Ritchie Robertson, “Kafka” adlı incelemesinde, “Kafka okumak kafa karıştırıcı bir deneyimdir. Onun yapıtlarında imkânsız olaylar sanki kaçınılmazmış gibi gerçekleşir ve hiçbir açıklama yapılmaz (…) Kafası karışan yalnızca karakterler değildir; okuyucu da aynı durumdadır,” der. [1] Eleştirmenlerin, Kafka’nın bu özelliğini çoğunlukla onun, bir parçası olduğu bürokratik düzenin karmaşık, angaryacı, bazen saçmalık düzeyinde kuralcı doğasını betimleme çabasına ve ayrıca üzerinde baskı kuran anne ve babasının onun bilinçaltında ve ruhunda yarattığı travmayı yansıtmasına bağladıklarını okuruz. Bunu, Roland Barthes’in eski edebiyat ve modern edebiyat arasındaki ayrımı dile getirmek üzere yıllar önce yaptığı bir ayrım olan yazarsal metinler (textes scriptibles) ve okursal metinler (textes lisibles) biçimindeki ayrıma bağlayanlar da var. Okursal metin, anlamı hazır olan ve sadece okuru buna kabule davet eden metin olarak anlaşılır bir metindir. Kafka’nın bağlı olduğunu düşündüğümüz yazarsal metini ise anlamı kapalı olan ve okuru derinlerdeki anlamı anlamaya davet eden metin olarak tarif edebiliriz. Kafka’nın eserlerindeki bu muammalı kurgusal yapıyı (Amerika romanını kısmen bu belirsizlik halinden muaf tutabiliriz), onun hayatın kendisini çoğu kez sıkıcı, çekilmez, karmaşık ve baskı kurucu bulan tutumuyla paralel bir yönelim olarak düşünmek de mümkün. Yani irademiz dışında, içine fırlatılmış olduğumuz hayat özü itibariyle zaten karmaşıktır ve aklı ve duyguları sağlıklı işleyen bir insanın bu karmaşayı görmemesi mümkün değildir. Kafka bu tür varoluşsal yakınmaları, mektuplarında sıkça dile getirir.
Kafka’nın, eserleri dışında kendi hayatıyla ama yine eserleri üzerinden yarattığı bir başka karmaşa, belirsizlik veya tartışma da ölmeden önce, en yakın dostu Max Brod’a eserlerinin tümünü yakmasını vasiyet etmesi ve onun da bu akide uymayarak eserlerini yayımlaması olmuştur. 1968 yılında Batı Almanya’ya yaptığı bir seyahatten sonra İsrail’e dönerken hayatını kaybeden Max Brod, yaptığı tarihsel öneme sahip bu seçimle edebiyat çevrelerini de ikiye böldü ve bitmeyen bir tartışmanın da fitilini ateşlemiş oldu. İçinden kolayca çıkılamayacak bir karmaşaya dönüşen konu; Brod’un yaptığı bu seçimle bir taraftan dünya edebiyatına dev bir yazar ve önemi hiç azalmayan eserler kazandırması, diğer taraftan da dostunun vasiyetine ihanet etmiş olmasıdır. Max Brod, nasıl davransa daha doğru olurdu sorusu, zıt kutupta cevaplar bularak onca yılın hem etik hem de sanatsal içerikli bir tartışmasına dönmüş biçimde gündemde kaldı.
Kafka, ölüm döşeğindeyken Max Brod’a olan güvenini, ondan belki de imkânsızı isteyecek kadar zorlamış olur. Çünkü eserlerinin çoğunu yaşarken kendi elleriyle yakan Kafka, en önemli eserlerini yine kendisi yok edebilecekken bu kararın tüm ağırlığını, onun yazarlık dehası karşısında büyülenmiş olan ve eserlerine çok büyük değer veren arkadaşının sırtına yükleyerek bu dünyadan çekip gider. Franz Kafka en yakın dostunu böyle büyük bir ikilemle ve ahlaki bir problemle baş başa bırakarak 1924 yılında 41 yaşında ölür. Kafka’nın en yakın ve en iyi dostu olan Max, edebiyata değil ama “ben edebiyattan ibaretim” diyen arkadaşına ilk ve son kez ihanet edecektir. Bu uğursuz isteği yerine getirmeyi reddedecek ve bütün enerjisini yarım kalmış eserleri yeniden inşa etmeye ve yayına hazırlamaya adayacaktır. Böylece her biri on yıllardır dünya edebiyatının baş eserleri arasında sayılan Amerika (1912), Dava (1925) ve Şato (1926) adlı romanlar ve başkaca birçok metin sırasıyla yayımlanacaktır. Ancak katline hüküm verilen bu eserlerin bunca başarısı dahi Max Brod’un bu tercihinin doğruluğu konusunda yeterli bir gerekçeye dönüşmeyecek ve az sayıdaki takdirin yanı sıra daha çok ona yöneltilen suçlamalarla tartışma sürüp gidecektir.
Kafka, henüz yaşarken Dönüşüm romanını, Bir Köy Hekimi ve Ceza Kolonisi gibi birkaç kısa öykü yayımladı; bunlar o dönemde çok ilgi gören yapıtlar da olmadı. Dava, Şato ve Amerika gibi çok bilinen romanlarını ise yaşarken tamamlayamadı. Çünkü kendi yazarlık yeteneği konusunda oldukça karamsardı ve yazdıklarını bir türlü beğenmiyordu. Çok çalışıyor, metinlerini durmadan yeniden düzeltiyor ancak sonuçtan memnun kalmayarak taslak halinde bırakıyordu. Bir kronik hoşnutsuzluk duygusunun pençesindeydi ve bunun etkisiyle olmalı ölümünden kısa bir süre önce Max Brod'dan, günlükleri ve kişisel mektuplarının yanı sıra, tamamlanmamış tüm el yazmalarını yakmasını isteyen bir mektup yazdı. Ancak Brod, Kafka'nın yazarlık dehasına inanmıştı ve bunların geleceğe taşınmasıyla ilgili bir sorumluluğu olduğunu düşünüyordu ve Kafka ile yaptığı bir konuşmada bu isteğine uymayacağını dile getirerek şu cevabı verdiği söylenir: "Eğer gerçekten benim böyle bir şeyi yapabileceğime inanıyorsanız, hemen sizi uyarıyorum ki benden istediğinizi yapmayacağım." Kafka’nın da da ona biraz mizahi bir edayla “sen bir hainsin o zaman” diye cevap verdiği söylenir. Burhan Sönmez’in Franz K. Âşıkları adlı son romanında hikâyenin başkarakteri Ferdy Kaplan da yıllar sonra Max Brod’u “hainlik” yapmakla suçlar. Max Brod’a, aslında bu son derece cesurca eylemine karşın Kafka’nın eserleri gibi hainliğin de miras kalması yazgısının yüklediği bir lanet olarak nitelenebilir. Ancak Kafka'nın kendi iradesiyle yapmadığı şeyi, Brod'un yerine getirmeyeceğini düşündüğünü de varsayabiliriz. Diğer taraftan ironik biçimde ve paradoksal olarak, Kafka’nın edebi ölümsüzlüğünün ancak dostunun ihaneti sayesinde mümkün olması, onun kurgusal dünyasında sıkça rastladığımız türde bir belirsizliği çağrıştırdığını söyleyebiliriz.
Burhan Sönmez, daha önceki romanlarına nazaran okurunu da şaşırtacak bir yenilikle kendi yazarlık çizgisinin, içerikte yarattığı derin kurgusal örüntülerin ve söylemsel üslubunun dışına taştığını söyleyebileceğimiz romanı Franz K. Âşıkları'nda, tam da bu tartışmayı mesele edinen bir hikâyeye yer verir. Sönmez, olayların dış yüzeyini bir cinayet vakası üzerinden polisiye bir izlekle oluştururken daha derinlerde üst paragraflarda değindiğimizi biçimiyle Max Brod’un yaratmış olduğu ahlaki-sanatsal tartışmayı işler. Yazar, Franz K. Aşıkları’nda, bir taraftan Kafka’nın mirasını günümüz dünyasında yeniden düşünmeye imkân veren, varoluşçu ve siyasi yönleri güçlü bir anlatı oluştururken, bir taraftan da Brod’un yarattığı ahlaki ikilemi yeniden tartışmaya açar. Sönmez, daha önceki eserlerinde genellikle bireyin toplumsal yapılar içindeki sıkışmışlığını ve travmalarını ele alırken, bu romanında Kafkaesk bir atmosfer kurarak okura farklı bir anlatım sunmayı dener. Sönmez’in bu romanında kendi klasik çizgisinin dışında yarattığı yeniliklerden biri de metni oluştururken hem tiyatro hem de roman tekniğini bir arada kullanmasıdır. Diyaloglara dayalı tiyatro tekniğini olay anını vermek için kullanırken, roman tekniğini de geçmişteki olayları hatırlatmak üzere kullanır. Bu iki tekniğin bir arada kullanımıyla, bir metin izleniminin bozulduğunu, iç içe ama birbirinden ayrı-özerk iki farklı metin oluştuğunu fark ederiz. Bunun bilinçli bir tercih olmasının ardında yatan nedeni tam olarak bilemesek de yazarlık anlamında özgün bir tecrübe yarattığını söyleyebiliriz.
Roman, Kafka’nın biyografisinden, hikâyelerinden ve karakterlerinden izler taşırken, aynı zamanda sanatsal ve etik bir sorunu da gündeme taşır. Sönmez, Franz K. Aşıkları’nda Kafka’nın o labirentvari anlatım tarzını yakalamaya çalışırken roman boyunca karakterler, Kafka romanlarında olduğu gibi hem fiziksel hem de zihinsel bir sarmal içinde kayboluyor gibi görünür. Ancak bu noktada önemli bir fark da vardır: Kafka’nın belirsizliği, genellikle karakterlerin neyle mücadele ettiğini tam olarak bilememesiyle şekillenir. Ne ne suç işlediklerini ne de neden cezalandırıldıklarını anlayabilirler. Sönmez de benzer bir atmosfer yaratmaya çalışıyor ama bunu yaparken olaylar ve karakterlerin eylemlerinin neden ve sonuçları üzerinden bir karmaşa, belirsizlik veya muamma yaratmaya çalışmıyor. Aksine olaylar anlaşılır ve açık bir mantıksal dizilişle aktarılırken, soru işareti taşıyan her olay veya durum da cevap buluyor. Sönmez’in yarattığı belirsizlik veya karmaşa olayların neden sonuç ilişkisinde ortaya çıkan bilinmezlere dayanmıyor. O, bunu, kahramanlarının giriştiği eylemin asıl nedeninin ürettiği etik, ahlaki ve sanatsal bir sorunun kolayca yanıtlanamayacak olan kafa karışıklığı veya belirsizliği üzerinden kurguluyor. Bu nedenle ortaya çıkan karmaşa ve belirsizlik romanın sonunda olaylar kendi içinde bir çözüme kavuşup bittiğinde de bitmiş olmuyor, çünkü belirsizliği ve karmaşayı yaratan asıl tartışma kurgusal olayların dışında ve üstünde, gerçek dünyada da var olmaya devam ediyor.
Burhan Sönmez, roman olaylarını dünya genelinde sol muhalif hareketlerin ve özgürleşme isteğinin en yüksek ivme kazandığı 1960’lı yıllarda Berlin’de başlatır:
“Berlin, ortasında duvarla bölünmüş bir kent. 1968’in yaz mevsiminde yolu buraya düşenler upuzun duvarlara bakıyor, gittikçe artan sıcaklardan ve geç işleyen otobüslerden şikâyet ediyorlar. Friesen Caddesi’ndeki polis merkezinin bodrum katında bulunan sorgu odası serin. Taş duvarlar odaya rutubet yayıyor. Komiser Müller, zanlı Ferdy Kaplan’ın karşısına oturuyor, bir sigara yakıp dumanı üflüyor. Masaya yayılmış kâğıtları incelerken, kendi kendine mırıldanıyor.” (Franz K. Âşıkları: 9)
Bodrum katında sorgulanan kişi kitabın ana karakteri Ferdy Kaplan’dır. Max Brod’u öldürmek isterken yanlışlıkla Ernest Fischer adlı bir öğrenciyi öldürmüştür. Nazi yanlısı bir Alman annenin ve aynı görüşleri paylaşan bir Türk babanın çocuğudur Ferdy Kaplan. Anne ve baba İkinci Dünya Savaşı’nda bir bombardımanda ölünce, Ferdy’yi yıkıntılar arasından kurtaran Alman dedesi, torununu yanına alıp Türkiye’ye, büyükbabasının yanına gönderir. Ferdy, Türkiye’de büyümüş olur. Okulda alay konusu olacak bazı kusurları vardır ve epey hırpalanır. Bu sırada onu kollayan Amelya adında bir kız olur ve bu yakınlaşma sonucu Amelya’yla birbirine âşık olup bir çeşit kader birliği yaparlar. Bu süreçte Türkiye’deki muhafazakâr hükümetten rahatsız olan subaylar darbe yapar. İkisi birlikte sol-muhalif hareketler içinde protesto eylemlerine katılırlar fakat Türkiye’nin kaotik atmosferine dayanamayıp bir süre sonra ikisi de Fransa’ya kaçar. Ferdy kısa aralıklarla Batı Almanya’ya da gidip gelmektedir. Fransa’da patlak verip tüm dünyaya sıçrayan olaylarda o da yer alır. Fransa’da hem politik hem de sanatsal anlamda oldukça hareketli bir dönem yaşanmaktadır. Ferdy ve Amelya da bu hareketliliğin içindedirler. Bu dönemde birçok sanatsal, politik, edebi dergi yayımlanmakta ve hararetli tartışmalar da yaşanmaktadır. Bu tartışmalardan biri de “Stylo Noir” dergisinde yaşanır. Kendilerine “Kafka âşıkları” diyen bir grup okur-yazar, ateşli bir biçimde Kafka’nın dostu Max Brod’un Kafka’ya ihanet ettiğini ve bu nedenle cezalandırılması gerektiğini ileri sürer. Romanın sonuna doğru öğreneceğimiz üzere bu ateşli yazılardan birini yazanların arasında aslında Max Brod’un kendisi de vardır. Takma adla yazdığı yazıda Brod’un cezalandırılması gerektiğini ileri sürer. Bunu niçin yaptığını, romanın tartışmaya açtığı etik sorunun seriminde öğrenmiş oluruz. Eyleminin doğruluğunu savunan Ferdy Kaplan, Savcı’yla diyaloğunda Kafka yaşasaydı, tıpkı kız kardeşleri gibi Nazi kamplarında öldürülürdü, asıl sahip çıkılması gereken Kafka’nın kaderi ve hatırasıydı ama onun yerine kitaplarına sahip çıkıldı diyerek sorunu ahlaki ve felsefi bir zemine çekmeye çalışır:
“Hayır, asıl konu bu. Kafka biraz daha yaşasaydı, kendini toplama kamplarında bulurdu. Kimse de ona sahip çıkmazdı, bugünkü gibi.” (s. 68)
Burhan Sönmez’in, Ferdy Kaplan’ın dilinden ve bakış açısından dile getirdiği sorun, modern Batı’nın ikiyüzlü tutumudur. Bu bakış açısına göre Kafka ve ailesi gibi milyonlarca insanın haklarını korumakta aciz kalan veya bizzat yaşamlarını yok eden bir mirasın sahipleri, bir taraftan da onun eserlerini aşırı bir korumacılık ve yüceltmeyle sahiplenirler ve Batı kanonunun vazgeçilmez bir parçası ilan ederler. Hayattayken sahip çıkmadıkları yok saydıkları, yoksulluk ve baskı içinde kalmasına göz yumdukları bir yazarı, öldükten sonra sahiplenerek bir tür kültürel sermayeye çevirirler. Batı dünyası, bir taraftan bireysel hak ve özgürlükleri savunan bir sisteme sahip olduğunu iddia edip Kafka’yı evrensel bir figür haline getirirken, diğer taraftan onun tarihsel ve kültürel bağlamını, kişisel hatırasını yeterince vurgulamaz ve bu da sergilenen ikiyüzlülüğün bir başka göstergesi olur. Nazi geçmişini unutturmaya çalışan Alman hükümeti ve bürokrasisi bir Yahudi olarak Kafka’nın ve başkaca milyonlarca Yahudi gibi ve tüm diğer ötekileştirilmişlerin yaşadığı trajediyi ve kendilerinin bu trajedideki sorumluluğunu göz ardı etmeye veya unutturmaya çalışırlar. Bu tavrı Komiser Müller ve Savcı’nın, Ferdy Kaplan ile tartışmalarında açıkça görürüz. İkisi de söz Yahudilere karşı geliştirilmiş olan soykırıma geldiğinde telaşla ve ivedilikle konuyu başka yöne çekmeye çalışırlar:
Savcı: “Kafka’nın sadık okurları var, onlara bırakalım bunu. Onlar Kafka’ya sahip çıkıyorlar.”
Ferdy Kaplan: “Sahip çıkmak mı? Üç kız kardeşi vardı, üçü de toplama kamplarında öldürüldü. Kim sahip çıkmış Kafka’ya?”
Savcı: “O başka konu.” (s. 68)
Sönmez’in özellikle bu pasajlarda Ferdy’nin sorgulamaları üzerinden Batı dünyasının içine düştüğü ahlaki çelişkiyi ve ikiyüzlü tutumu kurgusuna taşımaya çalıştığını söylemek mümkün. Ferdy’nin bütün akıl yürütmelerine göre Max Brod da Batı dünyası gibi bir suçluluk psikolojisi ve vicdan azabı içinde davranıyor ve buna göre de Brod, Kafka’ya ettiği ihanetin pişmanlığını yaşıyor, kendini öldürterek vicdan azabından kurtulmak istiyordur. Bu amaçla kendi ölümünü tasarlamış ve gerekli motivasyonu yaratmaya çalışmıştır. Onu öldürmek üzere Berlin’e gelen kişi de Ferdy Kaplan’dır. Ancak suikast başarısız olur ve Brod’un yerine yanlışlıkla Ernest Fischer adlı bir öğrenciyi öldürür. Suikastı yapan Ferdy Kaplan yakalanır ve hikâye boyunca sorgulanır. Anlatının bundan sonra odaklandığı asıl motif Ferdy Kaplan’ın bunu niçin, hangi motivasyonla ve hangi örgüt adına yaptığıdır. Ancak Ferdy Kaplan en baştan cinayeti işlediğini kabul eder ve sorguyu, ısrarla, çekmek istediği asıl konuya yani Max Brod’u öldürmeye çalışmasının temel nedenine getirir. Tartışmaya açtığı konu, Max Brod’un Kafka’ya ihanet ettiği ve bu nedenle öldürülmeyi hak ettiğidir. Komiser Müller her ne kadar bu gerekçeyi inandırıcı ve haklı bulmasa da Ferdy’nin ustalıklı yönlendirmesiyle konu bu etik meselede düğümlenir kalır.
Burhan Sönmez, kurgusalında gündeme getirdiği etik meseleyi hem Kafka ve Max Brod örneği hem de kısaca değindiği Dante’nin İlahi Komedya adlı eseri üzerinden sürdürür. Dante, eserinin adını yalnızca “Komedya” koymuşken yayımlamak için ehliyet alan Boccacio, Dante’nin iradesi dışında, onun ölümünden sonra eserin adına “İlahi”yi de ekler ve eser “İlahi Komedya” olarak ün kazanır. Her iki örnekte de yazar ve eser arasındaki ilişki ile yazarın vasiyetine aykırı biçimde hareket eden insanların eyleminin suç olup olmadığı, ahlaki ve etik bir kusur olup olmadığı tartışmaya açılmış olur. Ferdy Kaplan bunun büyük bir suç olduğunu ileri sürerken (Max Brod’u öldürerek Kafka’nın vasiyetini yerine getirdiğini düşünüyordur.), aynı zamanda Kafka’nın “Kaybolan Adam” adıyla da bir roman yazdığını ve Brod’un bunun adını da değiştirerek esere “Amerika” adını koyduğunu, kim bilir belki içeriğine de müdahale ettiğini söyleyerek eyleminin haklılığını savunur. Komiser Müller, böyle bir suçun olamayacağını ve olsa bile bunun öldürülme gerekçesi yapılamayacağını savunur:
“Ben Bay Brod’u haklı buldum. Kafka bütün çalışmalarının yakılmasını istedi diye Bay Brod’un buna uymasını şahsen ben de beklemezdim. İyi dost demek, size rağmen, yani yanlışınıza rağmen sizin için doğruyu yapan kişi demektir. Yoksa dost değil emir kulu olurdu.” (s. 52)
Ferdy Kaplan, Brod’un yaptığı seçimi Şeytan’ın başkaldırısına benzetir ve Şeytan’ın Tanrı’yı savunmak için Tanrı’ya karşı çıktığını ve Brod’un da aynı şeyi yaptığını ileri sürer. Bu noktada Dante’nin eserini hatırlatır ve böylelerinin Dante’nin cehennemine layık olduğunu söyler. Ardından da eylemi için, Kafka yaşasaydı kendi eserlerini yakar, Brod’u sevmeye devam ederdi, ben de Kafka’nın bu arzusuna sahip çıkıyorum biçiminde bir gerekçe üretir ve eylemini şu şekilde onaya sunar:
“Savcı Bey, ben Kafka’ya borçlu olduğumuza inanıyorum. İnsan ruhunun sonsuzluğuna ve onun özgür iradesine bağlıyım. Bu sonsuzluğu, yani Kafka’nın arzusunu yok sayan biri cezasını da yüklenmeli. Eh, mahkemeye gönderdiği mektuptan anlaşıldığına göre, Bay Brod da bu cezayı bekliyormuş.” (s. 66)
Sönmez’in kurgusu, edebiyat ve etik arasındaki ilişkiyi uç bir noktaya taşımış görünüyor. Fredy Kaplan’ın Max Brod’u öldürme isteği, etik bir ihlale karşı radikal bir cezalandırma önerisi sunmuş oluyor. Buna karşılık, Komiser Müller’in “Bu yanlış” diyerek müdahale etmesi, okuru daha rasyonel bir zemine çekmeye çalışıyor. Sönmez’in burada iki karşıt görüşü dramatik bir çerçevede karşı karşıya getirmiş olduğunu görüyoruz: Yazarın vasiyeti kutsaldır ve ona ihanet eden biri cezalandırılmalıdır diyen aşırı idealist ve radikal etik bakış ile edebi eserlerin kaderi kişisel vasiyetlerden bağımsızdır ve şiddet, ahlaki ya da hukuki bir çözüm olamaz diyen düzen kurucu pragmatik ve hukuki bakış.
Bir başka açıdan baktığımızda Fredy Kaplan’ın, eylemini savunurken bir dini adanmışlığı andıran fanatik inanmışlığı, işlediği cinayeti ve bunun etrafında kurulan gizem, bir noktada zorlama hissettirebiliyor. Kafkaesk muamma ve belirsizlikle ilişkinin kesildiği yer de burasıdır. Sönmez’in, Kafka’nın dünyasında karakterler, çoğu zaman suçlarının farkında olmadan yargılanır ve cezalandırılır, yani belirsizlik organik bir şekilde oluşur. Sönmez ise Fredy Kaplan’ın cinayetini bir muamma olarak sunarken, belirsizliği bazen yapay bir gizem yaratma çabasıyla kuruyor gibi görünüyor. Diğer taraftan bu, Kafka’nın yarattığı varoluşsal sıkışmışlık hissinden farklı bir atmosfer yaratıyor. Kafka, karakterlerini çoğu zaman pasif bir kabullenmeye, anlam veremediği bir yazgıya teslim olmaya iter. Oysa Sönmez’in karakteri aktif olarak bir çözüm üretiyor. Hem de cinayet gibi aşırı bir çözüm. Ancak Max Brod’un “ihaneti” üzerine bir etik tartışma yürütmek son derece anlamlı olabilir ama bunun bir cinayete neden olacak denli radikalleşmesi, kurgusalda yeterince gerekçelendirilmemiş kabul edilebilir.
Sönmez ve Kafka arasında bir analoji kurarak sürdürdüğümüz yorumda Kafkaesk belirsizliğin ve etik çıkmazların, tam da bu tür keskin çözümlerden kaçınarak etkileyici olduğu notunu düşebiliriz. Ayrıca kurguya bir cinayetin dâhil edilmesi, entelektüel bir tartışmanın polisiye bir olayın gölgesinde kalıp kalmadığı türünde bir soruyu da üretebilir. Romanın hem biyografik bir kurguya dayanması hem de etik bir boyut taşırken bir yandan polisiye öğeler içermesi, okurlar için odak konusunda bir dağınıklık yaratıyor da olabilir. Sönmez’in kurgusalda gündeme taşıdığı edebi vasiyet ve ihanet tartışması güçlü bir etik boyut barındırıyor ancak bu, polisiye bir olay örgüsüne taşınınca sanki ağırlığını ve anlamını biraz kaybediyor. Diğer taraftan Sönmez’in böyle bir uç nokta seçmesi, belki de konuyu günümüz dünyasının aşırılıklarıyla bağdaştırmak istemesinden kaynaklanıyor olabilir. Günümüzde fikir ayrılıkları hızla kutuplaşmaya, entelektüel meseleler bile radikal bir düzleme taşınmaya çok müsait. Bu noktada, Sönmez’in böyle bir polisiye ve şiddet içeren yapı kurmasını, edebiyatın bugünkü okur beklentileriyle bağlantılı da görebiliriz. Yani bu, günümüz okurunun “hareket” ve “çözüm” beklentisine bir yanıt olarak da düşünülmüş olabilir.
Nihayetinde Franz K. Âşıkları’nı güçlü çağrışımlara rağmen Kafkaesk bir eser olarak değerlendirmek yerine, Sönmez’in kendi tarzı içinde ele almak daha doğru olur. Sönmez burada sadece Kafka’nın edebi mirasını değil, gerçek ile kurgu arasındaki çizginin ne kadar bulanık olabileceğini de sorguluyor. Bu yaklaşım, edebiyatın tarihsel olayları nasıl yeniden yazabileceği ya da bozabileceği üzerine bir tartışma başlatıyor. Bu, aslında edebi otorite ile okurun ve yayıncının müdahale hakkı arasındaki sınırları sorgulayan bir mesele. Yazarın isteği mi kutsaldır, yoksa edebiyatın kendi başına yaşayan bir varlık olduğu mu kabul edilmelidir? Bu konuda kendi kanaatimi belirtmem gerekirse bana göre, Max Brod’un yaptığı etik olarak tartışmalı olsa da edebi miras açısından paha biçilmez bir hamle olarak kabul edilmelidir. Çünkü Kafka’nın eserleri yakılsaydı, dünya edebiyatı büyük bir değerden yoksun kalmış olacaktı. Brod’un kararı, bireysel bir etik ihlal olsa da kolektif bir kültürel kazanç sağlamış oldu. Ancak, Sönmez’in karakteri bu durumu mutlak bir ihanet olarak gördüğünden, meseleyi en uç boyuta taşıyor ve şiddetle çözmeye yöneliyor. Bu tutum eserin entelektüel tartışmasını derinleştirmenin önünde bir engele de dönüşmüş oluyor. Fakat Sönmez, büyük bir ihtimalle bilerek bu engeli kuruyor ve bu yolla eserin bir çeşit didaktizm tuzağına düşmesinin önüne geçiyor.
[1] Ritchie Robertson, Kafka, çev. Elif Böke, Dost yay., birinci basım, 2007: 41.