“Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl”: Dinamik Bir Analiz Çerçevesine Doğru

Vefa Saygın Öğütle, geçtiğimiz Kasım ayında Birikim Güncel’de, ‘Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl’ kitabı üzerine bir tartışma/eleştiri yazısı kaleme aldı. Öncelikle kamusal tartışma alışkanlığının giderek zayıfladığı bir dönemde böyle bir uğraşa girişmiş olması nedeniyle duyduğum memnuniyeti belirtmekle başlayayım. Bu yazı ile Öğütle’nin işaret ettiği hususların bazılarıyla ilgili kendi pozisyonumu netleştirmeye, bazılarıyla ilgili de tartışmayı daha da derinleştirmek için girilebilecek patikalara işaret etmeye çalışacağım.

‘Webercilik’ – ‘Marksizm’

Öncelikle kitaptaki pozisyonumu biraz daha netleştirmeye çalışayım. İlk olarak, kitapta yer alan ‘Webercilik’-‘Marksizm’ tartışmasına değineceğim. Şunu belirterek başlayayım: ‘Weberci’ analiz çerçevesi konusundaki tavrım kategorik bir dışlama değil daha çok ‘çubuk bükme’ şeklinde.

Şöyle açabilirim: Türkiye’de devlet ve sermaye ilişkilerinin analizinde yaygın olarak kullanılan ‘merkez-çevre’ yaklaşımı ya da ‘güçlü devlet tezi’, devletin ve bürokrasinin belirleyiciliğini güçlü bir şekilde vurgularken, kapitalist gelişme sürecinin yapısal dinamiklerini, sınıflar-arası ve sınıf-içi mücadeleleri göz ardı ediyor. Ve bu yaklaşımlar genellikle ‘Weberci’ analiz çerçevesinin farklı versiyonlarını kullanıyorlar. Dolayısıyla mevcut tartışmada, üretimin ve dolaşımın kapitalist olarak örgütlenmesi sonucunda ortaya çıkan sermayenin yapısal ve işlevsel gücüne[1] vurgu yapmak, yani ‘çubuğu ilişkideki diğer aktörün failliğini vurgulamaya bükmek’ daha ‘dengeli’ bir analiz çerçevesine ulaşmak için gösterdiğim çabanın bir parçası.

Esasında, iktidar blokunun bileşenleri arasındaki ilişkilerin ve blokun iç işleyişinin temel dinamiklerini incelemek, zorunlu olarak ‘Weberci’ analizlerden faydalanmayı gerektiriyor. Kısacası, kitap iktidar bloku kavramının ekonomi ile siyaset arasında görünüşte olan ikiliği aşmak için işlevli olduğunu ileri sürüyor. Bu tip bir analitik uğraş, ‘Weberci’ analiz çerçevesine yabancı değil ancak bu çerçeveyi büyük ölçüde iktidar bloğunun iç işleyişini açığa çıkarmak için kullanmaktan yana.

Soyutlama Düzeyi

Pozisyon netleştirme konusunda ikinci vurgu soyutlama düzeyi tartışmasıyla ilgili. Kitapta kullandığım ‘orta düzey’i, Öğütle’nin belirttiği gibi ‘revizyondan geçmiş Marksist formülasyondan’ hareketle değil, ‘orta düzey teoriler’ (middle-range theories) literatüründen hareketle formüle etmiştim. Özellikle Robert K. Merton’un[2] katkılarıyla gelişen bu tip teorileştirme çerçevesi, her yerde geçerli büyük teoriler (grand theories) yerine bu büyük teoriler altında çalışan, soyutlama düzeyi daha düşük kavramsal araçları geliştiren ve daha çok veri ve örnek vaka kullanan teorileri ifade ediyor. Kitapta doğrudan doğruya Merton’u takip etmedim. Ancak teorileştirme çabaları açısından yapılabilecek bir tasnifte orta düzey teorilerinin, en az büyük teoriler kadar önemli olduğunu düşündüğümden, kitabın teorileştirme pratiğini bu düzeye yerleştirdim.

Esasında kitabın pozisyonu Ögütle’nin Erik Olin Wright’a referansla işaret ettiği üretim tarzı, toplumsal formasyon ve konjonktür analizi üçlüsünden ‘toplumsal formasyon’a tekabül ediyor. Ancak kitap aynı zamanda ‘konjonktür analizi’ iddiasını da taşıyor. Dolayısıyla kitapta Wright’ın formülasyonunu takip edince oluşabilecek karmaşayı engellemek üzere, teorinin konumlandığı ‘alan’ açısından ‘orta düzeyli’ bir soyutlamayı kullandım.

Bu konuyu biraz daha açmakta fayda olabilir: Merton’un kullandığı anlamdaki orta düzey teoriler belki daha dar kapsamlı tanımlanabilir ancak benim kullandığım şekliyle Marksist Düzenleme Okulu, anaakımla daha barışık olan Kapitalizmin Çeşitleri (Varieties of Capitalism) literatürü ya da bunun güncel ve daha mütevazi versiyonu olan Büyüme Modelleri Perspektifi (Growth Models Perspective) başlığı altında biriken literatür de ‘orta düzey’ teorilere verilebilecek örnekler olarak görülebilir.

Orta düzey teorileştirme çerçevesi, yapısal dinamiklerin analizini içerir, ancak daha önemlisi bu yapısal dinamiklerin belirli bir tarihsel ve konjonktürel dönemdeki kurumsallaşma biçimlerini ve dahası, somut olarak toplumsal sınıf ve sınıf fraksiyonlarının aralarındaki mücadeleyi ele alır. Orta düzey teorilerin temel özelliği, yapısal olanla ampirik olan arasında köprü kurma (ve ideal olarak nedensel açıklamalar sunma) çabasını yansıtmaları ve bunu yapmak için mekanizmalara odaklanmalarıdır. Örneğin, önerdiğim çerçevede ‘büyüme stratejisi’ kavramı bu tip köprü kuran bir mekanizmadır. Büyüme stratejisi, iktidar blokunun geleceğe dair beklentilerini yansıtır. Yapısal ve uzun dönemli analizlerle, aktör yönelimli ve kısa dönemli analizleri birleştirmek için elverişli bir çerçeve sunar.

Siyasetin Belirleyiciliği

Bu iki pozisyon netleştirme vurgusundan sonra, kitaba dair daha köklü eleştirilere geçebiliriz. Ögütle, siyasetin belirleyiciliği, blok rasyonalitesi ve yerel düzeyli analiz eksikliği konularında üç temel eleştiri yöneltiyor.

Siyasetin belirleyici konusundan başlayalım. Öğütle’ye göre kitaptaki ‘analitik çerçevenin üretilme amaçları açısından belki de paradoksal sonucu, siyasi iktidarın belirleyici ve nihai niteliğini teyit etmesi oluyor’. Öğütle yine benzer doğrultuda ‘Cumhuriyet’in kuruluş dönemiyle kıyaslanabilecek bir siyasi konsolidasyonun ve bürokratik tahkimatın oluştuğu bir dönemde (konsolidasyonların ancak canlı ittifak politikalarıyla yürütülebileceğini tabii ki akılda tutarak), Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politik eğilimlerinin rolünü teorik olarak sınırlandırmak hayli zor’ değerlendirmesinde bulunuyor.

Öğütle, ilk vurgusuyla, esasında kitapta daha nüanslı olarak ele alınan bir konuyu biraz kestirmeden giderek yorumluyor. Zira kitapta siyasetin belirleyiciliği yadsınmıyor, ancak siyasi belirlemenin bazı yapısal kısıtlar altında gerçekleştiğini savunuyor. Deyim yerindeyse, siyasetin belirleyici gücünü, siyasetçinin önündeki menüden seçim yapabilme hakkı olarak tanımlanıyor. Bu noktayı biraz daha açmakta yarar var.

Kitap, iktidar bloku kavramının, siyasetin rolünü açığa çıkarmak için elverişli bir kavram olduğunu ileri sürüyor. Devlet ve bürokrasi, sermaye fraksiyonları ve siyasi iktidardan oluşan iktidar blokunda siyasete önemli görevler düşüyor. Örneğin belirli bir büyüme modelinin toplumsal tabanının oluşturulması, iktidar blokunun ideolojik birliğinin ve toplumsal meşruiyetinin sağlanması, siyaset kanalıyla hayata geçer. Siyasi iktidarlar, iktidar bloku içinde sermayenin doğrudan sözcülüğünü yapmak durumunda değildir, zaman zaman siyasi stratejilerle hakim sermaye fraksiyonunun çıkarları çelişebilir. Güçlü siyasi iktidarlar, bürokrasinin ve kurumların oluşturduğu denge ve frenleme mekanizmalarını aşabilir, hatta bürokrasiyi ve kurumları yeniden şekillendirebilir. Zayıf iktidarlar ise iktidar blokunun diğer bileşenlerinin taleplerine daha açık olur. Dolayısıyla iktidar bloku kavramı çerçevesinde siyasi iktidar bir faildir ancak, bu failin siyasi stratejileri önündeki menüde olan seçenekle sınırlıdır. Yeni bir menü (yani büyüme stratejisinin giderek büyüme modeli değişimine neden olması) yaratılmadığı sürece, aktörlerin seçme hakkı vardır ancak bu seçenekler kümesi sınırlıdır. Esasında siyasetin bu tip bir konumlandırılışı, ‘siyasi indirgemecilik’ hatasına düşmemek için de önemlidir.

Siyasetin belirleyiciliği konusunda Öğütle’nin yaptığı ikinci vurgu, somut olarak ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politik eğilimlerinin rolünü teorik olarak sınırlandırma[nın] hayli zor’ olduğu şeklinde. 2018’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildikten sonra yürütmenin en yetkili temsilcisi olarak Cumhurbaşkanı’nın tercihlerinin etkili olacağı aşikar. Burada bir tereddüt olduğunu sanmıyorum. Ancak bu belirleyicilik, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tercihlerinin neden bir dönemden diğerine değiştiğini açıklamıyor. Örneğin 2021-2023 arasındaki düşük faiz politikasının, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dini görüşleri nedeniyle uygulandığını varsaysaydık, neden 2002’den beri iktidarda olan bu hükümetin bu politikayı uygulamak için 2021 yılını beklediğini ya da 2023’ten sonra neden bu politikanın değiştiğini açıklayamazdık. Bu nedenle kitabın argümanı, siyasi iktidarın öncelikleri ile sermaye fraksiyonlarının taleplerinin uyumlanmasının, ekonomi politikalarının şekillenmesindeki temel dinamik olduğu. Dolayısıyla bu ilişkideki tek bir aktörün diğer aktörleri ‘hizaya çekmesi’ dönemsel olarak mümkün olsa da orta vadede siyasi iktidarın sermayenin yapısal ve işlevsel gücünü aşması kolay değil. Doğal kaynak zengini (örneğin Rusya) ya da kamu sektörünün ağırlığının çok yüksek olduğu (örneğin Çin) ekonomilerde siyasi iktidarlar sermayenin gücünü daha kolay sınırlayabilir. Ancak üretimin ve istihdamın firmaların karlılık beklentilerine göre şekillendiği bir ekonomide (örneğin Türkiye), siyasi iktidarların sermayenin çıkarlarından uzaklaşması ancak bazı özel durumlarda mümkün olabilir. Bu özel durumlardan ilki, güçlü bir toplumsal hareketin aşağıdan yaptığı baskı sayesinde sermayenin bazı taleplerinin göz ardı edilebilmesidir. İkincisi de, sermaye fraksiyonlarının bölünmüşlüğünün siyasi iktidara daha geniş bir hareket alanı açmasıdır. Kısacası siyaset belirleyicidir, ancak bu belirleyicilik iktidar blokunun dinamik iç ilişkileriyle birlikte ve iktidar bloku ile halk sınıflarının ilişkisi bağlamında şekillenir.

Blok Rasyonalitesi

Öğütle’nin ele alacağım son eleştirisi, kitapta iktidar bloku kavramının ‘belirli bir rasyonalite uyarınca blok halinde davranma eğilimi varsayımı[na]’ dayandığı konusunda. Öğütle bu eleştirisini ‘ortak çıkarlardan ortak davranışa giden yol pürüzsüz değildir’ önermesiyle destekliyor. İlk olarak blok rasyonalitesinden başlayalım. Buradaki ‘rasyonalite’, aktörlerin siyasi pozisyonları, dünya görüşleri ya da kültürel donanımlarından bağımsız olarak, bizzat içinde bulundukları sektörün gerektirdiği ‘karlılık’ şartlarının o aktörlere dayattığı stratejilerden oluşur. Bu gereklilikleri yerine getiremeyen firmalar, dini görüşlerinden, kültürel yönelimlerinden ya da dünya görüşlerinden bağımsız olarak rekabet edemeyip batarlar. Bu tip bir rasyonalitede kişilerin birbirini tanıması ya da bir birlik etrafında örgütlenmesi gerekmez. Firmaların karlılık stratejileri, kendi teknolojik donanımları ya da organizasyonel kapasiteleri gibi ‘mikro’ özellikler taşısa da, ülke düzeyinde uygulanan para, döviz, sanayi ve dış ticaret politikaları gibi ‘makro’ stratejilere, ya da büyüme stratejilerine dönüşmek zorundadır. Bu dönüşüm, siyasi iktidarın stratejik öncelikleriyle şekillenen büyüme koalisyonunun, bürokratik filtreden geçmesiyle oluşur. Dolayısıyla, bu rasyonalite bizzat üretimin ve dolaşımın kapitalist örgütlenmesiyle oluşan piyasa sisteminin oluşturduğu zorunluluklardan oluşur.

Öğütle’nin ikinci eleştirisine gelirsek şu hususu vurgulayabilirim: Sözünü ettiğim bu gereklilikler[3] sermayenin para, döviz, sanayi ve dış ticaret politikaları konusundaki çıkarlarının sektörel olarak farklılaşmasına paralel olarak, bu çıkarları savunan farklı sermaye örgütlerinin oluşmasını beraberinde getirir. Bir başka ifadeyle ortak davranışların kökeninde ortak çıkarlar vardır. Çıkarları denklemden çıkardığınızda davranışları bir arada tutan yörünge ortadan kalkar. Sermaye örgütlerinin, sermayenin farklılaşan çıkarlarını takip ederek örgütleniyor olması, bu örgütlere kendilerine has kültürel ya da dinsel özellikler ekleyemeyecekleri anlamına gelmez. Ancak bu kültürel özellikler, sektörel çıkarların savunulmasında kolaylaştırıcı olduğu sürece işlevlidir.

Bununla bağlantılı olarak, Öğütle’nin kitaptaki argümanların yerel düzeyi yadsıdığı eleştirisine değinerek yazıyı tamamlayayım. Yerel düzeydeki aktörler ve bu aktörlerin hangi kültürel kanallardan geçerek şekillendiği, konumuz (para politikası tercihlerinin nasıl şekillendiği) açısından önemsizdir. Örneğin Denizli’deki tekstil sektöründe faaliyet gösteren bir ihracatçı ile Bursa’da otomotiv sektöründeki faaliyet gösteren bir ihracatçının çıkarları, aynı dini cemaate mensup olsalar da, aynı partiyle partizan ilişkileri olsa da ya da aynı pazara ihraç ediyor olsalar da farklıdır. Bu farklılık, bizzat üretim sürecindeki konumlarından ileri gelir ve onları iki farklı büyüme stratejisinin savunucusuna dönüştürür. Dolayısıyla soru para, döviz, sanayi ve ticaret politikalarındaki karar alma süreçlerini etkileyen faktörler nelerdir ya da daha genel olarak makroekonomi politikaları nasıl belirlenir olunca, yerel örüntülerden çok ulusal düzeyde ve merkezi olarak etkili olan aktörler ve o aktörlerin çıkarlarının hangi maddi parametrelere göre belirlendiğinin tespit edilmesi kritiktir.

Ancak bu tespit, bir analiz birimi olarak yerelin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Dahası, Öğütle’nin haklı olarak işaret ettiği sorun, yani iktidar blokunun yerel düzeyde nasıl şekillendiği hakkındaki çalışmalar ve bu konudaki literatür gerçekten de sınırlıdır (bu konuda Mustafa Kemal Bayırbağ’ın 2011 tarihli çalışmasını[4] anmadan geçmeyeyim). Bu bağlamda Öğütle’nin kitaptaki ‘çerçevenin yerel ölçeklerde ampirik olarak sınanabilecek biçimlerde yeniden formüle edilmesi gerektiği’ önerisini heyecan verici bulduğumu belirtmeliyim. Esasında önümüzdeki yıldan itibaren kitabın bir sonraki adımı, ‘sahaya’ çıkmak ve bu çerçeveyi derinleştirmek olacak. Umarım, iktidar blokunun oluşumunu, sermayenin sektörel farklılaşmasını ve bunların uluslararası, ulusal ve yerel düzeydeki taşıyıcı aktörlerini inceleyen yeni çalışmalar, bu konudaki literatürün gelişmesini sağlayabilir. Zira tartıştığımız konu sadece akademik bir mesele değil. Aynı zamanda, iktidar blokunun karşısında nasıl bir ‘tarihsel blok’ oluşturulabileceğine dair bir teorik çerçeveyi, yani siyasette yeni kanallar açmayı kolaylaştıracak bir yaklaşımın nasıl kurulabileceğini de içeriyor.

Tamamlarken, Öğütle’ye eleştirileri ve yorumları için tekrar teşekkür ederim. Umarım bu tartışma, farklı bakış açılarından ya da teorik pozisyonlardan gelebilecek başka eleştiriler ya da katkılar için de teşvik edici olur.


[1] Culpepper, P.D., 2011. Quiet politics and business power: corporate control in Europe and Japan. New York: Cambridge University Press; Fairfield, T., 2015. Private Wealth and Public Revenue in Latin America: Business Power and Tax Politics. 1st ed. Cambridge University Press.

[2] Merton, R.K., 2000. Social Theory and Social Structure. Enlarged ed. New York, NY: Free Press.

[3] Dileyen okuyucu bu gerekliliklerin neler olduğu için Krizin Gölgesindeki En Uzun Beş Yıl’da, sayfa 57’de yer alan tabloya ya da Öğütle’nin yazısındaki versiyonuna bakabilir.

[4] Bayirbag, M.K., 2011. Pro-Business Local Governance and (Local) Business Associations: The Case of Gaziantep. Business and Politics, 13 (4), 1–37.