa hükmetmek, zarar vermek ve hayatına son verirken bunlardan birini de yanında götürmekten bahsediyorlar inceller yazışmalarında ve katil Semih Çelik’i idolleri ilan ediyorlar. Bu kadar açık bir eril şiddet ve kadın cinayeti vakası olmasına rağmen kamuoyunun iştahını kabartmak için cinayetlerdeki ezoterik ayinleri çağrıştıran ipuçları servis ediliyor. Asıl sorular sorulmasın diye, asıl sorumlulardan hesap sorulmasın diye. Narin soruşturmasının sulandırılmasına vesile edildiğimiz gibi İkbal ve Ayşenur’un da adaletinin tecellisini zora sokmamak için bize biçilen seyirci rolünden sıyrılmak gerek. Gemi batarken seyreden herkes aynı mesafede değil. Bazılarımız daha yakınız batan gemiye. Felaketi daha yakından görene, daha çok yük düşer. Mesafelenmeyi reddeden binlerce kadın günlerdir ülkenin her şehrinde sokaklarda, kampüslerde eylemde. Öldürülen arkadaşını sosyal medyada fotoğrafıyla anan ve adalet isteyen bir kadının aşağıdaki gönderisi binlerce kadın tarafından alıntılanarak kadın cinayetine kurban giden başka kadınların fotoğrafı ve hikâyesi paylaşıldı.
Gemi batarken seyretmeyi reddeden bu kadınlar, öldürülen kadınların hikâyelerini, yüzlerini ve adaletsiz bırakılışlarını mıh gibi akıllarında tutuyorlar. Adalet yerini bulana kadar kadın cinayetine kurban giden hiçbir kadını, istismara uğrayan çocukların gözden çıkarılışını unutmak yok bu kadınlara. Batan gemiyi seyre dalmayanların soruları hesap soruyor.
Erkekler Vuruyor, Devlet Koruyor!
Çocuğa, kadına ve hayvana karşı işlenen eril suçlar cezasız bırakılıyor. Hayır, sorun yasalarda değil, siyasal iktidarın eril şiddete son verme iradesi göstermeyişinde. Patriyarkal aileyi korumak her zaman devlet geleneğiydi ama iktidar, toplumsal cinsiyet eşitliği idealinden dümeni toplumsal cinsiyet adaletine çevirdiğinden beri işler daha da sarpa sardı. Kadınlar, çocuklar ve hayvanlar eril şiddetten korunmuyor. 6284 uygulanmıyor. Mağdurun beyanı esastır ilkesine karşı başlatılan kara propaganda 6284’ün uygulanmasını zora sokuyor. Yargıdaki cinsiyetçi kararlar ve kadın düşmanı uygulamaların adını artık kadına karşı düşman ceza hukuku uygulamaları koyma zamanı geldi. İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasını çekerken siyasiler, yerli milli yasa yapacağız, adını da Ankara Sözleşmesi koyacağız diyorlardı. İnsan merak ediyor yerli milli yasa derken ne kastediliyor diye. O saatte orada ne işi varmış, aile kızına sahip çıksaymış, yanlış erkekle sevgili olmasaymış diye uzayıp giden değer yargıları gibi yerli ve milli mi?
Doğru soruları soralım: Beş yıldır ısrarlı takiple taciz edilen İkbal’i failin defalarca ölüm tehdidi içeren videolarına rağmen devlet neden koruyamadı?
Ailesi ve İkbal defalarca şikâyetçi olmuş, neden koruma tedbiri verilmedi, neden uzaklaştırma kararı verilmedi?
Yasaları kimler ve neden uygulamıyor?
İki yaşındaki Sıla’yı cinsel istismardan neden koruyamadı devlet? Çocuğu güvende tutma sistemi neden Türkiye’de yok?
Çocuğun yüksek yararını, iyilik halini gözetecek bir güvende tutma sistemi kurmayı planlamak yerine kamusal politika belirleyicileri neden kamuoyunu çocuk istismarcılarına kastrasyon ve idam cezası tartışmasıyla oyalıyor?[7]
Narin’in katledilmesinde, delillerin gizlenmesinde, soruşturmacıların yanlış yönlendirilmesinde, suçluların korunmasında, soruşturmanın eksik ve geç yapılmasında rolü olan herkes kim olduğuna ve kim tarafından korunduğuna bakılmadan cezalandırılacak mı?
Gemi batarken seyre dalmayınca eril şiddetin katarsisinin toplumsal cinsiyet eşitliğini hayata geçirmek ve gerçek adalet olduğu açıkça görünüyor.
Çocukları ve kadınları İstanbul Sözleşmesi Yaşatır.
[1] Hans Blumenberg, Schiffbruch mit Zuschauer, Paradigma einer Daseinsmetapher, Suhrkamp Verlag, 1979.
[2] Titi Lucreti Cari, De Rerum Natura Libri Sex (with a translation and notes), ed. H.A.J. Munro, Cambridge, 1864.
[3] Tanıl Bora, Türkiye’nin Linç Rejimi, 5. Baskı, İletişim, 2016.
[4] Ioanna Kuçuradi, Etik, Türkiye Felsefe Kurumu, 1999.
[5] Uluslararası Af Örgütü'nün ölüm cezasına ilişkin küresel yıllık raporunda ölüm cezası olan ülkelere ilişkin 2023 yılı verileri karşılaştırılıyor. https://www.amnesty.org.tr/public/uploads/files/act5079522024tr.pdf
[6] İncel altkültürünün istemsiz bekar anlamından uzaklaşarak mitik bir erkeklik kudreti arayışına dönüşümü için Alev Özkazanç’ın 2020’de Dipnot Yayınları’ndan çıkan Bir Musibet: Yeni Türkiye’de Erillik, Şiddet ve Feminist Siyaset kitabındaki “Erkeklik Krizi ve Nefret: İncel Devrimi Çağında Feminizm” başlıklı bölümü ve Özkazanç’la yapılmış şu harika söyleşiyi öneririm. Söyleşi: Alev Özkazanç ile “Otoriter Popülizm ve Toplumsal Cinsiyet”, Corpus Dergi, 14 Ağustos 2024, https://www.youtube.com/watch?v=n3TFDlayQBM
[7] Çocuk hukukunda koruma ve çocuk güvende tutma sistemleri iki ayrı mekanizmadır. İhlal ortaya çıktıktan sonra devreye giren koruma hukuku, çocuğun iyi olma halini gözeten ve henüz istismar oluşmadan risklerden koruyan çocuk güvende tutma sistemidir. Türkiye’nin genel olarak çocuk politikasızlığını ve çocuk güvende tutma sisteminden yoksunluğunu Türkan Yalçın’ın yayına hazırlayarak çocuk hakları çalışanlara başucu kılavuzu olarak kazandırdığı bu derleme kitapta tartışmıştım. Eylem Ümit Atılgan, “Türkiye’de Cinsel İstismarla Mücadelede Hukuk Uygulamasındaki Sorunlar”, Çocuk Yazıları, Yayına Hazırlayan: Türkan Yalçın, Savaş Yayınları, 2022.