Bugün yapılan sivil darbe, sadece Ekrem İmamoğlu’nun şahsını hedef almıyor. Amaçlanan da sadece İmamoğlu’nun bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın karşısına muhalefetin adayı olarak çıkmasını engellemek değil.
Bu darbe, İmamoğlu’nun şahsında Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşlarının seçme hakkını hedef alıyor. Amacı, fiilen askıya alınmış durumdaki Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda adı geçen “insan haklarına saygılı, demokratik, sosyal hukuk devleti” ilkesini tamamen rafa kaldırmak ve 2017’deki anayasa referandumunda “Atı alan Üsküdar’ı geçti” denerek Türkiye’nin başına musallat edilmiş tek adam rejimini daim kılmak.
2017 referandumunda Türkiye’nin neredeyse yarısı –kullanılan oyların %47,5’ine, yani 24 milyona yakın seçmene denk gelen bir çoğulluk– Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın OHAL koşullarında, devletin tüm olanaklarını kullanarak bizzat oy istediği “Tek adam rejimine” “hayır” demişti. Sandığa gitmeyenlerle birlikte toplamda 33 milyon 134 bin 435 Türkiyeli, yani kayıtlı seçmenlerin %56,84’ü, kendilerini bu rejimin karşısında konumlandırmışlardı.
Peki, kimlerdi bu seçmenler?
Türkiye’nin toplumsal tabanındaki düşünsel, dini, etnik ve toplumsal cinsiyet farklılıklarını birebir yansıtan bir çoğulluktu onlar. CHP’nin Kemalist-laikçi seçmenleri, HDP’nin ana omurgasını Kürt siyasal hareketinin oluşturduğu radikal demokrat seçmenleri, İYİ Parti’nin Kürtlere alerji besleyen Türk milliyetçisi seçmenleri, Erdoğan gibi Milli Görüş geleneğinden gelen Saadet Partisi’nin politik İslamcı seçmenleri, kamuoyu araştırmacılarının referandum sonuçlarından hareketle sonradan yaptıkları ölçüm ve tahminlere göre AKP seçmenlerinin %10 ila 15’lik bir kesimi ve bu siyasi parti ayrımlarını enlemesine kesen bir düzlemde, toplumsal cinsiyet, din, ideoloji ve etnik kimlik temelli farklı farklı politik aidiyetlerden milyonlarca insandan müteşekkil bir çoğulluk…
Bu çoğulluğu oluşturan insanların tamamı, içinden geldikleri, içinden baktıkları farklı farklı gelenek ve politik aidiyetlere özgü, farklı düşünsel veya vicdani gerekçelerle, Erdoğan’ın Anayasa’da yapmak istediği değişiklikleri yapmanın Türkiye’nin geleceği açısından yanlış olacağı yönündeki bir politik yargıda ortaklaşmış ve üzerinde böylesi bir “örtüşen görüş birliğinin” kurulduğu bu yargının sunduğu ortak politik zeminde, ortak bir politik tavır alarak, referandumda Erdoğan’ın önerdiği tek adam rejimine “hayır” demişlerdi.
İşte Ekrem İmamoğlu toplumsal tabandaki milyonlarca insanın farklı farklı işleyen akılları ve vicdanları arasında tek adam rejimine karşı kurulmuş ve mevcudiyetini 2017 yılında net bir şekilde göstermiş bu örtüşen görüş birliği nedeniyle hedef alındı bugün. Daha doğrusu, bu örtüşen görüş birliğinin dilini sezgisel bir şekilde konuştuğu, ona cisim verebildiği, meşruiyetini ondan alan çoğul politik gücün taşıyıcılığını yapabildiği için. O gücü büyütebildiği, onunla 2019 ve 2024 yıllarında tek adam rejimini sarsan, sandık sonuçlarında görülebilen, anketlerle ölçülebilen sonuçlar alabildiği, aynı sonucu bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerde de alabileceğinden korkulduğu için…
Bugünkü sivil darbe girişiminin yok etmeyi amaçladığı şey İmamoğlu’nun siyasi kariyeri değil – daha doğrusu sadece o değil. Türkiye’nin toplumsal tabanında farklı farklı işleyen akıllarımız ve vicdanlarımız arasında kurduğumuz örtüşen görüş birliğimizi, bu örtüşen görüş birliğimizle üzerinde ortaklaştığımız demokratik değerlerden müteşekkil gelecek tahayyülümüzü, demokratik Türkiye umudumuzu yok etmek istiyor bu sivil darbe.
Seçme hakkımıza, dolayısıyla demokrasimize yönelik bu şiddete, şiddetle karşılık vermemiz ne mümkün, ne de akılcı veya meşru. Bu şiddete ancak politik güçle karşılık verebiliriz. Arendt’in anladığı anlamda, şiddetin zıddı olan, tabandaki çoğulluğun uyum içinde birlikte hareket etmesinden, birlikte eylemesinden doğan politik güçle.
Bu karşılık verildiğinde politik güç ile şiddet arasındaki negatif diyalektik işleyecek, iktidarın destekçi tabanı aşınacak, demokrasi yanlısı politik güç büyüyecektir.
Bu sabah itibarıyla CHP yönetimi, böylesi çoğul bir politik gücü tabandan seferber etmek konusunda kararlı görünüyor. Ekrem İmamoğlu’nun adaylığında ısrar etmeleri, İmamoğlu’nun tek aday olduğu pazar günkü ön seçimlere CHP üyeleriyle birlikte tüm vatandaşları davet etmeleri, bu kararlılığın göstergesi.
Tavanda ise iktidarın sivil darbe girişimi ile becerebildiği tek şey, İYİ Parti ile DEM dahil tüm muhalefet partilerinin ve CHP’nin içindeki İmamoğlu karşıtı kliklerin de İmamoğlu’na destek mesajları vermeleri oldu! Yani iktidarın şiddeti, muhalefetin bir birlik görüntüsü vermesiyle sonuçlandı.
Muhalefetin toplumsal tabandan gelen çoğul politik gücü arttıkça ve muhalefet siyasi tavanda da birlik görüntüsü vermeye devam ettikçe, iktidar şiddetini daha da yükseltmeye yönelebilir.
Nereye kadar yükseltebileceğini bilemem. Ancak bildiğim, bugünkü sivil darbe girişimi Türkiye’nin bugüne kadarki demokrasi yolculuğunun son durağı olarak geçmeyecekse tarihe, bundan sonraki demokrasi yolculuğunun ilk durağı olarak anılacaktır gelecekte.
Bunun için tek yapmamız gereken, “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” diyerek, meşruiyetini akıllarımız ve vicdanlarımız arasındaki örtüşen görüş birliğinden, gücünü ise uyum içinde birlikte hareket etmemizden alan politik güce katılmak.
Seçme hakkımızı, dolayısıyla demokrasiyi savunmak için yola düşenlerin yoldaşı olmak.
Yolumuz açık olsun.