2024 Nobel Edebiyat ödülünü kazanan Güney Koreli yazar Han Kang eserlerini yazma serüveninde cevaplanması kolay olmayan sorular sorarak ilerlemeyi tercih eder/ettiğini söyler. Bu sorular okurun benliğinde yer edecek genişlikte ve güçtedir. O, hayatın karmaşık ve ifade edilemeyen taraflarını kendine has üslûbuyla arayıp bulan ve okuruna hissettirebilen; kendi sorularının dışında başka soruların da doğmasına vesile olan, pek çok esere sahip özge bir yazardır.
Veda Etmiyorum ve Sevgilinin Soğuk Elleri’ne Kısa Bir Bakış
Hayli dikkat çekici olan Veda Etmiyorum[1] romanında Han Kang yarattığı dünyanın kapısından bir anda davet etmez okurunu, edemez. O kapıdan girip olacakları görmek kolay değildir. Tarih, insan bilincinde bir nesneye dönüşür. Özne olan roman karakterleri hakikâti/tarihi yeniden yaratmak ister. Migren, mide ağrısı, uzuv eksikliğinin acısı, kar tanesi, erime, hafiflik, soğuk, donma, açlıktan ölen evcil kuşlar ile ‘yok edilme/olma’, ‘ölüm/kayıp ölüler’, Jeju Adası’nda katledilenlerin yokluğuyla büyüyen acı, katliamı yaşayanlardan sonraki kuşağa aktarılır. Yaşanan gerçeklik ve bu gerçekliğin insan zihnindeki son tahlildeki durumunu okuduğumuzda, kelime ve cümleler birden fazla duyumuza nakşedilirken kendimizi başka türlü deneyimleriz. Han Kang, bu eserinde geçmişte yaşananların ve kuşaklar boyunca aktarılanların ağırlığını anlatma yolunu; ruhsal açıdan çekilen acıların dışa vurumunu, fiziksel açıdan da acı çeken karakterler çizmekte bulur.
Türkçeye son çevrilen romanı Sevgilinin Soğuk Elleri bulimia nervoza hastalığı yaşayan devasa vücutlu bir karakterle, insanların vücutlarının tamamını ya da parça parça kalıbını alan heykeltıraş bir karakterin hayatının kesişmesinin anlatıldığı bir eserdir. Beden kalıpları birer tabut ve onu çağrıştıran diğer semboller olarak da düşünülebilir. Bu yazıda incelemeye çalışacağım Vejetaryen ile paralellik ve tezatlıklar içermesi sebebiyle adını anma gereği duydum.
Yararlı ve Uysal Bedenden Vazgeçiş
Vejetaryen üç ayrı bölüm ve anlatıcıyla ilerler. Ana karakter Yonğhe’nin iç dünyasına girilmez; rüyaları, davranışları ve anlatıcılar aracılığıyla onu tanımaya çalışırız. Başta da söylediğim gibi Han Kang’ın ele aldığı konular ve sorular çeşitlidir. Her bir bölümün olay akışını takip ederek Nietzsche ve Foucault sayesinde bedene ve bedenin dönüştüğü hâllere odaklanıp bir okuma denemesi sunacağım. Şiddet, cinsellik, sanat ve hastalığın (kliniklerin) beden üzerindeki iktidarına karşın ‘kendini yaratma’ ile ‘hakikât’in sınırlarında dolaşırken cevabını bilmediğim, düşünmenizi istediğim sorular da olacak.
Romanın “Vejetaryen” adlı ilk bölümünü Yonğhe’nin kocası, Conğ’dan dinleriz. Yonğhe, kocasının gözünde sıradan biridir. Evden çalışarak aile ekonomisine katkıda bulunur, hafta sonları odasında kitap okur. Önemli bir detay daha verecek olursak, on sekiz yaşına kadar babasından “gıkı çıkmadan” fiziksel şiddet görmüştür. Bu şiddet Yonğhe’nin geleceğini şekillendiren, unutmadığı, rüyalarında açığa çıkıp sonuçlarını tüm ailenin yaşayacağı, onun ‘iliklerine işlemiş’ türden bir şiddettir.
Yonğhe gördüğü bir rüya sonrasında evde ne kadar et varsa çöp torbasına doldurur. Ancak ne Conğ ne de Yonğhe’nin ailesi bu durumu anlar. Pek çok toplumda olduğu gibi Kore’de de et yememek ‘anormal’dir. Sorun, ailesi açısından et yememesi ve kilo kaybetmesi gibi düşünülse de gördüğü rüyalardan ötürü uyuyaması asıl sorundur. Vejetaryenliği sadece görünen, ilk sebeptir. Çocukluğunda şiddete maruz kalması, kocasıyla sevgisiz ve diyalogsuz ilişkileri onda büyük kırılma yaratmıştır.
Üç bölümde de panoptikon kavramı karşımıza çıkar. İlkinde yavaş yavaş düşüncesi verilen bu kavramın bilhassa son bölümde doruğa çıktığını fark ederiz. ‘Sıradan’, evli bir çiftin aile, toplum tarafından belirlenmiş, özellikle Yonğhe’nin, ‘tek taraflı’ yerine getirmesi gereken sorumlulukları vardır. Kocası için mümkünse et yemekleri pişirmesi, işe giderken uğurlanıp yardım verilmesi ve cinsel ilişki en önemlileridir. Conğ’un gözünde de görülmek istenen Foucault’dan ödünç alacağımız ‘yararlı ve uysal bedenler’dir.
“Bedenlerin düzenlenmesi, yararlı ve uysal bedenlerin genel olarak gözetim altında tutulmasını ve yönetilmesini doğuran yeni düşünce biçimlerini ve kurumları gerektirir.”[2] Aile, evlilik kurumu bireyleri gözetim altında tutan, denetleyen ve yöneten olarak, iktidar mekânizmasındaki zincirin en önemli halkalarından biridir. Beden, cinsellik, erdem yukarıdaki iktidar kurumlarının çıkarı doğrultusunda inşa edilmiştir; aksi kabul edilemez. “Klasik toplum teorilerinin çoğunda (Hobbes, Weber, Durkheim ve Freud) beden topluma, cinselliğin kurumlaştırılmış düzenlenişi biçiminde hazzın yadsınması yoluyla girer. Bu eğilim sonuçta olumlu bir fedakârlık teorisine yol açar.[3] Kırılma yaşamaya başlamadan önce itaatkâr olan Yonğhe fedakârdır da. Bu noktada ataerkilliği; kadın ve erkek cinsiyetlerindeki dengesiz ve eşit olmayan bakış açısını görürüz. Ancak ikinci bölümde cinsellik ve haz konusunda Yonğhe’nin değiştiğini göreceğiz. Rüyaları ile geçmişinden ve kim olduğundan kurtulup kendini yeniden yaratmaya çalışır; uyku problemleriyle başa çıkamadığını gördükçe de “delirerek” topluma başkaldırır.
Yonğhe’nin belirlenmiş çerçevenin dışında davranış sergilemesi yahut talebinin olması özellikle Conğ'un ve ebeveyninin gözünde kabul edilmezdir. Onlar, karısının/kızlarının bedeninin akıbetinden sorumludur; müdahale/tecavüz etme hatta istedikleri gibi olmayacaksa onu reddetme hakkına sahiptirler. Yonğhe’nin iç dünyasında ne yaşadığıyla ailesi ilgilenmez; onun kişisel tarihinin bilincine erişmezler. Yalnızca Inhe kendi yaşadıklarından ve çocukluklarından yola çıkıp kardeşini anlar. Çok az konuşan Yonğhe’yi okuyan okur, onun hayatı hakkında ‘tanıklık anlatımı’ ve gelişen olaylar üzerinden fikir sahibi olur. Eser, iktidar ilişkilerini birbirinden farklı hayat ve geçmişlerin iç içe geçmesiyle okura sunarken, Yonğhe’nin ve elbette ailesinin tarihinin kırılma anlarını ele alır.
Bir kadının bedeni hakkında özerk bir şekilde karar alması, “hastalanması/delirmesi” kabul edilemezdir. Neden “delirdiği” ise düşünülecek bir konu değildir; düşünülecek “başka” konular vardır. Conğ karısının değişiminden sonra uzak kaldığı seksi, seks köleliğine dönüştürür. Bir bedenden mi ibarettir Yonğhe? Conğ içgüdülerine dur diyemeyen bir insan/hayvan mıdır? Anne ve babası bir deri bir kemik kalmış kızlarının vücudu karşısında şoka uğradıklarında bu şokun içinde utanma, beğenmeme, aşağılama duyguları saklıdır. Uykusuzluk konusu hiç açılmaz bile.
Kendini ‘et yiyen bir hayvan’ olarak fark ettiğinden beri değişmiştir Yonğhe. Onu hastane bahçesinde bluzunu çıkarıp güneşlendiğini görenler “Akıl hastanesinden çıkmış galiba,” derler. Elinde yırtıcı bir hayvan tarafından öldürülmüş bir kuş vardır. Yonğhe akıl sağlığını tam olarak ne zaman kaybetmiştir? Babasından dayak yediği yıllar boyunca onu vahşi bir hayvan gibi mi görüyordu? Rüyasında gördüğü ölü hayvan ve insan yüzlerinden biri de babası olabilir mi? Kendisini ölü kuş bedeniyle özdeşleştirdiyse, bu tam olarak ne zaman başladı? Hastane bahçesinde mi, babasından ilk kez dayak yediğinde mi? Yonğhe ailesine, geçmişine ve kocasına itaat etmekten vazgeçmeseydi hayatını yönlendirme özgürlüğüne belki de hiç erişemeyecekti. Gelin bu özgürlük alanının açılmasının sanatla nasıl gerçekleştiğine bakalım.
Bir Başka İktidar: Sanat/Ahlâki Tutum ve Özgür Benlikler
“Moğol Lekesi” adlı ikinci bölümü Yonğhe’nin video sanatçısı olan eniştesi anlatır. İki yıldır bir şey üretemeyen eniştenin bir sergiden esinlendiği fikri onun sonunu da hazırlar. Yaptığı şeyin ahlâki olarak yanlış olduğunu bilse de güzel olana duyduğu heyecan ve cinsel arzu/istenç galip gelir. Ahlâk baskısına direnen bu “sanatçı” diğer yandan Yonğhe’nin bitkilerle iletişimini somutlaştırmıştır da.
Moğol lekesinden yola çıkıp Yonğhe’nin vücudunu sanat nesnesine dönüştürmek; eksiklik, sanat/hayat amacı bu mudur? Karısında “eksikliğini çektiği şeyin” baldızında olduğunu sonradan anlar. “Estetik eylem temelde duygulanımsal, anında oluşan ve dolaysız eylemdir. Eğer bir şeyleri arzularsam istencimi dolaysızca aktarmaya çalışabilirim ve daha sonra bu aktarımın hiç değilse varolan statüko içerisindeki durumlarını değiştirebilecek öteki kimselerle iktidar oyununa girmek zorunda kalırım.”[4] Nitekim enişte, Inhe’yle evliliğinin yıkılma ihtimaline rağmen baldızıyla bu “belirsiz, şaşırtıcı” iktidar savaşına girer. Esasında Yonğhe de bu iktidar savaşına girerek ailesinin özellikle ablasının yıkıcı bir deprem yaşamasının önünü açmış olur.
Eniştesi, Yonğhe’ye sevişme ve kayıt konusundan bahsetmeden “modellik” adı altında vücudunda çiçek resimlerinin olması fikrini kabul ettirir ve onu videoya kaydeder. Alt sınıftan J’ye, Yonğhe’nin videosunu izletir, J videoyu “sihirsel” bulur. Yonğhe gibi pozlar vermesini enişte, J’ye zoraki/zorla kabul ettirir. J ile eniştenin ilişkisi girdiği iktidar oyununun ikinci kısmıdır. Eniştenin sanatı karşısında J, yer yer itiraz edip direniş gösterse de onun iktidarını kabul ettiği bir ilişki biçimine bürünür. Enişte, J’den yüksektedir, J, ‘sanatçıya hayrandır’. Yonğhe ise vücudundaki çiçeklerle artık rüya görmediği için atölyeye tekrar gelebileceğini söyler; rüyalarla boğuşan Yonğhe kendi gerçeğinden kaçma/kurtulma şansı bulur.
Yonğhe’nin ve J’nin bedeni video sanatı aracılığıyla “pornografik” olmaya başlar. Enişte için başka gözlerin görmesi temel isteklerden biridir; J bu oyundan/ilişkiden vazgeçer. Yonğhe, J’nin aksine sakince söylenenleri yapmıştır. Nietzsche’den ödünç alırsak enişte, hem Yonğhe’ye hem de J’ye karşı ‘eylem amacını maskeleyip gizlemiştir’ ve ‘istencin/arzunun ahlâki suret değişimi’ söz konusu olur. Başka türlü bu ‘ahlâksız fikri’ ikisine de kabul ettiremeyeceğinin en başından farkındadır. Enişte kendi vücuduna da çiçek çizerse Yonğhe’yle sevişebilecekleri mesajını alır. İlk sevişmelerinde eniştesi hayvana benzer ürkütücü çığlıklar atar. Bir hayvan mıdır eniştesi, insan bir hayvan mıdır? İnsan, hayvan olmaktan kurtulabilir mi? Yonğhe üçüncü bölümde hayvan olmaktan kurtulup bir ağaca dönüşmek istediğini söyleyecektir.
“Nietzsche’ye göre, sanat dünyanın genel hakikâtdışılığını ve yalancılığını bizim için katlanılabilir kılan ‘gerçekdışı kültü’dür. Bizi kusurlu bir dünyaya karşı koruyan ‘iyi görünüş istemi’dir. İnsanların ‘ağırbaşlı ve ciddi’ yönlerine -Nietzsche’nin Zerdüşt’te ‘ciddiyet ruhu’ dediği şeye- karşı, sanat ‘coşkun, gezgin, dans eden, alay eden, çocuksu ve mutluluk verici’ bir şeydir. Sanat bize ‘şeylerin üzerinde bir özgürlük’, kendimizi ‘gerçeklik’ten kurtarma, ‘gerçekliği’ kendi estetik kahkaha ve oyunlarımızla bağlantısız bir şey olarak görme yeteneği verir.”[5] Yonğhe’nin vücudundaki çiçeklerle poz verip sevişir gibi yaptığı ya da sevişirkenki hâli daha önce deneyimlemediği, hakikâtin dışına çıkabildiği bir hâldir; cinsel deneyiminden ‘haz alır’. Katı ve ciddi Yonğhe yerine mutlu, coşkun Yonğhe’yi ilk kez görürüz. Rüyasında gördüğü kan revan içindeki yüzlerden ilk kez birine/eniştesine bahseder. Et yemezse o yüzleri, çürüyüp parçalanmaya başlayan cesetleri görmeyeceğine inanır. Yonğhe, eniştesinin sanatı sayesinde rüyadan/kâbustan kurtulup özgürce hayal kurabileceği bir alanın içine girer, bununla birlikte ahlâkı umursamaz. Yonğhe, Conğ ile ayrı evlerde ve boşanma sürecinde olduğu için evlilik konusunda olmasa da ailesinden, Inhe’den intikam mı alır? Ya da topyekün tüm kurumlara kafa mı tutar? Bugüne kadar itaat ettiği her şeyin ‘boş gerçekliğine’ inat kendini, dolayısıyla da hakikâtini yeniden yaratır.
Hakikât: İktidara Karşı Savaş
Modern tıbbın bir ‘hasta’nın bedenine müdahalesinin tüm detaylarıyla anlatıldığı bölüm olan “Alev Ağacı”nı Inhe anlatır. Yonğhe’ye artık bilinçli biri olarak bakılmaz; bedenden ibarettir. Üstelik bedeninin her koşulda denetim altında tutulmasını hem ailesi, Inhe hem de devlet, klinik onaylar. Kocasıyla yaşadıklarından sonra Inhe, Yonğhe'yi akıl hastanesine kapatarak ondan uzak kalır ve gizli nefretini bu şekilde gösterir.
Olanlardan sonra anne ve babaları ne Yonğhe ile ne de Inhe ile görüşür. Inhe, Conğ’la boşanma sürecindeyken Yonğhe'nin taşındığı dairenin kirasını öder. Bu yardımın geliş sebebi sadece Inhe'nin parasının olması değildir; geçmişte Yonğhe'nin yaşadıklarından ve “delirmesinden” kendi adına suçluluk hisseder. Yonğhe’nin iliklerine kadar işleyen şiddetten Inhe paçasını kurtarmış bir çocuktur. Yorgunluktan ölen annesinin yerine sulgug pişirdiği için babası ona dokunmamıştır. Bununla birlikte Inhe, kocasıyla tanıştıklarında sefil bir adam olduğunu bilir ancak yine de evlenip çocuk yaparlar; burada Inhe vicdanını rahatlatarak kendi adına bedel öder. Geçmişten kaynaklı birbiriyle iç içe geçen ve geçmişin karmaşasının üzerine kurulan yeni ilişkiler de söz konusudur.
Ufacık bedene dönüşen Yonğhe daha önce de bahsettiğim gibi hayvan olmaktan kurtulup bir bitkiye, ağaca dönüşmenin yollarını arar; amacı budur. Anoreksiya nervoza ile şizofreni tanısı konulmasına rağmen Yonğhe’nin yemeyi reddetmesini modern tıp açıklayamaz. Çünkü ona insan olarak, çocukluğunu ve evliliğini dinleyerek kendini anlatma şansı verilmemiştir.
Yonğhe’nin kararı olmaksızın klinikte anoreksiya nervoza üzerine yoğunlaşılarak o hayata döndürülmeye çalışılır. Çünkü modern tıpta ve hasta-doktor arasındaki ilişkide ‘hasta’nın görüşüne gerek yoktur; yakını onun bedeni üzerinde karar alma yetkisine sahiptir. “Foucault’ya göre doğalcı analiz, doktor ile hasta arasında mesafe yaratır ve hastaya sanki doğal bir nesneymiş, onu gözlemleyen bilinçten tamamen ayrı bir ‘şey’miş gibi muamele edilir. Oysa fenomenolojik psikoloji, sezgi yoluyla hastanın bilincine girmeye çalışarak, kendisini akıl hastalığı deneyiminin merkezine yerleştirmeye çabalar. Dünyayı hastanın kendisinin gözleriyle görmeyi amaçlar; aradığı hakikât nesnellik düzenine değil öznelerarasılık düzenine ait bir hakikâttir.”[6] Ailesi ve doktorlar dünyayı Yonğhe’nin gözünden anlamaya çalışsalardı bambaşka bir roman okuyor olurduk. Yonğhe'nin delirmesinde herkes kendi payının ne olduğunu bilir ancak ses çıkarmadan hayatlarına devam etmek isterler. Bu yorumdan enişteninkini ayrı tutmamız gerek. O hayatını tamamen değiştirmeyi göze alır ancak o da Yonğhe'yi anlama konusunda samimi adımlar atmaz.
Foucault’dan devam edersek deliliğe biraz daha yakından bakabiliriz. “Deli, yıkıcı bir bilgeliğin taşıyıcısı olduğu gibi, toplumun kurbanıdır da; toplumun onun üzerinde uyguladığı baskıdan kaçmayı başaramayan biridir de. … Dışlanmış grup (deliler, eşcinseller, suçlular) sırf varlığıyla bile, mevcut toplumsal düzeni yıkma eğilimindedir. Yine de buna rağmen, gelecekteki yenilenmiş bir toplumun çekirdeğini sunamaz. Nihai bir toplumsal ve siyasi hakikât yoktur, baskıya tamamen son verilmesi gibi bir olasılık yoktur. Artaud’da da Foucault’da da in extremis’tir (ölümün eşiğindedir) ve bu daimi bir durumdur. Tek yapılabilecek olan, bu duruma karşı mücadele etmek, mevcut düzene karşı sürekli bir gerilla savaşına, siyasi bir vahşet tiyatrosuna girmektir.”[7] Yonğhe ölümün eşiğindeyken yahut ağaç olmayı arzularken, klinikte birkaç kişinin birden onu zaptedip beslemesine var gücüyle engel olur. Kendi hâline bırakılmaz, daha büyük bir hastaneye sevk edilir. Ölüm/yaşam, devlet kurumlarının izin verdiği şekilde gerçekleşmelidir. Yonğhe hayattayken de ölürken de kendi bedeninden sorumlu değildir. Kocası, babası, eniştesi, ablası, doktorlar ve devlet onun bedeninden sorumludur. Bedenindeki ‘suyu kaybettiğini’ fark ettiği günden beri ‘eski Yonğhe’ olarak yaşayamayacağını geç de olsa anladığı için hepsine karşı şavaşır; ölüm orucuna girişir. Kendi tarihini yeniden yazarken, ailesinin ve devletin (hasta-doktor ilişkisinin) tarihini de yazar. Bu ilişkiler kimi zaman savaş alanına döner; yardım, görev, intikam, kaçış ve acıma iç içe geçip taraflar net şekilde görülür. Yonğhe’nin kararları, vejetaryen olması, insan/hayvan olmaktan ve ‘iktidardan’ kurtulma arzusu geçmişin ve insanlık tarihinin izdüşümüdür ve bu kararında pek çok kişinin parmağı vardır. Yonğhe, başka bir hayatının olmayacağını bilir, ağaç olup sonsuz yaşam döngüsünün parçası olmayı seçer, insan/hayvan olmayı sevmez çünkü hep kötü örnekler, ilişkiler yaşamıştır.
Inhe, geçmişte ölmeyi isteyip de ölemediği ve Yonğhe’ye gizli nefreti sebebiyle onun da ölüp huzura kavuşmasını tam olarak istemez. Aslında Inhe de Yonğhe gibi bedenindeki tüm suyu kaybetmiştir; evin dışındaki koca/baba ona hep acı verir. Belki, o da Yonğhe gibi “delirip” mevcut hangi iktidar varsa ona karşı savaş vermeliydi; hayatı/ölümü pahasına. Fakat Inhe kendini kıskaca sokmuş bir karakterdir. O, kendini yeniden yaratma yoluna hiç girmemiştir. Yaşadığı hakikât iktidarın belirlediği hakikâttir.
[1] Diğer çevirilerde de imla yanlışları var fakat özellikle bu romanın A.P.R.I.L Yayıncılık’ın 2024, 5. baskısında hem dil bilgisi hem de imla yanlışları dikkat dağıtmakta.
[2] G. Stauth & B. S. Turner, Nietzsche’nin Dansı: Toplumsal Hayatta Hınç, Karşılıklılık ve Şiddet, 1. basım, çev. Mehmet Küçük, (Ankara: Ark Yayınevi, 1995), s. 45.
[3] A.g.e., s. 244.
[4] A.g.e., s. 246.
[5] Allan Megill, Aşırılığın Peygamberleri: Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida, 1. baskı, çev. Tuncay Birkan (Ankara: Bilim Sanat Yayınları, 1998), s. 111.
[6] A.g.e., s. 304.
[7] A.g.e., s. 286, 287.