Yıllardır, olduğu gibi, bu yıl da mart ayının ilk yarısında, tüm Türkiye’nin dört gözle beklediği o güzel haber geldi. Gazeteler yazdı, televizyonlar yayınladı, sosyal medya onlarla doldu. Yaren Leylek tam on dördüncü kez “evine döndü,” Adem Amca’ya kavuştu. Uluabat Gölü’nde her yıl tekrarlanan insan-leylek dostluğu neden bu kadar seviliyor ve neden ilgiyle takip ediliyor? Bu yazı, dramatik sanatlar bağlamında bu soruya yanıt arıyor.
Dramatik Yapı
Aristoteles Poetika’da dramatik yapıdaki olay örgüsünün bölümlemesini belirli kurallara dayandırır. Ona göre ana öykü, üç bölümden oluşmak zorunda. İlk olarak serim bölümünde, ana çatışmanın başlaması için ateşleyici unsurlar harekete geçirilmeli. Yaren leyleği öyküsü, bizlere çok net bir başlangıç sunar. Fabllardan, mitolojik anlatılardan, destanlardan ve masallardan alışık olduğumuz bir başlangıçtır bu. Günlerden bir gün, Bursa’nın Eskikaraağaç köyünde balıkçı Adem Yılmaz’ın kayığına bir leylek konar. Her şey tam olması gerektiği gibi denk gelir. Adem Amca kayığındaki bu misafire, yakaladığı balıklardan verince, aralarındaki dostluğun ilk ateşleyici unsuru da başlar. Bu anlatı, daha şimdiden klasik dramatik yapıların yolundan giderek Aristoteles’in temel öyküleme ilkesiyle birebir örtüşür. Çok rahatlıkla ilk karşılaşmaya öykünün serim kısmı diyebiliriz Klasik sinemanın 3 perde kuralına da inanılmaz derecede uygunluk gösterir. Bu sıcacık an bize iyi yürekli bir balıkçıyla sadık bir leyleği tanıtır/serimler. Artık seyirci/okuyucu olarak, onlarcasını bildiğimiz bir öyküyle karşılaşacağımızı düşüncesine kapılırız. Ve kesinlikle bunu hemen anlarız. Bu ise sürekli takip etmemize neden olan en önemli etkene dönüşüverir.
Şimdi, sinemacıların 2. perde diye tanımladığı, Aristoteles’in ise “gelişme” dediği bir sonraki bölüme rahatlıkla geçebiliriz. Binlerce kilometre ötelerden gelen leylek Yaren’le Adem Amca’nın yıllara yayılan dostluğu, bölümlemenin burasında aktarılır. Her yılın Mart ayı başında gelen Yaren, Adem Amca’nın kayığına konar ve onunla birlikte balığa çıkar. Derken havalar soğumaya başladığında tekrar göç yoluna koyulur. Bu döngü içinde bazen küçük sürprizler de yaşanır. 2019 yılında Yaren eşini Adem Amca’yla tanıştırmak istercesine kayığa getirmişti. Bu sayede hayat akışını kendimize benzettiğimiz Yaren ile empati duygumuz doruk noktaya çıkmıştı.
Her yıl yaşanan buluşma, karakterlerin psikolojik yönüne daha da derinlik kazandırır ki, bu da “metinde sevilen ögeleri” artırır. Filmlerdekilere, edebiyattakilere, fabllardakilere ve masallardakilere benzettiğimiz karakterler, gerçek hayatta merakla takip ettiğimiz birer figüre dönüşür.
Artık Antik tiyatro oyunlarında ve klasik sinemada 3. perde diye tanımlanan son bölüme geçebiliriz. Tıpkı hayat gibi döngüsellik burada kendini gösterir. Yaren’in gelişiyle dostlar yeniden bir araya gelir ve herkese tamamlanmışlık hissi yaşatır. Her ne kadar bu öykü gerçek hayatta yıllardır devam ediyor olsa da her yılın sonunda Yaren’in geri gidişi o yılın macerasını fiilen sona erdirir. Tıpkı yalnız bir kovboy filmlerindeki gibi, finalde hayatımızdan çıkar ve gider.
Dramatik Çatışma
Öyküde dramatik sanatlar açısından gerekli olan “çatışma” net olarak bulunmasa da içinde bir gerilim barındırır. Her yılın bahar ayında çatışma unsuru açığa çıkar. Yaren’in geri dönüp dönmeyeceğine dair merakımız, onlarca haberle doruk noktaya çıkar. Leyleğin gelmesini beklerken, öyküyü takip eden milyonlarca insan büyük bir endişe yaşar. Gerçekten de geçtiğimiz yıllarda Yaren gecikince herkes tedirgin olmuştu. İşte bahsetmeye çalıştığım bu belirsizlik, insan-doğa ilişkisi bakımından dramatik bir gerilim yaratır. Doğa dostluğunu devam ettirecek mi yoksa mutsuz bir sonla mı karşılaşacağız? Tıpkı mitolojik bir karakterin ikilemine benzer bir düşünceyle karşı karşıya kalırız. Özellikle uzun bir bekleyişin ardından Yaren’in aniden görünmesi, dramatik yapının zirvesini oluşturur. 13. yılında Yaren’in yeniden kayığa konması köyde bayram havası yaratmıştı. 2024’te beklenenden erken gelişi büyük bir sevinç yaşatmıştı. 2025 buluşması da sinematik açıdan güçlü bir kadraj sundu; kızıl fon, anlatının görsel etkisini çok artırdı. Antik tiyatro kurgusunda, finalden hemen önce bulunması gereken doruk nokta izleyiciye büyük rahatlama hissettirmek zorundadır. Bu öykü de bize bunu yaşatır.
Katharsis Etkisi
Aristoteles, Poetika’da iyi bir eserin izleyicide katharsis/arınma yaratması gerektiğini belirtir. Yaren’in öyküsü de benzer duygular uyandırarak izleyicide/okuyucuda, takipçide bir arınma yaratır. Her kışın sonunda Yaren’in sağ salim dönmesi, bekleyen herkeste büyük bir rahatlama ve sevinç patlamasına yol açar.
İzleyiciler bu dostlukta, ayrılık zamanlarında hüznü, kavuşma zamanlarındaysa sevinci yaşayarak duygusal bir boşalım deneyimler. Son zamanların “negatif” haber atmosferinde, Yaren ile Adem’in kavuşma anları hepimize bir temizlenme hissi yaşatıyor. Nitekim bu öykü, milyonlarca insana her bahar umut aşılaması nedeniyle efsaneleşti. Bekleyenler arasında gözyaşı dökenlere bile rastlandığı söylenir. Bu da katharsis kavramının pozitif bir versiyonu olarak değerlendirilebilir.
Evrensel Öykü Yapısı
Yaren’in öyküsü, dramatik yapının evrensel yapılarına tamamen uyuyor. “Yolculuk ve Eve Dönüş” teması bu yapıların merkezinde yer alır. Ki bu çok önemli bir unsur. Dünya edebiyatında Odysseia’dan Leyla ile Mecnun’a kadar pek çok eser, yolculuk ve geri dönüş arketipini işler. Yüzüklerin Efendisi’nde Frodo, uzun bir maceranın ardından Shire’a, yani eve geri döner. Wim Wenders’in Paris-Teksas filminde, Travis uzun bir ayrılıktan sonra eski hayatına dönmeye çalışır. Ancak eve dönmek için, geçmişle yüzleşmesi gerekir. Oz Büyücüsü’nde Dorothy, Kansas'tan fırtınayla Oz Diyarı'na savrulur. Orada bir macera yaşar, kendini benliğini keşfeder ve eve geri döner. Cast Away filminde Tom Hanks’in canlandırdığı karakter, bir adada yıllarca tek başına yaşadıktan sonra evine geri döner. Ünlü destanda Gılgamış, Enkidu’nun ölümünden sonra ölümsüzlüğü aramak için yola çıkar. Ancak yolculuğunun sonunda ölümsüzlüğün insanlara verilmediğini öğrenir. Uruk şehrine yani evine geri döndüğünde gerçek ölümsüzlüğün eser bırakmak olduğunu anlar. Aristofanes’ın oyunu Barış’ta Trygaios isimli bir köylü, savaşın sona ermesinden sonra evine döner.
Yaren de mitolojik anlatılardan beri süregelen öykü yapısına uygunluk gösterir. Her yıl Afrika’dan uzun bir yolculuğa çıkıp evine geri döner. Bu döngü insanlığın kolektif bilinçdışında yer eden kaybolup geri gelme motifine denk düşer. Ki binlerce yıldır anlatılan öykülerde bu format işlenir durur ve her zaman çok beğenilir.
Ayrıca insanın en iyi dostunun bir hayvan olması masallardan filmlere varana dek sıkça gördüğümüz kurgu yapısıdır. Bu bakımdan, Yaren ve Adem’in öyküsü tıpkı bir halk masalı gibi geniş kitlelerin ilgisini çekebilecek bir etkileyiciliğe sahip diyebiliriz. Olayların akışı basit ve anlaşılır olduğundan, klasik dramatik yapı izleyicide/okurda/takipçide/haber fikri takibinde merak duygusunu canlı tutar. Üstelik bizlere arınma dolu bir final vadeder ki, bu bir mutluluk yaşamamıza neden olur.
Campbellvari Bir Yapı
Mitoloji ve “hikâye anlatıcılığı” üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan akademisyen Joseph Campbell’ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğu kitabında büyük anlatıların ortak bir yapıya sahip olduğunu savunur. Bu yapıya göre kahramanın bir çağrı almasıyla yolculuğa çıkar, yol boyunca engellerle karşılaşır, dönüşür ve en sonunda eve döner. Ancak kahraman döndüğünde artık maceraya başladığı kişi değildir; öğrendikleri, onu daha deneyimli biri haline getirmiştir. Campbell’a göre bu döngü, sadece mitlerde değil, modern edebiyatta, sinema filmlerinde ve gerçek hayatta da kendini tekrar eden evrensel bir yapıdır.
Joseph Campbell’ın Kahramanın Sonsuz Yolculuğu kuramsalını sinema dünyasına uyarlayan Christopher Vogler, Hollywood’da senaryo editörüyken, Campbell’ın bu anlatı modelinin sinema dünyasına uyarladı. Yazarın Yolculuğu kitabında senaristlerin gönül rahatlığıyla kullanabileceği şahane bir yapı/formül sundu. Yıllar içinde, Vogler’ın (Campbell’ın) anlatı şeması Hollywood sinemasının temel yapı taşlarından biri haline dönüştü. Öyle ki, gişe rekorları kırarak bu yapının “tılsımlı” halini her seferinde kanıtladı. Pek çok büyük film bu modeli-deyim yerindeyse- ana iskelet olarak kullandı. Star Wars’ta (1977, George Lucas) Luke Skywalker, kahramanın yolculuğunun tüm aşamalarını yaşar: çağrıyı alır, akıl hocası Obi-Wan ile tanışır, sınavlardan geçer ve dönüşerek eve döner. Aslan Kral'da ( The Lion King 1994), Simba’nın sürgüne gidip dönüşmesi, kahramanın yolculuğunun klasik bir olarak kendini gösterir. The Matrix'te (1999) Neo, çıktığı yolculukta akıl hocası Morpheus'la karşılaşır, "seçilmiş kişi" olarak dönüşümünü tamamlar. Yüzüklerin Efendisi ( Lord of the Rings (2001-2003) Harry Potter serisi (2001-2011) gibi onlarca “gişe canavarı” film bu yapıya birebir uyan senaryoya sahiptir.
Yaren Leylek’in hakkında Türkiye’de bir film yapıldı, olay örgüsünü yalnızca köyde geçen bir anlatıya indirgedi ve başka bir bakış açısı sundu. Oysa Campbellvari bir yapı tercih edilseydi, yapım evrensel anlatıyla örtüşebilir, daha fazla izleyiciye ulaşabilirdi. Çünkü gerçekten de “Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” formatı tılsımlı bir gişe dostu. Yaren Leylek, çıktığı Afrika göçünde, karşılaştığı bin bir zorluğu atlatarak, evine olgunlaşmış olarak döneceği bir çizgi film de içinde epeyce tılsım barındırırdı. Elbette oradaki meslektaşlarıma akıl vermek gibi bir niyetim olamaz. Sadece “ben olsam” anlamında söylüyorum!
Jung’un Arketipleri
Yaren ve Adem Amca, sinemacıların çok sevdiği psikiyatri kuramsalının arketiplerine de uyan bir yöne sahip. Carl Gustav Jung’a göre insanlığın kolektif bilinçdışında ortak sembollerle arketip denen ilkel örüntüler bulunur.
Arketipler, farklı kültürlerin mitlerinde her zaman rastlanan genellemelerdir. Anne, bilge ihtiyar, gölge, çocuk gibi figürler dünyanın her yerindeki öykülerde bulunan ortak karakterlerdir. Jung ortak imgelerin nesilden nesile aktarılan deneyimlerle zihnimizde doğuştan var olduğunu belirtir. Öyküler bu arketipleri harekete geçirir ve bu yüzden bazı öyküler “tılsımlı” bir biçimde sevilir. Üstelik bunlar evrensel bir yönelim de barındırırlar. Yaren leyleğinin öyküsü de arketipsel yönleri sayesinde insanlarda büyük ilginin oluşmasın sağlar.
Yaren ve Adem Amca figürleri, Jung’un tarif ettiği bazı arketiplere benzetilebilir. Adem Amca karakteri, “olgun” tavırlarıyla “Bilge Yaşlı Adam” arketipini temsil eder. Masallarda sıkça karşımıza çıkan bilge yaşlı adam figürü, gençlere yol gösteren, doğayla uyum içinde yaşayan, gönlü geniş kişinin ta kendisi diye aktarılabilir. Adem Amca da Yaren’e merhamet gösterip onu besleyerek bu rolü üstlenir. Bir başka deyişle, Anadolu anlatılarında “ak sakallı” arketipine benzetebiliriz. Ki Adem Amca’nın sakalı olmamasına rağmen diye de belirtmemiz lazım.
Adem, aynı zamanda koruyucu (bakıcı) arketipinin bir yansıması sayılabilir. Yaren leylekse insan dilini bilmeyen ama davranışlarıyla içten bir bağ kuran “hayvan rehber/arkadaş” arketipine benziyor. Tarkan çizgi romandaki kurt arketipi buna benzeyen en iyi örneklerden biri. Jung’taki hayvan figürleri aynı zamanda çoğunlukla doğanın masumiyetini yansıtır.
Yaren yabani bir kuş olmasına rağmen sadakati ve masumiyetiyle insanın içindeki sevgiyi ortaya çıkaran bir sembole dönüşür. Zaten kültürel olarak leylekler bahar ile bereketin habercisi kabul edilir. Yine fabllarda yeni doğan çocukları getirdiği inancı, bir çok kişinin küçüklük anıları kadar saf ve temiz algılanır. Ayrıca Yaren’in bir yenilenme tavrına sahip. Onun her yıl gelişi aynı zamanda yeniden doğuşu anlamına gelir. Her gelişinde köye baharın geldiğini müjdelemesi, kolektif bilinçdışında “hayatın yenilenmesi” temasını harekete geçirir. Tıpkı antik çağda ölüp, her baharda tekrar dirilen tanrı Diyonisos gibi.
Antik masal Androcles ve Aslan öyküsünde bir adam, aslanın patisindeki dikeni çıkarınca aralarında dostluk başlar. Türk kültüründe Hacı Bektaş-ı Veli’nin karaca yavrusunu emziren kurt öyküsü… Yine Roma mitolojisinde kurt tarafından emzirilen Romus-Romuluss aynı bilinçdışına hizmet eder. Saint Francis’in kuşlarla konuşması gibi onlarca efsane bize hep Yaren ile Adem Amcayı anımsatır. İnsanlar, Adem Amca’nın Yaren’e olan şefkatinde annelik/babalık arketipini de görürler. Bu arketipsel roller sayesinde öyküyü, duyan herkeste derin bir hayranlık duyar. Yaren’in her dönüşü, sanki hepimizin içindeki “umut kuşunun” geri gelişi gibi algılanır.
Psikolojik Etki
Geniş kitleler, her zaman sıcak dostluk öykülerine büyük ilgi gösterirler. Yeşilçam sineması bunun örnekleriyle dolu. Çünkü bu tür sıcaklıklar duygusal ihtiyaçlarımızı karşılar. Bağlanma kuramına göre insanlar bebeklikten itibaren güvenli ilişkilere ihtiyaç duyarlar. Yaren’in öyküsü, Adem Amca’yla leylek arasında kurulan bağ, bize güvenli bir bağlanma duygusunu yansıttığından onlara olan ilgimiz hep artar.
Edward O. Wilson’ın ortaya attığı biyofili hipotezine göre, insanlarda doğaya karşı doğuştan gelen bir yakınlık eğilimi barındırır. Hayvanları izlemek, onlarla etkileşime olmak bizlere genellikle haz verir. Yaren, tam da bu biyofili duygusuna hitap eden bir canlı. Betonla kaplı kent yaşamında, yabani leyleğin, bir insanla dostluk kurması kitlelere “doğa bizi kabul ediyor” hissi veriyor olmalı. Hiç kuşkusuz ki, Yaren Leylek, bu anlamda toplumun moral değerlerini güçlendiriyor.
Olması Gerektiği Gibi
Yaren, Aristoteles’in dramatik yapısına uygun bir şekilde, izleyicide/okurda katharsis duygusu da yaşatıyor. Jung’un arketipleri bağlamında kolektif bilinçdışımızdaki dostluğu harekete geçiriyor. Yaren leyleği öyküsü, sadece bir insan ve bir kuşun dostluğu değil; aynı zamanda iyi bir öykünün nasıl kalplere dokunabileceğinin canlı bir kanıtı gibi. İlk yazıtlardan beri “hikaye anlatıcılığının” merkezinde yer alan bir yapıyı taşıyor. Bu öykü, basitliği içinde barındırdığı sadelikle bizi hem düşündüren hem duygulandıran evrensel bir masal gibi gözümüzün önünde yaşanıyor. Etkisi uzun yıllar sürecek güçlü bir anlatı olduğu daha şimdiden belli.
Biliyoruz bir gün Yaren leylek geri gelmeyecek.
Ve Adem Amca’nın yaşı ilerliyor, biliyoruz..
Akla gelen ve söyleye dilimin varmadığı o son yaşandığında, bu öykü gerçek bir efsaneye dönüşecek. Acaba o kayıkta ilk kim yalnız kalacak ve yüreğimizi burkacak? Ama şimdi bunun sırası değil, bu güzelliğin keyfine varmak lazım. Ne diyelim; iyi ki varsınız Afrikalı Yaren leylek ile balıkçı Adem Amca, iyi ki dostsunuz.
KAYNAKÇA
-Aristoteles. Poetika. Çev. Mehmet H. Doğan. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2019.
-Campbell, Joseph. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. Çev. Süha Sertabiboğlu. İstanbul: Kabalcı Yayınları, 1997
-Jung, Carl Gustav. Arketipler ve Kollektif Bilinçdışı. Çev. Emre Burgaz. İstanbul: Say Yayınları, 2018.
-Jung, Carl Gustav. İnsan ve Sembolleri. Çev. Ahmet Cevizci. İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2014.
-McKee, Robert. Hikâye: Senaryo Yazımının Özü, Yapısı, Yöntemi ve İlkeleri. Çev. F. Aslı Gökçe. İstanbul: İstanbul Medya Akademisi Yayınları, 2018.
-Özakman, Turgut. Oyun ve Senaryo Yazma Tekniği. Ankara: Bilgi Yayınevi, 2004.
-Şener, Sevda. Tiyatro Tarihi ve Düşüncesi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2018.
-Indick, William. Senaryo Yazarları İçin Psikoloji. Çev. Ertan Yılmaz ve Yeliz Karaarslan. İstanbul: +1 Yayınları, 2007
-Vogler, Christopher. Yazarın Yolculuğu: Senaryo ve Öykü Yazımının Sırları. Çev. Kenan Şahin. İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2009.